Kapitalizm, 20. yüzyılda emperyalizm aşamasına evrimlendi. Emperyalizm, sermaye ihracı ve ucuz hammadde temini için ülkeleri ele geçirme çabaları içerisine girdi. Feodalizme karşı verdiği savaşımda ulus devletlerin kurulmasında olumlu, devrimci rol oynayan olan kapitalizm, emperyalist kapitalizme dönüştü ve uluslar için en büyük ezici güç durumuna geldi. Emperyalizm çağıyla birlikte kapitalizmin özellikleri de değişime uğradı. Burjuvazi kapitalizmin merkezi ülkelerinde artık “devrimci barutunu” tüketti. Serbest rekabetçi kapitalizm döneminde, burjuvazinin görevi olarak görülen pek çok sosyal ve siyasal ilerleme, artık büyük ölçüde proletaryanın devrimci görevleri hâline geldi. Demokratik devrime proletaryanın önderlik etmesinin pratik bir sorun olarak gündeme gelmesi, emperyalizm koşullarının ürünüydü. Emperyalizm sömürgeleri, yarı sömürge ve bağımlı ülkeleri sermayenin gücü yanında askeri müdahalelerle, savaşlarla ele geçirdi. Sömürge halklara karşı vahşi katliamlar yapıldı. Emperyalizm, sömürgeleri yağma etme, yabancı uluslara zulmetme, işçi sınıfı hareketlerini ezme politikasını güttü. Emperyalizm döneminde kapitalizmin eşitsiz, sıçramalı gelişme yasası etkinliğini sürdürdü. Emperyalist güçler arasında rekabet kızıştı, çelişmeler sertleşti. “Yeni yetme ve daha hızlı gelişmekte olan emperyalist güçler”, “eski” emperyalist güçlerden yeni güç dengelerinin gerektirdiği değişiklikleri talep etmeye başladılar. Emperyalistler arasında paylaşılmış olan dünyanın yeniden paylaşılması gündeme geldi. Emperyalist bir savaşın kaçınılmaz olduğu artık gün yüzüne çıkmıştı. Rusya Bolşevikleri ve II. Enternasyonal partileri yaklaşan emperyalist savaşa karşı tavrın nasıl olması gerektiğini tartışıyorlardı.
Emperyalist Savaşa Karşı Tavır
Lenin, emperyalist dünya savaşının çıkmakta olduğunu görüyor ve buna karşı aktif bir mücadele yürütüyordu. Barış savunucusu olarak işçi sınıfı partilerini, militarizme karşı olmaya ve emperyalist savaşın engellenmesi için mücadele etmeye çağırıyordu. Sosyal demokrasinin militarizme karşı faaliyetinin ve enternasyonal dayanışmanın işçiler-emekçiler arasında yayılmasının büyük önem taşıdığını belirtiyordu. SBKP(B) tarihinde, Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı ve nedenleri hakkında şunlar söylenmektedir:
19.yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başında kapitalizm, gelişmesinin en üst ve son aşamasına, emperyalizme ulaşınca, savaşlar özellikle kaçınılmaz hâle geldi. Emperyalizm aşamasında güçlü kapitalist birlikler (tekeller) ve bankalar, kapitalist devletlerin yaşamında tayin edici faktör hâline geldiler. Finans-kapital, kapitalist devletlerde evin efendisi oldu. Finans-kapital, yeni pazarlar, yeni sömürgeler, yeni sermaye ihraç alanları ve yeni hammadde kaynakları talep ediyordu.
Oysa daha 19. yüzyılın sonunda yeryüzünün tüm toprakları kapitalist devletler arasında paylaşılmıştı. Ne ki emperyalizm çağında kapitalizmin gelişmesi son derece eşitsiz ve sıçramalı olur: önceleri birinci sırayı tutan bazı ülkelerin sanayii nispeten yavaş gelişir, eskiden geri olan başka ülkeler büyük sıçramalarla onlara yetişip onları geçer. Emperyalist devletlerin ekonomik ve askeri güç dengesi değişiyordu. Dünyayı yeniden paylaşma çabası ortaya çıktı. Dünyanın yeniden paylaşımı uğruna mücadele emperyalist savaşı kaçınılmaz kıldı. 1914 Savaşı dünyayı ve nüfuz alanlarını yeniden paylaşma uğruna bir savaştı. Bütün emperyalist devletler uzun süreden beri buna hazırlanıyordu. Bu savaştan bütün ülkelerin emperyalistleri sorumluydular.
Ama bu savaşa özellikle, bir yanda Almanya ile Avusturya, öte yanda Fransa ile İngiltere ve onlara bağımlı olan Rusya hazırlandılar. 1907’de İngiltere, Fransa ve Rusya arasında bir Üçlü İtilaf, Antant kuruldu. Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya ise başka bir emperyalist ittifak kurdular. Fakat 1914 Savaşının patlak vermesiyle İtalya bu ittifaktan ayrıldı ve daha sonra Antant’a katıldı. Bulgaristan ile Türkiye, Almanya ve Avusturya-Macaristan’ı destekliyordu.
Emperyalist savaş hazırlığıyla Almanya, İngiltere ve Fransa’dan sömürge alma, Rusya’dan da Ukrayna’yı, Polonya’yı ve Baltık illerini koparma hedefini güdüyordu. Bağdat Demiryolunun inşasıyla Almanya, İngiltere’nin Yakın Doğu’daki hâkimiyetini tehdit ediyordu. Almanların denizdeki silahlanmasının artışı da İngilizleri korkutuyordu.
Çarlık Rusya’sı Türkiye’nin paylaşılması için uğraşıyor. Karadeniz’i Akdeniz’e bağlayan Boğazları ve İstanbul’u ele geçirmeyi düşlüyordu. Çarlık hükümetinin planları arasında, Avusturya-Macaristan’ın bir bölümü olan Galiçya’yı ilhak etmek de vardı.
İngiltere, savaştan yararlanarak, malları savaştan önceki yıllarda İngiliz mallarını dünya pazarlarından sürmeye başlayan tehlikeli rakibi Almanya’yı yenmek istiyordu. Bundan başka İngiltere, Mezopotamya ve Filistin’i Türkiye’nin elinden koparmak ve Mısır’da yerini sağlamlaştırmak istiyordu.
Fransız kapitalistleri, kömür bakımından zengin Saar havzası ile demir bakımından zengin Alsas-Loren’i Almanya’nın elinden kapmak istiyordu. Alsas-Loren’i Almanya 1870/71 savaşında Fransa’dan kapmıştı.
İki kapitalist devletler grubu arasında var olan son derece büyük çelişkiler, böylece emperyalist savaşa yol açtı.
