RSDİP II. Parti Kongresi’nde yapılan konuşmadan…
“Asıl meseleye geçerken belirtmek istiyorum ki, Troçki yoldaş Plehanov yoldaşın temel düşüncesini hiç kavramamış ve bu nedenle açıklamalarında meselenin özüne hiç dokunmamıştır. Aydınlar ve işçilerden, sınıf bakış açısı ve kitle hareketinden söz etti, ama asıl önemli soruna hiç değinmedi: Parti üyesi kavramı benim formülasyonumla daraltılıyor mu, yoksa genişletiliyor mu? Kendisine bu soruyu sormuş olsaydı, benim formülasyonumun bu kavramı daralttığını, (bizzat Martov’un doğru biçimde ifade ettiği gibi) “esneklikte” öne çıkan Martov’un formülasyonunun ise onu genişlettiğini kolayca görecekti. Tam da bu “esneklik” ama, içinden geçtiğimiz parti yaşamının bugünkü döneminde bütün dağınıklık, yalpalama ve oportunizm unsurlarına kapıları açar. Bu basit ve açık sonucu çürütmek için, bu tür unsurların bulunmadığını kanıtlamak gerekir; oysa Troçki yoldaş bunu yapmayı aklından bile geçirmemiştir. Evet, zaten bu kanıtlanamaz da, çünkü herkes bu tür az unsur bulunmadığını, bunların işçi sınıfı içinde de mevcut olduğunu biliyor. Çizginin sağlamlığının ve parti ilkelerinin temizliğinin korunması, tam da şimdi bir o kadar daha acil bir mesele hâline gelmektedir, çünkü birliği yeniden tesis edilmiş olan parti, sayıları partinin büyümesiyle birlikte artacak olan pek çok sallantılı unsuru saflarına alacaktır. Troçki yoldaş, partinin bir komplocular örgütü olmadığını söylerken (pek çok başkaları da bana karşı bu itirazda bulunmuştur) , “Ne Yapmalı? ” adlı kitabımın temel düşüncesini çok yanlış anlamıştır. Troçki, kitabımda en konspiratif ve gizli olandan, nispeten geniş ve “lose ” olanına kadar bir dizi değişik örgüt tipi önerdiğimi unutmuştur. Partinin, tamamen (ya da neredeyse tamamen) parti örgütlerinin “denetimi ve önderliği altında” çalışan, fakat bütün olarak “parti”ye dâhil olmayan ve zaten dâhil olmaması gereken işçi sınıfının muazzam kitlesinin sadece öncü müfrezesi, önderi olduğunu unutmuştur. Bu temel hatası nedeniyle Troçki yoldaşın hangi sonuçlara vardığına bir bakın. Burada bize, işçi saflarından durmadan işçiler tutuklandığında, tutuklanan bütün işçilerin parti üyesi olmadıklarını açıklamaları hâlinde, partimizin tuhaf bir şey olacağını söyledi! Durum tam tersi değil mi? Asıl tuhaf olan, Troçki yoldaşın kanıtlaması değil mi? Bir ölçüde deneyim sahibi her devrimciyi sevindirecek bir şeyi üzücü bir olgu olarak görüyor. Grevler ve gösteriler nedeniyle tutuklanan yüzlerce, binlerce işçinin parti örgütlerinin üyeleri olmadığı anlaşılsa, bu sadece, örgütlerimizin iyi olduğunu, görevlerimizi –az çok dar bir yönetici yoldaşlar çevresini konspiratif şekilde çalışmasını sağlamak ve mümkün olduğunca geniş bir kitleyi harekete çekmek– yerine getirdiğimizi tanıtlardı.” (“Eserler cilt 2”, Lenin s.358-359, Parti Tüzüğünün Tartışılması Sırasındaki Konuşma’dan… İnter Yayınları, Kasım 1993, İstanbul)
“Duma Grubu Faaliyetleri Hakkında Rapor Üzerine” Konuşmasından…
Troçki hakkında birkaç söz. Troçki “Merkez” adına konuştu ve Bund’un görüşlerini dile getirdi. Bizim “kabul edilemez” kararımızı ortaya koyduğumuz için, bize ateş püskürdü. Bizim kararımız tarafından sözde hakarete uğrayan Duma grubunun geri çekilmesi nedeniyle, bize düpedüz bir bölünme tehdidinde bulundu. Bu kelimeleri vurguluyorum. Kararımızı dikkatlice yeniden okumanızı rica ediyorum.
Açıkça belirtilen bir sansürle eşlik etmeyen hataların sakin bir şekilde kabullenmesinde hakaret edici bir şey görmek, bununla bağlantılı olarak bir bölünmeden bahsetmek canavarca değil mi? Bu, partimizdeki hastalığı, hataları kabul etme korkusunu ve Duma grubunu eleştirme korkusunu göstermiyor mu?
Sorunun bu şekilde sunulabilmesi olasılığı bile partimizde partizan olmayan bir şey olduğunu göstermektedir. Bu partizan olmayan bir şey, Duma grubunun parti ile olan ilişkileri. Duma grubu daha fazla bir parti grubu olmalı, tüm proleter çalışmalara daha bağımlı olmalıdır. O zaman hakaret sızlanmaları ve bölünme tehditleri ortadan kaybolur.
Troçki, “senin kabul edilemez kararın, doğru fikirlerinin yürürlüğe girmesini engelliyor” dediğinde, ona şöyle demiştim: “Bize senin kendi kararını ver.” Troçki “Hayır, sen önce kararını çek” diye cevapladı.
Gerçekten de “Merkez”in alması gereken iyi bir tavır, değil mi? (Troçki’nin görüşüne göre) bizim yanlışlığımızdan (“patavatsızlık”) dolayı, o bütün partiyi cezalandırıyor, aynı prensipleri kendi “düşünceli” ifadesinden mahrum ederek. Kararınızı neden geçiremediniz? Diye yerel bölgelerde bize sorulacak. Çünkü merkez, gücendi ve bir telaş içinde kendi ilkelerini ortaya koymayı reddetti! (Bolşevikler ve merkezin bir kısmından alkışlar.) Bu, ilke temelinde değil, merkezin ilkesizliğe dayanan bir pozisyondur.
Kongreye, partiye çoktan bilinen iki taktiksel çizgiyle geldik. Bir işçi partisinin fikir farklılıklarını örtbas etmesi ve gizlemesi aptalca ve değersiz olacaktır. İki görüş açısını daha net bir şekilde karşılaştırmalıyız. Bunları uygulamalarında politikamızın tüm sorularında ifade etmeliyiz. Parti deneyimimizi açıkça özetlemeliyiz. Ancak bu şekilde görevimizi yerine getirip, proletarya politikasında bocalamaya son vermeliyiz. (Bolşeviklerden ve merkezin bir kısmından alkışlar.) (Lenin, Collected Works, Vol. 12, s.451-52, Çeviri Erdoğan Ahmet)
“Rusya’daki Parti İçi Mücadelenin Tarihsel Anlamı” Makalesinden…
Başlıkta ifade edilen konu, Troçki ve Martov’un “Neue Zeit” No. 50 ve 51’deki makalelerinde ele alınıyor. Martov Menşevizm’in anlayışını ortaya koyuyor. Troçki Menşeviklerin peşinden koşuyor ve özellikle tantanalı laflara sarılıyor. Martov için “Rus deneyimi”, “Blankist ve anarşist kültürsüzlüğün” “Marksist kültür üzerinde” (bunu Bolşevizm’in Menşevizm üzerinde diye okuyun) “zafer kazanması”na çıkıyor. “Rus sosyal-demokrasisi”, “genel Avrupai” taktik yöntemlerin aksine, “aşırı hararetle Rusça konuştu”. Troçki’nin “tarih felsefesi” de aynı. Mücadelenin nedeni, “Marksist aydınların proletaryanın sınıf hareketine uyması”. “Sekterlik ruhu, aydın bireyciliği, ideolojik fetişizm” ön plana çıkıyor. Politik olarak olgun olmayan proletarya üzerinde nüfuz uğruna mücadele” –meselenin özü bu.
