25 Ocak 2015 tarihi, “Arap Baharı”nın Tunus’ta başlayan rüzgarının Mısır’da tetiklediği ve Mübarek’i iktidardan uzaklaştırdığı halk hareketinin dördüncü yıldönümüydü.
Aradan geçen bu dört yıllık süreç ve deney, bir kez daha, halk isyanının, doğru, komünist bir önderliğe sahip olmadığı ve isyan hareketinin devrim mücadelesinde doğru bir siyasetle yönetilmediği bir durumda, devrimin yarı yolda kalacağını, devrim içinde karşı devrimin daha da saldırganlaşacağını gösterdi.
Durumu özetlersek karşımıza çıkan tablo şöyledir: Halk isyanının Mübarek’i tahtından alaşağı etmesi ile ordunun önderliğinde “kontrollü geçiş” süreci gündeme geldi. Aniden ve kendiliğinden patlayan halk hareketinin, kitlelerin mücadelesinin Mübarek’i koltuğundan etmesiyle sınırlı kalmaması ihtimali büyüktü. Bu ihtimale karşı egemenler –somutta ordu- durumu asgari kayıpla kurtarmak için Mübarek’i gözden çıkardı. Aynı zamanda halkın tepkilerini dindirmek için de, halkın taleplerinin yerine getirileceği, bunun için de bir “geçiş süreci”ne gereksinim olduğu anlatıldı. Mübarek emekli edildi ve Yüksek Askeri Konsey iktidara el koydu.
Sözkonusu edilen “ordu kontrollü geçiş süreci”nin sürüncemede kalması, uzaması, kitlelerde Ordu’ya karşı tepkilerin çoğalmasını beraberinde getirdi. Dönemin Genelkurmay Başkanı ve Yüksek Askeri Konseyi’nin Başkanı Tantavi, halk tarafından “üniformalı Mübarek” olarak adlandırıldı ve “Tantavi’ye ölüm” sloganları atılmaya başlandı.
“Geçiş süreci”nin uzatılmasının halkın tepkilerini dindirmediği görüldüğü yerde Parlamento ve Başkanlık seçimleri gerçekleştirildi. Seçimlerin galibi, Mübarek’in iktidardan düşürülmesine kadar yasaklı olan ve devrimle legalleşen Müslüman Kardeşler (İhvan) oldu. Başkanlık seçimini kazanan Mursi, 30 Haziran 2012 tarihinde görevine başladı ve görünüşte Ordu geri plana çekildi. “Geçiş süreci”nin tamamlanması için geriye Anayasa’nın hazırlanması ve referanduma sunulması kalmıştı. Araya Anayasa Mahkemesi giriverdi! Parlamento seçimlerinin, seçim yasasına uygun yapılmadığı gerekçesiyle Parlamentonun “alt kamarası” feshedildi. O günden beri Mısır’da işleyen bir parlamento yok. Ordu görünürde geri plana çekilse de, kitlelerin mücadelesine karşı aralarında sınırlı oranda uzlaşsalar da, iktidar dalaşı esasında İhvan ile Ordu arasında yürüyordu. Bunlar arasındaki uzlaşma esas olarak Anayasa taslağının oluşturulması ve referanduma sunulması sürecinde son buldu. 2013 yılı başlarına gelindiğinde Anayasa referandumundan iki ay sonra parlamento seçimlerinin yapılması ve böylece “geçiş süreci”nin sonlandırılması gerekiyordu, olmadı!
Mursi önderliğinde İhvan’cıların hükümet olmaktan iktidar olmaya yönelik adımlarında “aceleci” davranması ve Ordu’nun ekonomide ve siyasetteki gücünü yanlış değerlendirmesi; buna karşı eski devlet bürokrasisinin Mursi yönetiminin altını oymaya yönelik yaklaşımı, iktidar dalaşındaki çelişkileri kızıştırdı. Bu ortamda Nisan-Haziran ayları arasında yapılması planlanan parlamento seçimleri, Mübarek döneminin yargıçları tarafından engellendi ve 2013’ün Sonbaharı’na ertelendi. Anayasa’ya karşı muhalefet eden kesimler –hem İhvan karşıtı olan laiklik yanlısı kesimler, hem de bu kesimleri kendi planları için kullanan eski rejim yanlıları-, özellikle kendisine “Temmerüd” (İsyan Hareketi) adını veren muhalefet, Mursi’nin istifası için imza kampanyası başlattı. Sonuçta 3 Haziran 2013 tarihinde, o dönemde Genelkurmay Başkanı olan Abdülfettah el Sisi önderliğinde Ordu, darbe ile Mursi’yi ve İhvan’ı yönetimden uzaklaştırdı.