Dünyanın yeniden paylaşımı uğruna bu yırtıcı savaş, bütün emperyalist ülkelerin çıkarına dokunuyordu, bu yüzden daha sonra Japonya, ABD ve diğer bazı ülkeler de bu yağmacı savaşın içine çekildi.
Savaş, bir dünya savaşı haline geldi.” (Stalin, Eserler, Cilt 15, s. 186-187, İnter Yayınları)
Bütün dünya sosyalistleri, 1912’de Basel’de toplandılar. Avrupa’da yaklaşmakta olan savaşın iç savaşa dönüştürülmesini ve devrimin hızlandırılarak kapitalizmin yıkılması gerektiğini ilan ettiler. Savaş çıktı. Sosyal-demokrat partilerin çoğu, devrimci taktikler yerine, gerici taktiklere saplandılar ve kendi hükümetleri ile burjuvazilerinin yanında yer aldılar. Sosyal-şovenler, savaşı burjuva ulusal kurtuluş açısından haklı görerek, “anayurdun savunulması” çizgisini benimsediler. Savaş harcamaları için olumlu oy kullandılar. Burjuva hükümetler içerisinde yer aldılar. Sosyal-demokrat partilerin çoğu sosyalizme ihanet etti. Bu ihanetle birlikte II. Enternasyonal’de çöktü.
4 Ağustos 1914’te Alman Sosyal-Demokrasi Fraksiyonu, Reichstag’ın (İmparatorluk Meclisi) çoğunluğu ile birlikte, Krallık hükümetinin 5 milyar tutarındaki savaş kredisini onayladı. Bu şekilde, Südekum, Scheidemann, Haase, Legien, Kautsky ve diğer Alman sosyal-demokrat ve II. Enternasyonal’in liderleri sınıf mücadelesi ve proletarya enternasyonalizminden uzaklaştı. Bunlar, sosyal şovenizm pozisyonuna çekildiler ve Alman emperyalizminin itaatkâr uşakları oldular.
Diğer sosyalist partilerin çoğu, emperyalist yurt savunması pozisyonuna kaydılar. Belçika sosyalistlerinin lideri ve Enternasyonal Sosyalist Büro’nun Başkanı Vandervelde ve Fransız sosyalistlerin liderleri Guesde, Thomas ve Sembat ülkelerinde burjuva, gerici hükümetlere bakan oldular. İngiltere’de Mac Donald ve Hyndman da aynı yolu izledi. Rusya’daki Menşevik liderler, Plehanov, Akselrod, tutkulu birer “vatansever” oldular.
Bu dönemde proletarya enternasyonalizminin bayrağını Lenin ve O’nun önderlik ettiği Bolşevik Parti taşıyordu. Lenin, emperyalizme ve emperyalist savaşa karşı mücadeleye önderlik ediyor, savaşa ilişkin Enternasyonal Sosyalist Kongre’nin kararlarını pratikte uygulamaya geçiriyordu. Bu dönemde emperyalist savaşa karşı mücadele, emperyalist savaşın iç savaşa dönüştürülerek kendi hükümetine karşı savaşma bağlamında uluslararası planda Bolşevik Parti yalnız başına mücadele yürütüyordu. Dimiter Blagoyev liderliğindeki devrimci Bulgar sosyalistler (Dar Yürekliler) ve Sırp Sosyal-Demokratlar da bu dönemde emperyalist savaşa karşı çıkıyorlardı. Lenin, Sırp Skupşçina’daki Sosyal-Demokrat milletvekillerinin savaş kredisine karşı oy kullandıklarını öğrendiğinde, Sırp sosyal-demokrasisinin proletarya enternasyonalizmi görevini yerine getirdiğini açık olarak ilan etti. Bundan kısa bir süre sonra, Lenin, Bulgar ve Sırp devrimci sosyal-demokratlarla doğrudan bağlantı kurdu.
Lenin’in Savaş Hakkındaki Manifestosu
Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın ilan edilmesinden hemen sonra, Bolşevik Parti Merkez Komitesi, Rusya emekçilerine “Kahrolsun savaş! Savaşla mücadele et!” sloganıyla çağrı yaptı. 24-26 Ağustos (6-8 Eylül) tarihleri arasında, Bern’de yerel Bolşevik Grup ile bir toplantı yapıldı. Lenin bu toplantıda, Bolşevik Parti’nin savaşa ilişkin tavrı üzerine bir konuşma yaptı. “Avrupa Savaşında Devrimci Sosyal Demokrasinin Görevleri” üzerine tezleri, bu toplantıda sosyal-demokrat grubun kararı olarak kabul edildi. Lenin, Bern’de kabul edilen tezleri bir manifesto olarak bir araya getirdi. Manifesto, RSDİP Merkez Komitesi adına “Savaş ve Rus Sosyal-Demokrasisi” başlığı altında yayınlanmasına karar verildi. Bu makaleyi bu sayımızda yayınlıyoruz.
Lenin, 14-19 Şubat (27 Şubat-4 Mart) 1915 arası Bern’de RSDİP’in yurtdışı bölümlerinin konferansını yönetti. “Savaş ve Partinin Görevleri” sorunu hakkında bir konuşma yaptı. Konferans, savaş konularında Lenin tarafından önerilen kararları kabul etti. Emperyalist savaşın iç savaşa dönüştürülmesi için somut görevler belirledi. Savaş kredilerinin reddedilmesi, sosyalist partilerin temsilcilerinin burjuva kabinelerden ayrılması; burjuvazi ile anlaşmaktan vazgeçilmesi, “ulusal barış” politikasından tam kopuş; hükümet ve burjuvazinin sıkıyönetim koşullarında anayasal özgürlükleri ortadan kaldırdığı ve legal örgütlerde çalışmayı zorlaştırdığı belirtildi. Her yerde illegal örgütlerin oluşturulması; proletaryanın tüm devrimci kitlesel eylemlerinin desteklenmesi. Bern Konferansında, tüm gerçek devrimci enternasyonalistlerin enternasyonal işçi hareketinde bir araya gelmesi için bir platform oluşturuldu.
