Dünyada, emperyalist büyük güçler arasındaki güç dengeleri değişti.
Bozulan ve değişen güç dengeleri, emperyalistler arasındaki çelişmeleri iyice keskinleştirmekte ve yeni bir dünya savaşı tehlikesini büyütmektedir.
Emperyalist büyük güçler henüz askeri olarak birbirlerine karşı açık savaş yürütme durumunda değildir.
Dünyanın çeşitli bölgelerinde anda yürüyen savaşlarda emperyalist güçler bu savaşları henüz bölgesel sınırlar içinde, yerel temsilci savaşları olarak yürütmektedir.
Dünyanın çeşitli bölgelerinde yeniden paylaşım savaşları yürüyor. Bu alanlardan biri de Ortadoğu’dur.
Ortadoğu’da yeniden paylaşım savaşı Suriye’de yoğunlaşmış olsa da, tek savaş alanı Suriye değil. Irak, Filistin, Yemen de sıcak savaş alanlarıdır.
ABD ve onun Ortadoğu’daki ileri karakolu olan İsrail açısından İran açık savaş hedefidir.
Doğu Akdeniz, Kıbrıs’ın deniz sahası ve açık deniz alanları, T.C’nin Libya’daki Serac yönetimi ile yaptığı anlaşma sonucu ilan ettiği egemenlik alanı yakın geleceğin muhtemel savaş alanlarıdır.
Suriye’de başta emperyalist büyük güçler olmak üzere, hemen bütün emperyalist güçlerin ve bir dizi yerel gücün içinde yer aldığı savaş, savaşan esas güçler ele alındığında anda Rusya ile ABD arasında Ortadoğu’nun yeniden paylaşılması için yürüttükleri bir savaştır.
Bu savaşta ve genelde Ortadoğu’daki savaşlarda savaşan iki ana gücün andaki müttefikleri şunlardır:
-ABD/İsrail/Mısır/Suudi Arabistan/Birleşik Arap Emirlikleri/Batılı emperyalist Güçler/PYD/YPG.
-Rusya/İran/Esad rejimi ve dolaylı olarak Çin.
Çin henüz askeri olarak bu savaşa doğrudan müdahil değil. Fakat Ortadoğu’da ekonomik olarak güçlü olarak var ve gelişen bir güç konumunda.
Türkiye bu savaş içinde bu iki cephede de yer almıyor, kendi savaşını yürütüyor. Bu savaşta he riki cephe ile kendi savaş hedeflerine hizmet edecek geçici ittifaklara giriyor.
ORTADOĞU’NUN ÖNEMİ
Ortadoğu, dünyanın en talihli coğrafi alanlarından biridir.
Enerji deposudur. Bugün de dünya enerji ihtiyacının esas karşılayıcısı fosil enerji kaynakları petrol, doğal gaz açısından dünyada ilk sırada geliyor.
Kültür açısından en eski uygarlıkların yaşandığı ve birbiri ile içiçe geçtiği alanlardan biri, tek tanrılı üç büyük dinin çıktığı alandır.
Göç ve geçiş alanıdır.
Fakat Ortadoğu aynı zamanda dünyanın en talihsiz coğrafi alanlarından biridir.
Çünkü bütün büyük emperyalist güçler dünya hegemonyası açısından bu alana sahip olmak zorunda.
Göç ve geçiş alanı olması, siyasi coğrafya açısından çok uluslu/milliyetli devletlerin olması anlamına geliyor. Aslında bir zenginlik olarak kavranması gereken bu durum, Ortadoğu’yu anda etnik çatışmaların merkezlerinden biri haline getiriyor. Emperyalist güçler bu çatışmaları körüklüyor ve kendi hegemonya mücadelelerinde araç olarak kullanıyor.
Ortadoğu’da çözülmemiş iki büyük ulusal sorun var. Filistin ve Kürdistan sorunu.
Filistin ulusal kurtuluş hareketi, Ortadoğu’da Batı emperyalizminin, öncelikle de ABD’nin ileri karakolu olarak işlev gören İsrail devleti için var oluşsal bir tehdit olarak görülüyor. Batılı efendilerinin giderek kabullendiği iki devletli çözüm İsrail tarafından ilkesel olarak red ediliyor. Çözüm yok!