“Ne Ordu, ne Mursi” diyen çok küçük bir sol azınlık dışındaki muhalif güçlerin hepsi darbeyi destekledi. İhvan’dan çok daha keskin ve açık şeriatçı Selefiler bile darbeyi destekleyerek Ordu ile ortak hareket etti. Geçici Başkan olarak atanan Mansur’un açıklamasına göre “demokrasiye geçiş için yol haritası” dokuz ay içinde uygulanacaktı!
“Yol haritası”, eğer parlamento seçimleri planlandığı gibi –yeniden ertelenmezse- 22 Mart-7 Mayıs tarihleri arasında gerçekleşirse, yaklaşık iki sene sonra uygulanmış olacak.
Darbe ile birlikte burjuva demokrasisi yönünde atılmış kimi adımlar da ortadan kaldırıldı ve faşizm yeniden, yönetim biçimi oldu. Mübarek döneminin gerçek iktidar sahipleri yeniden ipleri ellerine aldılar ve Mübarek döneminin faşizmini bile aratan şiddette baskı, sömürü ve yok etme mekanizmasını devreye soktular. 26-27 Mayıs 2014 tarihlerinde yapılan başkanlık seçimleriyle Sisi, Başkanlık koltuğuna oturarak iktidarını perçinledi.
İnsan hakları sözkonusu edildiğinde akla gelen, düşünce, basın, örgütlenme, protesto, grev vb. tüm hak ve özgürlüklerin faşizmin postalları altında ezildiği; her tür muhalefetin yasak olduğu; yasaklara rağmen protestolara katılanların tutuklandığı ve yer yer öldürüldüğü, sistemli biçimde işkencelere, cinsel taciz ve tecavüze maruz bırakıldığı, yıllarca hapis cezalarından ömürboyu hapse ve idam cezalarına mahkum edildiği; darbeden sonra yüzlerce insanın katledildiği ve onbinlercesinin zindanlara tıkıldığı bir durum, dördüncü yılında “Arap Baharı”nın Mısır’daki görüntüsüdür. Kısacası, Mısır’da faşizm hüküm sürüyor!
KİMİ GELİŞMELER…
Mısır’daki gelişmeler hakkında son olarak, 170. sayımızda 27 Haziran 2014 tarihinde tavır takındık. Bu yazımızda 2014 Temmuz’undan itibaren yaşanan kimi gelişmelere değineceğiz.
BM’ye bağlı İnsan Hakları Örgütü (HRW), 14 Ağustos 2014 tarihinde Adeviye ve Nahda meydanlarında yaşanan katliamın yıldönümü öncesinde hazırladığı 188 sayfalık araştırma raporunu, 12 Ağustos 2015 tarihinde yayınladı. Sözkonusu raporu Kaire’de, yapılacak basın toplantısıyla resmen açıklamak için Mısır’a giden HRW temsilcileri, “güvenlik gerekçesi” nedeniyle ülkeye sokulmadılar. Medyaya yansıdığı kadarıyla sözkonusu rapora göre, katliam, devletin tepesindeki yetkililerin –Sisi başta olmak üzere yüksek kattaki siyasetçiler ve generallerin- planı ve emriyle gerçekleşmiştir. Buna uygun olarak da raporun adı: “Herşey plana göre –Mısır’da Rabaa Katliamı ve protestocuların kitlesel olarak öldürülmesi”dir. Raporda en az 817 insanın katledildiği, ama gerçek sayının 1000’den fazla olabileceği de tespit edilmektedir. Kaire’de basın toplantısı yapılamadı ama rapor 12 Ağustos’ta yayınlandı. Katliamda ölen polis sayısı Mısır rejimince 114 olarak tespit edilirken, rapora göre ise 8 polis ölmüştür. Mısır egemenleri kendilerinin sahtekarlıklarının dile getirilmesine sansür uygulamaya çalışsa da, kimi gerçeklerin üzerini örtmeyi başaramadı.