Bolşevizm’in Menşevizm’e karşı mücadelesinde, olgun olmayan proletarya üzerinde nüfuz uğuna mücadeleyi gören teori hiç de yeni değildi. Bu teoriye 1905’ten (hatta belki de 1903’ten) beri liberal basının sayısız kitap, broşür ve makalesinde rastlıyoruz. Martov ve Troçki, Alman yoldaşların önüne marksist renklere boyanmış görüşler koyuyorlar.
Elbette Rus proletaryası politik olarak Batı Avrupa proletaryasından çok daha az olgundur. Fakat Rus toplumunun tüm sınıfları içinde tam da proletarya, 1905-1907 yıllarında en büyük politik olgunluğu gösterdi. Tıpkı 1848 yılındaki Aman burjuvazisi gibi ülkemizde de alçakça, korkakça, aptalca ve haince davranan Rus liberal burjuvazisi, Rus proletaryasından işte tam da, 1905 yılında o, hareketin önderliğini bu burjuvazinin elinden alacak, liberallerin ihanetini acımasızca teşhir edecek kadar politik bakımdan yeterince olgun çıktığı için nefret etmektedir.
Menşevizm’in ve Bolşevizm’in “proletaryanın derinliklerinde sağlam kökler saldığı”na inanmak bir “yanılsama”dır, diyor Troçki. Troçki’mizin ustası olduğu, kulağa hoş gelen boş laflara bir örnektir bu. Menşeviklerle Bolşevikler arasındaki görüş ayrılıklarının kökleri ”proletaryanın derinliklerinde” değil, Rus devriminin ekonomik içeriğinde yatmaktadır. Martov ve Troçki bu içeriği görmezden gelerek, böylece kendilerini Rusya’da parti içi mücadelenin tarihsel anlamını kavrama olanağından mahrum ediyorlar. Söz konusu olan, görüş ayrılıklarının teorik formülasyonlarının proletaryanın şu ya da bu katmanlarına “derinlemesine” nüfuz edip etmediği değildir; asıl mesele, 1905 Devrimi’nin ekonomik koşullarının, proletaryayı sadece işçilerin yaşam standardı sorununda değil, aynı zamanda tarım sorununda da, devrimin bütün politik sorunlarında liberal burjuvaziye karşı düşmanca bir ilişki içine sokmuş olmasıdır. Rus devrimindeki akımların mücadelesinden “sekterlik”, “kültürsüzlük” vs. tabelacıkları dağıtarak söz etmek, ama proletaryanın, liberal burjuvazinin ve demokratik köylülüğün temel ekonomik çıkarları hakkında tek söz söylememek, vülger muhabirler seviyesine düşmek demektir.” (“Eserler cilt 3”, Lenin s.469-470, İnter Yayınları, Ağustos 1994, İstanbul)
“Martov’un Rus devrimi hakkındaki ve Troçki’nin Rus sosyal-demokrasisinin bugünkü durumu hakkındaki açıklamaları, onların temel görüşlerinin yanlışlığının somut biçimde doğrulanması demektir.
Boykotla başlayalım. Martov boykotu, “politik imtina” olarak, “anarşistlerin ve sendikalistlerin” yöntemi olarak niteliyor ve sadece 1906 yılından söz ediyor. Troçki, “boykotçu eğilimin Bolşevizm’in tüm tarihinde var olduğu – sendikaları, Devlet Duması’nı ve yerel öz yönetimleri vs. boykot”, bu eğilimin ”kitleler içinde eriyip gitmekten kaynaklanan sekterce korkunun, uzlaşmaz imtina radikalizmin bir ürünü” vs. olduğunu düşünüyor. Troçki’nin sendikaları ve yerel özyönetimleri boykot üzerine söyledikleri düpedüz yalandır. Aynı şekilde, boykotçuluğun Bolşevizm’in tüm tarihinde var olduğu da yalandır; Bolşevizm bir akım olarak, boykot sorununun ortaya çıkışından önce, ta 1905 baharı ve yazında vardı. Bolşevizm, 1906 Ağustos’unda fraksiyonun resmi organında, boykot zorunluluğunu ortaya çıkaran tarihsel koşulların geride kaldığını açıkladı.
Troçki, Bolşevizm’i çarpıtıyor, çünkü o hiçbir zaman, Rus burjuva devriminde proletaryanın rolü hakkında bir ölçüde kesin görüşlere sahip olmayı becerememiştir.” (Age., s.474-475)
“Troçki’nin partiyi küçük düşürüp, kendisini Almanların gözünde göklere çıkarırken ne büyük bir utanmazlık içinde olduğunu öreğin şu olay gösteriyor: Troçki Rusya’da “İşçi kitleleri”nin Sosyal-demokrat partiyi “kendi çevrelerinin dışında” değerlendirdiğini yazıyor ve “sosyal-demokrasisiz sosyal-demoktlar”dan söz ediyor. Bay Potesov ve arkadaşları, Troçki’yi bu konuşmalarından dolayı nasıl bağırlarına basmasınlar?” (Age., s.485)
“Troçki ise sadece kişisel yalpalamalarını gösteriyor, başka bir şey değil. O, 1903’te Menşevik’ti, 1904’te Menşevizm’den uzaklaştı ve 1905’te yine, ama bu kez ultra-devrimci lafızlarla gösteriş yaparak Menşeviklere döndü; 1906’da bir kez daha Menşevizm’e sırt çevirdi; 1906 yılının sonlarında Kadetlerle seçim anlaşmaları yapmayı savundu (yani fiilen bir kez daha Menşeviklerle bir oldu) ve 1907 ilkbaharında Londra Parti Kongresi’nde, kendisiyle Rosa Luxemburg arasındaki farkın “politik eğilim farkından çok, bireysel nüans farkı olduğu”ndan sözetti. Troçki bugün bir faksiyonun, yan bir başka fraksiyonun düşünsel donatımını aşırır ve o nedenle kendisini iki fraksiyonun üzerinde gösterir. Troçki teoride hiçbir hususta tasfiyeciler ve Otzovistlerle hemfikir değildir, buna karşılık pratikte “Golos” ve Vperyod”cularla her hususta hem fikirdir.
O nedenle, Troçki Alman yoldaşlara kendisinin “genel parti eğilimi”ni temsil ettiği masalını okuyorsa, ben onun sadece kendi fraksiyonunu temsil ettiğini ve yalnızca Otzovistlerle Tasfiyeciler nazarında belli bir güvene sahip olduğunu açıklamak zorundayım. İşte açıklamamı doğrulayan olgular: Ocak ayında Partimiz Merkez Komitesi, Troçki’nin gazetesi “Pavda” ile temsilcisini bu gazetenin yazı kuruluna göndererek yakın ilişkiye geçti. Eylül l910’da parti merkez yayın organı, Merkez Komitesi temsilcisinin Troçki’nin parti düşmanı faaliyeti nedeniyle onunla bozuştuğu haberini verdi. Kopenhag’da, partiye sadık Menşeviklerin temsilcisi ve merkez yayın organı yazı kurulu delegesi olarak Plehanov, Bolşeviklerin temsilcisi olarak bu satırların yazarı ve bir Polonyalı yoldaşla birlikte, Troçki’nin Alman basınında parti meselelerimize ilişkin söylediklerini şiddetle protesto etti.
