Paris İklim Anlaşması ve maddeleri, TBMM Genel Kurulunda kabul edilmesinin ardından Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi.
Uluslararası sözleşmelere imza atan Türkiye’nin pratik uygulamasının nasıl olduğunu en son İstanbul Sözleşmesi’nden biliyoruz. Sözleşmelerin altına imza atılır, ama pratikte gereği tam olarak yerine getirilmez!
3-5 yılda bir tekrarlanan BM’ler İklim Konferanslarında ise çok lak lak edilir, atmosfere en fazla sera gazı salınımına neden olanlar çevreci pozlara bürünür, fakat çevreyi gerçek anlamda kurtaracak kararlar almaz, adımlar atmazlar! Gerçekte ise adım da atamazlar! Karar da alamazlar! Çünkü insanı, doğayı değil; merkeze kârı koyan kapitalizmin siyasi temsilcilerinden bu beklenemez!
Atmosferde en fazla sera gazı salınımına neden olan ülke Çin. Çin’i ABD, Avrupa Birliği ülkeleri, Hindistan, Brezilya ve Rusya izliyor.
Atmosfere zehirli gazlara son vermenin yolu, enerji üretiminde fosil kaynakların kullanılmasına son verilmesi, enerji üretiminde tamamen yenilenebilir enerjinin kaynaklarına yönelinmesidir. Bu ise merkezinde karın durduğu kapitalist sistemde mümkün değildir.
Paris iklim anlaşması nedir?
Paris İklim Anlaşması, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi çerçevesinde sera gazları salınımını azaltmaya yönelik önlemleri içeren bir anlaşmadır.
Birleşmiş Milletler İklim Konferansı 30 Kasım-12 Aralık 2015 tarihleri arasında Paris’te yapıldı. Konferansa katılan ülkeler adı “Paris anlaşması” olan iklim anlaşması üzerinde uzlaştı.
Anlaşma 22 Nisan 2016 tarihinde imzaya açıldı. Yeterli sayıda üye ülkenin imzalamasının ardından 4 Kasım 2016 tarihi itibarıyla yürürlüğe girdi. Anlaşma 195 üye ülke tarafından imzalanması bakımından, dünya tarihinde iklim değişikliği ile ilgili en geniş kabul görmüş anlaşma olma özelliğine sahiptir. Anlaşmayı imzalayan ülkelerin anlaşmaya uymaması/çekilmesi durumunda ise herhangi bir yaptırım söz konusu değildir.
Paris İklim Anlaşması ile esas olarak küresel ortalama sıcaklık artış limitinin yüzyılın sonuna kadar 1,5 ila 2 derece arasında sınırlandırılması hedefleniyor.
Her 5 yılda bir tüm devletler bu amaca nasıl ulaşacakları konusunda planlarını sunacak, sanayi ülkeleri önderliği üzerlenecek ve kendilerine emisyonları azaltma konusunda kesin hedefler belirleyecekler. İmkanlara göre eşikteki ülkeler de bunu yapacak ve buna teşfik edilecekler.
Atmosfere en fazla zehirli gaz salan Çin, esasında 2030 yılına kadar atmosferi tüm hızıyla zehirlemeye devam edecek bir plana sahiptir.
ABD ise zehirli gaz salınımında 1990 yılını değil, 2005 yılını baz almakta ve salınımı azaltmayı buna göre belirlemektedir. Buna göre azaltma oranı 2025 yılına kadar %26-28 olacaktı.
Atmosfere toplam CO2 salınımının % 45’inin sorumlusu olan iki büyük emperyalist gücün planı böyle idi. Diğer emperyalistlerin durumu da, bu durumdan pek farklı değil.
Bu nedenle Paris İklim Anlaşması’nın iklimin korunması anlaşması olarak sunulması yüzsüzlüktür!
Paris İklim Anlaşması gerçekte iklimi korumaktan çok uzaktır. Anlaşmanın temel yaklaşımı çevreyi, doğayı koruma, iklim değişikliğine yol açan nedenlere son vermek değil, emperyalistlerin, kapitalistlerin çıkarlarının nasıl daha iyi korunacağıdır. İklim değişikliğini önlemede en fazla karın nasıl elde edileceğinin hesabı yapılmaktadır. Teknolojide ileri olanların “çevreci” görünmesinin perde arkasında yatan olgu, geri kalmış ya da kalkınmakta olan ülkeleri, iklim değişikliğini önleme adına kendilerine nasıl bağımlı kılacaklarının hesabı yapılmaktadır.
Aşağıda Polonya Katowice ’de 03.12-15.12.2018 tarihleri arasında yapılan 24. BM’ler İklim Konferansı’nı değerlendiren bir yazımızı yeniden yayınlıyoruz.
Bütün BM’ler iklim zirvelerinde aynı oyun oynanmakta, çevre konusunda beklentiler hep başka bahara kalmaktadır. Bu nedenle bu zirveleri zırva olarak adlandırmak doğrudur.
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ KONFERANSLARINA BİR YENİSİ DAHA EKLENDİ
Her 3-5 yılda bir tekrarlanan İklim Konferansı’nın 24.’sü Polonya Katowice ’de 03.12-15.12.2018 tarihleri arasında yapıldı. İklim değişiyor ama konferanslarda değişen bir şey yok!
Gazeteci Melis Alphan‘ın dediği gibi ”Konuşmak Dışında Hiçbir Şey Yapmama Ahlaksızlığı” devam ediyor.
Bu konferanslar her seferinde olduğu gibi bir takım beklentiler ile kamuoyunu ve ilgilenenleri oyalamaya devam ediyor.
