Kuzey Kürdistan-Türkiye, henüz burjuva demokratik devrimini tamamlamamış, önemli demokratik devrim sorunlarının hâlâ gündemde durduğu, orta derecede gelişmiş, bağımlı bir kapitalist ekonomiye sahiptir.
Kuzey Kürdistan-Türkiye’de burjuva demokratik devrim tamamlanmamıştır; demokratik devrimin çözülmemiş görevleri devrimin gelişmesi açısından önemlidir. Kuzey Kürdistan-Türkiye, siyasi açıdan “eski ve iyice yerleşmiş bir burjuva demokratik siyasi sisteme sahip” (Komintern Programı s.61) bir ülke değildir.
Ekonomik açıdan küçük işletmeler önemli özgül bir ağırlığa sahiptir. Nüfusun yaklaşık %35’ini (her üç kişiden birini) oluşturan küçük burjuvazidir. Küçük burjuvaziye rağmen, onunla ittifak gerçekleştirilmeden bir devrim mümkün değildir.
Türkiye emperyalizme bağımlı bir ülkedir. Türkiye’nin bağımlılığının andaki en temel unsuru borçlar üzerinden mali bağımlılıktır. Bunun yanında enerjide petrol ve doğal gaz üzerinden bir bağımlılık ve sanayide ileri teknoloji konusunda gerilik dolayısıyla yüksek derecede bir bağımlılık söz konusudur. Genel alındığında Türk ekonomisi orta derecede gelişmiş bir kapitalist ekonomi olarak, gelişmiş emperyalist ekonomilere bağımlıdır. Bu bağımlılık fakat Türkiye’nin yarı sömürge olması biçiminde bir bağımlılık değildir. T.C. devleti zaten kuruluşu ertesinde, Lozan Anlaşması gereği gümrük rejimini bile kendi belirleme durumu olmadığı, Boğazların kontrolünün T.C.’ye ait olmadığı bir dönem dışında, somut olarak 1920’li yılların sonlarından bu yana “yarı sömürge” bir devlet değildir. Emperyalizme bağımlıdır, fakat bu bağımlılık yarı-sömürge devletlerin bağımlılığından daha gevşek bir bağımlılıktır. T.C. devleti bugünkü konumuyla bağlı olunan emperyalist güçlerin değil, Türk burjuvazisinin, en başta tabii egemen işbirlikçi tekelci büyük burjuvazinin devletidir. T.C. devleti siyasi olarak bağımsız bir devlettir. T.C. devleti öncelikle Türk burjuvazisinin çıkarlarını savunan, gerçekleştiren bir aygıttır. Tabii ki bu burjuvazinin işbirliği yaptığı emperyalist güçlerin çıkarları da Türk devleti tarafından savunulma durumundadır. Fakat bu Türk burjuvazisinin çıkarlarının savunulması üzerinden –dolaylı– bir savunmadır. Bu yüzden Türkiye’nin bağımlılık biçiminin “yarı sömürge” tipi bir bağımlılık olarak değerlendirilmesi, Türkiye gerçekliğine uymamaktadır.
Rusya devriminde Lenin’in Nisan 1917’de sosyalist devrimi savunduğu dönemde durum neydi? Rusya devriminin en önemli özelliği, 1917 Şubat Devrimi ertesinde ortaya “ikili iktidar” durumunun çıkmış olmasıdır.
Lenin durum hakkında şu değerlendirmeyi yapıyor:
“Devrimimizin son derece dikkate değer bir özelliği, bir ikili iktidar üretmiş olmasıdır. Her şeyden önce bu olgu hakkında berrak olunmalıdır; bu kavranmadan ileriye doğru adım atılamaz. Örneğin bolşevizmin eski “formüllerini” tümlemeyi ve düzeltmeyi bilmek gerek, çünkü ortaya çıkmış olduğu gibi bunlar genelde doğruydu, ama sonuçta gerçekleşmesinin başka türlü olduğu görüldü. İkili iktidarı önceden hiç kimse düşünmedi ve düşünemezdi.
İkili iktidar neden ibarettir: Geçici hükümetin, burjuvazinin hükümetinin yanı sıra, gerçi henüz zayıf, henüz rüşeym halinde olan, ama buna rağmen hiç kuşkusuz gerçekten var olan ve güçlenen bir ikinci hükümetin: İşçi ve Köylü Temsilcileri Sovyetlerinin ortaya çıkmış olmasından ibarettir.