Troçki’nin Rusya sosyal-demokasisi içinde “genel parti eğilimi”ni mi, yoksa “genel parti karşıtı eğilimi mi temsil ettiğine okurlar kendileri karar versinler. 1910 sonu” (Age., s.486)
Maksim Gorkiye Mektuptan (12 Şubat, 1908)
“Trotsky ile ilgili olarak geçen sefer cevap vermek istedim ama unutmuşum. Biz (Proletarya’nın yazı kurulu, Al. Al., ben ve “Inok” –Rusyadaki Bolşeviklerden çok iyi arkadaştır bu Inok–) Trotsky’yi hemen proletaryaya davet etmeye karar verdik. Bir mektup yazarak teklifte bulunduk ve düşüncelerimizi açıkladık. Aramızda anlaşarak mektubu “Proletarya yazı kurulu” diye imzaladık; böylece daha dostça bir hava verelim dedik (ben, örneğin Trotsky ile adamakıllı kavgalıydım; 1903-1905 yıllarında, hani onun Menşevikliği sırasında, her zamanki şiddetli kavgalardan birisi). Mektubumuzda onu incitecek bir şey var mıydı, yok muydu bilmem ama o bize kendi yazamadığı, “Trotsky yoldaşın talimatları üzerine” yazılmış bir mektup gönderdi; proletarya yazı kuruluna, Trotsky’nin yazı yazmayı reddettiği, çok meşgul olduğu bildiriliyordu.” (“Mektuplar”, Lenin, s.83, Evrensel Basım Yayın, Nisan 1995, İstanbul)
Zinoviev’ye mektuptan…
“Pravda’ya gelince, Troçki’nin Inok’a mektubunu okudun mu? Okudunsa, umarım Troçki’nin de Ryazanov ve ortakları tipinde sandalye düşkünü ve bölücü olduğuna inanç getirmişsindir. Ya, yazı kurulunda eşitlik, MK’ya boyun eğme ve Trocki’ninkiler hariç kimsenin Paris’e nakledilmemesi (Serseri, Pravda’nın bütün it takımını bizim hesabımıza ‘beslemek’ istiyor) ya da bu dalavereci ile ipi kopartıp ne mal olduğunu MO’da teşhir etmek. Hem partiye dalkavukluk ediyor, hem de öteki bölücülerden daha kötü hareket ediyor.” (“Mektuplar”, Lenin, s.92, Evrensel Basım Yayın, Nisan 1995, İstanbul)
Maksim Gorki’ye (14 Kasım 1910)
“Raboçheya Gazeta gerekli ama biz bu işi, Tasfiyeciler, Otzovistler ve Vperyodistlerden yana entrikalar çeviren Trotsky ile yürütemeyiz. Trotsky’nin Vorwards’da çıkan o aşağılık yazısını Plehanov ile ben daha Copenhagen’de şiddetle protesto ettik. Bu yetmiyormuş gibi bir de Neu Zeit’ta, Rus Sosyal Demokratları arasındaki mücadelenin tarihi önemi üzerinde iğrenç bir makale daha yayınladı. Ve Lunaçarski de Belçika’da Le Peuple de yazdı, gördün mü?” (“Mektuplar”, Lenin, s.94-95, Evrensel Basım Yayın, Nisan 1995, İstanbul)
“Pravda Editörüne” Başlıklı Yazıdan… (19 Temmuz 1912)
“Viyana’da çıkan Arbeiter-Zeitung’a Pravda gönderiyor musunuz?
Trotsky’ye mektupla cevap veriniz: “Trotsk’ye (Viyana). Bozguncu ve iftiracı mektuplara karşılık vermeyeceğiz” Trotsky’nin Pravda’ya karşı giriştiği çirkin kampanya bir yalan ve iftira yumağıdır. Tanınmış marksist ve Plehanov’un izleyicisi Rothstein (Londra’dan) bize, Trotsky’nin iftiralarla dolu mektubunu aldığını ve şöyle karşılık verdiğini yazıyor: St. Petersburg’da çıkan Pravda’dan şikâyet etmem için hiç sebep yok. Ama bu entrikacılar ve tasfiyeciler boyuna yalan söyleyip duruyorlar. Lenin.
Not: Belki de Trotsky’ye mektupla şöyle cevap vermek daha yerinde olur: “Trotsk’ye (Viyana). Bize, bozguncu ve iftiracı mektuplar yazmakla vaktinizi ziyan etmektesiniz. Bunlara cevap verilmeyecektir.” (“Mektuplar”, Lenin, s.114, Evrensel Basım Yayın, Nisan 1995, İstanbul)
“İnes Armand’a”a Mektuptan…
“Bildiğimiz Trocki! Her zaman kendine denk: Dolambaçlı yollar adamı, dolandırıcı, solda görünerek olabildiğince sağa yardım eden biri…” (“Lenin İsviçre’de”, s.151, Evrensel Basım Yayın, Haziran 2012, İstanbul)
“Partimizdeki Birleşme Krizi” Başlıklı Makaleden…
“Troçki’nin kararında tumturaklı boş lafların ne kadar içeriksiz olduğunu, gerçekte nasıl bütünüyle Akselrod ve ortaklarının, Aleksinski ve ortaklarının aldığı tavra hizmet ettiğini görmek için, bu soruyu sormak yeter:
Troçki, kararının daha ilk sözlerinde, en kötü uzlaşmacılığın, tırnak içinde “uzlaşmacılığın”; parti çalışmasının verili çizgisini, verili anlayışını, verili ideolojik-politik içeriğini değil , “verili kişiler”i öne alan, çevrelerin ve darkafalıların uzlaşmacılığının en mükemmel anlayışını ortaya koydu.
Gerçekte Tasfiyecilere ve Otzovistlere en sadık hizmeti veren, ama bu yüzden de sözüm ona partiye sadakat ve sözüm ona fraksiyon düşmanı söylevlerin maskesi ardına ne kadar kurnazca, seçmece ve savsatalı gizlenirse, partide bir o kadar tehlikeli bela olan Troçki ve ortaklarının “uzlaşmacılığı” ile, partinin Tasfiyecilikten Otzovizmden temizlenmesinden ibaret olan gerçek parti anlayışı arasındaki uçurumun tüm farkı işte burada yatar.” (“Eserler cilt 4”, Lenin s.48, İnter Yayınları, Ocak 1995, İstanbul)
“Uzlaşmacıların Ya Da Erdemlilerin Yeni Fraksiyonu Üzerine” Başlıklı Makaleden…
“Uzlaşmacılar, Troçki’nin Bolşevikler tarafından açığa çıkarılmış (hem de bunun tüm Bolşevizm adına yapıldığı kesin kaydıyla açığa çıkarılmış) hatalarının bir buçuk yıl sonra tekrarlıyor sonra da kalkıp kendilerine Bolşevik diyorlar. Peki, bu, kesin parti kavramlarının kötüye kullanımı değil midir? Buna göre, uzlaşmacıların asla Bolşevik olmadıklarını, Bolşevizm’le hiçbir ortak yanları bulunmadığını, tutarsız Troçkistler olduklarını herkese açıklamakla yükümlü değil miyiz?” (Age., s.104)
“Fraksiyonculuğa Dair” Başlıklı Makaleden…
Troçki yeni dergisini “gayri-fraksiyonel” olarak niteliyor. Bütün ilanlarda bu sözcüğü öne çıkarıyor, gerek “Borba”nın başyazıların da, gerekse “Borba” çıkmadan önce Troçki’nin bunun üzerine bir makalesinin yayınlandığı Tasfiyeci “Severaya Raboçaya Gazeta”da bunun altını her biçimde çiziyor.
Troçki’nin “işçi dergisi”‘, Troçki’nin işçiler için bir dergisidir, zira dergide ne bir proleter inisiyatif, ne de işçi örgütleriyle herhangi bir bağın izini bulmak mümkün. Popüler olma isteğiyle Troçki, işçiler için çıkardığı dergide okurlara “teritoryuın”, “faktör” vs. gibi sözcükleri açıklıyor.
Çok iyi. Öyleyse neden işçilere “fraksiyonsuzluk” sözcüğü de açıklanmasın? Yoksa bu sözcük teritoryum ve faktör sözcüklerinden daha mı anlaşılır?
Hayır. Mesele bu değil. Mesele, fraksiyonculuğun en kötü kalıntılarının en kötü temsilcilerinin, genç işçi kuşağını “fraksiyonculuk” etiketiyle aldatmasıdır. Bunu açıklamaya değer.
Fraksiyonculuk, belli bir tarihsel zaman diliminde Sosyal-Demokrat Parti tarihinin en önemli özelliğidir. Hangi zaman dilimidir bu? 1903’ten 1911’e kadarki zaman dilimi.
Fraksiyonculuğun özünün ne olduğunu en anlaşılır biçimde açıklamak için, örneğin 1906 ve 1907 yıllarının somut koşullarını anımsamak zorunludur. O zamanlar parti bütündü, bölünme yoktu, fakat fraksiyonculuk vardı. Yani yekpare partinin içinde fiilen iki fraksiyon, fiilen ayrı iki örgüt vardı. Tabandaki işçi örgütleri birlik halindeydiler, fakat iki fraksiyon her ciddi sorunda iki taktik geliştiriyordu; bu farklı taktiklerin savunucuları birlik hâlindeki işçi örgütlerinde birbiriyle çatışıyordu (örneğin 1906 yılında Duma mı yoksa Kadet hükümeti mi şiarı üzerine, ya da 1907 Londra Parti Kongresi’ne seçimler sırasında) ve sorunlar çoğunluk kararıyla çözülüyordu: fraksiyonlardan biri ortak Stockholm Kongresi’nde (1906), diğeri ortak Londra Parti Kongresi’nde (1907) yenilgiye uğradı.