Paris Anlaşması’nın “Kural Kitabı” üzerinde bir anlaşmaya varılması bekleniyordu! Ülkeler, ulusal katkı ”Niyet Beyanları“ (NDC) ile ilgili nasıl adımlar atılacak diye bekleniyordu. Beklentiler bir kez daha boşa çıktı. Çünkü her alanda olduğu gibi barbarlığın nedeni olan kapitalist egemenlerin çıkarları doğrultusunda hareket eden hükümetler böyle istiyorlardı. Çünkü bu konferansları yönetenler ve karar merciinde oturanlar sömürücü düzenlerin temsilcileri veya savunucularıdır. Bir dizi bilim insanının emekleri de bu konferanslarda heder ediliyor.
Beklentilerin temeli olan üzerinde uzlaşılması beklenen “Kural Kitabı” neleri içermektedir?
– Ülkelerin iklim yükümlülükleri (sera gazı salınımları ve sektörleri kapsadığı; emisyon azaltma hedefleri)
– Yükümlülükler değerlendirilmesini (izleme, raporlama ve doğrulama),
– İklim değişikliği ile ilgili tedbir finansmanları ve bunun nasıl kullanılması konusunda şeffaflığı,
– Uyum konusundaki endişelerin giderilmesi, iklim değişikliğinin etkilerinin neden olduğu kayıp ve zararların ele alınmasını,
– Paris Anlaşması’nın hedeflerine yönelik ortak ilerlemeye katkıyı,
– Bazı ülkelerin tüm kararlara uyma kapasitelerinin olmadığını ve önümüzdeki yıllarda fazladan kapasite geliştirmeye ve desteğe ihtiyaç duyduklarını ortaya koymayı, içeriyor.
2015 yılında Paris’te İklim Konferansı’na katılan ülkeler, gezegenimizdeki ortalama sıcaklığının 1,5-2 dereceden fazla artmamasını öngören anlaşmada yer almayı kabul etmiş göründüler, aradan geçen 3 yıl bunun gerçekten görüntüde olduğunu bir kez daha gösterdi.
1,5 derece neden önemlidir?
Bilim insanlarının vardığı sonuçlara göre:
”Şu anda 1 derece olan küresel ısınma 2 dereceye çıkarsa bütün mercan yatakları ölüyor, Kuzey Kutbu’ndaki ve Alplerin tepelerindeki buzullar tamamen eriyor, deniz seviyeleri en az 1 metre yükseliyor. Dünyayı 2 dereceden de fazla ısıtırsak Grönland ve önce Batı sonra Doğu Antarktika buzulları eriyor, okyanus iyice asitleniyor, Amazon yağmur ormanları ve Boreal ormanlar yok oluyor, Gulf Stream akıntısı duruyor, Sibirya’daki donmuş toprak eriyor. Bunlar tabii gezegen ölçeğindeki etkiler. Buna iklim değişikliğinin çığırından çıkması deniyor ve bu yüzyıl sonuna kadar saydığım en kötü olasılıkların hepsi olabilir. 2 derecede olacak etkiler için ise salım artışı sürerse en fazla 30 yıl var. Bu gezegen ölçeğindeki etkilerin toplumlarda ve ekosistemlerdeki etkilerini siz hesap edin.“ (Ümit Şahin, IPCC’nin 1,5 derece Özel Raporu’ndan www.iklimhaber.org)
Mercanlar neden doğamız için önemlidir?
Çünkü mercanlar ne kaya parçası ne de bitkidir. Her biri polip yani birer hayvandır. Milyonlarcası bir araya gelip deniz ve okyanusların dibinde koloni oluştururlar. Deniz dibindeki yosunlar, fotosentez için gereken karbonu, mercanların solunum sonucunda açığa çıkardığı karbondioksitten; azot ve fosfor gereksinimlerini de yine mercanların sindirim ürünü olan amonyaktan karşılar. Gezegenimizin ihtiyacı olan oksijenin önemli bir bölümünü sağlayan deniz bitkilerinin yaşamının bir parçasıdırlar mercanlar. Bu aynı zamanda yeryüzündeki yaşamın da parçaları anlamına gelir. Buna doğanın diyalektiği de denir.
2018 İklim Konferansı’ndaki dört temel konuda adımlar atılması da hesaplar içindeydi. Bunlar:
Talanoa Diyaloğu konusunda ilerleme, (Çerçevesi 2017 yılında Bonn/Almanya’da çizilmiş prensipler -Katılımcılık, Dâhil edicilik ve Şeffaflık- süreci)
Hükûmetlerin 2020 Paris Anlaşması uygulama yılı öncesi Ulusal Katkı Beyanlarını gözden geçirmeleri konusunda sinyaller,
Paris Anlaşması’nı tamamıyla işler hâle getirecek ve kaydedilen ilerlemeleri sağlayacak olan kural kitabında ilerleme kaydedilmesi ve ilk kuralların net olarak belirlenmesi,
Adil geçiş, e-mobilite ve ormanlar hakkında deklarasyonların yayımlanması.
Gelişmeler gösterdi ki geç kalınmış olması ve her şeyin çok yavaş yaşanıyor olması da kimsenin umurunda değildir. Yani iklim değişikliği kapitalist emperyalist çarkı döndürenlerin umurunda hiç değildir. Hemen hemen müzakerelerin her aşamasında en başta emperyalist devletlerin gülünç yetersiz hedef belirlemeleri, başa sarmalar, laf ebelikleri, varolan anlaşmalara uymama pratikleri, karşı dayatmalar ve yalanlar nedeniyle iklim değişikliğine karşı küresel mücadele süreci yara almaya devam ediyor.
Egemen kapitalist sistemin, kısacası paraya hâkim olanların dayatması ile olumlu bir değişikliklerin önünü tıkamaya da devam ediyor!
