Kuzey Kürdistan tarihinde çok önemli bir yere sahip olan Azadi Ayaklanması üzerinden yüz yıl geçti.
Kürt istiklal Cemiyeti (Azadi)
İsyanın ön hazırlıkları çok önceden başladı. Hazırlıklara, hazırlıkları yapan Azadi örgütlenmesine Şeyh Said daha sonra katıldı.
1922 yılında, Erzurum’da, Kürtlerin haklarını korumak ve ayrı bir devlet kurulmasını sağlamak için Kürt istiklal Cemiyeti kuruldu. Cibranlı Miralay Halit Bey başkanlığında kurulan cemiyete Bitlis mebusu Yusuf Ziya gibi önde gelen Kürt isimleri de katıldı.
Kısa sürede, Bitlis, Darahin, Eleziz, Diyarbakır, Urfa ve Siirt’in yanı sıra birçok yerde örgütlenen cemiyet, çalışmalarını daha geniş bir alana yaymak için uğraşıyordu. Bu sıralarda çıkan Nasturi isyanını bastırmakla görevlendirilen birliklerde görev yapan Kürt subayları da gittikleri yerlerde Kürt istiklal Cemiyeti’nin propagandasını yapıyorlardı. Bu subaylar Yüzbaşı ihsan Nuri, Vanlı Rasim, Hurşit, Tevfik Cemil ve Bitlis mebusu Yusuf Ziya’nın kardeşi Rıza’ydı.
Bu cemiyete kısa bir süre sonra aralarında Şeyh Said’in de bulunduğu, Melkanlı Şeyh Abdullah, Palulu Şeyh Şerif, Çabakçuran Çan Şeyhleri de katıldılar.
Kürdistan’daki örgütlenmenin başını aynı zamanda milletvekili olan Yusuf Ziya çekiyordu. Yusuf Ziya Ankara’dan İstanbul’a giderek değişik muhalif gruplarla görüşmeler yaptıktan sonra Erzurum’a geçiyor. Yusuf Ziya gerek konumu ve gerekse de ilişkileri bağlamında Kürdistan’daki çalışmalarda merkezi bir rol oynuyor. Bu tarihlerde mecliste Kürtler ve Kürtlerin T.C devleti sınırları içerisindeki konumu henüz tam netlik kazanmamıştır. Yusuf Ziya mecliste Kürt milletvekili olarak bulunmaktadır.
Yusuf Ziya 1924 sonbaharında Erzurum’a döndükten sonra bu bölgede teğmen olan kardeşi Rıza’ya bir telgraf çeker. Kardeşi Rıza ve beraberindekiler telgrafı yanlış anlarlar ve bir ayaklanma çağrısı olarak kavrarlar. Nasturi isyanını bastırmakla görevli olan Teğmen Rıza ve arkadaşları isyanı bastırmayı bir kenara bırakıp dağa çıkarlar. Bu yanlış anlaşılma belki de ulusal sonu hazırlayan cinste bir yanlış anlaşılmaydı. Çünkü 1922 yılında kurulan cemiyet, henüz gerekli hazırlıklar bir yana, herhangi bir stratejiye de sahip değildi. Mücadelenin nasıl yürütüleceği ve kimler tarafından önderliğin alınacağı belli değildi. Bu anlamıyla bu yanlış anlaşılma harekete bir katkı sunmadığı gibi devletin hemen yoğun saldırısına neden olmuştur.
Zamansız başlangıç nedeniyle kayda değer herhangi bir başarı elde edilmezken, Teğmen Rıza’ya çekilen telgraf ‘suç unsuru’ kabul edildi. Bunun üzerine, Yusuf Ziya yakalandı ve Askeri Harp Divanı’nda yargılanmak üzere 10 Ekim 1924 tarihinde Bitlis’e gönderildi. Bu gelişme üzerine tutuklamalara devam edildi ve cemiyetin önde gelen isimlerinden Mutkanlı Hacı Musa, Miralay Halit Bey ve bazı Bitlisliler Askeri Harp Divanı’na sevk edildi.
Şeyh Said bu gelişmeler karşısında, kendisine karşı da harekete girişileceği endişesi taşımaktaydı. Nitekim yakalanan önderlerin yargılanmaları sırasında Şeyh Said ve Hasananlı Halit’in ifadelerine de başvuruluyordu. Hasananlı Halit kendisine gönderilen davete cevap vermedi. Ancak Şeyh Said yaşlılığını gerekçe göstererek bulunduğu alandaki mahkemede ifade vermeyi önerdi. Çünkü Şeyh Said, mahkemeye gitmesi durumunda kendisinin de tutuklanacağı endişesi taşıyordu.
Şeyh Said Nakşibendi Şeyhiydi. Bu nedenle bölgede oldukça nüfuz sahibiydi. Elinde büyük koyun sürüleri bulunan Şeyh Said bunları satmak için her yıl Halep’e kadar gidip gelmesi nedeniyle oldukça geniş bir çevrede tanınıyor ve sayılıyordu.
Piran’da oturan kardeşi Abdurrahim’in evine konuk olan Şeyh Said ve beraberindeki adamları tutuklamak üzere köye gelen bir jandarma müfrezesi ile çatışma çıktı. Bir subayla iki er öldürülürken, iki er de yaralandı.
Böylece hazırlığı tam yapılmayan ve ideolojik önderleri tutuklu bulunan isyan çok erken bir şekilde 13 Şubat 1925’te başlamış oldu.
İsyan
1922’de kurulan Kürt istiklal Cemiyeti hazırlık aşamasında iken önderleri yakalanıp cezaevine düşüyorlar. Şeyh Said bölgeyi dolaştığı için kendisi de yapılan hazırlıkların yeterli olmadığını biliyordu. Ve Şeyh Said istemediği halde isyan başlamıştır. İsyanın bu şekilde başlamış olması Şeyh Said’i isyanın önderi yapmıştır.