“Arap Baharı”nın etkisini gösterdiği kimi ülkelerde, islamcı, şeriatçı faşist güçler giderek güçlendi. Irak ve Suriye’de “İslam Devleti”nin (İD) güçlenmesine bağlı olarak Cezayir, Libya gibi ülkelerdeki şeriatçı kimi güçler gibi, Mısır’daki “Ensar Beytül Makdis” adlı örgüt de 2014 Kasım ayı başlarında “İslam Devleti” ve şefi Bağdadi’ye sadakat ve itaat yemini ederek kendilerinin İD parçası olduğunu ilan ettiler. Bu arada isimlerini de “Sinai Devleti” olarak değiştirdiler. Bu örgüt özellikle Mursi’nin devrilmesinden sonraki süreçte Sinai Yarımadası’nda devletin kolluk güçlerine yönelik saldırılarda bulundu, bulunuyor. Eylem alanlarının esas merkezi Sinai olsa da, Kaire başta olmak üzere kimi diğer şehirlerde de, özellikle bomba patlatma eylemleri yapmaktadırlar. Gelişmeleri ele aldığımız son sekiz aylık dönemde yaptıkları eylemlerle onlarca asker ve polis öldürdüler. Darbe sonrası dönemde en çok askerin (31 kişi) öldürüldüğü saldırı 24 Ekim’de yaşandı.
Bu olayın ertesinde hükümet Sinai’nin sözkonusu bölgesinde sıkıyönetim ilan etti. Tüm baskılara, saldırılara rağmen devletin kolluk güçleri bölgedeki saldırıları engelleyemiyorlar. Devletin en son başvurduğu “önlemler” arasında Mısır ile Filistin sınırındaki Refah kentinde, kimi yerleşim bölgelerini boşaltmak ve binaları yıkmak var. Ekim ayından beri en az 1165 ailenin sınır bölgesinden sürüldüğü ve yıkılmak istenen bina sayısının 1220 olduğu da verilen bilgiler arasındadır. Bu saldırılar sonucunda sürgün edilen, edileceklerin sayısının 100.000 kadar olduğu bilgisi de medyaya yansıyan haberler arasındadır.
Mısır’ın egemenlerinin Libya’daki İslam Devleti “şubesi” ile de başı dertte! Şubat ayı ortalarında 21 Mısırlı Hristiyanın katledildiğini gösteren video yayınlandıktan sonra Mısır ordusu Libya’da “Ensar el Şeria”ya yönelik hava saldırısında bulundu. Verilen bilgilere göre onlarca “Ensar el Şeria” militanı öldürüldü ve maddi zarar verildi. Sisi BM’den Libya’ya müdahale talebinde bulundu.
Devletle muhalif güçlerin karşı karşıya geldiği alanlardan biri de Üniversiteler’dir. Üniversitelerde yeni sömestr dönemi, devletin engellemeleri sonucu iki haftalık gecikmeyle 11 Ekim 2015 tarihinde başladı. Saldırılar ve tutuklamalar saha sömestr başlamadan gündemdeydi. Düzinelerce öğrenci önderi tutuklandı. Okul alanları yüksek çitlerle sarılmış, gözetim kameraları ve tüm giriş kapılarına metal dedektörler yerleştirilmiş, okullar tam bir askeri garnizona çevrilmişti.
Öğrenciler, daha ilk günden itibaren bu saldırılara karşı çıkıp dedektörleri kırıp bekçileri kovaladılar. Kısa sürede 14 Üniversite’de onlarca protesto, miting ve kolluk güçleriyle çatışmalar yaşandı. Sözkonusu eylemler “Darbeye Karşı Öğrenciler” (SAC) adlı örgüt tarafından düzenlendi. Bunların İhvan yanlısı olduğu, fakat laik ve demokrat gençler tarafından da desteklendiği bilgisi verilmektedir. Kaç öğrencinin tutuklandığı net olarak belli değil. Son dönemde tutuklananların sayısı 160’dan fazla. Darbe sonrasında binlercesinin tutuklandığı, hala hapiste olanların sayısının ise 900 kadar olduğu, “Konuşma ve Düşünce Özgürlüğü Derneği” (AFTE) tarafından açıklandı.