İklim değişikliğine en fazla sera gazı katkısı sunanlar:
Bu yılki emisyonlarda yüzde 2,7’lik artış en çok hangi ülkelerden kaynaklanıyor derseniz, 1. Hindistan (yüzde 6,3 artış), 2. Çin (yüzde 4,7 artış), ve 3. ABD (yüzde 2,5 artış) geliyor. ABD bir ara düşüşe geçmişti, ama tekrar artmaya başlamış durumdadır. Donald Trump etkisi! Türkiye’nin de aralarında bulunduğu çoğu hızlı büyüyen veya gelişmekte olan diğer ülkelerin salımlarındaki artış ise yüzde 1,8. Avrupa Birliği toplam salımlarını biraz (yüzde 0,7) düşürmüş, ama bu da bir zamanların iklim değişikliğine katkı şampiyonu AB için çok düşük bir azalmadır. Toplama etki edecek durumda bile değildir.
Çin %27 ile küresel emisyonların başını çeker durumda. Onu %15’ini ile ABD, %7’ile Hindistan takip etmektedir. Küresel emisyonların %10’unu ise Avrupa Birliği ülkelerine aittir. En yüksek kirletici 10 ülke Çin, ABD, Hindistan, Rusya, Japonya, Almanya, İran, Suudi Arabistan, Güney Kore, Kanada olurken, AB ülkeleri üçüncü sırada yer almaktadır. (www.iklimhaber.org/2018)
2014-2016 arası her yıl aşağı yukarı aynı miktarda sera gazı salınıyordu, yani artış duraklamış gibiydi. Oysa geçen 2017’de artış tekrar başladı ve 2017’de 2016’ya göre yüzde 1,6 artış görüldü. 2018’de 2017’ye göre yüzde 2,7 daha fazla karbondioksiti atmosfere salmışız. Anlaşılan 2015’deki Paris Konferansının olumlu etkisi olmamıştır.
Polonya Katowice’de olanlar
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri António Guterres çağrıda bulunuyordu: ”Bu toplantı başarısız olmamalıdır.“
Çünkü
“Başımız belada, iklim değişikliği ile başımız büyük belada. İklim değişikliği bizden daha hızlı ve biz artık çok geç olmadan daha geç değil, daha erken kayıpları telafi etmek zorundayız. Birçok insan, bölge, hatta ülkeler için sorun, daha şimdiden yaşam ve ölüm /hayat -memat/ölüm- kalım sorunudur”
“Bunun gerçeğin bir anı olduğu konusunda hiçbir şüphe yoktur. İklim değişikliğini durdurmak için Katowice’deki bu fırsatı boşa harcayarak için son şansımızı tehlikeye atmamalıyız… “İklim değişikliğini o bizi yenmeden önce yenmek zorundayız.” O (Guterres-ÇN), Twitter hesabında, iklim değişikliği ile ilgili olarak bir anlaşmaya varmanın ne kadar acil olduğunu açıklığa kavuşturmaya çalıştı. Şöyle yazdı: “Bu, kazanmak zorunda olduğumuz bir yarıştır” ve ekliyordu.
”Aslında kaçınabilecek olan iklim değişikliğinin beraberinde getirdiği sonuçları altında, insanlar veya torunlarının, başka herhangi birilerinin acı çekmesini istemiyorum.“
”Bu, sadece ahlaksızlık değildir. Bu, intihar olurdu.“ (Euronews 14.12.18)
BM genel sekreterinin ”iyi niyetli“ yaklaşımlarına rağmen Polonya Katowice zirvesindeki genel eğilim konferansın başarısı hakkında şüpheleri içinde barındırması ve bunun da sonuca yansımasıydı. Ahlaksızlığın temelinde yatan kapitalist aç gözlülük olunca iyi niyetler hep boşa çıkar. Her zirvede olduğu gibi bu zirvenin üstünü örttüğü gerçek de buydu.
2015 Paris İklim Konferansı’nda anlaşmaya imza atan ABD emperyalist devletinin imzasını geri çektiğini ilan etmesi, Türkiye’nin kalkınmakta olan ülkeler kategorisinde yer almada diretmesi ve hâlâ anlaşmaya imza atmaması, ahlaksızlıklara basit birer örneklerdir.
En fazla kirleticilerden ABD Başkanı Donald Trump, kendi yönetiminin yayımladığı iklim değişikliği raporunu bile ret eden açıklamalar yaparken “Çok yüksek zekâ düzeyine sahip olduğum için (iklim değişikliğine) inanmıyorum” diyebiliyordu. Konumuna uygun hareket ederken kendi gerçeğini savundu, savunuyor. Bu durumu en açık ifade eden biri de Katowice İklim Konferansı (COP24) Başkanı Kurtyka idi. O‘na göre:
“Ortak hedefimizde üzerinde hemfikir olmak şartıyla her devlet kendi yolunu bulmak zorundadır. Dayanışma içindeyiz, ancak herkes kendi yolunda gidiyor.”
Demek istiyor ki sonuçta herkes bildiğini okumaktadır… Çok bilmiş zekâ düzeyi yüksek İmam zaten iklim değişikliğine inanmıyor! Onu takip eden Brezilya’nın çiçeği burnunda yeni sağcı devlet başkanı Bolsonaro da Paris Anlaşması’ndan imzalarını çekeceklerini açıkladı. İmamlar böyle! Cemaat ne yapsın! Onlar da bildiği yoldan gider. Olan yine yoksullara, emekçilere olur. Çünkü her zaman olduğu gibi hangi ulustan olursa olsun felaketlerin acılarını en fazla çekenler onlardır.