Kürdistan açısından ise, Kürt ulusal kurtuluş hareketi, kendi devletini kurmak talebiyle ortaya çıktığı noktada hem İran, hem Irak, hem Suriye, hem de en başta Türkiye devletleri açısından var oluşsal tehdit olarak kavranıyor. Çözüm yok!
Kapitalizm şartlarında geçici burjuva çözümler mümkündür. Var olan burjuva devletlerin yanında Filistin Arap devletinin ve süreç içinde birleşik bir Kürdistan devletinin kurulması mümkün olabilir. Fakat var olan burjuva devletler buna hazır değil. Ulusal kurtuluş hareketleri kendi güçleriyle bunu başaracak seviyede değil. Tek tek ülkelerde devrimci hareket var olan burjuva devletleri yıkacak güçte değil. Geriye tek şey kalıyor: Emperyalist büyük güçlerin dayatması ile var olan burjuva devletlerin paraçalanması. Bu ise emperyalist devletlerin bugün ki programı değil.
Bunun anlamı şu: En azından önümüzdeki on yıllarda da bugünkü durumda büyük değişiklik olmazsa, ulusal kurtuluş mücadeleleri emperyalistler tarafından, bölgedeki bölgesel güçleri hizaya çekmede kullanılacak.
Bölgede emekçilerin birliğinin önündeki tek engel kuşkusuz çözülmemiş ulusal ve etnik sorunlar değil. Bunun yanında dinsel, mezhepsel ayrılık, çelişme ve çatışmalar da önemli rol oynuyor. Nüfusun çoğunluğu –İsrail dışında- Müslüman olan bölge ülkelerinde mezhepsel Şii, Sünni ayrılığı emekçilerin birliğinin önüne emperyalistlerin ve bölgede egemen devletlerinin de kışkırtması ile engel olarak dikiliyor.
Bu durumda yapılması gereken bu objektif durum ve gerçekliğin bilincinde olarak, ulusal hareketlerin milli baskıya yönelen mücadelelerinin demokratik muhtevasına maksimum desteği vermek, fakat bunu yaparken onlara onlarda olmayan nitelikler vehmemektir. “Dünya devriminin merkezi” vb. Komünistler, devrimciler ezilen ulus burjuvazisinin çeşitli kesimlerinin önderliğinde ulusal hareketlerin kuyruğu haline gelmemelidir. Bugün devrimci hareketin, özellikle komünist hareketlerin güçsüzlüğü ulusal/mezhepsel hareketlerin relatif gücü karşısında bir çok halde olan budur. Biz bunu devrimci hareketinin önemli bölümünün bugünkü PKK‘nin kuyruğuna takılma pratiğinde yaşıyoruz. Ortadoğu’da son dönemde yaşanılan kimi önemli gelişmeler kısaca şöyle:
SURİYE:
Suriye’de faşist Esat rejimi, 26 Mayıs’ta yapılan göstermelik seçimlerle “meşruiyet” tazeledi.
Suriye halkının yarısına yakının, savaş nedeniyle yurtdışına kaçmış olduğu, yalnızca Esat rejiminin Rusya’nın desteği sayesinde egemen olduğu alanlarda yapılan seçimlerin gerçekte demokratik meşruiyet açısından hiç bir değeri yoktur. Fakat görünen odur ki, Rusya ve İran’ın desteğindeki Esat rejimi varlığını sürdürecektir. Batılı emperyalistler gelinen yerde kendilerini Esat’la yaşamaya göre konumlandırmış durumdadır. Türkiye’deki gelişmede bu yöndedir.
Tabii Türkiye’nin Rojava ve Suriye’de işgal ettiği kendi iktidar alanlarını terk etme diye bir niyetleri yoktur. Fakat statükonun belirleyici ölçüde değiştirilmesinin mümkün olmadığının görüldüğü noktada uzlaşmalar mümkündür. Uzlaşmanı temeli örneğin Suriye’de bir Kürdistan devletinin kurulmasının önlenmesi konusundaki çıkar birliği olabilir.
İRAN:
İran, Biden yönetiminin de ambargo siyasetini hem de sertleştirerek sürdürmesi karşısında, Atom santrallerinin denetimi konusundaki anlaşmayı feshettiğini açıkladı. Haziran ortasında yapılan seçimlerde Molla rejiminin katılmasına izin verdiği adaylardan en tutucu ve dincisi olan İbrahim Reisi kazandı. Seçime katılımın %40’larda süründüğü bir ortamda yapılan seçimlerin gerçekte demokratik meşruiyet açısından bir anlamı ve değeri yok. Fakat diğer yandan Molla rejimi, emperyalist batının her baskısına güçlenmek için kullanmayı beceriyor.