Sisi’nin üniversitelerdeki mücadeleye yanıtı ise, kararname yayınlayarak Üniversite Başkanları ve Dekanları’nı atama yetkisini eline almak ve tüm “siyasi öğrenci dernekleri”ni yasaklamak oldu. Sisi’nin kararnameyle kamu kurum ve binalarını askeri alan ilan etmesi ve sözkonusu alanlara zarar verenlerin askeri mahkemelerde yargılanmasına kapıyı aralaması da bir başka saldırıydı. Yüksekokul Bakanı El Said Abdulhalik ise, herhangi bir eylemde yer alan her öğrenciyi, doçenti, profesörü, derhal okuldan atacağını ilan etti!
Basın alanında ise, devlete, devlet yetkililerine yönelik her eleştirinin sansürle, baskı ve cezalarla yok edilmek istendiği ve büyük oranda da başarılı olunduğu bir durum sözkonusudur. Eleştiri yöneltenler -isterse solcu ve laik olsun- İhvan yanlısı olmaktan, “terörizmi desteklemekten” hapis cezalarını göze alanlar; sistemle uzlaşmaktansa tüm bedellerine rağmen demokratik hakları savunmayı kendilerine görev bilenlerdir. Ne yazık ki böylelerinin sayısı çok azdır.
17 günlük gazetenin Şef/ Baş-Redaktörleri Ekim ayı sonunda, hemen geçerli olmak üzere, kamuya açık olarak devlete ve devlet kurumlarına yönelik her tür eleştiriden kaçınacakları konusunda kendilerini yükümlü kıldıklarını ilan etti. Böylece “Ordunun, Polisin ve Yargının muamelelerine olumsuz bir görüntü vereceği” durumlardan sakınılmış olacakmış mış… Okurlarına karşı bu kendi kendilerine sansür tavırını açıklamaları ise “Teröre karşı savaş” durumu biçimindedir.
2014 yılı Temmuz ayından beri önceden verilen idam kararlarına ek olarak verilen idam cezalarının sayısı 200’den fazladır. Protesto eylemlerinde öldürülenlerin sayısı belli değil ama medyaya yansıyan bilgilere bakıldığında onlarca insanın katledildiği tespit edilebilir. Ömür boyu hapse mahkum edilenlerin sayısı yüzlercedir. Değişik oranda hapis cezalarına çarptırılanlar ise binlercedir.
Hapis cezalarına çarptırılanlar genelde muhalefet eden her kesimden insanlardır. Öncelikle İhvan yanlıları, “Ne Ordu, ne Mursi” diyerek doğru tavır takınanlar ve evet, darbeyi destekleyenler de giderek hedefe konmuşlardır. Hapis cezalarına çarptırılanlar arasında reşit yaşta olmayan çocuklar/ gençler de var. Mübarek rejimine karşı mücadelede önemli rol oynayan “6 Nisan Hareketi” de rejimin hedefleri arasındadır. Şubat ayı başlarında, Mübarek rejimine karşı protesto ettikleri nedeniyle “6 Nisan Hareketi”nden 230 kişi müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Hareketin önderlerinden Ahmed Duma’ya ayrıca devlet binalarına zarar verdiği gerekçesiyle altı (6) milyon TL kadar da para cezası verildi. Aynı davada 39 reşit yaşta olmayan kişiye de onar yıllık hapis cezası verildi.
Muhalefete cezalar yağdırılırken Mübarek döneminin “tutuklanan” ve hakkında dava açılan kimi halk düşmanları temize çıkarılıyor! Detayları bir kenara bırakırsak bu konuda durum kısaca şöyledir. Mübarek, iki oğlu Cemal ve Ala, eski İçişleri Bakanı Habib el Adli ve altı yüksek rütbeli polis komutanları, özellikle 25 Ocak 2011 tarihinde başlayan protestolar döneminde 800’den fazla insanın katledilmesinden sorumlu olmaktan, devletin parasını yemekten, kanundışı olarak mal-mülk edinmekten vb. vb. yargılanıyorlardı! Mayıs ayında Mübarek devletin parasını yemekten 3, iki oğlu 4 sene hapis cezası almıştı. Mübarek ve Adli hakkında daha önce müebbet hapis cezası verilmiş, temyiz kararı ile dava yeniden başlamıştı. 29 Kasım 2014 tarihinde Ceza Mahkemesi davayı bitirdi ve hepsini de “suçsuz” ilan etti. 2015 Ocak ayı başlarında ise Mübarek hakkında verilmiş olan üç senelik mahkumiyet iptal edildi. Böylece Mübarek ve diğer yargılananlar temize çıkarıldı. Sözkonusu davaların yeniden temyiz edilmesi ve tekrar başlatılması teorik olarak mümkün. Ama davalar yeniden ele alınsa da sonucun özde değişeceğine inanmak için biraz saf olmak gerekiyor! Rejimin kendi adamlarını, özellikle de kitle hareketinin neredeyse sıfıra indirildiği bir durumda, “kurban” etmeyeceği açıktır.