- İklim Zirvesi’nin yapıldığı yer bile fiyaskonun baştan ilan edilmesidir
Çünkü ”Kör göze parmak sokma misali“, ”kömür hazinemizdir“ diyen devlet başkanın ülkesinde yapılıyordu bu zirve! Zırva! Polonya’nın Katowice kenti Avrupa’nın en büyük kömür madenlerinin olduğu kenttir. Onun için bu bölge “Polonya’nın kömür krallığı“ ismine layık görülmüştür. Bilim insanlarına göre iklim değişikliğinde en fazla olumsuz etkide bulunan fosil yakıt metandan (CH4) sonra kömürdür (CO2). Siz iklim değişikliğine karşı bir zirveyi öyle bir ülkede yapıyorsunuz ki, bu ülkede enerjinin %80’i kömürden elde ediliyor. Bu ülkeden iklim değişikliği açısından olumlu alınacak herhangi bir örnek de yok. Tam tersi söz konusudur.
Bu zirve sırasında Polonya devlet başkanı Andrzej Duda çıkıp fosil yakıtlarına bağlı olduklarını ilan etmekle kalmıyor daha ileri giderek ”kimsenin Polonya madenciliğini öldürmesine” izin vermeyeceğiz,“ ”Kömür bizim en büyük hazinemizdir“ diyor! Çünkü elleri mahkûm! 110 yıldır Avrupa’nın kömür havzası, alternatife sahip değiller!
O zaman 200 ülkeden temsilcinin katıldığı Konferansta BM Genel Sekreteri António Guterres’in yakarmalarının iyi niyetin ifade edilmesi dışında ne anlamı kalıyor. Bir hiç!
İklim değişikliği nedir?
İnsan eliyle dünyayı saran havamızın (atmosferin) bozulmasıdır. Daha açık bir ifade ile şu anda insan eliyle yaratılan bir küresel felaket ile karşı karşıya olmamızdır.
İklim değişikliğini neler tetiklemektedir? Gereğinden fazla karbondioksit (CO2), gereğinden fazla metan gazı (CH4), gereğinden fazla nikrikdioksit (N2O) gaz salınımı sera efekti yaratır. Yaratılan bu sera efekti güneş ışınlarını dünyaya hapseder ve bu hapis sürecinde ısı artar. Sera efekti bir nevi battaniye ile gezegenimizin sarılmasıdır, ısıtılmasıdır. Artan ısı geri yansıyandır. Bu ısınma beraberinde bir dizi değişikliğe sebep olmaktadır.
Denizlerin ısınması, mercanların ölmesi,
Eriyen buzullar sonucunda; karbondioksitten (CO2) daha fazla sera efektine sebebiyet veren metan gazı (CH4) açığa çıkar ve deniz seviyeleri yükselir,
Sera efekti-buzullarda oluşan göller ve artan sıcaklık, tekrarlanan döngü felaketin hızlanması,
100 yılda bir görülen kasırgaların şiddetini artırarak 5 yılda bir görülmektedir,
Her yıl yeniden sıcaklık rekorları kırılması,
Kuraklık ve sel felaketlerinin daha şiddetli etkilerinin yaşanması,
Kuraklık ve susuzluğun yol açtığı iç savaşlar, Suriye’deki iç savaşı tetikleyen nedenlerden biri de kuraklıktır. Bunlar iklim değişikliğinin temel sonuçlarıdır.
Doğayı barbarca katleden ve tetiklemeye ön ayak olan petrol ve doğalgaz şirket temsilcilerine göre; “küresel ısınmaya insanlar neden olmuyor. Küresel ısınma insanlar için faydalıdır. Yeni hammadde yatakları ve tarım alanları kullanıma açılıyor”, “Isınma gezegenin doğal döngüsündendir”, “biz herkesin evinde ışıkların yanmasını sağlıyoruz” bu vb. demagojiler için oluşturulan lobi faaliyetleri için petrol ve doğal gaz şirketleri milyarlarca dolar para transfer edilmektedir. Alec isimli lobi şirketi bunlardan biridir. Bu şirkete mali destek verenler Exxon-Mobil-Shell vs.dir.
İnsan eliyle haddinden fazla fosil yakıtın kullanılması, petrol, doğalgaz, kömür ve odundan elde edilen enerjinin yarattığı kirlilik son hızı ile devam etmektedir. Küresel karbon bütçesi araştırması 2018’de küresel karbon dioksit emisyonlarındaki artışın hızlandığını ortaya koydu. Dünyadaki bütün ülkeler kömür, petrol, doğal gaz (ve ormanları) yakarak her yıl atmosfere milyarlarca ton sera gazı saldı. Bu gazların yaklaşık dörtte üçü karbondioksittir.
Kuzey Kutbunda açılan yeni petrol/doğalgaz yatakları ve kaya gazı kuyuları
Evet, kapitalist temsilcilerin ellerini ovuşturmalarının ve küresel ısınmaya alkış tutmalarının nedenleri fazlalaşmaktadır. Eriyen buzullar Kuzey Kutbu’nda yeni petrol ve doğalgaz sondaj faaliyetine hız vermiştir. Açgözlü kapitalist barbarlar doğan fırsatı kaçırır mı? Bunu kâra dönüştürme yeni petrol ve doğalgaz yatakları ve rezervleri için aktif durumdadır. Bölgede egemenlik sahibi ABD-Kanada-Rusya-Norveç-Danimarkalı şirketler fırsatı kâra dönüştürmüş durumdalar.