İran bağlamındaki en önemli gelişme kuşkusuz Atom programının kontrolsüz olarak yeniden tam kapsamıyla sürdürülmesi kararının alınmış ve uygulamaya konmuş olmasıdır. Bu belli bir süre sonra İran’ın Atom bombası yapabilecek seviyeye geleceği anlamına geliyor.
Eğer siber saldırılarla bu program engellenemezse, İsrail’in İran’a saldırması, Atom santrallerini bombalaması gündeme gelecektir. Bu Ortadoğu’da yeni bir savaş kaynağıdır.
DOĞU AKDENİZ:
Doğu Akdeniz’de keşfedilen hidrokarbon yatakları ve Türk devletinin hak iddialarının arkasına silahlı gücünü koyması, alanı ciddi bir çatışma alanına dönüştürdü. Şimdilik karşılıklı tehditler ve it dalaşları, önümüzdeki dönemde ciddi sınırlı çatışmalara doğru evrilebilir. Burada iki NATO ülkesi Yunanistan ve Türkiye karşı karşıya. Yunanistan somutunda AB ve Türkiye karşı karşıyadır. T.C hak iddiaları konusunda gerektiğinde çatışmaya hazır olduğu sinyallerini vermektedir. NATO’nun kendi içinde bir savaşa evet diyemeyeceği göz önüne alındığında, sorunun uzlaşmalarla çözülmesi büyük ihtimaldir. Tabii Erdoğan’ın NATO ve bütün batılı emperyalistler açısından güvenilmez ve aslında istenmeyen bir yönetici olması, Erdoğan’ın iktidarına seçimle son verilmesi imkanının ortadan kalktığı noktada, sınırlı bir çatışma da gündeme getirilebilir.
Doğu Akdeniz’deki gelişmeler Kıbrıs’ın önemini de arttırıyor. Mayıs sonunda Cenevre’de yapılan Kıbrıs görüşmelerinde Türk devletinin ve onun sömürge valisinin artık iki devletli çözüm konusunda geri adım atmaya hazır olmadığını gösterdi.
Kıbrıs’ta artık kısa ve orta vadede birleşik bir Kıbrıs gündemden kalkmış gibi görünüyor.
Kıbrıs siyasetinde bir değişiklik ancak Türkiye’de bir iktidar değişikliği, batıcı bir politikanın yeniden egemen hale gelmesi ile mümkün olabilir…
LÜBNAN:
Lübnan gelinen yerde “düşmüş devlet” konumunda. Ülkede birden fazla iktidar odağı var.
Şimdilik bir iç savaş yok. Fakat gelişmenin bu yönde olma ihtimali az değil.
MISIR:
Darbeci Sisi rejimi batılı emperyalistlerin “İslami Terörizme karşı mücadele” de Müslüman ülkeler açısından örnek olarak desteklediği cici çocuk konumunda.
Mısır’da seçimle işbaşına gelen Müslüman Kardeşler (İhvan) yönetimine destek veren Erdoğan yönetimi uzun süre –biraz da batının darbelere karşı olacağı yanılgısı ile- Sisi rejimine karşı sert tavır takındı. İlişkiler düşmanca ilişkiler oldu. Gelinen yerde “karşılıklı çıkarlar” temelinde bu siyasetten uzaklaşma yönünde adımlar atılıyor.
Bir bütün olarak T.C Ortadoğu’daki gelişmelerde aktif bir rol oynuyor. Kendi emperyal emellerinin peşinde koşuyor.
Emperyalistleri rahatsız eden bu tavırdır. Kendilerine yeni yetme rakipler yetişmesini istemiyorlar.
Bu yüzden Erdoğan hedefte. Faşist olduğundan, diktatör olduğundan vs. değil. O işin gerekçelendirilmesinde kullanılan malzeme sadece.
Ortadoğu’yu aslında bir barış, huzur bölgesi yapmak tabii ki mümkündür. Ama bu burjuva rejimlerin yıkılması, kapitalizmin yıkılması ile mümkün olur ancak.
Bu nedenle düşman bir bütün olarak kapitalist sistemdir. Emperyalizmdir. Onun geçici olan şu veya bu temsilcisi değil!
8 Temmuz 2021