Bu ikinci hükümetin sınıfsal tabanı nedir? Proletarya ve (asker kaputu içindeki) köylülük. Bu hükümetin politik karakteri nedir? Devrimci diktatörlüktür, yani merkezileşmiş bir devlet erkinin çıkardığı yasaya değil dolaysız olarak halk kitlelerinin aşağıdan devrimci fethine, doğrudan inisiyatifne dayanan bir iktidardır. Bu, şimdiye kadar Avrupa ve Amerika’nın en gelişmiş ülkelerinden bildiğimiz parlamenter, burjuva- demokratik cumhuriyete egemen olan tipten temelden farklı bir iktidar tipidir.” (Lenin, Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi, İkili İktidar Üzerine, İnter Yayınları, s. 16-17)
Lenin devam ediyor:
“Bu durum çoğunlukla göz ardı ediliyor, atlanıyor, oysa sorunun özü burada yatmaktadır. Bu iktidar 1871 Paris Komünü ile aynı tipte bir iktidardır. Bu tipin temel özellikleri şunlardır: 1) İktidarın kaynağı parlamento tarafından tartışılan ve kararlaştırılan yasa değil, aksine ülkedeki halk kitlelerinin tabandan gelen doğrudan inisiyatif, yaygın ifadeyle iktidarın doğrudan ele geçirilmesidir. 2) Halktan ayrı ve halkın karşısına konmuş kurumlar olarak polis ve ordunun yerine tüm halkın doğrudan silahlanmasının geçirilmesi; devlet düzeni böyle bir iktidarda bizzat silahlı işçiler ve köylüler tarafından, bizzat silahlı halk tarafından korunur; 3) ya memurların, bürokrasinin yerine yine bizzat halkın egemenliğinin geçirilmesi ya da onların en azından özel bir denetim altına konması, sadece seçilen değil, aynı zamanda halkın ilk talebi üzerine görevden alınabilen basit görevlilere dönüştürülmesi; postları karşılığında yüksek burjuva maaşları alan ayrıcalıklı bir katmandan, ücretleri kalifye işçinin normal ücretinden daha yüksek olmayan özel bir sınıf işçiye dönüştürülmesi.” (Lenin, Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi, İkili İktidar Üzerine, İnter Yayınları, s. 17)
Lenin’in, Nisan 1917’de Rusya’ya geldiğinde bir yandan “Bütün İktidar Sovyetlere” şiarını attığı; diğer yandan da Sovyetler içinde de sosyalist devrim için “nüfuz uğruna mücadele” yi (age s. 28) önerdiği durum böyle bir durumdur.
“İşçi ve Köylü Temsilcileri Sovyetleri” şahsında işçilerin-köylülerin devrimci demokratik diktatörlüğü kurulmuş durumdadır. Bu iktidarın yanında burjuvazinin “geçici hükümet” şahsındaki iktidarı da vardır. Burjuvazinin iktidar alanı daralırken, işçilerin-köylülerin iktidar alanı genişlemektedir, gelişen sovyet iktidarıdır. Bu iktidar Paris Komünü tipinde devrimci bir iktidardır; bu iktidar içinde işçi sınıfı partisinin yapacağı çalışma da bellidir: Bu iktidarda yer alan yoksul köylülüğü, zengin ve orta köylülükten kopararak, yoksul köylülükle işçi sınıfının ittifakını geliştirerek, işçilerin yoksul köylülerin diktatörlüğünü, yani proletarya diktatörlüğünü hedeflemek! Lenin’in önderliğindeki bolşeviklerin taktiği ve yapmış olduğu budur.
İkili iktidar olgusu kavranmadan, işçi-köylü temsilcileri Sovyetlerinin, işçilerin-köylülerin devrimci demokratik diktatörlüğü olduğu kavranmadan, kısa süre içinde nasıl demokratik devrimden, sosyalist devrime geçildiği kavranılamaz!