Günümüz Dünyasına Kısa Bir Bakış
Emperyalizm egemen hâle geldiğinden bu yana, dünya iki dünya savaşı yaşadı. Birinci Dünya Savaşı’nda 10 milyon, İkinci Dünya Savaşı’nda altmış milyonu aşkın insan öldü. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana onlarca bölgesel savaş yaşandı. Bu bölgesel savaşlarda milyonlarca insan yaşamını yitirdi. Bu savaşlarda, milyonlarca insan yaralandı, sakat kaldı, yerini yurdunu kaybetti, sürüldü, ezildi. Günümüz dünyasında NATO-Rusya savaşı iki yılı aşkın süredir devam ediyor. Siyonist İsrail, Filistinlileri soykırımdan geçiriyor. Afrika kıtasında ve bir dizi coğrafyada savaşlar devam ediyor. Neden? Emperyalist güçlerin çıkarlarının korunması ve pazar alanlarının genişletilmesi için. Fakat nasıl Birinci Dünya Savaşı sonuçta bir yanı ile devrimci ayaklanmaları ve devrimleri beraberinde getirdi ise, İkinci Dünya Savaşı da yeni devrimlerin şartlarını olgunlaştırdı.
Günümüz dünyasında, emperyalistler arasındaki güç dengelerinde önemli değişiklikler yaşandı, yaşanıyor. Yeniden paylaşım konusunda dalaş giderek sertleşiyor. Üçüncü bir dünya savaşı tehlikesi giderek artıyor. Emperyalist büyük güçler savaşa hazırlanıyor. Savaş bütçelerine milyarlarca dolar harcanıyor. Askeri olarak ABD’ye karşı andaki durumda gerçek anlamda tehdit oluşturan güç Rusya ve giderek gelişen Çin’dir. Onlar da anda ki durumda ABD ile doğrudan savaşı göze alacak durumda değiller. Fakat onlar, en başta da gelişen güç konumunda olan Çin ABD’ye karşı askeri güç olarak savaşı göze alacak duruma geldiğinde, emperyalist büyük güçlerin değişik ittifaklar içinde doğrudan doğruya birbirlerine karşı savaş yürütecekleri bir Üçüncü Dünya Savaşı’nın gündeme gelmesi kaçınılmazdır. Bütün gelişmeler emperyalist büyük güçler arasındaki hegemonya dalaşında çelişmelerin sertleşmesi, keskinleşmesi yönünde ilerliyor. İlerdeki dönemde emperyalistler arası doğrudan savaş olasılıklarını güçlendiriyor.
Emperyalist büyük güçler, dünya egemenliği üzerinde hak sahibi olduklarını iddia ederek savaşa başvuruyor. Emperyalist büyük güçler savaşsız yaşayamaz. Savaşlar hep olacaktır. Emperyalistler, bugün temsilci savaşları yapıyor. Ama bu temsilci savaşları esasında daha büyük savaşların hazırlığıdır.
Emperyalist politikalara karşı direniş, devrim mücadelesine ağırlık vermek anlamına gelir. Bizim görevimiz esas eksikliği, komünist önderliğin eksikliğini gidermek için her şeyi yapmaktır. Emperyalizm şartlarında gerçek anlamda barış yoktur. Savaşa karşı mücadele, bir bütün olarak emperyalizme ve gericiliğe karşı, her ülkede de öncelikle “kendi burjuvazisine” karşı yürütüldüğünde, gerçek anlamda bir barış mücadelesi olur. Gerçek barış isteyenler, emperyalist, gerici, karşı devrimci savaşların kaynağına yönelen bir mücadele yürütmek zorundadır. Bu kaynak sömürü sisteminin, emperyalizmin ta kendisidir. Emperyalizmin iktidarı şiddet üzerine kuruludur. Karşı devrimci şiddet emperyalizmin iktidarının temel özelliğidir. Emperyalizm şiddetsiz ve savaşsız yaşayamaz. O dişine tırnağına kadar silahlıdır. Savaş, şiddetin kullanımının yalnızca bir biçimi, en yüksek biçimidir. Büyük insanlığın kanını, iliğini sömürerek yaşayan küçük asalak bir azınlığın sistemidir emperyalizm. Karşı devrimci şiddetin tek panzehri ezilen, emekçi yığınların devrimci şiddetidir. Karşı devrimci, gerici, emperyalist savaşların gerçek panzehri emperyalist sistemi yıkmaya yönelik devrimci savaşlardır. Halkların gerçek kurtuluşu ve barışı ancak devrimle sağlanır. Gerçek barış isteyen devrim mücadelesine sarılmalıdır.
LENİN’DEN ÖĞRENELİM
SAVAŞ VE RUS SOSYAL-DEMOKRASİSİ [18]
Bütün ülkelerin hükümetleri ve burjuva partileri tarafından on yıllardan bu yana hazırlanan Avrupa savaşı başladı. Silahlanmanın artması, ileri ülkelerde kapitalizmin en yeni çağında, emperyalist gelişme aşamasında pazarlar uğruna savaşın şiddetlenmesi, en geri Avrupa monarşilerinin hanedanlık çıkarları, kaçınılmaz olarak bu savaşa yol açacaktı ve açtı. Toprak ilhakları ve yabancı ulusların boyunduruk altına alınması, rakip ulusun yenilgiye uğratılması, servetinin yağmalanması, emekçi kitlelerin dikkatinin Rusya, Almanya, İngiltere ve öteki ülkelerdeki iç politik krizlerden saptırılması, işçi sınıfının parçalanması, milliyetçilikle aptallaştırılması ve onun öncüsünün, proletaryanın devrimci hareketinin güçsüzleştirilmesi amacıyla yok edilmesi – bugünkü savaşın tek gerçek içeriği, önemi ve anlamı budur.
Sosyal-demokrasi her şeyden önce, savaşın bu asıl anlamını açığa çıkarma ve egemen sınıflar, toprak sahipleri ve burjuvazi tarafından savaşı savunmak için yayılan yalanları, safsataları, “yurtsever” palavraları acımasızca teşhir etmekle yükümlüdür.
Savaşan ulusların bir grubunun başını Alman burjuvazisi çekmektedir. Bu burjuvazi işçi sınıfı ve emekçi kitleleri, vatanı, özgürlüğü ve uygarlığı savunmak, çarlık tarafından boyunduruk altına alınmış halkları kurtarmak ve gerici çarlığı yok etmek için savaştığı iddiasıyla aldatıyor. Ne var ki gerçekte bu burjuvazi, başta II. Wilhelm olmak üzere Prusyalı junkerlerin önünde yerlere kadar eğilerek, her zaman çarlığın en sadık dostu ve Rusya’da devrimci işçi ve köylü hareketinin düşmanı olmuştu. Gerçekten de bu burjuvazi, savaş nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, Junkerlerle birlikte, Rusya’daki devrime karşı çarlık monarşisini desteklemek için her türlü çabayı gösterecektir.
