Günümüzde Ukrayna, Kongo/Somali/Mali/Liberya/Eritre/Etiyopya/Libya/Suriye/ Kürdistan/Irak/Yemen/Afganistan/Venezuela/Kolombiya’da yürüyen silahlı çatışmalar-sıcak savaşlar esas olarak temsilci savaşları hâlinde sürmektedir. Cephenin bir tarafında ABD/NATO, diğer tarafında Rusya/Çin kıyasıya ölüm ve yıkım kusmaktadırlar. Elbette yerel güçlerin bu paylaşımdaki daha fazla pazar dalaşlarını da bir tarafa bırakamayız. Hani deriz ya, “filler çatışır; olan çimlere olur.”
Günümüzdeki temsilci savaşlarında cephelerde birbirlerini boğazlayanlar, karşılıklı bombaların, kurşunların, mayınların-gazların etkisinde kalıp ölen ve sakat kalanlar emekçiler ve onların çocuklarıdır. Hangi tarafta olursa olsun istisnalar hariç burjuvazi ve onların mirasçı evlatları koruma altındadır. Sakat kalmaz ve ölmezler. Çünkü onların paraları var, askerliği bile satın alır ve satarlar. Kazanan onlardır. Maaşlı askerleri yetmezse, seferberlik ilan eder (Rusya’nın anda yaptığı gibi) cepheye daha fazla emekçi ve evlatlarını seferber ederler.
Günümüzdeki temsilci savaşları; halklar için ölüm, sakatlık, yıkım ve göç demektir. Doğanın talanı ve tahribi demektir. Kadınların, çocukların daha fazla gözyaşı dökmesi demektir. Daha fazla tecavüz, daha fazla açlık demektir.
Artık savaşların bilfiil yürütüldüğü alanlar er meydanları veya cenk bayırları olmaktan çoktan çıktı. Bu çıkışlar doğal çevredeki etki alanını da genişletti. Doğal çevre her savaşta çatışmaların ve talanın doğrudan aracı olarak da askeri bir hedef hâline geldi.
Önceleri doğal çevreden fazla iklim koşulları ve gece karanlığı savaş taktiklerinde öne çıkarılan etmen olurken, günümüzde uzun menzilli füze ve İHA/SİHA ile belirlenen hedefler vurulmaktadır. Vurulan hedefler park mı? Ormanlık alan mı? Yerleşim bölgesi mi? Hiçbir öneme sahip değildir. Düşman belirlediğini imha etmek için ormanlık alanların yakıldığı bilinen geçeklerdendir. Düşman belirlediğinin hareket alanını kısıtlama ve düşmanı imha etmek için doğal çevrenin daha çok tahribata uğratıldığını da biliyoruz.
Amaç savaşı kazanmak olunca düşman belirlenenin gizlenmesini ve mevcut ürünlerden faydalanmasını engellenmek için; barajların, su kanallarının imha edilerek su baskınlarının meydana getirildiği, köprülerin yıkıldığı, tarlaların yakıldığı, içme sularının zehirlendiğini de yaşadık, yaşıyoruz.
İkinci Dünya Savaşı’nda havadan Almanya’nın barajlarını vuran İngiltere, operasyona “Benden sonrası tufan” adını vermiştir.
Çatışmanın hedefi olarak patlatılan petrol kuyularının Kuveyt’te Ocak 1991’den Kasım 1991’e kadar yandığını ve havaya korkunç miktarda CO2 salındığını Körfez Savaşı’nda yaşadık. Saddam güçleri Kuveyt’ten çekilirken 700 petrol kuyusunu ateşe vermişti. Teknoloji geliştiği, ilerlediği oranda savaş-yıkım araçları da gelişti ve gelişmektedir.
İkinci Dünya Savaşı’nda ABD emperyalistlerinin emperyalist Japonya’ya attığı atom bombaları kitlesel ölümlere ve sakatlanmalara yol açmasının ötesinde çevreye ölümcül, geri dönülmesi mümkün olmayan zararlar verdi.