Yani, Rusya’da Ekim Devrimi öncesinde kısa süre de olsa yaşanmış olan bir “işçilerin-köylülerin devrimci demokratik diktatörlüğü” vardır. Bu dönemde Rusya dünyanın en ileri burjuva demokratik ülkesinden daha demokratik bir ülkedir! Bu, bu bağlamda mutlaka bilinmesi gereken işin objektif yanıyla ilgili kısmıdır.
İşin sübjektif yanına, bolşevik partinin durumuna (ki bu aynı zamanda işçi sınıfının hazırlık derecesi denen şeyle doğrudan bağ içindedir.) gelince:
Haziran 1917’de toplam 790 sovyet delegesinin ancak 103’ü bolşevikti. Yani Haziran’da Sovyetlerde bolşeviklerin temsil oranı % 13’tü. Ayaklanma kararının alındığı 25 Ekim (7 Kasım) Sovyet Kongresi’nde ise 675 delegenin 343’ü, yani % 51’i bolşevikti. (Bkz. Lenin, Proleter Devrim ve Dönek Kautsky, Seçme Eserler, c. 7, s.174) Yani Sovyetler içinde Bolşevikler hızla gelişen parti idi. Azınlık oldukları dönemde de Bolşevik Parti’nin gücü, bugünün Marksizm-Leninizm adına konuşan hiçbir parti ile karşılaştırılamayacak kadar büyüktü. Rusya’daki 1917’deki Bolşevik Parti, gerçek anlamda bir komünist işçi partisi idi.
Türkiye’de kapitalizmin gelişmesi, gerçekte her şeyden önce toplumun %1’lik küçücük bir bölümünün emperyalistlerle işbirliği içinde Türkiye’nin emekçilerini sömürmesi temelinde her geçen gün daha da zenginleşmeleri anlamında bir gelişmedir. Gelişme’den Türkiye’de burjuvazinin diğer kesimlerini oluşturan orta burjuvazi ve küçük burjuvazinin üst kesimi de küçümsenmeyecek ölçüde pay almaktadır. Küçük burjuvazinin alt kesimleri, yarı proletarya ve işçi sınıfının toplumsal gelişmeden aldığı pay yok denecek kadar azdır. Zenginliğin esas yaratıcısı olan proletaryanın zenginlikten aldığı pay, zenginlik pastasının büyüme oranının gerisindedir. Sınıfın payı büyümemekte, tersine küçülmektedir. Türkiyeli emekçilerin lehine özsel bir değişme, bir gelişme bu sistem içinde mümkün değildir.
Türkiye nüfusunun büyük çoğunluğunu oluşturan emekçi sınıf ve katmanlar lehine bir gelişme için Türkiye’nin bugünkü bağımlı kapitalist sisteminin yıkılması gereklidir.
Türkiye’nin bugünkü ekonomik yapısı ve gelişmişliği, 1917 Rusya’sından da 1949 Çin’inden de, 1946 -1949 Arnavutluk’undan da ileridir.
Bu ekonomik temelle Türkiye’de sosyalist devrim mümkündür.
Ancak sosyalist devrim bu devrimin öncüsü ve öznesi olan sınıfın, işçi sınıfının sosyalist devrimi yapacak bilinç ve örgütlenme seviyesine sahip olmasını gerektirir.
İşçi sınıfında bugün bu ikisi de eksiktir. Bilinç bağlamında bırakalım sosyalist devrim, sosyalizm bilincini, burjuva demokrat bilinç bağlamında bile Türkiye işçi sınıfı oldukça geridir.
Bunun birçok nedeni vardır. Bu durumun en temel maddi nedeni, Türkiye işçi sınıfının, toplumun çok önemli bir bölümünü oluşturan küçük burjuvazi ile en başta köylülükle hâlâ oldukça sıkı bağlara sahip olmasıdır.
Diğer yandan işçi sınıfını maddi olarak sisteme bağlamak için geliştirilmiş bir dizi mekanizma vardır. Ve bu mekanizmalar sayesinde işçi sınıfının bir bölümü bu sistemden fayda ummaktadır.
Bunun yanında bilinç bağlamında, burjuvazi muazzam boyutlardaki medya bombardımanı üzerinden tarihin hiçbir döneminde, hiçbir sömürücü sınıfın yapamadığı boyutlarda “yanlış bilinç” üretmekte, bunu işçilere emekçilere sürekli şırınga etmektedir. Bu bağlamda dinci ve ırkçı Türkçü ideoloji Türk işçisi içinde egemen olan ideolojidir.