Gerçekte Alman burjuvazisi Sırbistan’a karşı bir yağma seferi yaptı, çünkü bu ülkeyi boyunduruk altına almak ve Güney Slavlarının ulusal devrimini boğmak istiyordu; aynı zamanda, ordusunun büyük kısmını, daha zengin rakiplerini yağmalamak için Belçika ve Fransa gibi daha özgür ülkelere karşı harekete geçirdi. Alman burjuvazisi, bütün dünyaya, içinde bulunduğu sözde savunma savaşıyla ilgili efsaneler yayarken, aslında savaş tekniğindeki son gelişmelerden yararlanarak ve Rusya ve Fransa tarafından öngörülen ve karara bağlanan yeni silahlanmayı önceleyerek kendi açısından savaş için en uygun anı seçti.
Savaşan ulusların diğer grubunun başını ise, işçi sınıfı ve emekçi kitleleri, Alman militarizmi ve despotizmine karşı, vatanı, özgürlüğü ve uygarlığı savunduğu iddiasıyla aldatan İngiliz ve Fransız burjuvazisi çekiyor. Oysa bu burjuvazi çoktandır, milyarlar harcayarak Avrupa’nın en gerici ve barbar monarşisi olan Rus çarlığının ordusunu paralı askerler hâline getirip Almanya’ya karşı saldırıya hazırlamaya çalışıyordu.
Gerçekte İngiliz ve Fransız burjuvazilerinin savaş amacı Alman sömürgelerinin ilhakı ve daha hızlı bir ekonomik gelişmeyle öne çıkan rakip ulusu yerle bir etmekten başka bir şey değildir. Bu soylu hedef uğruna “ileri” demokratik uluslar, barbar çarlığa, Polonya’nın, Ukrayna’nın vs. daha ağır biçimde ezilmesi ve Rusya’da devrimin daha ağır biçimde bastırılması için el uzatıyorlar.
Savaşan ülkelerin bu iki grubu, haydutlukları, canavarlıkları ve bitmez tükenmez savaş dehşeti itibariyle birbirinden geri kalmıyor, fakat proletaryayla alay etmek ve onun dikkatini tek gerçek kurtuluş savaşından, yani gerek “kendi” ülkesinin gerek de “yabancı” ülkelerin burjuvazilerine karşı iç savaştan saptırmak için, bu yüce amaç için, her ülkenin burjuvazisi, ikiyüzlü milliyetçi palavralarla “kendi” ulusal savaşının anlamını övmek ve sanki düşmanlarını yağmalamak, topraklarını ilhak etmek amacıyla değil de, kendi halkı dışında bütün diğer halkları “kurtarmak” amacıyla yenilgiye uğratmak istediğine inandırmak için çaba sarf etmektedir.
Fakat bütün ülkelerde hükümet ve burjuvazinin işçilerin birliğini yıkma ve onları birbirine karşı kışkırtma yönünde harcadığı çaba arttıkça, bu kutsal amaç uğruna sıkıyönetim ve bugün, savaş sırasında bile, dış düşmandan çok “iç” düşmana karşı çok daha büyük şiddetle yönelen askeri sansür rejimi şiddetini artırdıkça, sınıf bilinçli proletaryanın sınıf birliğini, enternasyonalizmini, sosyalist inançlarını, bütün ülkelerdeki “yurtsever” burjuva kliğinin azgın şovenizmine karşı savunma görevi o kadar acil hâle gelmiştir. Sınıf bilinçli işçiler bu görevi yerine getirmek istemezlerse, bu, sosyalist emeller bir yana, bütün özgürlük ve demokrasi emellerinden de vazgeçmek anlamına gelecektir.
En önemli Avrupa ülkelerinde sosyalist partilerin bu görevlerini yerine getirmediklerini ve bu partilerin, özellikle Alman partisinin liderlerinin tavrının sosyalizme ihanet sınırına vardığını derin bir öfke duygusuyla saptamak gerekir. Bugünkü II. Sosyalist Enternasyonal (1889-1914) liderlerinin çoğunluğu, dünya tarihi açısından çok önemli bir anda, sosyalizmin yerine milliyetçiliği koymaya çalışıyorlar. Bu ülkelerin işçi partilerinin, hükümetin caniyane uygulamalarına karşı çıkmayıp, tersine, işçi sınıfını, görüşünü emperyalist hükümetin görüşüyle uyumlu hâle getirmeye çağırmaları, onların bu tutumu sayesinde olmuştur. Savaş kredilerini onaylamaları, “kendi” ülkelerinin burjuvazilerinin şovenist (“yurtsever”) şiarlarını benimsemeleri, savaşan ülkelerin burjuva hükümetlerine katılmalarıyla vs. Enternasyonal liderleri sosyalizme ihanet etmişlerdir. Bugünkü Avrupa’nın en etkili sosyalist liderleri ve en etkili sosyalist basın organlarının bakış açısı kesinlikle sosyalist değil, şovenist-burjuva ve liberal bakış açısıdır. Sosyalizmin bu yolla ırzına geçilmesinin sorumluluğu, ilk planda, İkinci Enternasyonal’in en güçlü ve en etkili partisini oluşturan Alman sosyal-demokratlarına aittir. Fakat ülkesine ihanet eden ve Komün’ü yenilgiye uğratmak için Bismarck’la birleşen burjuvazinin hükümetinde bakanlık kabul eden Fransız sosyalistlerinin tavrı da hiçbir şekilde savunulamaz.
Alman ve Avusturya sosyal-demokratları, savaşa verdikleri desteği, bu savaşın kendileri için, Rus çarlığına karşı mücadele anlamı taşıdığını söyleyerek haklı çıkarmaya çalışıyorlar. Biz Rus sosyal-demokratları böyle bir savunmayı sadece bir safsata olarak gördüğümüzü açıklarız. Ülkemizde çarlığa karşı mücadele, son yıllarda yeniden muazzam boyutlar kazanmıştır. Bu hareketin en önünde, bütün bu yıllar boyunca Rus işçi sınıfı yürümüştür. Son yılların milyonları kapsayan politik grevleri, çarlığın yıkılması şiarıyla ve demokratik cumhuriyet talebiyle yürütüldü. Savaşın arifesinde Fransız cumhurbaşkanı Poincarê, II. Nikola’yı ziyaretinde, Petersburg sokaklarında, Rus işçilerinin elleriyle kurdukları barikatları görme fırsatı buldu. Rus proletaryası, bütün insanlığı çarlık monarşisinin kara lekesinden kurtarmak için hiçbir fedakârlıktan kaçınmıyor. Fakat şunu açıklamak zorundayız: Eğer çarlığın çöküşünü belirli koşullar altında engelleyebilecek, Rus demokrasisine karşı mücadelesinde çarlığa destek verebilecek herhangi bir şey varsa, bu, onun gerici amaçlan için, İngiliz, Fransız ve Rus burjuvazisinin para kasalarını çarlığın hizmetine sunan bugünkü savaştır. Ve eğer, Rus işçi sınıfının çarlığa karşı mücadelesini zorlaştırabilecek herhangi bir şey varsa, bu, Rusya’daki şovenist basının örnek olarak gözümüze sokmaktan bıkmadığı Alman ve Avusturya sosyal-demokrasisinin liderlerinin tavrıdır.