Günümüz “modern” savaşlarının çevresel etkilerini üç aşamada görmekteyiz; 1) savaş hazırlığının çevreye etkileri, 2) savaşın doğrudan çevreye etkisi, 3) savaş sonrası devam eden çevresel etkiler şeklinde değerlendirmek mümkündür.
Savaş hazırlığının çevreye etkileri
“Doğal yapının tahrip edilerek silahlı güçlerin bölgeye yerleşimi için çevrenin ordunun gereksinmelerine göre yeniden düzenlenmesi”. Silah sistemlerinin hazırlanması sırasında oluşan çevresel kirlilikler. Yeni silahların üretilmesi ve denenmesi ve askeri tatbikatların çevreye olan doğrudan yıkıcı etkisi bu aşamanın sorunlarıdır. Askeri amaçlı havaalanlarının inşası, silah ve cephane depolarının ve üslerin geniş araziler üzerinde kurulması çevre tahribatlarını da beraberinde getirir. Her 200 km.de yapılan havalimanları aynı zamanda askeri amaçlar içindir. Kimyasal, biyolojik, nükleer silah üretimi, depolanması ve denenmesi için ayrılmış milyonlarca dönüm arazi, tarımsal alanları atıl konuma getirir. Bu alanların yeniden doğal yaşama kazandırılması teknik ve mali yüklerden dolayı hemen hemen olanak dışı bir durumdur. Askeri tatbikatlar için gerekli olan geniş toprak alanların tatbikatlar sırasında kara ve hava bombardımanları, tank ve zırhlı araç hareketleri gibi çeşitli sebeplerle tüm doğal alanlar tahribata uğrar. Böylece toprak ve su kaynaklarının kirliliği, hava kirliliği, o bölgedeki yabanıl yaşamın zarar görmesi gibi olumsuz çevresel etkiler ortaya çıkar. Denizlerde yapılan savaş tatbikatları ise, deniz canlılarının yaşamsal zarar görmelerine sebeptir.
Savaşın doğrudan çevreye etkileri
Günümüzde savaşlar, gelişmiş silah teknolojileri ile daha da yıkıcıdır. Kimyasal, biyolojik ve nükleer silahlar, uzun hedefli füzeler, hava bombardımanları sivilleri hedef hâline getirdiği gibi, uzun süreli çevresel tahribata neden olurlar. Sanayi tesisleri, şehirlerin alt yapı sistemleri hedef hâline gelmiştir. Örneğin Körfez ve Yugoslavya savaşlarında kullanılan modern silahlar, hem patlayıcı etkileriyle, hem içerdikleri zehirli kimyasallarla ve radyasyonla öldürücü olmuş ve çevre üzerinde de yıkıcı etki yaratmıştır. Birinci Körfez Savaşı’nda yanan petrol kuyularının yanı sıra milyonlarca varil ham petrol Basra Körfezi’ne akmış, binlerce deniz canlısı zarar görmüştür. Tonlarca kirli gazın atmosfere yayılması ise cabasıdır. 1955-1975 yılları arasında 20 yıl süren Vietnam savaşında Amerikan haydutları bombalanmadık toprak bırakmadılar. Amerikan emperyalistlerinin askeri birliklerinin Vietnam Savaşı sırasında kullandıkları zehirli gaz “Agent Orange”nin etkisi hâlâ söz konusudur. Vietnam toprakları dioksin (çevre kirletici) ile zehirlenmişti. Anda yürüyen Rusya/Ukrayna savaşına ayrı sayfa açacağız.
Savaş sonrası devam eden çevresel etkiler
Bombardımanlar sonucu kullanılamaz hâle getirilen altyapılar, yok edilen ormanlar, zehirlenen topraklar, radyoaktif kirlilik, kirletilen yer üstü ve yeraltı su kaynakları savaş sonrası dönemde insan ve canlı kayıplarının ötesinde büyük göçlerin nedenidir. İsviçre merkezli İç Göç İzleme Merkezinin (IDCM) raporuna göre; aşırı iklim olayları nedeniyle 2008-2018 yılları arasında “265 milyon insan zorunlu olarak göç etmek durumunda kaldı.” Bunların büyük çoğunluğu savaşların eseridir.