Bunlar, Rusya’da örgütlü Marksizm’in tarihine ait, herkesçe bilinen olgulardır:
Troçki tarafından yayılan korkunç yalanı görmek için bu herkesçe bilinen olguları anımsamak yeter.
1912 yılından beri, iki yıldan fazla bir zamandı, Rusya’da örgütlü marksistler arasında hiçbir fraksiyonculuk, birleşik örgütler içinde, birleşik konferanslarda ve kongrelerde taktik üzerine hiçbir anlaşmazlık yoktur. Ocak 1912’de Tasfiyecilerin kendisine mensup olmadığını resmen açıklayan parti ile tasfiyeciler arasında tam bir kopma durumu vardır. Troçki bu durumu “bölünme” olarak niteliyor. Bu niteleme üzerinde ileride özel olarak duracağız. Fakat “fraksiyonculuk” sözcüğünün gerçeğe uygun olmadığı kuşku götürmez bir olgudur.
Bu sözcük, daha önce de söylendiği gibi, din, yani artık geçmiş bir zaman diliminde doğru olan bir şeyin tekrarıdır, eleştirel olmayan, anlaşılmaz ve anlamsız bir tekrarıdır. Ve Troçki bize “fraksiyon mücadelesi kaosu”ndan söz ettiğinde (bkz. No. 1, s.5, 6 vs. vs.), ağzından hangi eski geçmişin konuştuğu hemen anlaşılmaktadır.
Bugünkü duruma, Rusya’nın örgütlü marksistlerinin onda dokuzunu oluşturan genç Rus işçisi açısından bakalım. Bu genç işçi, önünde, işçi hareketi içinde çeşitli görüş ve akımların üç kitlesel tezahürünü görüyor: 40,000 tirajlı bir gazete etrafında toplanmış “Pravda” taraftarları, “Tasfiyeciler” (tiraj 15.000) ve Sol Narodnikler (tiraj 10.000). Tiraj üzerine veriler okura söz konusu eğilimin kitlesel karakterini göstermektedir.
Bunun ”kaos”la ne ilgisi var? diye sormak gerekiyor. Troçki hoş fakat boş laf1arı seviyor – bu biliniyor, ama “kaos” sözcüğü sadece boş laf değil, bunun dışında dünkü dönemin yurtdışı koşullarını bugünkü dönemin Rusya zeminine aktarmaktır (daha doğrusu başarısız bir aktarma girişimidir). Meselenin özü budur.
Marksistlerin Narodniklere karşı mücadelesinde “kaos” yoktur. Bunu Troçki’nin dahi iddia etmeye cüret edemeyeceğini umuyoruz.
Marksistlerin Narodniklere karşı mücadelesi 30 yıldan fazla bir zamandır, Marksizm’in ortaya çıkışından beri sürüyor. Bu mücadelenin nedeni, iki farklı sınıfın, proletaryanın ve köylülüğün çıkarları ve bakış açısı arasındaki temel farktır. Eğer herhangi bir yerde “kaos” varsa, bu sadece, bunu anlamayan şaşkın kukumavların kafasındadır.
Geriye ne kalıyor? Marksistlerin Tasfiyecilere karşı mücadelesi ”kaos”u mu? Bu da bir yalandır, çünkü tüm parti tarafından Tasfiyeci olarak kabul edilen ve 1908’den beri mahkûm edilen bir akıma karşı mücadele kaos olarak nitelenemez. Fakat Rusya’da Marksizm’in tarihiyle ilgilenen herkes, önderliğin ve taraftarlarının bileşimi hususunda bile Tasfiyeciliğin ”Menşevizm”le (1903-1908) ve “Ekonomizm”le (1894-1903) kopma biçimde ve sımsıkı bağlı olduğunu bilir. Dolayısıyla burada da neredeyse yirmi yıllık bir tarihle karşı karşıyayız. Kendi partisinin “tarihini “kaos” olarak değerlendirmek, kafasında affedilmez bir boşluk olmak demektir.
Fakat bugünkü duruma bir de Paris ya da Viyana açısından bakalım. Her şey derhal değişecektir. “‘Pavdacılar”ın ve ‘”Taşfiyeciler”in dışında, kendilerini bir ve aynı Sosyal-Demokrat Parti’ye saymak isteyen en az beş Rus “faksiyonu”, yani tekil grubu vardır: Troçki’nin grubu, iki “Vperyod” grubu, “Parti Bolşevikleri” ve “Pati Menşevikleri” Paris’te ve Viyana’ da (örnek olarak bu iki büyük merkezi alıyorum) bunu bütün marksistler çok iyi bilirler.
Ve bu noktada Troçki belli bir anlamda haklı: bu gerçekten de bir fraksiyonculuktur, gerçektende bir kaostur!
”Fraksiyonculuk”, yani ismen birlik (lafta hepsi aynı partidendir) ve gerçekte parçalanmışlık (gerçekte bütün gruplar bağımsızdır. Birbirleriyle görüşmeler yapıyor ve egemen güçler gibi anlaşmalara varıyorlar).
“Kaos”; 1) bu fraksiyonların Rusya işçi hareketiyle bağıntısı üzerine nesnel inceleme yapmayı olanaklı kılan verilerin olmaması ve 2) bu fraksiyonların gerçek ideolojik ve politik fizyonomisini değerlendirebilmek için materyalin olmaması demektir. Tamı tamına iki yıllık bir zaman dilimini alalım: 1912 ve 1913. Bilindiği gibi bu yıllar, işçi hareketinin canlanma ve yükselme yıllarıydı ve kitlesel ama benzer (ki politikada sadece kitlesel akımlar dikkate alınır) her akım ve eğilim, IV. Duma seçimlerinde, grev hareketinde, legal gazetelerde, sendikalarda, sosyal güvenlik kampanyasında vs. etkisini göstermek zorundaydı. Fakat bu beş yurtdışı fraksiyonundan hiçbirinin, bir tekinin bile, tüm bu iki yıllık dönemde Rusya’daki proleter kitle hareketinin yukarı da sözünü ettiğimiz tezahürlerinden bir tekinde bile olsa hissedilir bir etkisi olmamıştır!
Bu herkesin kolayca kontrol edebileceği bir olgudur.
Ve bu olgu, Troçki’den “fraksiyonculuğun en kötü kalıntıları”nın bir temsilcisi olarak söz ederken haklı olduğumuzu gösterir.
Lafta fraksiyoncu olmayan Troçki; –Rusya’daki işçi hareketini biraz yakından bilen herkes için bu apaşikârdır– “Troçki fraksiyonu”nun temsilcisidir; burada fraksiyonculuk mevcuttur, çünkü bunun iki özsel belirtirtisinin ikisi de vardır: 1. lafta birliğin tanınması ve 2. gerçekte grupsal ayrılık. Burada fraksiyonculuk kalıntısı mevcuttur, çünkü burada Rusya proleter kitle hareketiyle bağ anlamında ciddiye alınabilecek hiçbir şey yoktur.
Nihayet burada en kötü türden fraksiyonculuk mevcuttur, çünkü hiçbir ideolojik-politik belirlilik yoktur. Ne “Pravda” taraftarlarının bu belirliliğe sahip olmadıkları söylenebilir (kararlı hasmımız L. Martov bile bütün sorunlarda herkesçe bilinen resmi kararlar karşısındaki “birlik ve disiplin”imizi kabul ediyor), ne de Tasfiyecilerin belirli olmadıkları iddia edilebilir (en azından en önde gelenleri gayet belirli bir fizyonomiye sahiptir, marksist değil, liberal bir fizyonomi).
Troçki’nin fraksiyonuna benzer bir şekilde, asla Rusya bakış açısından değil, sadece Viyana ve Paris bakış açısından gerçeklileri olan bu fraksiyonların bir bölümü için, belli bir belirliliğe sahip olmadıkları söylenemez. Öreğin Machçı grup ”Vperyod”un Machçı teorileri belirlidir; “Parti Menşevikleri”nde bu teorilerin kesin reddi ve Tasfiyecilerin teorik olarak mahkûm edilmesinin yanı sıra Marksizm’in savunulması belirlidir.