İklim değişikliğini önlemek, yaşanan ve yaşanacak olan doğa felaketlerine karşı gerekli tedbiri almanın başında gelen fosil yakıt kullanımına son vermek yerine mevcut olan rezervlere yenileri eklenmiş durumdadır. 2016 yılında ABD Başkanı Obama Kuzey Kutbu’ndaki petrol aramalarını durdurdu. Fakat firmalara 2015 yılında arama izni verenler de bunlardı. Tüccar Trump bu işe devam dedi. Petrol şirketleri 20 trilyon dolarlık bu piyangoyu nakde dönüştürme çabalarında birkaç şirket geri çekilse de diğerleri devam edecektir. Bugün Rusya’nın petrol şirketi Rosneft, Amerikalı ortağı Exxon Mobil’le aramaları devam ettirmektedir.
Bilim insanlarına göre Kuzey Kutbu dışındaki petrol-doğalgaz ve kömür kullanımına son verilmeli.
Kaya gazı, ABD’de kömür sorun yaratınca kurulan terminaller aracılığı 2 kat daha fazlasını Asya’ya ihraç etmeye başlar. İthalatçılardan en büyüğü Çin‘dir. Türkiye de TÜİK verilerine göre 2017 yılında ABD’den 396 milyon dolarlık kömür ithalatı yapılmıştır.
ABD’de kömür yerini kaya gazına bırakır. Güya bu doğalgaz daha temizdir! Hidrolik kırma işlemi ile milyonlarca ton su ve kimyasal yeraltına gönderilir. Basıncın etkisiyle parçalanan kayalarda küçük gaz odacıkları oluşur. Bu yolla elde edilen gaza denir kaya gazı, diğer adıyla “Sheyl Gas” devrim diye yutturulan bu gelişme aslında yıkımın kendisidir. Anda ABD’de 34 eyalette toplam 450.000 kaya gazı kuyusu faaliyet hâlindedir. Mali değeri 10 trilyon dolar civarındadır. Hatta kendilerini ”doğalgazın Suudi Arabistan’ı“ olarak adlandıran eyaletler bile oldu.
Doğalgaz gibi kaya gazı kuyularından çıkan sera gazlarının en tehlikelisi olan metan CH4 gazıdır. Sıvı hâlinde doğaya sızması durumunda kömür CO2’den 80 kat daha fazla sera efekti etkisine sahiptir. Kuyu açanlara sızıntı konusunda sorulan sorulara verilen %1 cevaplar hiçbir zaman gerçeği yansıtmamıştır. %3 yanmamış sızıntının bile dert olduğu durumlarda genel sızıntı oranı %7,9’dur. Yani tehlikeli oranın 2½ katıdır. Picaro isimli şirketin yaptığı ölçümlerde Colorado’da bu oran %4, Utah’da %11, Los Angeles/Kaliforniya’da ise %17 olarak tespit edilmiştir. Oksijeni bol alanlarda bir kıvılcım havaya uçurur. Kömürden de kirli olan kokmaz renksiz bu gazın yıkımının diğer nedenleri kaynak sularını kirletmesi, sondaj ve basınç uygulamaları sırasında meydana gelen suni depremler de işin cabasıdır.
Büyük yalanları yüksek sesle söyleyenler için tek değer para olduğu için onlar elbette geleceği yapacakları yatırımda görmeye devam ederler.
Barbarlığın egemen olduğu gezegenimizde ”herkes bildiğini okumaya“ devam ediyor. Ve sonuca imkânları oranında katkıda bulunuyor. Çünkü gün onların günü, güç onlarda! Bu şartlarda, her devlet kendi yolunda giderse sonuç değişmez… Ulusal çıkarlar küresel çıkarların önündedir. Sermayenin çıkarları ulusal çıkarlarla örtüştüğü oranda sonucun insanlık açısından felaket çağrışımı yapması anlaşılır durum olmaktadır.
IPCC (Intergovernmental Panel on Climate Change -Hükûmetlerarası İklim Değişikliği Paneli-) verileri gösteriyor ki; daha çok sanayiden kaynaklanan fosil yakıtlar ve karbondioksit (CO2) emisyonlarının, 2017’deki artışın ardından 2018’de de %2 artarak yeni bir rekor düzeye çıkması önlenememiştir.
”IPCC göre, küresel ısınmanın 2 derecenin oldukça altında tutulması için emisyonların 2030 itibarıyla yaklaşık olarak %20 azaltılması ve 2075 itibarıyla sıfırlanması gerekiyor. Küresel ısınmanın 1,5 derecenin oldukça altında tutulması için ise, emisyonların 2030 itibarıyla %50 oranında azaltılması ve 2050 itibarıyla sıfırlanması gerekiyor.”
Küresel kömür kullanımının, 2018 yılında, Çin ve Hindistan’ın enerji tüketimindeki büyümeye bağlı olarak artması, petrol ve doğalgaz tüketiminin son on yılda neredeyse hiç hız kesmeden artması, iklim değişikliğini daha da tetiklemektedir.
Konferanslar neden sonuçsuz kalmaktadır?
Her alanda olduğu gibi çevrenin talan edilmesi ve iklim değişikliğine esas sebebiyet veren etmenlerin başında kapitalist aşırı kâr hırsıdır. Böyle bir dürtüdür ki, kâr hırsı gözleri karartmakta, kâr getirmeyen alanlara yatırımlar en iyi hâlde çok cılız kalmaktadır. Musluğun başındaki üç-beş tekelci firma yaşamın en önemli alanlarında egemenliklerini perçinlemiş her sektörü kendi kontrollerine almış durumdadırlar. Sağlıktan tarıma, bankalardan telekomünikasyona, savunmadan (silah) enerjiye kadar tüm sektörlerde kontrol ellerindedir. İhtiyacı belirleyen de onlar, fiyatları belirleyenler de onlardır. Yenilenebilir enerjiye yapılan yatırımlar da onların kontrolündedir. Örneğin ABD’nin en büyüklerinden General Motors Teksas eyaletinde 3 milyon metrekarelik rüzgâr enerji tesisi kurmuştur. Almanya’nın büyüklerinden EON enerji şirketinin rüzgâr enerjisine yaptığı yatırım Almanya’nın dışına da taşmış ABD’ye kadar ulaşmıştır. Keza Siemens de aynı hem rüzgâra hem de güneşe yatırım küçümsenmeyecek boyuttadır.