Savaş döneminde döşenen mayınlar savaş sonrası ciddi kayıplara neden olmaktadır. Başta tarım alanları olmak üzere binlerce dönüm arazi atıl durumdadır. Savaş sırasında atılan patlamamış arızalı bombalar ciddi sorunlar yaratır. Zehirli askeri atıkların yarattığı çevre kirliliğini temizlenmek için milyarlarca dolara ihtiyaç duyulur. Stockholm Barış Enstitüsü’nün (SIPRI) verilerine göre dünya genelinde askeri harcamalar 2022’de 1 trilyon 900 milyar dolar ile rekor düzeye ulaştı. Andaki en büyük emperyalist haydutlardan ABD, silah ihracatını 2012-2016 ve 2017-2021 arasında yüzde 14 artırarak küresel payını yüzde 32’den yüzde 39’a çıkardığı SIPRI raporlarında yer almaktadır. Son Rusya/Ukrayna savaşının tetiklemesi ile Almanya 100 milyar avroluk savaş silahlanmasına meclisten onay çıkarmıştır. Bu onayın ilginç yanı, dünün kendisini “barış” yanlısı olarak satan Yeşiller Partisi’nin Sosyal Demokratların ortağı olduğu hükümetin oybirliği ile aldığı bir karar olmasıdır. Günümüzde en büyük silah tacirleri olarak; ABD, Rusya, Fransa, Çin ve Almanya emperyalist devletleri sıralamanın ilk başında gelmektedirler.
Savaşlar sonucu çıkan faturayı ödeyen yine halklardır. Milyonlarca, milyarlarca yılda oluşmuş ve sürekli kendini yenileyen bir denge savaşlar yüzünden bozulur. Emperyalist haydutlar fırsat vermez doğanın kendini yeniden tamir etmesine. Mavi gezegenimizin bir tarafında susan silahlar, emperyalistler tarafından bir başka köşesinde yeniden körüklenir. Bu döngü mevcut kapitalist sisteminin devrimlerle yıkılmasına kadar sürer.
Uluslararası antlaşmalar?
Emperyalist sistemin egemen olduğu günümüzde sözüm ona “Silahlı çatışma sırasında çevrenin korunmasına yönelik” bir dizi “yasalar” belirlenmiştir. Bunun için 1998 yılında Roma Statüsü ve Uluslararası Ceza Mahkemesinin kurulmasıdır. Roma Statüsü’nün savaş suçu başlığı altında çevre konusunda düzenleme yapılması önemli bir gelişme olarak değerlendirilse de pratik değeri olmamıştır, olmamaktadır. Savaş içinde olan taraflar bildiklerini okumaktadırlar. UNESCO tarafından “Yeryüzü Şartı” bildirgesinde nükleer, biyolojik ve kimyasal silahlar gibi kitle imha silahlarının yok edilmesi hususu kabul edilmiş olmasına rağmen emperyalist haydutlar ve onların bölgesel güçlerinin bunu pek ciddiye aldıkları söylenemez.
Rusya/Ukrayna savaşının gösterdikleri
Yeni Dünya İçin Çağrı’nın 208. sayısında şöyle yazmıştık:
“Ukrayna’daki savaş şimdi 6 aydır sürüyor. Bu kez Avrupa’nın ortasında bütün dehşeti ile yaşanan bir savaş: Her iki yanda on binlerce ölü, yüz binlerce yaralı, Ukrayna’da yakılmış, yıkılmış kasabalar, kentler. Karşılıklı işlenen açık “savaş suçları”. “Sivil” katliamları. Yaralı ve tutsaklara ve “düşman ajanı” ilan edilenlere yönelik işkenceler. Kadınlara yönelik tecavüzler. Yargısız infazlar. vb. vb. Ve dünyanın birçok yerinde yürüyen savaşlar, iklim değişikliğinin sonuçları, açlık, siyasi baskılar vb. nedenlerle göç yollarına düşmüş 80 milyon insana eklenen yeni milyonlar. Savaş nedeniyle evini-barkını, köyünü, kentini terk etmek zorunda kalan, birçoğu yabancı ülkelere sığınmaya çalışan 4 milyondan fazla Ukraynalı, ya da savaş öncesi Ukrayna’da öğrencilik yapan, çalışan değişik milliyetlerden insanlar. Limanların mayınlanması nedeniyle depolarda bekleme durumunda kalan milyonlarca ton tahıl. Bu durumun yol açtığı, dünyanın en yoksul bölgelerindeki insanları vuran açlık felaketi tehlikesi. Karşılıklı savaş aracı olarak kullanılan yaptırımlar, ambargolar sonucu öncelikle Batı Avrupa’daki devletlerde zaten var olan ekonomik krizi derinleştiren ve tabii öncelikle düşük gelirli işçileri, emekçi halkı vuran doğalgaz/petrol krizi. Hemen hemen bütün ülkelerde hızla artan enflasyon. Emekçilerin artan yoksullaşması.”