Uluslararası ilişkiler alanındaki durum hakkında kaydedilmesi gereken esas gelişme, Mısır’ın Rusya ile ilişkilerini geliştirmesidir. ABD ve Avrupa Birliği’nin emperyalist güçleriyle ilişkiler darbe öncesindeki kadar iyi olmasa da “normalleşmiş” durumda. Yer yer kimi devletlerin yetkililerinin Mısır yönetimini “demokratik” olmaya çağırmaları dışında önemli bir tepki yok. Bu temelde genel olarak tespit edilirse, Mısır ile ABD ve AB’nin emperyalist devletleriyle ilişkileri –kimi istisnalar dışında- durgun bir dönemi yaşıyor. Rusya ile ilişki ise gelişmektedir.
9-10 Şubat 2015 tarihlerinde Rusya Başkanı Putin Mısır’ı ziyaret etti. Sözkonusu ziyaret öncesinde Kaire’nin cadde ve sokakları Putin resimleriyle donatıldı, Mısır medyasında Putin’e övgüler yağdırıldı… Putin, Sisi’ye hediye olarak bir Kalaşnikov götürdü. Putin’in açıklamasına göre Rusya’nın Mısır ile ticaret hacmi 2014 yılında, 2013 yılına göre %80 artmış ve 4,5 Milyar ABD Dolar’ına yükselmişti. Sisi ve Putin arasındaki görüşmelerde, başta silah ticareti olmak üzere birçok konuda anlaşma imzalandı. Rusya, Mısır’dan gıda ithali oranını yükseltmek isterken, Mısır Rusya’dan askeri, savaş araçları –savaş uçakları, helikopterler ve roketler vb. vb.-, Gaz ve Buğday satın almak ve bir de atom santrali inşa ettirmek istiyor. Somut anlaşmaların neyi içerdiği belli değil ama bu konularda anlaştıklarını, anlaşmaları imzaladıklarını kamuoyuna açıkladılar. Böylece 2008 yılında atom enerjisini barışçıl kullanma ortaklığı da, Atom Santrali kurmaya kadar ilerletilmiş oldu. Mısır’ın egemenleri, özellikle Mursi’ye karşı darbe sonrası dönemdeki gelişmelere bakıldığında, sadece “Batı”ya yönelme siyasetini değiştirmişlerdir.
Mısır’da faşizmin hüküm sürdüğü ortamda, kitlelerin mücadelesi kitleselliğini kaybetmiş durumda. Fakat tüm baskılara, zulme karşın, mücadeleler sürüyor! Protesto eylemlerine son dönemlerde en yüksek katılımın 4-5000 kadar olduğu, çoğu sefer katılımın yüzlerle ifade edildiği, eylemler varlığını sürdürüyor. Her eyleme katılımın hapisle, işkenceyle sonuçlanacağının bilindiği yerde, onlarca, ya da yüzlerce insanın protestolara katılması, faşizmin mezar sessizliğini sağlayamadığını; kitlelerin artık 2011 öncesinden farklı bir bilince sahip olduğunu göstermektedir. “Arap Baharı”nın dördüncü yıldönümünde de protestolar yaşandı. Faşist rejim burada da gerçek yüzünü gösterdi: 25 kişinin katledildiği, 100 civarında insanın yaralandığı ve ülke çapında resmi açıklamaya göre 516 kişinin tutuklandığı bir durum yaşandı.
Evet, barbar rejimin tüm cinayetlerine, baskılarına rağmen, mücadele sürüyor! Kısa vadede yeni bir “Bahar” beklemek hayal olur ama geldiğinde, bir dahaki “Bahar” herhalükarda başka olacaktır!
25.02.2015