AKP-MHP iktidarının 2018 yılından beri gündeme getirdiği ve kadın hareketini ‘alarm’a geçirdiği bir nafaka tartışması sürüyor. Söz konusu olan boşanma durumunda, boşanan taraflardan birinin talep etmesi ve dava açması ertesinde bağlanabilecek olan “yoksulluk nafakası”dır.
Andaki durumda ekonomik olarak güçlü olan cins, ezici çoğunlukla erkek olduğu için, boşanma durumunda “yoksulluk nafakası” ödemek zorunda kalanlar da çoğunlukla erkekler olma durumundadırlar.
Konu nasıl ve ne zaman gündeme geldi?
Yargıtay 2. Hukuk Dairesi Başkanı Ömer Uğur Gençcan Kırıkkale ile Kırşehir Baroları tarafından Kırıkkale’de yapılan ‘Aile Hukukunda Hukuk Mahkemeleri Kanunu Uygulamaları-İstinaf” konulu bir seminer düzenlemiş ve bu seminer öncesinde yoksulluk nafakasının mevcut hukuk sisteminde süresiz olarak verildiğini ve bunun yoğun eleştiri aldığını, bu nedenle Adalet Bakanlığı ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın ortak bir çalışma içinde olduğu açıklamasını yapmıştı. Söz konusu açıklamada şunlar da söyleniyordu:
“Bu gündem gereğince de yoksulluk nafakasına ilişkin sınırlandırma yapılması öngörülüyor. Bu sınırlandırmanın belirli ölçülere göre yapılması düşünülüyor. Evlilik süresi, kusur durumu ve yaş durumu olabilir. Bu tercih artık tamamen siyasi iktidarın tekelinde olan bir konu. Sonuç olarak bu sıkıntılı konuya bir çözüm getirilecek.”
(21 Nisan 2018www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/962069/Yargitay_2._Hukuk_Dairesi_Baskani_Omer_Ugur_Genccan__Nafaka_konusuna_bir_cozum_getirilecek.html#, )
AKP-MHP iktidarının “yoksulluk nafakası” bağlamında bir değişikliğe gitme çabası içinde olduğu haberi duyulunca, muhalefet ve kadın örgütleri bunu sosyal medya üzerinden “nafaka kaldırılıyor!” şeklinde kamuoyuna duyurdu ve karşı harekete geçti.
Bu arada MHP “yoksulluk nafakası”nın en fazla 5 yıl ile sınırlandırılmasını öngören bir yasa teklifini hazırlamıştı bile. Diğer taraftan, iktidar partileri olarak Adalet Bakanı ve Aile Bakanlığının ortak bir teklifinin TBMM’ye sunulacak öncelikli ele alınacak yasa teklifi olduğu açıklanıyordu.(ekonomi.haber7.com/ekonomi/haber/2857327-mhpnin-nafaka-5-yilla-sinirlansin-teklifi-hazir)
Gerçekte, 1980’lerin ikinci yarısı ve özellikle1990’lı yıllarda, AB’ne uyum yasalarının tartışılmasının gündemde olduğu bir ortamda, öncelikle gelişen kadın hareketinin de zorlamasıyla cins eşitsizliği üzerinde yükselen bir dizi yasa değiştirilmişti. Kadın Hareketi, Avrupa Birliği “uyum yasaları” çerçevesinde gündeme gelen Yeni Medeni Yasa çalışmasına aktif olarak müdahale etmiş ve 1926’dan beri yürürlükte olan eski medeni yasanın köhnemiş bir dizi maddesinin kaldırılmasını sağlamıştı: Bunların en başında, “ailenin reisi erkektir” belirlemesinin kaldırılması, evlilik yaşının yükseltilmesi, boşanmanın kolaylaştırılması, “zina” maddesinin kaldırılması, “mal ortaklığı” rejiminin eklenmesi vs. gibi kadınların yaşamlarını çok yakından etkileyen önemli yasa maddeleri vardı. Erkek egemen Türkiye toplumunda bunların rafa kaldırılmasının hiç de genel kabul görmediği ve buna karşı alttan alta tepki olduğu da açıktı. Nitekim, “boşanmanın zorlaştırılması” ve “zina” maddesinin yeniden eklenmesi vb. gibi tartışmalar zaman zaman gündeme geliyor. Bu bağlamda eskiye dönmek için fırsat kollayanlar hiç de az değil.