“Bu arada, Zaporiçya kentinde Rusya’nın işgal ettiği Avrupa’nın en büyük atom santralı her iki taraf açısından da savaşta kullanılan bir tehdit aracı hâline gelmiş durumda. Rusya “kendi güvenliğini ciddi tehdit altında” görürse, atom silahı da kullanacağını ilan etmiş durumda. Dünya diken üstünde.” (YDİ Çağrı, Sayı 208, s.4)
Gerçekte yürüyen savaşın tarafları yalnızca Rusya ve Ukrayna değil.
“Bir yanda en başta ABD emperyalizmi olmak üzere, Batılı emperyalist büyük güçler, öbür yanda emperyalist büyük güçler Rusya, Çin ve destekçileridir… Büyük Rus şovenisti, faşist Putin önderliğinde Rusya, Ukrayna’da gerici, haksız, emperyalist bir savaş yürütmektedir… Batılı emperyalist kampın Ukrayna’yı kullanarak yürüttüğü savaş, gerici, haksız emperyalist bir savaştır.“ (s.6)
Şu günlerde yeniden şiddetlenen Rusya-Ukrayna savaşının bugüne kadar yarattığı yıkımın bilançosu henüz çıkmamıştır. Dünyanın tahıl ambarlarından biri olarak kabul edilen Ukrayna’nın tahıl alanlarının gördüğü tahribatın etkileri önümüzdeki yıllarda etkisini gösterecektir.
Bu savaşta en önemli tehlikelerden biri de Zaporiçya kentinde Rusya’nın işgal ettiği Avrupa’nın en büyük atom santralinde nelerin olacağıdır. Her iki taraf da birbirini suçlarken, santrale düşecek bir bombanın (hangi taraftan atılmasının bir önemi yoktur) yaratacağı çevre felaketinin boyutlarını düşünmek bile korkutucu bir durumdur. Atom santrallerindeki çevre felaketlerin boyutlarını 1986’da Çernobil, 2013’de Fukushima’da yaşadık.
Her iki tarafın kasıtlı dezenformasyon siyaseti nedeniyle savaşın gidişatı ve tarafların kayıpları konusunda tam ve kesin bilgilere sahip değiliz. Söylemler ayıklandığında, Avrupa’nın 6 üniteli en büyük nükleer santralinin bulunduğu Zaporiçya bölgesinde çatışmaların yoğunlaştığı ve santralin tehlike altında olduğu gerçek durumdur.
4 Ocak 2022’de nükleer silah sahibi beş BMGK (Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi) üyesi (ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa) ülke, ‘bir nükleer savaşın kazananının olmayacağını ve asla yapılmaması gerektiğini yineliyoruz’ şeklinde bir ortak açıklama yapmalarına rağmen tehditler devam etmektedir. 2022 Ağustos sonunda tamamlanan NPT’nın (Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması) Gözden Geçirme Konferansı ise, taraf ülkelerin üzerinde mutabık kaldıkları bir belge yayınlanamadan son buldu. Rus emperyalistleri ‘nükleer kartı’ kullanmaktan geri durmayacakları tehdidini savurmuş durumdadır. Bunu da “beka” sorunu ile birleştirmiştir.