Güçler dengesinin, Alman sosyal-demokrasisinin her türlü devrimci eylemden vazgeçmesini gerektirecek kadar çok aleyhine olduğu varsayılsa bile, böyle bir durumda bile, şovenist kampla birleşmemesi, İtalyan sosyalistlerinin, Alman sosyal-demokrat liderlerin proleter Enternasyonal’in bayrağını lekeledikleri yönünde açıklama yapmalarına neden olacak adımlar atmaması gerekirdi.
Partimiz, Rusya Sosyal-Demokrat İşçi Partisi, savaş nedeniyle korkunç fedakârlıklarda bulundu ve bundan sonra da bulunacak. Bütün legal işçi basınımız yok edildi. Sendikal birliklerin çoğu feshedildi, sayısız yoldaşımız tutuklanıp sürgüne gönderildi. Buna rağmen parlamentodaki temsilciliğimiz –Devlet Duması’ndaki Rusya Sosyal-Demokrat İşçi Fraksiyonu– savaş kredilerini onaylamamayı ve hatta etkin bir protesto için Duma’yı terk etmeyi, Avrupa hükümetlerinin politikasını emperyalist politika olarak teşhir etmeyi mutlak sosyalist yükümlülüğü bilmiştir. Ve çarlık hükümetinin on kat artan baskısına rağmen Rusya’daki proleter yoldaşlarımız, demokrasiye ve Enternasyonal’e karşı görevlerini yerine getirmek için ilk illegal bildirileri çıkarıyorlar.
Eğer Alman partisi içindeki azınlık şahsında devrimci sosyal-demokrasinin ve tarafsız ülkelerin en iyi sosyal-demokratlarının temsilcileri II. Enternasyonal’in bu iflası üzerine derin bir utanç duyuyorlarsa; eğer gerek İngiltere’de gerek Fransa’da sosyal-demokrat partilerin çoğunluğunun şovenizmine karşı sosyalistler seslerini yükseltiyorlarsa; eğer örneğin çoktan bu yana ulusal-liberal zeminde duran Almanya’daki “Aylık Sosyalist Dergi” şahsında oportünizm Avrupa sosyalizmine karşı elde ettiği zaferi kutluyorsa, bu durumda proletarya, II. Enternasyonal’in çöküşünü diplomatik safsatalarla geçiştirmeye ya da gizlemeye çalışan oportünizmle devrimci sosyal-demokrasi arasında sallanan unsurlardan (Alman sosyal-demokrasisi içindeki “Merkez” gibi) kendisine yapılabilecek en kötü hizmeti görmüştür.
Tam tersine bu çöküş, bütün ülkelerin işçilerinin yeni, daha sağlam sosyalist birliğini kurma olanağını elde etmek için açıkça kabul edilmeli ve nedenleri kavranmalıdır.
Oportünistler, bütün ülkelerin sosyalistlerini, her koşul altında şovenizme karşı mücadele etmekle, burjuvazi ve hükümetlerin başlattıkları her savaşı daha güçlü bir iç savaş ve sosyal devrim propagandasıyla yanıtlamakla yükümlendiren Stuttgart, Kopenhag ve Basel Kongrelerinin kararlarını çiğnemişlerdir. II. Enternasyonal’in çöküşü, geride bıraktığımız (“barışçıl” denen) tarihsel dönemin özel koşullarının zemin hazırladığı ve son yıllarda Enternasyonal’de fiilen egemenlik sağlayan oportünizmin çöküşüdür. Oportünistler sosyalist devrimi terk ederek ve yerine burjuva reformizmini koyarak; belli bir anda iç savaşa dönüşmesi zorunlu hâle gelecek olan sınıf mücadelesini terk ederek ve sınıf işbirliğini vaaz ederek; yurtseverlik ve yurt savunması adı altında burjuva şovenizmini vaaz ederek ve daha Komünist Manifesto’da yer alan işçilerin vatanı yoktur ilkesini görmezden gelerek ya da inkâr ederek; militarizme karşı mücadelede bütün ülkelerin burjuvazisine karşı bütün ülkelerin proleterlerinin devrimci savaşının zorunluluğunu kabul etmek yerine dar kafalı-duygusal bir bakış açısına savrularak; burjuva parlamentarizminden ve burjuva yasallığından yararlanmanın kaçınılmazlığını bir yasallık fetişizmine dönüştürerek ve kriz dönemlerinde illegal örgüt ve ajitasyon biçimlerini yaratma yükümlülüğünü unutulmaya terk ederek, bu çöküşü uzun zamandan beri hazırlamışlardır. Oportünizmin –daha az burjuva olmayan ve proleter, yani marksist bakış açısına daha az düşman olmayan– anarko-sendikalist “eklentisi”, bugünkü kriz sırasında aynı rezil, aynı kendini beğenmiş şiarların tekrarıyla sivrilmiştir.
Bugün, oportünizmle bağları kesin biçimde koparmadan ve kitleleri onun iflasının kaçınılmazlığı konusunda aydınlatmadan sosyalizmin görevlerini yerine getirmek, işçilerin gerçek uluslararası birliğini gerçekleştirmek olanaksızdır.
Her ülkenin sosyal-demokrasisinin görevi, ilk planda, ilgili ülkenin şovenizmine karşı mücadele olmak zorundadır. Rusya’da bu şovenizm, burjuva liberalizmini (“Kadetler”) tamamen, Sosyal-Devrimciler ve “sağ” sosyal-demokratlarla birlikte Narodnikleri de kısmen kavramıştır. Burjuva basınının derhâl bol bol yararlanmaya koştuğu J. Smirnov, P. Maslov ve G. Plehanov gibilerinin şovenist çıkışları özellikle teşhir edilmelidir.
Şimdiki durumda, uluslararası proletaryanın bakış açısından, savaşan iki uluslar grubundan hangisinin yenilgisinin sosyalizm için ehven-i şer olduğu saptanamaz. Ne var ki, biz Rus sosyal-demokratları için, tüm hükümetlerin en gericisi ve en barbarı olan, çok sayıda ulusu ve Avrupa ve Asya’nın en büyük halk kitlelerini boyunduruğu altında tutan çarlık monarşisinin yenilgisinin, işçi sınıfı ve Rusya’da yaşayan bütün halkların emekçi kitleleri açısından en ehven-i şer olduğuna kuşku yoktur.