Diğer yandan devrimin önünde sosyalist olmayan bir dizi görev vardır. Kuşkusuz teorik olarak proletarya, diğer emekçi katmanlarla (Türkiye açısından bu bağlamda söz konusu olan yarı proletarya ve küçük burjuvazinin alt kesimidir.) iktidarı ele geçirip, sosyalist iktidar şartları altında bu demokratik görevleri “geçerken” çözebilir. Sovyet Rusya’da 1917 Ekim Devrimi’nden sonra gerçekleştirilen devrimci adımların çoğu demokrasi ile ilgili, demokratik devrimin görevleri ile ilgili adımlardı.
Ancak burada bilinmesi gereken şudur:
Sosyalist devrim programı bir sınıf olarak tüm burjuvaziyi, burjuva mülkiyeti tasfiye etme programıdır. Sosyalist devrim programı, yalnızca büyük burjuva mülkiyetini değil, küçük burjuva mülkiyeti de tasfiyeyi önüne hedef olarak koyan programdır. Komünistler kitleyi kandırmazlar. Neyi yapmak istiyorlarsa onları açıkça ortaya koyar, gerçekler temelinde devrimin öznesi kitleleri kazanarak devrime önderlik ederler. Toplumun üçte birinin küçük burjuva olduğu bir ülkede sosyalist devrim programı ile küçük burjuvaziyi harekete geçirmek mümkün değildir. Burada soru şudur: Türkiye’de küçük burjuvaziye rağmen, küçük burjuvazi en azından tarafsızlaştırılmadan devrim –askeri darbeden değil, devrimin öznesi kitleler adına değil, devrimci kitlelerin bilinçli, örgütlü iktidar mücadelesi ile egemenlerin iktidarına, emekçilerin örgütlü devrimci şiddeti ile son verdikleri, kendi düzenlerini kurdukları, bu düzen şartlarında devrimi durmaksızın sürdürdükleri bir edimden söz ediyoruz– mümkün müdür? Biz bunun bugünün Türkiye şartlarında, bir yandan küçük burjuvazinin sayısal ve ekonomik gücü, diğer yandan işçi sınıfının küçük burjuvazi ile oldukça sıkı bağları, toplumun bütününde –bu arada işçi sınıfında da– egemen olan küçük burjuva yaşam tarzı ve ideolojisi nedeniyle mümkün olmadığını düşünüyoruz. Devrim gerçekten kitlelerin eseri olarak düşünülüyorsa, o zaman küçük burjuvazinin bir bölümü devrime kazanılmak, büyük bölümü ise en azından tarafsızlaştırılmak zorundadır. Bunun sosyalist devrim programı ile olması mümkün değildir. O zaman sosyalist devrime giden yolu açmak için, küçük burjuva mülkiyeti ilk aşamasında hedef almayan bir programla, çözülmemiş demokratik devrim sorunlarının çözülmesini merkeze koyan bir programla işçi ve emekçilere gitmek bugünün Türkiye’sinde doğru olan şeydir. Ancak demokratik devrimin çözülmemiş sorunlarını birinci aşamada merkeze koymak, bizim içinden geldiğimiz devrimci akımın geçmişte yapmış olduğu gibi, uzun erimli hedefin sosyalizm ve komünizm olduğunun propagandasından kaçınmayı beraberinde getirmemelidir. Tersine demokratik devrimin sosyalizme/ komünizme giden yolda yalnızca bir ara evre olduğu, bizim sosyalizm için, sosyalizme, komünizme ilerlemek için demokrasi istediğimiz her zaman vurgulanmak zorundadır.
Nedir Türkiye’de demokratik devrimin çözülmemiş görevleri?