Nafaka tartışmasında, özelde kadın hareketinin yoğun eleştirisine maruz kalınca, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi Başkanı Ö. U. Gençcan Şubat 2019’da Karabük Barosu’nun düzenlediği bir toplantıda aşağıdaki açıklamayı yaptı:
“Siz erkeklerin 80 senelik kazanılmış hakkını aldınız elinden. Ben hakimim, ben doğruyu söyleyeceğim. Ben vicdanıma göre karar vereceğim. Bayram değil seyran değil, süresize çevirdiler. Şimdi şefkatle bazı bildirileri yayınlayanlar var; ‘Süresiz olduğu doğru değil’. Sanki biz kandırıyoruz! Süresiz olmadığı hal tabii ki var. ‘Adam ölünce alamıyor.’ Tabii ki alamayacaksın. Rahmetlinin mirasçıları sana mı verecek? Bak gördün mü, süreli işte… ‘Ölünce bitiyor.’ E tabii ki bitecek canım… ‘Yeniden evlenince bitiyor.’ E tabii ki bitecek. Sen elin adamıyla evlen, ben de sana ödemeye devam edeyim… Sen elin adamıyla gayrı meşru yaşa, ben de sana her akşam içki paranı göndereyim… Var mı böyle bir şey? Bunları örnekleyerek ‘Bu sürelidir’ denilir mi ya. Tabii ki bitecek bu haller. Bu hale düşmezse, kocan ölmezse, kötü yola düşmezsen, evlenmezsen ölene kadar alıyorsun. Ben 1988’den bu yana bu nafakanın süresiz olmasını içime sindiremedim. Ben yatmışım biriyle sen de yatmışsın biriyle. Ben sana bir ömür boyu nafaka… Ben tükürdüm sen tükürdün. Bir ömür boyu nafaka. Böyle bir şey mi olur?” (16 Şubat 2019, bkz: www.youtube.com/watch?v=57au9CzcZms)
Yargıtayın bir dairesinin Başkanının bu açıklaması, rüzgarın nerden estiğini ve iktidarda olan zihniyetin mahiyetini ortaya koymaktadır. Bu söylemde çok açık bir biçimde erkek şovenisti bir dille “erkek hakları”nın savunusu yapılmaktadır. Nafaka süresiz mi olur – süreli mi olur, hangisi uygundur tartışmasının bu zihniyetle yürütülmesi en baştan reddedilmek ve teşhir edilmek zorundadır. Bu zihniyet ile yürütülen tartışma mevcut cinsiyet ayrımının sürgitmesini temel almakta ve toplumsal olarak güçsüz durumda olan kadınların haklarının gözetilmeyeceği anlamına gelmektedir.
İşin aslı böyle olunca, buna karşı kadın örgütlerinin derhal eyleme geçmesi ve “nafakama dokunma” şeklinde bir kampanya geliştirmesi temelde haklıdır! Nitekim bunun üzerine 187 kadın örgütü bu zatın tarafsızlığını yitirdiği ve derhal istifa etmesi gerektiği yönünde bir açıklama yaptı.
Medeni Yasa ne diyor?
“Yoksulluk nafakası” hakkı, Medeni Yasa’nın 175 ve 176. maddesinde düzenlenmiş:
“2. Yoksulluk nafakası
Madde 175
Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan malî gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz.
- Tazminat ve nafakanın ödenme biçimi
Madde 176
Maddî tazminat ve yoksulluk nafakasının toptan veya durumun gereklerine göre irat biçiminde ödenmesine karar verilebilir. Manevî tazminatın irat biçiminde ödenmesine karar verilemez. İrat biçiminde ödenmesine karar verilen maddî tazminat veya nafaka, alacaklı tarafın yeniden evlenmesi ya da taraflardan birinin ölümü hâlinde kendiliğinden kalkar; alacaklı tarafın evlenme olmaksızın fiilen evliymiş gibi yaşaması, yoksulluğunun ortadan kalkması ya da haysiyetsiz hayat sürmesi hâlinde mahkeme kararıyla kaldırılır.
Tarafların malî durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hâllerde iradınartırılması veya azaltılmasına karar verilebilir. Hâkim, istem hâlinde, irat biçiminde ödenmesine karar verilen maddî tazminat veya nafakanın gelecek yıllarda tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına göre ne miktarda ödeneceğini karara bağlayabilir.” (TC Medeni Yasa, www.mevzuat.gov.tr MevzuatMetin/1.5.4721.pdf)
Medeni Yasanın bu maddelerini yakından incelediğimizde, Yargıtay 2. Hukuk Daire Başkanının söyleminde işine geldiği gibi bir çarpıtma olduğunu görüyoruz.