Avrupa sosyal-demokratlarının acil politik şiarı cumhuriyetçi Avrupa Birleşik Devletleri’nin kurulması olmalıdır; sosyal-demokratlar, sırf proletaryayı genel şovenizm akımı içine çekmek için her şeyi “vaat etmeye” hazır olan burjuvaziden farklı olarak, işçileri, Alman, Avusturya ve Rus monarşileri tasfiye edilmeden, bu şiarın yalan ve anlamsız bir şiar olduğu yönünde aydınlatacaklardır.
Rusya’da sosyal-demokrasi, burjuva devrimini henüz tamamlamamış olan bu ülkenin büyük geri kalmışlığını dikkate alarak, tutarlı bir demokratik devrimin üç temel koşulunu önüne görev olarak koymaya devam etmek zorundadır: Demokratik Cumhuriyet (bütün uluslara tam hak eşitliği ve kendi kaderini tayin hakkı), Büyük Toprak Mülkiyetine El Konması ve Sekiz Saatlik İşgünü. Bütün ileri ülkelerde ise savaş, sosyalist devrim şiarını gündeme koyuyor; savaşın proletaryanın omuzlarına yıktığı yük ağırlaştıkça, gelişmiş kapitalizmin muazzam teknik kazanımları göz önüne alındığında, modern “yurtsever” barbarlığın dehşetinin ardından Avrupa’nın yeniden kurulmasında proletaryanın rolü giderek daha etkin bir hal aldıkça, bu şiar o denli acil hâle gelmektedir. Burjuvazinin proletaryayı tamamen sessiz kılmak için savaş dönemi yasalarını kullanması gerçeği, proletaryanın önüne, ajitasyon ve örgütlenmede illegal biçimler oluşturma mutlak görevini koyuyor. Bırakın oportünistler, legal örgütlerini, düşüncelerine ihanet pahasına “korumaya” uğraşsınlar, devrimci sosyal-demokratlar, işçi sınıfının örgütsel eğitiminden ve ilişkilerinden, sosyalizm için mücadelenin kriz dönemine uygun illegal biçimlerini yaratmak ve işçi sınıfını kendi ülkesinin şovenist burjuvazisiyle birleştirmek yerine bütün ülkelerin işçileriyle birleştirmek için yararlanacaktır. Proleter Enternasyonal çökmedi ve çökmeyecek. İşçi kitleleri bütün engelleri aşarak yeni Enternasyonal’i kuracaktır. Oportünizmin bugünkü zaferi uzun süreli olmayacak, savaş gittikçe daha çok kurban istedikçe, işçi kitleleri oportünizmin işçi davasına ihanetini daha iyi kavrayacak, silahları her ülkenin kendi hükümetine ve kendi burjuvazisine karşı yöneltmenin zorunluluğunu daha iyi anlayacaktır.
Bugünkü emperyalist savaşın iç savaşa dönüştürülmesi, Komün deneyiminin gösterdiği, Basel Kararı’nda (1912) saptandığı ve çok gelişmiş burjuva ülkeler arasındaki emperyalist savaşın bütün koşullarından çıktığı gibi, biricik doğru proleter şiardır. Bu dönüşüm şu ya da bu anda ne kadar zor görünürse görünsün, artık savaş bir gerçek hâline geldikten sonra, sosyalistler hiçbir zaman bu yönde sistemli, inatlı, yolundan şaşmaz hazırlık çalışmasından vazgeçmeyeceklerdir.
Proletarya ancak bu yolla şovenist burjuvaziye olan bağımlılığından kurtulabilecek ve halkların gerçek özgürlüğü ve sosyalizm yolunda şu ya da bu biçimde, şu ya da bu hızda kararlı adımlar atabilecektir.
Bütün ülkelerin burjuvazilerinin şovenizmine ve yurtseverliğine karşı yaşasın işçilerin uluslararası kardeşleşmesi!
Yaşasın oportünizmden kurtarılmış proleter Enternasyonal!
Rusya Sosyal-Demokrat İşçi Partisi Merkez Komitesi
Ekim 1914
[“Seçme Eserler”, Lenin, Cilt V, s. 133-140, İnter Yayınları, Haziran 1995, İstanbul.]
Dipnot 18:
Lenin’in kaleme aldığı bu Bolşevik Parti MK Manifestosu, Kasım 1914’te merkez yayın organı “Sosyal-Demokrat”ta basıldı. Daha önce 19 ve 20 (6 ve 7) Eylül’de İsviçre’deki (Bern’deki) Bolşeviklerin katıldığı ve Lenin’in savaş üzerine ilk tezlerini sunduğu küçük bir konferans yapılmıştı. (Bkz.: Bütün Eserler, Cilt XVID, s. 58-61). Konferans tarafından onaylanan tezler daha sonra Rusya’ya gönderildi ve orada da MK’nın Rusya’daki bölümü ve Bolşevik Duma Fraksiyonu tarafından görüşülerek esas olarak kabul edildi. Daha o zaman Manifesto’nun esas düşüncelerini içeren bu tezler temelinde, büyük tarihsel öneme sahip bu manifesto hazırlandı. Bu manifesto, Lenin ve Bolşevik Parti’nin uluslararası sosyal-demokrasi içinde oportünizme, sosyal-şovenizme karşı uzun mücadelesinin devamını oluşturuyordu ve II. Enternasyonal partilerinin sosyalizme ihanetini, çoğunlukla sosyal-şovenizmin etkilediği bu partilerin kendi burjuvazisinin kampına geçişini teşhir ediyordu; ayrıca bu manifesto savaş sırasında, bu ihanete karşı yürütülen mücadelenin ilk kesin darbesiydi. Aynı zamanda yeni bir Enternasyonal’in, III. Enternasyonal’in kurulması için bir çağrıydı. Şovenist bir şiar olan “kendi” anavatanının savunulması şiarı yerine, kendi anavatanının yenilmesi şiarını koyan bu manifesto, dünya savaşına yanıt olarak, bütün dünya işçilerine emperyalist savaşı iç savaşa dönüştürme çağrısı yaptı ve sosyalist devrimi gündeme getirdi. Lenin ve Bolşevik MK’nın bu tutumu, emperyalizmin “sosyalizmin arifesi’”, proleter devrimler çağı olduğu leninist anlayışından kaynaklanıyordu. Kapitalist ülkelerde ve uluslararası kapitalizmin bütün ekonomik ve sınıfsal çelişkilerini olağanüstü keskinleştiren