Buna karşılık Troçki’de hiçbir ideolojik-politik belirlilik yoktur, çünkü ”fraksiyonsuzluk” patenti, sadece, (bunu daha ayrıntılı değerlendireceğiz) bir fraksiyondan diğerine geçme ve dönme tam özgürlüğü patenti anlamına gelmektedir.
Sonuç:
1) Troçki Marksizm’in eğilimleri ve fraksiyonları arasındaki düşünsel farklılıkları, bu farklılıklar sosyal-demokrasi tarihinin yirmi yılını kapsıyor ve bugünün temel sorunlarına değiniyor olmasına rağmen, (bunu daha sonra göstereceğiz) açıklamıyor ve anlamıyor;
2) Troçki lafta birliğin tanınması, gerçekte ise parçalanma olarak fraksiyonculuğun baş belirtilerini anlamamıştır;
3) “Fraksiyonsuzluk” bayrağı altında Troçki, Rusya’daki işçi hareketi zemininden yoksun olan özellikle düşünce yoksunu bir yurtdışı Fraksiyonunu temsil etmektedir.
Parlayan her şey altın değildir. Troçki’nin laflarında çok parlaklık ve gösteriş var, fakat içerik yok.” (Age., s.197-201)
“Troçki’nin Tasfiyeci Fikirleri” Başlıklı Makaleden…
“Rusya’daki marksist hareketin eski katılımcıları Troçki figürünü çok iyi bilirler ve onlar için onun hakkında konuşmaya değmez. Fakat genç işçi kuşağı onu bilmiyor ve onun hakkında konuşmak gerekir, çünkü o, gerçekte aynı şekilde tasfiyecilikle parti arasında yalpalayan beş yurtdışı grupçuğunun tümü için tipik olan bir figürdür.
Eski “Iskra” zamanında (1901-1903), yalpalayan ve “Ekonomistler”den “lskracılar”a, lskracılardan Ekonomistlere geçen bu kişilere “Tuşino firarileri” damgası vurulmuştu (Rusya’daki karışıklık döneminde bir kamptan ötekine geçen savaşçılar böyle adlandırılıyordu).
Tasfiyecilikten söz ederken, yılların seyri içinde ortaya çıkan, partinin yirmi yıllık tarihi içinde “Menşevizm” ve “Ekonomizm”le iç içe geçen ve belli bir sınıfın, liberal burjuvazinin politikası ve ideolojisiyle ilintilenmiş belli bir ideolojik akımı saptıyoruz.
“Tuşino firarileri” kendilerinin fraksiyonlar üstü olduklarını açıklıyorlar ve bunun biricik nedeni, görüşlerini bugün bir fraksiyondan, yarın bir başka fraksiyondan “ödünç almaları”dır. 1901-1903 yıllarında Troçki, ele avuca sığmaz bir “Iskra” taraftarıydı ve Ryazanov, onun 1903 yılındaki Parti Kongresi’ndeki rolünü, “Lenin’in sopası” olarak niteliyordu. 1903 sonunda Troçki bu kez ele avuca sığmaz bir Menşevik olmuştu, yani “Iskra” taraftarlığından “Ekonomistler”e geçmişti; “eski ‘Iskra’ , ile yenisi arasında bir uçurum olduğunu” açıkladı. 1904-1905 yılında Menşeviklerden ayrılıp, yalpalayan bir tutum alarak kâh (“Ekonomist”) Martinov’la birlikte çalışır, kâh kaba-solcu ”sürekli devrim”i ilan eder. 1906-1907 yıllarında Bolşeviklere yakınlaşır, 1907 ilkbaharında ise Rosa Luxemburg’la dayanışma içinde olduğunu açıklar.
Dağılma döneminde uzun “fraksiyonel olmayan” yalpalamalardan sonra yeniden sağa sapar ve 1912 Ağustos’unda Tasfiyecilerle bir blok oluşturur. Şimdi yine onlardan ayrılıyor, fakat meselenin özü itibariyle onların zavallı düşüncelerini tekrarlıyor.
Bu tür tipler, Rusya’da proleter kitle hareketinin henüz uyuduğu ve herhangi bir grupçuğun başkalarıyla birleşmekten söz eden bir akım, bir grup, bir faksiyon, tek sözcükle bir “güç” olarak görünmek için yeterince “yer bulduğu” dünün tarihsel oluşumları ve formasyonlarının enkazı olarak tipiktir.
Genç işçi kuşağının, ne 1908’den beri Tasfiyecilikle ilişkiyi belirleyen ve saptayan parti kararlarını ne de sözü edilen kararların eksiksiz tanınması temelinde çoğunluğun birliğini fiilen gerçekleştirmiş olan Rusya’nın modern işçi hareketinin deneyimine herhangi bir biçimde güvenmek istemeyen inanılmaz iddialarla ortaya çıkan kişilerin ne mal olduğunu tam olarak bilmesi gerekir. Mayıs 1914” (Age., s.216-217)
“1903 Programı ve Onun Tasfiyecileri” Başlıklı Makaleden…
“Marksizm’in hiçbir ciddi sorununda hiçbir zaman Troçki sağlam görüşlere sahip olmadı, her zaman şu ya da bu görüş farklılıklarının “yırtık ve yarıklarına sızdı” ve bu arada bir taraftan bir tarafa sıçradı. Şu anda Bundcularla ve Tasfiyecilerle birliktedir. Fakat bu bayların partiyle pek bir alışverişi yok.” (Age., s.296)
“Emperyalist Savaşta Kendi Hükümetinin Yenilgisi Üzerine” Başlıklı Makaleden…
Devrimci sınıf, gerici bir savaşta kendi hükümetinin yenilgisini istemek zorundadır.
Bu bir aksiyomdur. Ve bu aksiyom sadece sosyal-şovenlerin inanmış yandaşları ya da çaresiz uşaklarınca iddia edilmektedir. Birincilerine, örneğin Örgütleme Komitesi’nden Zyemkovski (bkz. “İzvestiya” No. 2), ikincilerine ise Troçki ve Bukvoyed, Almanya’da Kautsky dâhildir. Rusya’nın yenilgisini istemek, diye yazıyor Troçki,
“hiçbir nedeni olmayan ve hiçbir biçimde gerekçelendirilemeyecek olan, savaşa ve onu yaratan koşullara karşı devrimci mücadele yerine, mevcut koşullar altında son derece keyfi bir şekilde en ehvenişere yönelmeyi koyan sosyal-yurtseverliğin politik yöntemine verilen bir tavizdir.” (“Naşe Slovo” No.105)
İşte Troçki’nin oportunizmi savunmak için her zaman kullandığı kibirli safsatalara tipik bir örnek. “Savaşa karşı devrimci mücadele”, bundan anlaşılan eğer kendi hükümetine karşı ve savaş sırasında devrimci eylemler değilse, lI. Enternasyonal kahramanlarının kullanmayı bal gibi bildikleri boş ve içeriksiz haykırışlardan biridir. Sadece biraz düşünmek, bunu görmeye yeter. Savaş sırasında kendi hükümetine karşı devrimci eylemler ise, tartışılmaz bir kesinlikle, böyle bir yenilgiyi sadece isteyerek değil, aynı zamanda filen teşvik etmek demektir. (“Keskin zekâlı” okurlar için şunu belirtelim: Elbette bu, hiçbir şekilde, “köprüleri uçurmak”, başarısız askeri grevler örgütlemek ve genel olarak devrimcileri yenilgiye uğratmak için hükümete yardım etmek anlamına gelmiyor.)
“Troçki safsatalarla kendini kurtarmak istiyor ve üç ağaçlı bir ormanda yolunu şaşıyor. Rusya’nın yenilgisini istemek, ona, Almanya’nın zaferini istemekmiş gibi geliyor (Bukvoyed ve Zyemkovski, Troçki’yle paylaştkları bu “düşünceyi”, da doğrusu bu yanlış düşünceyi çok daha açık dile getiriyorlar). Ve Troçki bunda “sosyal-yurtseverliğin yöntemi”ni görüyor! Düşünmeyi beceremeyenlere yardım etmek için Bern Kararı (“Sosyal-Demokat” No. 40) şu açıklamayı yapmıştır: Bütün emperyalist ülkelerde proletarya şimdi kendi hükümetinin yenilgisini istemelidir. Bukvoyed ve Troçki bu gerçeği atlamayı tercih ettiler ve Zyemkovski (işçi sınıfına her şeyden önce burjuva akıllarını açık yüreklilikle ve safdillikle yineleyerek hizmet eden bir oportunist) şu sözlerle “güzel bir çam devirmiştir”: Saçma, zafer ya Almanya’nın, ya da Rusya’nın olacak (“İzvestya” No. 2).