İşte İklim Konferansları’nın sonuçsuz ve başarısız kalmasındaki esas etmen kapitalist egemenliğin her alandaki dayatmalarıdır. Yönlendirenler paranın egemenleri olunca esas hedef de onlar olmak zorundadır. İklim Konferansları’na temsilci olarak katılanlar mevcut hükûmetler tarafından atananlardır. Bu anlamda da yaptırımcı güçleri yoktur olamaz da. İşte bunun için konuşma, durum tespiti yapma ahlaksızlığından öte gidemezler. Zaten gidilmiyor. Sonuçta isteyen istediğini yapıyor.
İklim değişikliği ve Türkiye
Türkiye iklim değişikliği fonlarından yararlanabilmek için statü değişikliği talep eder. Her zaman G20 içinde yer almakla övünenler iş paraya gelince “gelişmekte olan ülkeler” kategorisinde görünmek istemektedir. Katowice’deki İklim Konferansını bu amaçla kullanmaya çalışmıştır. Bu şekilde iklim koruma önlemlerine ilişkin yardım fonlarından yararlanmayı ve bazı kısıtlamalardan muaf kalmayı hedeflemiştir. Yani derdi 20 milyar dolarlık projeden de faydalanmak. Türkiye’nin amacı Yeşil İklim Fonu’ndan bölgesel projelerden yararlanmaktır. Gelişmiş ülkeler kategorisinde değerlendirildiği için de bankaların vereceği kredilerin önü kesiliyor.
Paris İklim Anlaşması’nı onaylamamasının nedeni budur. Bu talebin kabulü zordur. Çünkü destek yoktur.
Ancak Türkiye 2017 yılı rakamlarına göre yılda 289 milyar kilovatsaat elektrik tüketen bir ülke olarak dünyanın en çok enerji harcayan ilk 20 ülkesi arasında olmakla da övünüyor. Diğer yandan Paris Anlaşması’na taraf olmayan 18 ülkeden biridir. Dünya ikliminin değişikliğinde önemli payı olan Türkiye her yıl atmosfere fazladan 30 milyon ton karbondioksit gönderiyor. Kapısının önünü süpürmeden bile aciz! Kalkmış başkasına akıl veriyor durumunda.
2012 yılında 439,9 milyon ton CO2 2017 yılındaki emisyon 2012 yılına göre ortalama %50 oranında artmıştır. (emo.org.tr) Bunun anlamı 660 milyon ton demektir. Türkiye’nin bu hızla 2030 yılında 1 milyar ton karbon salınımı gerçekleşeceğini öngörülüyor.
2015 yılından beri Paris Anlaşması’nın kabul etmeyen Türkiye 2020’deki Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi’ne ev sahipliği yapmak istiyor. Türkiye İklim Değişikliği Baş Müzakerecisi Prof. Dr. Mehmet Emin Birpınar İklim Haber’e verdiği röportajda “Biz o kadar duyarlıyız ki 2020’deki Taraflar Toplantısına 2015’te aday olduk. Sayın Cumhurbaşkanımız Erdoğan yazın dedi ve Türkiye resmi olarak başvurusunu gönderdi.”
Evet, duyarlı oldukları her hâllerinden belli… İklim değişikliğini önleme, tedbirler alma yerine gösteriş yapmada çok duyarlılar.
Türkiye kömür, petrol ve doğalgaz ithalatını sürdürmek için Paris anlaşmasını onaylamadığını gösteren gerçeklerin üstünü örtebilir.
Rakamlar inatçıdır ve neye duyarlı olduğunuzu açık söyler:
Co2 (Kömür) ve CH4 (Metan gazı) artışı 2002’den 2017 kadar %166 oranında artmıştır. Duyarlılık buysa yalan söylüyorsunuz. Duyarlı değil doğayı kirletenlerden, iklim değişikliğine sebep olanlardansınız. Daha fazla kirletmek için kömürden termik santralleri fazlalaştıranlardansınız. Doğalgazı daha fazla kullanarak havamızı zehirleyenlerdensiniz. Yenilenebilir enerji kaynaklarının bol olduğu bir coğrafyada ithal petrol-doğalgaz ve kömür satın alarak ülke insanlarının yarattığı değerleri heder edenlerdensiniz. Gezegenin bu parçasının torunları ve onların çocukları sizi iklim değişikliği konusunda lanetle anacaktır.
İklim Değişikliğine karşı mücadele
2018 Katowice‘de bir kaç ülke Kosta Rika, Maldivler, Şili, Ukrayna, Vietnam, Norveç, Katar, Lübnan Niyet Beyanlarında bulundular.
Zirvede niyet beyanlarının yanı sıra mali olarak yapılan taahhütlere taahhütler de vardı:
Adaptasyon Fonu: COP24 öncesi toplam taahhüt miktarı 538 milyon dolardı. COP24 sırasında bu rakama 129 milyon dolar daha eklendi. Almanya 70 milyon avro ile, İtalya 7 milyon, Fransa 16 milyon, AB Komisyonu ise 10 milyon avro taahhüt etti.
Yeşil İklim Fonu: COP24 ile beraber yeşil iklim fonuna yapılan katkılar 10,3 milyar dolar seviyesine yükseldi. Almanya ve Norveç kendi katkılarını, bir sonraki döngüde iki katına çıkaracağını ifade etti. Böylece, Almanya’nın toplam katkısı 1,5 milyar avro, Norveç’in toplam katkısı ise 516 milyon dolar seviyesine çıkmış oldu.