emperyalizm, kendisine kaçınılmaz olarak eşlik eden emperyalist savaşlardan bağımsız olarak, proletarya ile burjuvazi arasında sınıf mücadelelerinin giderek şiddetlenmesine, proleter devrimin büyümesine yol açar. Ayrıca, bu ülkelerin kapitalist gelişimini, meta ve sermaye ihracı için yeni pazarlar fethetmeden, çoktan paylaşılmış olan dünya emperyalist haydutlar arasında yeniden paylaşılmadan olanaksız kılarak çeşitli ülkelerin emperyalistlerinin birbirleriyle çatışmasına neden olur. Bu yeniden paylaşım için savaş kaçınılmazdır ve yine kaçınılmaz olarak bütün önemli emperyalist ülkeler bu savaşa katılacaktır. Dünyanın yeniden paylaşılması için ilk dünya savaşı 1914-1918 savaşıydı. Lenin ve Bolşevik Parti MK’sı, II. Enternasyonal sosyal-şovenlerinin aksine, işçi kitlelerine savaşın yağmacı ve emperyalist karakterini gösterdi. Savaş bütün ağırlığı, bütün inanılmaz sefaletiyle savaşan ülkelerin emekçilerinin omuzuna yüklendiği ve bu ülkelerde sınıf çelişkilerini en had safhada keskinleştirdiği için, başlangıçta büyük ölçüde şovenizmin etkisinde bulunan proleter kitleleri devrimleştirecek ve onları savaşın yol açtığı sefalete verilecek tek yanıta götürecekti: burjuvaziyi devirme. Savaş, devrimci bir durumu yaratmak zorundaydı. Bu koşullar altında, burjuvazinin hizmetçisi değil, gerçekten proletaryanın öncüsü olmak isteyen her gerçek proleter partinin görevi, batının savaşan ülkelerinde devrimci durumu proleter devrime dönüştürmek için bütün olanakları hazırlamak olmalıydı. Batı Avrupa partilerinde bu görev sadece, devrimci düşüncelerini korumuş, münferit, az sayıda sosyal-demokrat tarafından kabul ediliyordu. Bolşevik Parti için, bu görevi yerine getirme yükümlülüğü de o ölçüde büyüktü. MK Manifestosu uluslararası proletaryanın önünde bu görevi de gündeme getirmişti.
Manifesto Batı Avrupa’nın ileri ülkeleri için, sosyalist devrim şiarı olarak emperyalist savaşın iç savaşa dönüştürülmesi şiarını, henüz çarlığın yıkılması ve serflik kalıntılarının ortadan kaldırılmasının gündemde olduğu Rusya’da ise görev olarak burjuva-demokratik devrimi koymuştu. Ne var ki bu, Rusya için sosyalist devrim şiarının geçerli olmadığı anlamına gelmiyordu. Bu sadece, 1905-1907 devrimi döneminde olduğu gibi, Rusya’nın proleter devrim yolunda, burada takılıp kalmadan burjuva demokratik devrimden geçmesi demekti. Bu ciltte yer alan “Rusya’nın Yenilgisi ve Devrimci Kriz”, “Bazı Tezler”, “Devrimin İki Çizgisi Üzerine” adlı makalelerinde Lenin, 1905-1907 yıllarında olduğu gibi, son derece açık biçimde burjuva-demokratik devrimden sosyalist devrime geçişten, birinin diğerine uzanmasından söz eder. Manifesto ayrıca, Avrupa’da proleter devrimin ilk adımı olarak, emperyalist savaşın iç savaşa dönüştürülmesi şiarıyla bağıntılı Avrupa Birleşik Devletleri şiarını ileri sürüyordu. Bu şiar Bolşevik Parti’nin daha sonraki belgelerinde hiç yinelenmedi ve Lenin tarafından kısa süre sonra geri çekildi ve “Avrupa Birleşik Devletleri Şiarı Üzerine” adlı makalesinde (Bkz.: bu cilt, s. 148-152) bu geri çekişin nedenleri üzerinde duruldu.
1914-1918 dünya savaşının başlıca nedenleri, özellikle Üçlü İttifak’ın (Triple Entente, kısaca İngiltere, Fransa ve Rusya’dan oluşuyor) başını çeken İngiltere ile Avusturya-Macaristan ve Türkiye ile birlikte Almanya arasında, dünya egemenliği, dünyanın yeniden paylaşılması ve sömürgeler için mücadeleydi.
19.yüzyılın sonuna kadar İngiltere en güçlü sömürge imparatorluğuydu. Dünyanın en güçlü ticaret filosuna sahipti. İngiliz malları ve sermayesi dünyanın her yerinde birinci sıradaydı. Almanya’nın neredeyse hiç sömürgesi yoktu. Ne var ki Almanya’da kapitalist ekonomi dünya savaşından önceki son 25 yılda öylesine büyük bir hızla gelişti ki İngiltere’nin kapitalizmini fersah fersah geçti. Rusya dâhil Avrupa kıtasında, Alman malları İngiliz mallarıyla başarılı biçimde rekabet etmeye, giderek onları geriletmeye başladılar. Almanya’nın İngiltere’ye yaptığı ihracat da yükseldi. İngiltere’nin Avrupa pazarı giderek daralıyordu, fakat Almanya’nın hızla büyüyen emperyalizmine de Avrupa iç pazarı artık yetmiyordu. Dünya egemenliği ve sömürgeler için İngiliz emperyalizmiyle mücadele, Alman emperyalizmi için zorunluluk olmuştu. Mükemmel bir orduya sahip olan Almanya, dünya savaşından 10-12 yıl önce donanmasını hızla geliştirmeye başladı; bu alanda mükemmel sonuçlar aldı. Fakat İngiltere’yi geçemedi, İngiltere’ye karşı deniz savaşı çok zordu. O nedenle Almanya Hindistan ve Mısır’daki İngiliz sömürgelerine karşı saldırıya geçmek için bir başka yol seçti. 1908 yılında Türkiye’yle, Türkiye topraklarından Bağdat’a uzanan bir demiryolu inşası için anlaştı (Bkz.: Not 10 ve 14). İngiltere bu tehlikenin büyüklüğünü pekâlâ görmüştü. İngiliz ve Alman emperyalizmlerinin dünya egemenliği için mücadelesi şiddetleniyordu ve kaçınılmaz olarak açık çatışmaya yol açacaktı.