Komün örneğini alalım. Almanya Fransa’yı, Bismarck ve Thiers işçileri yenmişti!! Eğer Bukvoyed ve Troçki biraz düşünselerdi, kendilerinin hükümetlerin ve burjuvazinin savaşı bakış açısını temsil ettiklerini, yani Troçki’nin yapmacık diliyle söylemek gerekirse, kendilerinin “sosyal-yurtseverliğin politik yöntemi” önünde yere serilmiş olduklarını görürlerdi.
Savaş sırasında devrim iç savaştır, fakat hükümetlerin savaşımın iç savaşa dönüştürülmesi, bir yandan hükümetlerin askeri başarısızlıklarıyla (“yenilgi” ile) kolaylaşır; öte yandan, tam da yenilgiyi teşvik etmeden böyle bir dönüşümü hedeflemek fiilen imkânsızdır.” (“Eserler cilt 5”, Lenin s.154-155, İnter Yayınları, Haziran 1995, İstanbul)
“Devrimin İki Çizgisi Üzerine” Başlıklı Makaleden…
“Yaklaşan devrim de sınıfların karşılıklı ilişkisini açığa çıkarmak devrimci partinin baş görevidir. Örgütleme Komitesi bu göreve yan çiziyor, Rusya’da “Naşa Dyelo”nun sadık müttefiki olmayı sürdürüyor ve yurtdışında, hiçbir şey ifade etmeyen “sol” laflar atıp tutuyor. Troçki ise “Naşe Slovo”da bu göreve yanlış bir çözüm getiriyor: 1905’deki “orijinal” teorisini tekrar ediyor ve geçen tüm on yıl boyunca, yaşamın neden bu mükemmel teorinin yanından geçip gittiğini düşünmek istemiyor.
Troçki’nin orijinal teorisi, Bolşeviklerden, proletaryanın kararlı devrimci mücadele yürütmesi ve politik iktidarda proletarya tarafından ele geçirilmesi çağrısını alıyor, Menşevikerden ise köylülüğün rolünün “yadsınması”nı. Köylülük içinde bir ayrışma, bir farklılaşma süreci yaşanmıştır; onun olası devrimci rolü giderek azalmıştır; Rusya’da “ulusal” bir devrim imkânsızdır: “Emperyalizm çağında yaşıyoruz”, “emperyalizm” ise “burjuva ulusla eski rejimi değil, proletaryayla burjuva ulusu karşı karşıya getiriyor.”
İşte size “emperyalizm” sözcüğüyle tuhaf bir oyun örneği. Eğer Rusya’da artık proletarya ile “burjuva ulus” karşı karşıya duruyorsa, bu şu anlama gelir: Rusya doğrudan doğruya sosyalist devrimin arifesindedir! O zaman (1912 Ocak Konferansı’nın ortaya attığı ve daha sonra 1915’te Troçki tarafından yinelenen) “çiftlik sahiplerinin topraklarına el konması” şiarı yanlıştır, o zaman “devrimci işçi hükümeti” değil, “sosyalist işçi hükümeti” söz konusudur!! Troçki’de kafa karışıklığının ne ölçülere ulaştığı şu cümleden anlaşılıyor: Proletarya kararlılığıyla “proleter olmayan(!) halk kitleleri”ni de peşinden sürükleyecekmiş!! Troçki bunu söylerken şunu hiç düşünmemiştir: Eğer proletarya, proleter olmayan kırsal kitleleri, çiftlik sahiplerinin topraklarına el koymak için peşinden sürükleyip monarşiyi yıkmayı başarabilecekse, bu tam da Rusya’da “ulusal burjuva devrimin” tamamlanması, proletarya ve köylülüğün devrimci-demokratik diktatörlüğü olacaktır!
1905-1915 yılları arasında on yıl –bu büyük on yıl– Rus devriminde iki, sadece iki sınıf çizgisinin bulunduğunu kanıtlamıştır. Köylülüğün farklılaşması, bizzat köylülük içindeki sınıf mücadelesini güçlendirmiş, politik olarak uyuyan pek çok unsuru sarsıp uyandırmış ve kır proletaryasını kent proletaryasına yakınlaştırmıştır (Bolşevikler 1906’dan beri kır proletaryasının ayrı örgütlenmesinde ısrar etmişler, bu talebi Menşevik Stockholm Kongresi kararına da sokmuşladır). “Köylülük”le, Markov–Romanov-Kvostov arasındaki uzlaşmaz çelişki ise daha da güçlenmiş, büyümüş ve şiddetlenmiştir. Bu, Paris’te kaleme alınan onlarca Troçki makalesindeki binlerce safsatanın bile “çürütemeyeceği” kadar açık bir gerçektir. Gerçekte Troçki, köylülüğün rolünün “yadsınması”ndan sadece, köylüleri devrim için harekete geçirme isteğinde olmamayı anlayan Rusya’daki liberal işçi politikacılarına yardım etmektedir.
Ve bugün asıl mesele budur. Proletarya, iktidarın ele geçirilmesi için, cumhuriyet için, çiftliklere el konması için, yani köylülüğün kazanılması için, köylülük içindeki devrimci güçlerin tümünün meydana çıkarılması için, burjuva Rusya’nın asker-feodal “emperyalizm”den (= Çarlık) kurtarılmasına “proleter olmayan halk kitleleri”nin katılması için mücadele ediyor –ve mücadele etmeyi acımasızca sürdürecek. Ve proletarya, burjuva Rusya’nın Çarlıktan, çiftlik sahiplerinin toprak üzerindeki egemenliğinden kurtarılmasından, zengin köylüleri kır proleterlerine karşı mücadelelerinde desteklemek için değil, tersine– Avrupa’nın proleterleriyle ittifak hâlinde sosyalist devrimi gerçekleştirmek için yararlanacaktır. Aralık 1915” (Age., s.174-175)
“Dördüncü Duma Seçimleri Arifesinde” Başlıklı Yazıdan…
“Hiçbir yardım” demiştik. Tasfiyeciler dışarıdan gelecek yardıma güveniyorlar. Dostları –özellikle Letonyalılar, Bund ve Troçki– “on merkezin, örgütün ve hizbin” toplanacağını ilan etti! Gülmeyin! Dış dünya zengin, büyük ve cömerttir. “On merkez”, bu kadar çok! Bu durumda kullanılan yöntemler hükümetin Dördüncü Duma’da kullandıklarının aynıdır; yani bir temsil kurmak için hazırlıklar ve hiçlerin “büyük sayılar” hâline dönüştürülmesidir. Önce Troçki, (Troçki Rusya’da bir hiçtir, o sadece Znivoye Delo’nun yazarıdır ve ajandaları da sadece tasfiyecilerin “başlatan grupları”nın savunucularıdır) daha sonra Golos Sotsial-Demokrata, yani, aynı zavallı tasfiyeciler. Üçüncüsü, yine bir hiç, üçüncü bir kılıkta “Kafkas Bölge Komitesi”. Dördüncüsü, “örgütleyen Komite” yine aynı tasfiyecilerin dördüncü bir kılığı. Beşinci ve altıncısı bugün tamamen tasfiyeci olan Letonyalılar ve Bund, artık yeter!
Söylemeye gerek yok, Partimiz dışarıdaki bu yoklar oyununa gülmektedir. Bunlar bir ölüyü diriltemez. Çünkü Rusya’daki tasfiyeciler bir ölüdür.” (“Kitle İçinde Parti Çalışması”, Lenin, s.95-96, Ekim Yayınları, Beşinci Baskı, Aralık 1989, Ankara)
“Aleksandra Kollantay”a Mektuptan… (17 Mart 1917)
“Bence, şu anda yapılacak şey, sosyal yurtseverlerin budalaca “yetersiz” girişimlerine katılmak değil (ya da daha beteri örgütlenme komitesi, Trotsky ve ortakları gibi sallantıda olanlarla elbirliği etmek değil) partimizin çalışmalarına tutarlı ve enternasyonalist bir ruhla devam etmektir.” (“Mektuplar”, Lenin, s.173, Evrensel Basım Yayın, Nisan 1995, İstanbul)
“RSDİP Merkez Komitesi’ne Mektup”tan…
“Değerli yoldaşlar!