*Kuzey Kürdistan-Türkiye’de üst yapıda (kültür, siyaset, bilinç, devlet yapılanması vb.) feodal artıklar, yaklaşımlar, gelenek-görenek, alışkanlıklar önemli bir etkinliğe sahiptir. Kuzey Kürdistan-Türkiye’de, devlet memuru kendini devletin sahibi, cahil halkın amiri olarak görür. Ve toplumun genelinde de bu böyle kabul görür. Kuzey Kürdistan-Türkiye bir tarikatlar ülkesidir. Dini cemaat örgütlenmeleri ve mezhepsel örgütlenmeler bugün Kuzey Kürdistan-Türkiye’de en yaygın örgütlenme biçimleridir. Ülkelerimiz, gerçek anlamda toplum haline gelmemiş, hâlâ kesin inançlı birçok hâlde kendi dışındakileri düşman gören, kendi içine kapalı kendi ritüelleri olan cemaatler toplamı görünümündedir. Cemaatlerdeki ilişkiler, şeyh-mürit ilişkisidir. Şeyh-mürit ilişkisi, siyasete, partilere, toplumsal örgütlere, devlete yansımaktadır.
*En başta T.C. Türk olmayan milliyetler için bir halklar hapishanesidir. En başta Kürt ulusunun ayrılma hakkını özgürce kullanabileceği şartların yaratılması, Türkiye devriminin başarısı için olmazsa olmaz bir ön şarttır. Çözülmemiş ulusal sorunlar Türkiye’nin çeşitli milliyetlerden proletaryasının kendisi için bir sınıf olmasının önündeki en büyük engellerden biridir. Demokratik devrimin çözülmemiş bu görevi devrimin en acil sorunlarından biridir.
*Bunun yanında emperyalizme karşı, gerçek bağımsızlık için anti-emperyalist devrim, devrimin acil görevlerinden biri olarak durmaktadır. Fakat bu antiemperyalist devrim görevinin çözümü, en azından başlangıçta “emperyalizme karşı halk savaşı” vermekle değil, -çünkü emperyalizm Türkiye’de doğrudan işgalci güç olarak vb. değil, işbirlikçileri aracılığıyla, T.C. devleti ile var– T.C.’de Türk büyük burjuvazisinin iktidarını devrimle yıkma mücadelesi olarak yürütülmelidir.
Anti-emperyalist devrim bağlamında ulusal burjuvazinin alt kesiminin de bu devrimden objektif olarak çıkarı vardır. Bu kesim devrime katılabilir. Sayıca fazla önemi olmayan bu kesimin esas önemi küçük burjuvazi ve işçi –emekçi sınıflar arasındaki ideolojik etkisinde yatmaktadır.
*Türkiye’de bugün de devlet iktidarı hâlâ faşist niteliktedir. Hâlâ terör esas egemenlik aracıdır. Bu, Kuzey Kürdistan’da zaten savaş biçiminde kendini göstermektedir. Fakat genelde de demokratik hak arama mücadeleleri faşist devlet terörü ile bastırılmaktadır. Hukukun üstünlüğü lafları vb. göz boyamadır. T.C. kurulduğundan bu yana hiçbir dönemde gerçek anlamda tüm kurumları ile işleyen bir burjuva demokrasisi bile yaşamadı. Bir bütün olarak ele alındığında faşizmin bütünüyle tasfiyesi, demokrasinin kazanılması devrimin acil görevlerinden biridir. Demokrasinin yerleştirilmesi ve en önemlisi emekçi kitleler tarafından içselleştirilmesi, gerçek anlamda bir sosyalizmin kurulması ve inşası, komünizme ilerlemek için de olmazsa olmaz ön şarttır.
*Türkiye’de kadın erkek eşitliği bağlamında henüz çözülmemiş, topluma mal edilmemiş büyük demokratik görevler vardır.
Bütün bu görevlerin devrimle çözülmesi, bu görevlerin çözümü içinde proletaryanın, emekçi kitlelerin öz eğitimi sosyalist devrime ilerlemek için de mutlak gerekliliktir.
Kısaca:
Türkiye’de devrimin demokratik bir aşamadan geçmesi, proletaryanın sosyalist devrime yürümek için demokrasiyi yaşaması içselleştirmesi, bu anlamda kısalığı-uzunluğu yine proletaryanın hazırlığına bağlı olarak bir antiemperyalist demokratik devrim aşamasının yaşanması bugün gereklidir. Türkiye kapitalist olmadığından değil, proletarya hazır olmadığından. Ve proletaryanın hazır olmaması, yeterli ajitasyon propaganda yapılmamış olmasından vb. değil, bunun maddi temelleri, nedenleri var.