İngiliz ve Alman burjuvazisinin bu tayin edici çelişkilerinin yanında, Fransa ile Almanya’nın, Rusya ile Almanya’nın, Rusya ile AvusturyaMacaristan’ın, Rusya ile Türkiye’nin egemen sınıfları arasında ekonomik ve politik çelişkiler mevcuttu. Fransız burjuvazisi çoktan beri, 1871’de Almanya’nın eline geçen ağır sanayiye sahip Alsas-Loren’i yeniden elde etmeye çalışıyordu. Ayrıca Fransız maden sanayiinin gelişimi için Ruhr ve Saar bölgesindeki Alman kömürü gerekliydi. Sömürgeler için mücadelede de Fransa ile Almanya’nın çıkarları karşı karşıyaydı. Örneğin Almanya ve Fransa çoktan beri Fas için mücadele ediyorlardı.
Bütün bu uluslararası çelişkilerin şiddetlenmesi açık savaşı hazırlamaktaydı. Güçlü komşusu Almanya’yı askeri bakımdan “kuşatmak” amacıyla Fransa, 1892’de Rusya’yla bir ittifak yaptı. Çarlık hükümeti mali açıdan büyük ölçüde desteklenecekti. Savaş arifesinde, 1913 yılında Rusya’ya Paris borsasından yıllık 400-500 milyon frank tutarında bir borç teminatı verilmişti. Rusya ise Almanya sınırında stratejik demiryolu yapımına başlama ve Rus ordusunun barış zamanındaki mevcudunu yükseltme yükümlülüğünü almıştı. Fransız Başbakanı Poincarê’nin Temmuz 1914’te Rusya’yı ziyaretinin amacı, bu iki müttefikin Almanya’ya karşı hareketi üzerine görüş birliğine varmaktı.
İngiltere daha 1907’de bu ittifaka katılmıştı. Böylece Almanya’ya karşı İngiltere, Fransa ve Rusya’nın Üçlü İttifakı “Antant” şekillenmiş oluyordu. Bu üç devlet, aralarındaki bütün anlaşmazlık konularını Almanya’ya karşı ortak bir cephe oluşturmak için geçici olarak geri çekmişlerdi. Batı Avrupa’nın emperyalist devletleri için Çarlık Rusya’sı, mallarını sattıkları ve sermayelerini yatırdıkları yarı-sömürge bir ülkeydi. Mal ve sermaye ihracı için Rus pazarı uğruna mücadele, bir yanda Fransa ve İngiltere öte yanda Almanya arasındaki ilişkilerde önemli bir rol oynuyordu. Almanya’ya karşı birleşik cepheye Rusya’nın çekilmesi, İngiltere ve Fransa için bu açıdan da önemliydi.
Ne var ki Rusya’nın egemen sınıflarının da Almanya, Avusturya-Macaristan ve Türkiye ile bir savaştan ekonomik ve politik olarak daha az çıkarı yoktu. Almanya eskiden beri Rus tarım ürünleri için geniş bir pazardı. Fakat daha 19. yüzyılın sonundan itibaren bu pazar Almanya’nın gümrük politikası sonucunda Rusya için daralmaya başlamıştı. Rusya ile Almanya arasında Almanya’ya yapılan tahıl ihracı gümrüklerinin düşürülmesi uğruna mücadele dünya savaşı öncesinde son otuz yıl içinde aralıksız sürmüştü. Alman pazarının daralması sadece Rus büyük toprak sahiplerine değil, Rus finans kapitaline de zarar veriyordu, çünkü tahıl ihracı, Rus sanayii ve Rus tarımıyla sıkı bağlar içinde olan bankalar aracılığıyla gerçekleşiyordu. Fakat Rus sanayi ve finans burjuvazisinin Almanya’ya karşı savaştan bir başka çıkarı daha vardı. Savaş öncesinde Alman sanayi ürünlerinin Rusya’ya ithalinin artması, gerek Rus burjuvazisinin, gerekse de Rus sanayiine sermaye yatırımı yapmış İngiliz, Fransız ve Belçika burjuvazisinin çıkarlarını ciddi biçimde yaralıyordu. Olgunlaşmakta olan çatışmanın nedenlerinden biri de Ön Asya’da gelişen Rus emperyalizminin çıkarlarıydı. Rus emperyalizmi pazara ihtiyaç duyuyordu. Doğu Asya’da Rusya’nın, 1905 yılında Japonya’ya karşı savaşta yenilgisinden sonra, Asya’da Rus sanayii için tek dış pazar olarak Türkiye ve İran görülüyordu. Burada Rus sanayii diğer ülkelerin sanayileriyle başarılı biçimde rekabet edebilirdi. Ayrıca Rus burjuvazisi ve Rus büyük toprak sahipleri, Karadeniz’den serbest, Türkiye’den bağımsız bir çıkış elde etmek istiyorlardı; bu da İstanbul ve Karadeniz’i Akdeniz’e bağlayan Boğazlar anlamına gelmekteydi; zira 1913 yılında Rus ihracatının yarısı Boğazlardan yapılmıştı. Oysa Türkiye, Almanya ve Avusturya-Macaristan’ın müttefikiydi ki bu ülkeler de kendi açılarından Türkiye üzerinde ekonomik nüfuz sahibi olmayı ve egemenlik kurmayı amaçlıyorlardı. Böylece Rusya’nın Türkiye’yi fethetme çabaları, Almanya ve AvusturyaMacaristan’ın çabalarıyla çatışıyordu.
Böylece İngiltere ve Almanya’nın başını çektiği iki ülkeler grubu arasındaki çelişkilerin keskinleşmesi kaçınılmaz olarak savaşa yol açtı. Avusturya Arşidükü ve veliahtı Franz Ferdinand’ın Saraybosna’da (o zamanlar Avusturya-Macaristan’a ait olan Bosna’nın başkenti) öldürülmesi, çoktan bu yana hazırlanmakta olan savaşa sadece bahane oluşturdu.
MK Manifestosu’nda sözü edilen, geri Doğu Avrupa monarşilerinin “hanedanlık çıkarları”yla, özellikle çarlık otokrasisi ve Romanov hanedanlığı kastedilmektedir. Otokrasi, savaşın, 1912yılında başlayan ve 1914 yılında barikatların kurulmasına yol açan (Bkz.: bir sonraki not) devrimci hareketin yükselişine son vermesiyle ilgiliydi. Körleşmiş olan çarlık, muzaffer bir savaşla konumunu güçlendirmenin hesabındaydı. Aynı umudu Alman imparatoru Wilhelm de taşıyordu. (s. 133)
(Bu yazı Yeni Dünya İçin Çağrı sayı 215’te yayınlandı.)