Kendisine saygısı olan bir parti, kendi içinde grev kırıcılığına ve grev kırıcılara göz yumamaz. Bu aşikârdır. Fakat insan Zinovyev ve Kamenev’in parti dışı basındaki çıkışı üzerine düşündükçe, bu davranışın tam bir grev kırıcılığı olduğu o kadar kuşkusuz ortaya çıkıyor. Kamenev’in Petograd Sovyeti oturumunda sergilediği kaçamaklar düpedüz alçakça. Troçki’yle tamamen görüş birliğinde olduğunu söylüyor. Fakat Troçki’nin, düşmanın önünde söylediklerinden başka bir şey söyleyemeyeceğini ve söylememesi gerektiğini anlamak bu kadar zor mu? (Silahlı ayaklanma zorunluluğu, onun tamamen olgunlaştığı, ayaklanmanın çok yönlü hazırlığı vs. üzerine) kendi kararını düşmandan saklayan partinin, açık beyanlarda, sadece suçu değil, aynı zamanda inisiyatif de düşmanın sırtına yüklemekle yükümlü olduğunu, bu kararın partiyi bununla yükümlü kıldığını anlamak bu kadar zor mu? Bunu ancak çocuklar kavrayamaz. Kamenev’in yaptığı kaçamak sadece bir hiledir. Zinovyev’in kaçamaklı sözleri için de ayın şeyi söylemek gerekir.” (“Eserler cilt VI”, Lenin, s.338, İnter Yayınları, Kasım 1995, İstanbul)
“RKP (B) VII. Kongresi’nde Savaş ve Barış Üzerine Rapora Sonsöz”den…
“Devamla Troçki yoldaşın bakış açısına değinmek zorundayım. Onun faaliyetinde iki yanı ayırt etmek gerekir: Brest-Litovsk’ta görüşmelere başlayıp, bunlardan ajitasyon amacıyla mükemmel biçimde yararlandığında, hepimiz Troçki yoldaşla hemfikirdik. Benimle görüşmesinden bir bölüm aktardı, fakat eklemek zorundayım ki, Almanların ültimatomuna kadar dayanmayı, sonra kabul etmeyi kararlaştırmıştık. Fakat Almanlar bizi aldattı; yedi günün beşini bizden çaldılar. İşi uzatmaya yönelik olduğu ölçüde Troçki’nin taktiği doğruydu; savaş hâlinin sona erdiği açıklanıp barış imzalamadığında doğru değildi. En kesin biçimde barışı imzalamayı önerdim. Brest-Litovsk barışından daha iyi bir barış elde edemezdik. O zaman bir aylık bir nefes molamız olacağı ve oyunu yitirmemiş olacağımız herkes açısından açıktır. Tarih bu olanağı ortadan kaldırdığı için, bunu anımsatmanın yararı yok, ama Buharin’in “Hayat bizim haklı olduğumuzu gösterecekti” demesi gülünçtür. Ben haklı çıktım, çünkü daha 1915’te bu konuda şöyle yazdım: “Savaşmaya hazırlanmak gerek, savaş kaçınılmazdır, geliyor, gelecek”. Fakat barışı kabullenmek ve hemen şişinmemek gerekiyordu. Savaş geldiği için barışı daha da çok kabul etmek gerekliydi. Şimdi ise hiç olmazsa Petograd’ın tahliyesini kolaylaştırıyoruz. Şimdiden kolaylaştırdı. Bu bir olgudur. Troçki yoldaş “Vinniçenko ile barış imzalamayacağınıza söz verin” yeni talebini ileri sürdüğünde, diyorum ki, ben böyle bir yükümlülüğü asla üstlenmem. Kongre bu yükümlülüğü üstlenseydi, ne ben ne de başka bir düşüncedaşım bunun sorumluluğunu üstlenmezdik. Bu, açık bir manevra çizgisi izlemek yerine –burada geri çekilinir, mümkün olduğunda, bazen saldırılır–, kendini biçimsel bir kararla tekrar tekrar bağlamak anlamına gelir.” Bir savaşta insan kendini asla biçimsel kararlarla bağlamamalıdır. Savaş tarihini bilmemek, anlaşmanın bir güç toplama aracı olduğunu bilmemek gülünçtür. Prusya tarihine atıfta bulunmuştum. Bazıları gerçekten çocuk gibi şuna inanıyor: sözleşmeyi imzaladı, öyleyse kendimizi şeytana sattık, cehenneme düştük. Bu düpedüz gülünçtür, çünkü savaş tarihi, yenilgiden sonra bir anlaşma imzalamanın bir güç toplama aracı olduğunu çok açık gösteriyor. Tarihte, savaşların birbiri ardına geldiği durumlar olmuştur. Bütün bunları unuttuk. Eski savaşın … dönüştüğünü görüyoruz. İsterseniz kendinizi biçimsel kararlarla ilelebet bağlayın ve Sol Sosyal-Devrimcileri sorumlu görevlere getirin. Bunun sorumluluğunu biz üstlenmeyiz. Burada en ufak bir bölünme isteği yoktur. Yaşamın size ders vereceğinden eminim. 12 Mart’ta –yani birkaç gün içinde– elinize kapsamlı materyal geçecek.
Troçki yoldaş bunun, sözcüğün tam anlamında ihanet olacağını söylüyor. Ben bunun çok yanlış bir görüş olduğunu iddia ediyorum. Bunu somut olarak göstermek için bir örnek vermek istiyorum. İki kişi yolda yürüyorlar. Üzerlerine on kişi saldırıyor. Biri mücadele ediyor, diğeri kaçıyor. Bu ihanettir. Fakat varsayalım ki her bir yüzer binlik iki ordunun karşısında beş ordu duruyor. Ordunun biri iki yüz bin kişi tarafından kuşatılmıştır. Diğer ordu onun yardımına koşacak, fakat biliyor ki, diğer üç yüz bin kişi tam bir tuzak kuracak şekilde konuşlandırılmıştır. Bu durumda yardıma koşulabilir mi? Hayır, koşulamaz. Bu ihanet değildir, korkaklık değildir. Sayının basit çoğalımı tüm kavramları değiştirmiştir. Her asker bunu bilir. Burada önemli olan artık kendi şahsı değildir: böyle davranmakla, diğeri tutsak düşse de kendi ordumu koruyorum, onu yenileyeceğim, müttefikleri var, bekleyeceğim, müttefiklerim yardımıma gelecektir. Sorun ancak böyle konabilir. Fakat askeri mülahazalar başkalarıyla karşılaştırılırsa, bundan lafazanlıktan başka bir şey çıkar. Politika böyle yapılmaz.
Biz mümkün olan her şeyi yaptık. Anlaşmayı imzalayarak, birkaç günlüğüne de olsa Petograd’ı kurtardık (sekreterler ya da stenograflar sakın bunu kaydetmesinler). Anlaşmada birliklerimizi Finlandiya’dan geri çekmek zorunda olduğumuz saptanmıştır, herkesçe bilindiği gibi, işe yaramaz birlikler; fakat Finlandiya’ya silah göndermemiz yasak değil. Eğer Petrograd birkaç gün önce düşmüş olsaydı, panik egemen olurdu ve dışarıya hiçbir şey çıkaramazdık. Ama bu beş gün içinde Finli yoldaşlarımıza yardım ettik. Onlara hangi boyutta yardım ettiğimizi burada söylemek istemiyorum, bunu kendileri biliyorlar.