Yasa ne diyor:
– Boşanma durumunda yoksulluğa düşen taraf diğerinden süresiz olarak nafaka isteme hakkına sahip. Bu hak otomatikman gündeme gelmiyor. “Yoksulluk nafakası” için ayrıca dava açılması gerek.
– Cinsiyet kısıtlaması yok. Yani, yoksulluğa düşen taraf erkek olursa, onun da yoksulluk nafakası talep etme hakkı var. Daha çok kadına bağlanmasının nedeni toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yarattığı kadın yoksulluğu.
– “Süresiz” denilen nafaka, 176. maddeye göre belirli şartlara bağlıdır: Kadının “yoksulluk durumu” değiştiğinde, “örneğin herhangi bir gelir bağlandığında, miras kaldığında, kadın kayıtlı ya da kayıtsız çalışmaya başladığında, medeni nikahlı ya da fiilen başka biriyle yaşamaya başladığında ya otomatik olarak kendiliğinden ya da mahkeme kararıyla kaldırılır.
Ayrıca, erkeğin işsiz kalması, iflas etmesi ve benzeri durumlarda kadına bağlanan nafaka indirilebilir ya da kaldırılabilir.” (Kadın örgütlerinin Açıklamasından)
Görüldüğü üzere Yargıtay 2. Hukuk Daire Başkanının anlatmaya çalıştığı gibi, öyle “şartsız koşulsuz” ölünceye dek “yoksulluk nafakası” ödemesi söz konusu değildir.
– 176. maddede bir de “haysiyetsiz hayat sürmesi hâlinde mahkeme kararıyla kaldırılır.” ibaresi vardır ki, bu yaşadığımız koşullarda başlı başına bir sorun oluşturmaktadır: Nedir “haysiyetsiz yaşamın” içeriği? Boşanmış kadının bir sevgilisinin olması mı? Çay bahçesinde bir erkekle buluşması mı? Birden fazla erkek ile cinsellik yaşamış olması mı? Şort giymesi mi?
Bu madde, boşanan erkeğin nafaka ödemekten kurtulmak için, ayrıldığı kadının özel hayatını izlemesi vb. gibi ölçüsüzlüklere, iftira ve saldırılara açık kapı tutmaktadır. Kadınların davranışlarının ve cinselliğinin bütün toplum ve devlet tarafından kontrol edilmesi üzerinde yükselen mutlak erkek egemenliğinin var olduğu toplumsal koşullarımızda bu madde kadına yönelik saldırılara davet çıkarmaktadır.
Yasanın söylediği bu. Diğer taraftan toplumsal pratiğe bakılacak olunursa, durum çok daha vahim. Bir dizi gelişmiş ülkede olduğu gibi bizim ülkelerimizde de kadınlar yasalarda var olan haklarını kullanamamaktadırlar bile. Yoksulluk nafakası bağlansa bile kadınların bunu alması çok zordur. Birçok durumda erkekler vermemek için – mal varlığını elden çıkarma, kendini sigortasız gösterme vs. gibi– bir sürü dalavereye başvurmaktadır. Hatta, bırakalım kadına ödemek zorunda bırakıldıkları “yoksulluk nafakasın”ı, boşanma ertesinde çocukları için dahi nafaka ödememektedirler (ya gerçekten ödeyecek durumda olmadıklarından, ya da ödememek için ellerinden geleni yaptıklarından!)
Neredeyse her gün bir kadının katledildiği, kadınların çok büyük bölümünün şiddet gördüğü (kadın örgütleri yüzde 97’den bahsediyor, ki psikolojik şiddet dikkate alındığında bu oranın doğruluğundan yola çıkabiliriz) bir toplumda yaşıyoruz. Ve çok iyi biliyoruz ki, çoğu kadın yaşadığı şiddet ortamından bir an önce kurtulmak için, canını kurtarmak için boşanırken nafaka dahi talep etmemektedir.
Kadın örgütlerinin açıklamasına göre: “Birçok davada kadın çalıştığı için, geliri olduğu için, sosyal yardım aldığı için, bunlar geçinmesi için yeterli olmasa bile zaten nafaka alamamaktadır. Bütün bu engeller aşılıp kadına nafaka bağlansa bile, bağlanan nafaka genellikle asgari ücretin altında, 200-300 TL gibi son derece sembolik düzeylerde kalmaktadır.” Bağlanan nafakanın düzenli ödenmediği durumlarda icra edilmesi için harcanması gereken çabalar vb. de işin cabasıdır, bunlar da bıktırıcı ve caydırıcı olmaktadır.