Az Kalkınmış Ülkeler Fonu: COP24 sırasında fona en büyük katkı, 5.5 milyon dolar ile İsveç’ten geldi.
Zirvede gecikmeli olarak açıklanan deklarasyona gelince;
İklim değişikliğinden en çok etkilenen 48 ulusun oluşturduğu En Kırılgan Ülkeler Forumu, küresel eylemi artırmayı talep eden ve ülkelerin iklim planını 2020 yılına kadar yenilemeye çağıran çağrısını tekrarladı.
Gelişmekte olan Pasifik Küçük Ada Devletleri iklim değişikliği ile mücadeleyi artırmanın aciliyeti hakkında bir deklarasyon yayınladı. Metinde OECD üyesi ülkelerden 2030 yılına kadar kömürü terk etmeleri talebinde bulunuldu.
COP24 Sırasında Ülkeler ve Özel Sektör Tarafından Atılan Somut Adımlar:
32 trilyon dolar değerinde varlık yöneten 415 yatırımcı Polonya’daki BM İklim Konferansı’nda yayımladıkları bildiride, tüm hükümetleri Paris Anlaşması emisyon azaltım hedeflerinin gerçekleştirilmesi için, ulusal katkı beyanlarını 2020’ye kadar hazırlamaya çağırdı. Bildiride ülkelerden iklim taahhütlerini artırmaları da isteniyor.
Beş banka (ING, BBVA, BNP Paribas, Standard Chartered and Société Générale) portföylerindeki kredilerin iki derece ile uyumunu denetleyeceğini taahhüt etti. Bu bankalar toplamda 2,4 trilyon avro krediyi yönetiyorlar.
Dünyanın en büyük gemicilik şirketi Maerks 2050’ye kadar sıfır emisyonu hedeflediğini açıkladı. Amerikalı enerji devi Xcel Enerji de Maerks’a katılarak 2050’de sıfır emisyon hedeflediğini açıklarken, IKEA 2016 yılına göre 2030 yılında en az %80 azaltım hedefi verdi.
Dünya Bankası 2021-2025 arasında 200 milyar dolar ile iklim eylemi yatırımlarını iki katına çıkaracağını duyurdu.
FİFA ile Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin de aralarında bulunduğu 17 büyük spor kurumu Spor İklim Eylem Çerçevesi’ni duyurdu. Bu kapsamda emisyon azaltımı için çalışma grupları 2019 yılında kurulacak. (iklimhaber.org)
Beyanlar pek fazla anlam içermiyor; zaten beyanda bulunan ülkelerin içinde Norveç ve Katar dışında diğer ülkelerin iklim değişikliğine fazla olumsuz katkıları var denilemez. Mali taahhütlerin altında yatan esas faktör “iklim fonu” adı altında emisyon hırsızlığıdır.
Yeşil İklim Fonu nedir?
Gelişmiş ülkeler bu fona verir, gelişmekte olan ülkeler bu fondan para alır. Bu fon 100 milyar dolar civarında olacak. Bunun 50 milyar doları uyum için harcanacak. Küçük ada ülkelerine ve yoksul ülkelere hibe olacak. Diğer kalan 50 milyar dolarda emisyon azaltımı için kullanılacak. Burada kapitalist ülkelerin bir oyunu var. O da parayla emisyon satın alma. Kirletmeyen ülkelerin kirletme hakkını da kullanma. Bir nevi satın almadır.
2030 yılına kadar Avrupa Komisyonu’nun belirlenen iklim hedeflerine ulaşması her yıl 180 milyar dolarlık ek yatırım gerekli. Bu da Avrupa Birliği bütçesinin en az dörtte biri demektir. Yanlış anlaşılmayı önlemek için hemen belirtelim, bahsi geçen miktar yenilenebilir enerji kaynaklarına yapılacak yatırım demektir. Kapitalist yatırımcı kazancından herhangi bir şey kaybetmeyecek, yine sömürü döngüsü sürecektir. Problem kapitalistin kurulu düzendeki yatırımlarından bir bölümünü ayırması, döner sermayeden bir bölümü başka alana taşımasıdır. Bu yatırımlar sorunu asla çözemez. İklim değişikliğinin durması için fosil enerjiden vazgeçilmesi birincil koşuldur. Bu, kapitalistin anda kabul edeceği bir şey değildir. Fosil enerjiye yapılmış ve yapılmakta olan yatırımların rakamsal boyutlarını hesaplamak bile güçtür. Bu anlamda fosil yakıttan tedricen vazgeçmek önümüzdeki 100 yıl için de mümkün görünmüyor. O zaman tek alternatif kalıyor o da dünya çapında barbarlığa son verecek olan sınıfsal bir devrimdir! Yani mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesidir!
Elbette iklim değişikliğine karşı yürütülen reformist temeldeki mücadeleyi küçümsemiyor ve hor görmüyoruz.