Rusya tarafından savaşın ilerleyen bir aşamasında tahrip gücü düşük taktik bir nükleer silah kullanması olanak dâhilindedir. Bunun gerekçesini şimdiden sunmuştur. Rusya’nın atom silahı kullanmasının gerekçesi: “Savaşta karşı tarafa üstünlük sağlayacak bir konvansiyonel saldırı karşısında bu saldırıyı durdurmak ve tırmanmaya son vermektir.” Sınırlı da olsa kullanılabilecek atom silahlarının kullanımın nerede duracağını kestirmek mümkün değildir.
Elbette Zaporiçya nükleer santralinde herhangi bir patlama atom silahlarıyla yapılacak bir saldırıdan farklı olmayacaktır. İnsanlığı ve canlıları yeni bir felakete sürükleyecek böyle bir patlamanın olmaması temennimizdir. Fakat biliyoruz ki, emperyalist haydutluğun egemen olduğu gezegenimizde bu tehlike her zaman vardır. Her alanda barbarlık emperyalizmin karakteridir.
Zaporiçya’da olabilecek senaryolar
Savaşın seyrine göre kontrol altına alınamayıp, patlamaya yol açan bir saldırı olursa yerküremiz bir felaketle daha karşılaşacaktır. Böyle bir saldırı kimsenin çıkarına olmamasına rağmen, tehdit mevcuttur. Çünkü Rusya, silahların ve sıcak savaşın gölgesinde 23-27 Eylül 2022 tarihleri arasında 4 bölgede yapılan “ilhak referandumun”da çıkan sonuçlar ile bölgenin Rusya’ya ilhakı sağlandı. Böylece durum daha vahim hâle geldi. Karşılıklı saldırılar daha da yoğunlaştı. Zaporiçya atom santralinde tehlikeli durum ciddiyetini korumaktadır.
Putin ve yakınındaki sivil-asker faşistleri kendi geleceklerinin ciddi ölçüde tehlikeye girdiği sonucuna vardıklarında beka sorunu olarak atomu kullanma veya santralde kısmi patlamaların olma tehlikesi mevcuttur. Kısmi patlamalarda “suçun” karşılıklı birbirlerine havale etme durumu da mevcuttur. Yalan haberler yayma savaşların önemli yöntemlerinden biridir. “Savaşlarda ilk ölen gerçeklerdir” söylemi boş bir söylem değildir.
Rusya’nın bu savaşta üstünlüğünü kaybetme durumu gündeme gelirse, nükleer silah kullanımı dâhil çatışmaları daha da tırmandırmaya gidebilir, “yanlışlıkla” bir NATO ülkesine bomba düşürebilir. Çünkü sınırlar buna müsaittir. Bu da andaki şartlarda ve ABD’nin/NATO’nun Ukrayna’da Rusya’yla doğrudan savaşmayacağı öne çıksa da karşılıklı provokasyonlarla NATO’nun savaşa doğrudan katılmasını gündeme gelebilir. Emperyalist haydutlukta sınır yoktur. Üçüncü Bir Dünya, pazarların yeniden paylaşım savaşı tehlikesi gün geçtikçe artmaktadır.
Andaki iklim krizinin yanında bir Üçüncü Dünya Savaşında tüm canlıların göreceği zararın bilançosu korkunç olur. Taş devrine döner miyiz? Orasını da uluslararası işçi sınıfının ve emekçi halkların barbarlığa karşı direnişi belirler.
Sonuç olarak
Rusya/Ukrayna arasındaki savaş hemen durmalı, ateşkes sağlanmalıdır. Barış her türlü savaştan yeğdir. Atom tehdidinin dozu ancak böyle düşer…
Günümüzdeki temsilî savaşlar, onların hazırlığı tatbikatı canlıların yaşam alanları olan ÇEVREye korkunç bir tehdittir, tahribattır. Bu tehditten kurtulmak istiyorsak, mücadelenin hedefi emperyalizmi tarihin çöplüğüne atma olmalıdır. Bunun için her ülkenin emekçisi öncelikle kendi asalak/haydut burjuvalarıyla hesaplaşmak zorundadır. Gerisi ham hayaldir.
04 Ekim 2022