Evet – nafakama dokunma!
Nafaka tartışması, tek tek ülkelerin andaki sosyoekonomik durumuna, ezilen cins olarak kadınların toplumsal durumuna bağlı olarak yürütülmek zorundadır.
Ülkelerimizdeki durum aşikardır. Kadınların büyük çoğunluğu ekonomik olarak erkeğe/aileye bağımlı durumdadır. Toplum, bütün kurumlarıyla erkek egemendir. Erkek egemen aile ve evlilik ilişkileri sürmektedir. Yargıtay 2. Hukuk Daire Başkanının ifadesinden anlaşılacağı üzere yargı erkek egemendir. 600 kişilik mecliste kadın sayısı 102’dir. Meclis erkek egemendir. Eş başkanlık sistemi uygulayan HDP dışta tutulursa, partilerin yönetiminde kadınlar yok denecek kadar azdır. Partiler erkek egemendir. Bütün devlet kurumlarında yöneticilerin kahir çoğunluğu erkektir. Devlet erkeklerin tekelindedir. Kadının toplumsal rolü hala daha esas olarak ‘evlenmek ve çocuk sahibi olmak ‘ ‘çocuklarını büyütmek’ olarak görülmektedir. Erkek, aile, evlilik ilişkilerindeki egemenliğini şiddete başvurarak ayakta tutmaktadır.
Diğer tarafta kadınların ekonomik bağımsızlıklarına bağlı olarak gelişen bir hak ve özgürlük arayışı söz konusudur. Bu, erkek egemenliğini sorgulayan ve kısmen sarsan da bir eğilimdir. Şiddet gören, aldatılan ya da evlilik içinde mutlu olmayan kadınların bir bölümü artık eskisi gibi “bu benim kaderim” deyip boyun eğmiyor. Ayrılmayı ve hatta boşanmayı gündeme getiriyor. Kadının ayrılma isteğini bir dizi erkek kesinlikle kaldıramıyor, birçok durumda öfke ve şiddet ve hatta kadın ve çocukların katledilmesine kadar varan bir canilik gündeme gelebiliyor.
Bu durumda kadınların “yoksulluk nafakası” ötesinde çok yönlü toplumsal desteğe ihtiyacı vardır. Özelde şiddetin gündemde olduğu noktada, kadını birey olarak erkek ile muhatap olmak zorunda bırakan her türden mevzuat değişmek zorundadır. Nafaka almak konusunda zorlanan kadınlar ve çocukları için devlet nafaka fonu kurmalı ve dava açılmasına gerek kalmadan, kadın ayrılık adımını atar atmaz müracaat yoluyla nafaka alabilmelidir. Nafakanın birçok durumda çok düşük olduğu, kadınların çocuklarıyla geçinmesinin mümkün olmadığı durumlarda devlet, çocuklu kadınlara, bakıma muhtaç çocuk sayısına göre maddi destek sağlamalıdır.
Erkeklerin (erkek meclisin) öncelikli gündemi kendi haklarını savunmak – kadın cinayetlerine karşı mücadele değil!
Kadınların erkekler tarafından canice katledilmesi gözle görülür şekilde artarken, hemen her gün yeni bir saldırı ve cinayete tanık olunurken, toplum ve devlet bu gidişata dur deme noktasına bir türlü gelemiyor! Kadın cinayetlerindeki artış nedeniyle kadın örgütleri yıllardan beri meclisi göreve çağırıyor. Bütün partilerin ve meclisin bu konuyu gündeme almalarını ve çözüm üretmelerini talep ediyor. Sonuç? Ses yok! Ne meclisin ne de hakim sınıf partilerinin kadın örgütlerini ve taleplerini dikkate aldıkları yok! Söz konusu olan erkek çıkarları olduğunda ama, gördüğümüz gibi, derhal yasa teklifi hazırlayıp “öncelikli gündem” haline getirebiliyorlar! Bu bir kere daha gösteriyor ki, kadınların bu devletten ve bu meclisten herhangi bir beklentisi, umarı olamaz.