Finlandiya’ya ihanet ettiğimiz iddiası, çok çocukça bir safsatadır. Almanların önünde tam zamanında geri çekilmekle onlara yardımcı olduk. Petrograd düştü diye Rusya asla batmaz. Buharin yoldaş bunda bin kez haklıdır, fakat insan Buharin gibi manevra yaparsa, iyi bir devrimi mahvedebilir.” (Eserler cilt VII”, Lenin, s.323-324, İnter Yayınları, Haziran 1996, İstanbul)
“Sendikalar, Mevcut Durum ve Troçki Yoldaşın Hataları Üzerine” Başlıklı Yazıdan…
(…)
“Sendikalar sadece tarihsel olarak gerekli değil, aynı zamanda, proletarya diktatörlüğü koşulları altında proletaryayı neredeyse tamamen kapsayan sanayi proletaryasının tarihsel olarak kaçınılmaz örgütüdür. Bu, meselenin esasıdır ve Troçki yoldaş bunu sürekli unutmaktadır; o, bundan hareket etmemektedir, bunu takdir etmesini bilmemektedir. Ortaya attığı “Sendikaların Rolü ve Görevleri” konusu son derece geniş bir konudur.”
(…)
“Bir krizden söz edilmek isteniyorsa, bu anca politik durumun tahlilinden sonra yapılabilir. ”İdeolojik karmaşa” aslında Troçki’de vardır, çünkü o kapitalizmden komünizme geçiş bakış açısından sendikaların rolü temel sorununda, burada basit bir sistemin olamayacağını, birçok çarklıdan oluşan karmaşık bir sistemin söz konusu olduğunu, çünkü proletarya diktatörlüğünün bütün olarak örgütlenmiş proletarya tarafından gerçekleştirilemeyeceğini dikkate almamış, gözden kaçırmıştır. Diktatörlük, öncüden ileri sınıfın kitlesine ve ondan emekçiler kitlesine bazı “transmisyonlar” olmadan gerçekleşemez. Rusya’da bu kitle bir köylü kitlesidir, başka ülkelerde böyle bir kitle yoktur, ama en gelişmiş ülkelerde bile proleter olmayan ya da saf proleter olmayan bir kitle vardır. Burada bile gerçekte bir ideolojik karışıklık çıkmaktadır. Ne var ki Troçki tamamen haksız bir şekilde başkalarını bununla suçluyor.
Üretimde sendikaların rolü sorununu aldığımda Troçki’de şu temel yanlışı görüyorum ki, o tüm zaman boyunca “prensip”ten söz ediyor, hep “genel ilke”den söz ediyor. Bütün tezlerinde meseleleri “genel ilke” açısından ele alıyor. Sorunun konuluşu ta baştan temelli yanlış. IX. Parti Kongresi’nin sendikaların üretimdeki rolü üzerinde yeterince, hatta yeterinden fazla söz ettiğinden bahsetmek istemiyorum. Bizzat Troçki’nin kendi tezlerinde, Almanların dediği gibi Troçki’nin “şamar oğlanı” rolünü oynayan, ya da polemik sanatını icra ettiği obje ola Losovski ve Tomski’nin son derece açık ifadelerini alıntıladığından da söz etmek istemiyorum. İkesel görüş ayrılıkları yok, bunun için bizzat Troçki’nin alıntıladığı şeyleri yazmış olan Tomski ve Losovski’yi arayıp bulmak yanlıştır. Ne kadar gayretle aranırsa aransın, ilkesel görüş ayrılıkları alanında burada ciddi bir şey bulunamayacaktır. Aslında en büyük hata, ilkesel hata, Troçki yoldaşın şimdi sorunu “ilke” düzeyinde koyarak partiyi ve Sovyet iktidarını geriye savurmasıdır. Tanrıya şükrolsun ki ilkelerden, pratik, nesnel çalışmaya geçmiş bulunuyoruz. Smolni’de ilkeler üzerine gevezelik ettik, hem de kesinlikle gereğinden fazla. Bugün, üç yıl sonra, üretim sorununun bütün hususlarında, bu sorunun tam bir dizi bileşenine ilişkin, imzalanmış ve sonra bizzat bizim tarafımızdan unutulmuş, bizzat bizim tarafımızdan uygulanmayan kararnameler mevcuttur – bu kararnamelerin durumu o kadar acıklıdır. Sonra da ilkeler üzerine mırın kırın ediliyor ve ilkesel görüş ayrılıkları keşfediliyor. Üretimde sendikaların rolü sorunuyla ilgili, herkesçe, pişmanlıkla itiraf etmek zorundayım ki benim tarafımdan da unutulmuş bir kararnameden söz edeceğim.
(…)
Troçki yoldaş, bana göre, proletarya diktatörlüğü sorununun özüyle bağıntılı olan bir dizi hataya düşmüştür. Fakat bunu bir yana bırakırsak, ortaya şu soru çıkıyor: Çok gereksinim duyduğumuz tek adammışçasına işbirliği bizde gerçekten’ neden mümkün olmuyor? Kitleye nasıl yaklaşılacağı, kitlenin nasıl kazanılacağı, kitleyle nasıl bağ kurulacağının yöntemleri üzerine görüş ayrılıkları yüzünden mümkün olmuyor. Meselenin püf noktası budur. Ve kapitalizm koşulları altında kurulan, kapitalizmden komünizme geçişte kaçınılmaz olan, uzak gelecekte tartışmaya açık kuruluşlar olarak sendikaların özelliği tam da buradadır. (…)
Gerçek görüş ayrılığı, yineliyorum, kesinlikle Troçki yoldaşın onu gördüğü yerde değil, bilakis kitlelerin nasıl kazanılacağı, kitlelere nasıl yaklaşılacağı, onlarla nasıl birleşileceği sorununda yatmaktadır. (…)
Fakat böyle gayr ciddi şeylerle uğraşan Troçki yoldaş hemen bir hataya düşüyor. Ona göre, işçi sınıfının maddi ve manevi çıkarlarını savunmak işçi devletinde sendikaların görevi değildir. Bu bir hatadır. Troçki yoldaş “işçi devleti”nden söz ediyor. İzninizle bu bir soyutlamadır. 1917’de işçi devleti diye yazmamız anlaşılır bir şeydi; fakat bugün birisi gelip bize “burjuvazinin olmadığı, devletin işçi devleti olduğu bir ortamda işçi sınıfını niçin, kime karşı savunmak gerekiyor’ derse eğer, apaçık bir hataya düşmüş olur. O tam bir işçi devleti değildir, mesele de bu ya zaten. Troçki yoldaşın temel hatalarından biri buradadır. Şimdi genel ilkelerden amaca uygun müzakereye ve kararnamelere geçtik, fakat pratik ve amaca uygun olana girişmekten alıkonulmak isteniyoruz. Bu olmaz. Gerçekte bir işçi devleti değil, bir işçi-köylü devletimiz var.
(…)
Sonuç: Troçki ve Buharin ‘in tezleri bir dizi teorik hata, bir dizi ilkesel yanlışlık içeriyor. Siyasi olarak, meseleye tüm yaklaşım tarzı tam bir densizliktir. Troçki yoldaşın “tez?”leri politik olarak zararlıdır. Onun politikası son tahlilde sendikaları bürokratikçe hırpalama politikasıdır. Ve Parti Kongremizin bu politikayı mahkûm ve reddedeceğinden eminim. (“Seçme Eserler, cilt IX, s.28-51, İnter Yayınları, Mayıs 1997, İstanbul)
“Troçki yoldaşın işlediği ve Buharin yoldaşın derinleştirip büyüttüğü politik hatalar, partimizi ekonomik görevlerden, “üretim ” çalışmasından saptırıyor, ne yazık ki bizi bu hataları düzeltmek için zaman kaybetmeye, (proletarya diktatörlüğünün çökmesine götüren) sendikalist sapmayla boğuşmaya, sendika hareketinin yanlış tarzda (Sovyet iktidarının yıkılmasına yol açacak tarzda) ele alınmasına karşı boğuşmaya, ayni ödülleri kimin daha iyi ve daha başarılı dağıttığı, kimin mahkemeleri daha iyi ve başarılı örgütlediği ve 2-6 Kasım tarihleri arasında toplanan V. Tüm -Rusya Sendikalar Konferansı’nın kabul ettiği Rudzutak’ın tezleri temelinde birleşmeyi kimin daha iyi ve başarılı gerçekleştirdiği (Saratovlu değirmen işçileri mi, Don Havzası maden işçileri mi, Petrogradlı metal işçiler mi vs.) üzerine amaca uygun pratik “ekonomik” tartışmalar yerine genel “tez”ler üzerine boğuşmaya zorluyor.” (Age., s.82)