İsveçli Greta’nın kavgasını da selamlıyoruz. Ne diyordu İsveçli kızımız:
“Merhaba Benim Adım Greta Thunberg. 15 yaşındayım ve İsveçliyim. Polonya’daki Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı’ndayım. Müzakerelerin ikinci haftasındayız ve bu zamana kadar iklim eylemi taahhütlerine dair hiçbir işaret yok. Emisyonlarımız artarken, bilim bize açıkça gezegenimizin ısınmasını 1,5 derecede sınırlamak için şimdi eyleme geçmemiz gerektiğini söylüyor. Her kimsen ve her neredeysen sana ihtiyacımız var. Bu cuma günü, 14 Aralık’ta, uluslararası iklim grevi çağrısında bulunuyorum. Lütfen bizimle greve katıl, kısa bir süre bile olsa parlamentonuzun veya belediyenizin önünde iklim eylemi talep ettiğimizi anlamaları için eylem yap. Lütfen bu videoyu grevi yaymak için paylaş, sen de herkes için bir video yap ve arkadaşlarına aynısını yapmaları için meydan oku. Dünyaya neden grevde olduğunu veya neden iklim grevini desteklediğini anlat”. (Euronews 13.12.2018)
Evet, Greta’nın talepte bulunduğu greve katılanlar ve ses verenler oldu. Katowice’deki iki farklı okuldan 30 çocuk, Greta Thunberg’in iklim grevi çağrısına yanıt verdi ve Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi’nin (COP24) son gününde (14.12.18) eylem yaptı. Almanya’nın çeşitli şehir ve okullarında ve Parlamento önünde öğrenciler eylemler yaptı.
Bu sesler o kadar cılızdı ki esasta duyarak harekete geçmesi gereken büyük insanlık kendi geçim derdinde, çocuklarının karnını doyurma derdindeydi. Açlığını giderme, barınma, ısınma yani en doğal insani ihtiyaçlarını sağlama peşindeydi. Çevre sorunu onun da umurunda değil. İşte bu durumdur kapitaliste extra güç katan onu korkusuz ve küstah kılan! Esas güç milyarlarca emekçi harekete geçmeden dökülen gözyaşları okyanusta damla olarak kalacaktır. Buna rağmen kararmasın “sol yanındaki cevahir“ gün gelir devran öyle bir tersine döner ki, kapitalist para babaları ve onların çanak yalayıcıları kaçacak delik ararlar! Arayacaklar! O zaman gezegenimizdeki tüm canlılar iklim değişikliği tehdidinden ebediyen kurtulacaktır. Diğer canlılar gibi insanlar da doğa ile uyumlu yaşamayı öğrenecektir.
Sonuç olarak
”sera efekti olmazsa dünya buz planeti olurdu” diyenler fosil yakıt milyarderlerinden beslenen şarlatanlardır.
Üzerinde her türlü canlının yaşadığı bu mavi gezegendeki kaynaklar bize mirastır. Bu mirası temiz devir etmek gerekirken kendimizle birlikte tüm canlıların yaşam hakkına ihanet etmek tek alternatif değildir.
Unutmayın paranın egemenliğinin olmadığı günler mutlaka gelecektir. İşte o zaman Kızılderili reisin sözlerini hatırlamaya zamanı olur mu?
Ne demişti Kızılderili Reis:
“Washington’daki Büyük Şef topraklarımızı satın almak istediğini bildiren sözünü göndermiş!.. Gökyüzünü, toprağı, kayaların ısısını, nasıl olur da alıp satabilirsiniz? Bu düşünce bize garip geliyor! Eğer biz havanın tazeliğine ve suların pırıltılarına zaten sahip değilsek, siz onları nasıl satın alabilirsiniz?
Topraklarımız… Nasıl biz dünyanın bir parçası isek, o da bizim bir parçamızdır. Güzel kokulu çiçekler, bizim kız kardeşlerimizdir. Geyik, at, büyük kartal bunlar da bizim erkek kardeşimizdir. Kayalık tepeler, ıslak çayırlardaki damlalar, atın vücudundan buharlaşan ısı ve insan; hepsi aynı ailedendir.
Beyaz adam için, toprağın bir parçası diğeri ile aynıdır. O sadece geceleri bir hırsız gibi gelip, topraktan ihtiyacı olanı alıp giden bir yabancıdır. Aldıklarının kendinden parçalar olduğunun bilincinde değildir. Dünya onun anası değil düşmanıdır. Onu yendikçe ilerlemeye devam eder. Ve yolunda giderken babalarının mezarını geride bırakır.
Onun bu iştahı ve hırsı bir gün dünyayı yiyip bitirecek ve geriye sadece çorak bir çöl bırakacaktır… Eğer size toprağımızı satarsak, çayırlardaki çiçeklerden tat alan rüzgârı koklamasını öğrenmelisiniz, onu korumalısınız ve kutsal tutmalısınız…
Dünya anamızdır. Dünyaya ne kötülük olursa, oğullarına da aynı kötülük olur. Eğer insanlar yere tükürürlerse, kendi yüzlerine tükürürler. Biz bunları biliyoruz. Dünya insanlara ait değildir. İnsanlar dünyaya aittir. Bütün her şey, aileyi bağlayan kan bağı gibi, birbirine bağlıdır.
Beyaz adam annesi toprağa ve kardeşi olan gökyüzüne, alıp satılacak, yağmalanacak bir şey gözüyle bakar.
Onun bu ihtirasıdır ki, toprakları çölleştirecek ve her şeyi yiyip bitirecektir.
Beyaz adamın kurduğu kentlerde huzur ve barış yoktur.
Bu kentlerde bir çiçeğin taç yapraklarını açarken çıkardığı tatlı sesler ve bir kelebeğin kanat çırpınışları duyulamaz.
Beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu, son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde anlayacak…“ (https://seyler.eksisozluk.com)
Küresel ısınma birçokları için gezegenimiz açısından hayat-memat meselesidir. Bizim içinde öyledir. Bunun için de iklim değişikliğine karşı savaş günümüzün “beyaz adamları” emperyalist haydutlar ve onların uşaklarına karşı ölüm kalım savaşıdır. Savaşların en kutsalı olan emeğin kurtuluşu ile sarmaş dolaş olduğunda gezegenimiz kurtulur! Yani barbarlığın alternatifi sosyalizmdir! Gerisi yalan!
03 Ocak 2019