Yoksulluk nafakasının örneğin önerildiği gibi evlilik süresine bağlı olarak sınırlandırılması tartışılabilir şüphesiz. Biz buna temelden karşı da değiliz. Ancak, yukarda açıklamaya çalıştığımız gibi, bunun tamamen erkek çıkarları gözetilerek gündeme getirilmesine ve kadınların aşağılanmasına kökten karşıyız. Bugün, öncelikle toplumsal olarak güçsüz durumda olan kadınların ve çocukların korunması gündemde durmak zorundadır. Bunun olmadığı yerde, kadınların kazanılmış hakları sonuna kadar savunması anlaşılırdır, gereklidir.
Bir örnek vermek gerekirse: 55 yaşına gelmiş ve 35 yıllık evlilik hayatı boyunca ev kadını olarak kocasına, çocuklarına, kocasının anne babası ve hatta akrabalarına hizmet etmiş bir kadın düşünün. Meslek edinmemiş, sigortalı çalışmamış, mal varlığı yok. 55 yaşında boşanıyor. 35 yıllık evlilik ve hizmetçilik karşılığında elinde hiçbir şey yok ve -diyelim ki kocasının maddi durumu iyi- ancak 5 yıl “yoksulluk nafakası” alıyor. 60 yaşında hiçbir geliri, emekliliği vb. olmadan ortada kalıyor ve devletin sosyal yardımına muhtaç oluyor. Bugünün Türkiye koşullarında bunun hiç de istisnai olmayacağı ve kadınları şimdi olduğundan da fazla mağdur edeceği açıktır. Böyle bir değişiklik yapmadan önce, kadınların evlilik ve aile içi hizmetleri karşılığındaki emeğini gözeten yasalar gereklidir. Ev kadınlarının emeklilik sigortası kapsamına alınması gereklidir. vb.
Belirli durumlarda, örneğin evliliğin çok kısa sürdüğü durumlarda yoksulluk nafakasının sınırlandırılması anlaşılır olabilir. Fakat, önerilen teklif bu yönde değildir. Bu anlamda bu yasa değişikliğine karşı çıkmak haklı ve gereklidir.
Kadın örgütlerinin şu talebi gayet haklıdır:
“Kadın erkek eşitliği sağlanmadan ve kadın yoksulluğu sona ermeden yoksulluk nafakasına dokunulamaz!”
Bu talebin savunulması ne kadar doğru ise, kadın erkek eşitliğinin gerçekten sağlanmasının kapitalist toplumda olmayacağı da o kadar gerçektir. Kapitalist toplumda reformlar için mücadele ederken, bu gerçeğin bilinçte tutulması, hep yeniden ortaya konması, gerçek eşitlik için mücadelenin sosyalizm için mücadele olduğunun bilince çıkartılması belirleyici önemdedir. Feminist, reformcu kadın hareketinden bunu yapmasını bekleyemeyiz. Fakat kendini devrimci, sosyalist, komünist olarak görenlerin bu görevi vardır.
Biz komünistler, kadın-erkek-lgbti-yaşlı-çocuk-engelli-engelsiz tüm bireylerin özgürleşerek bütün ihtiyaçlarının karşılanacağı, baskının ve sömürünün ortadan kaldırıldığı bir refah toplumu için mücadele ediyoruz. Bizim hedeflediğimiz geleceğin toplumunda “yoksulluk nafakası” denilen şeye ihtiyaç kalmayacaktır.
Üretim araçları üzerindeki özel mülkiyete dayalı sömürü sistemlerinde, kapitalist sistemde aile toplumun en küçük ekonomik birimi olma durumundadır. Bu şu demektir: Kadın erkeğe ekonomik olarak bağlıdır. Çocuklar anne babaya ekonomik olarak bağlıdır. Hatta hiç de ender olmayan ölçüde yaşlı anne babalar çocuklarına ekonomik olarak bağlıdır. Özelde ezilenler bir ömür boyu çalışmalarına ve toplumsal zenginliğe katkıda bulunmalarına karşın, yoksulluk sınırında ‘yaşamaya’ mahkumdur.
Bizim hedeflediğimiz toplumda eskinin aile ilişkileri temelden değişecektir.
Fakat bu kadın haklarının kazanılması için mücadelenin “gerçek kurtuluş sosyalizmdedir” diyerek önemsizleştirilmesi, sosyalizme ertelenmesi anlamına gelmiyor.
Bugün de kapitalist toplum içinde cinsiyet eşitsizliklerinin kaldırılması için, erkek egemenliğinin geriletilmesi için kararlı bir mücadele yürütülmek zorundadır.
9 Eylül 2019