İsyan çıktıktan sonra, kısa bir sürede geniş bir alana yayıldı.
Şeyh Said kuvvetleri 7 Mart gecesi, Diyarbakır’ın dört kapısına birden hücum ettiler. Ordu kuvvetleri ile şiddetli çarpışmalar oldu. İsyancılardan bir grup, bir ara kanalizasyon boşluklarından şehre girmeyi başardıysa da kısa bir süre sonra yenilgiye uğradılar. İsyancılar şehirden açılan top ateşi yüzünden 8 Mart günü dağıldılar.
11 Mart günü, Şeyh Said birliklerini toparlayıp yeni bir saldırıya geçtiyse de, bunda da başarılı olamayıp geri çekilmek zorunda kaldı. Diyarbakır yenilgisinden sonra Şeyh Said’e, diğer cephelerden de yenilgi haberleri gelmeye başladı. Hükümet kuvvetleri toparlanıp her cephede taarruza geçiyorlardı.
Diyarbakır saldırısının başarısızlıkla sonuçlanması üzerine diğer cephelerde de durum isyancıların aleyhine gelişiyordu. Varto bölgesinde Varto ele geçirildiyse de bölgedeki Alevi Hormek ve Lolan aşiretlerinin ordu birlikleriyle yapmış oldukları karşı taarruzla tekrar ordu kuvvetlerinin eline geçti.
Hınıs, Ergani ve Çemişkezek bölgelerindeki birlikler dağlara doğru geri çekildiler.
Ordu birlikleri isyancıların denetimine geçen şehirleri bir bir ele geçiriyordu. Ele geçirdikleri köyleri yakmayı da ihmal etmiyorlardı.
İddialar ve gerçekler
Şeyh Said isyanının en tartışmalı yanı, bu isyanın gerici bir ayaklanma mı, yoksa ulusal bir ayaklanma mı olduğudur. Kemalistler isyanın İngilizler tarafından kışkırtılan gerici bir ayaklanma olduğunu propaganda ettiler. İsyanın İngilizlerle ilişkilendirilmesinin gerekçesi Musul ve Kerkük sorunudur.
İsyanı İngilizler mi kışkırttı?
Türk devletinin Şeyh Said isyanı konusunda öne sürdüğü en önemli iddialardan biri, isyanın İngilizler tarafından kışkırtılarak çıkarıldığı iddiasıdır. Bu iddianın dayandığı tek gerekçe de, İngilizlerin Musul ve Kerkük’ü Türklere vermemek için bu yola başvurduklarıdır.
Türk devleti “Kurtuluş Savaşı”ndan galip çıkmış, emperyalist devletler tarafından kendilerine dayatılan “Sevr Antlaşması” geçerliliğini yitirmişti. Savaştan galip çıkan Türk tarafı kurulacak devletin sınırları konusunda yeni bir anlaşma görüşmesine başladılar. Bu görüşmeler İsviçre’nin Lozan şehrinde yapılmaktaydı. Tarihe de Lozan Antlaşması olarak geçen bu antlaşma Kürtler açısından yok olma antlaşmasıydı. Çünkü bu görüşmelerde Türk tarafını temsil eden ismet İnönü “ben hem Türkleri hem de Kürtleri temsil ediyorum” demişse de antlaşma sonunda Kürtler yok sayılmışlardır. Bu nokta, Lozan Antlaşması’nın en önemli noktalarından biridir. Görüşmelerde en önemli noktalardan biri de “Musul Kerkük” sorunuydu. Bu konuda Musul-Kerkük’ü işgal altında tutan İngilizlerle Türkler anlaşamıyorlardı. Lozan’da İngilizler ve TBMM temsilcisi İnönü arasında çetin tartışmalar yaşandı.
Lozan’da Türk ve İngiliz temsilcileri bir sonuca varamadılar. Aslında bu bir sonuca varamamak İngilizler açısından Musul-Kerkük’ün kısa bir zaman içinde İngilizlere bağlanması sonucunu doğuracaktı. Musul meselesi ileri bir tarihte görüşmeler yoluyla çözüme bağlanacaktı. Eğer görüşmeler yoluyla bu gerçekleşmezse Milletler Cemiyeti’nin vereceği karar doğrultusunda çözülecekti. Görüşmeler yoluyla çözülemediği takdirde “Milletler Cemiyeti’nin” vereceği kararla çözülecek denmesi İngilizler açısından sorunun çözümlenmiş olması demektir. Çünkü İngiltere Milletler Cemiyeti’nin bir üyesidir ve TBMM ise henüz bu cemiyetin üyesi bile değildir. Bu anlamıyla Milletler Cemiyeti’nde İngiltere aleyhine bir karar çıkması mümkün değildir. Bu nedenle İngilizlerin Musul’u bahane ederek isyanı destekledikleri iddiası bu nedenle altı boş bir iddiadır.
Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sonunda İngilizler Osmanlı topraklarının büyük bir kısmını işgal ettiler. Bugünkü Güney Kürdistan da İngiliz işgali altındaydı. Bu işgale karşı Kürtler defalarca ayaklandılar. Şeyh Mahmud Berzenci, biri 22 Mayıs 1919’da, diğeri Ekim 1922’de olmak üzere iki kez Kürdistan’ın bağımsızlığını ve kendi hükümdarlığını ilan etti. Birincisinde İngilizler, ancak kanlı çarpışmalardan sonra Şeyh Mahmud’un önderliğindeki hareketi kırabildiler ve O’nu Hindistan’a sürgün ettiler. İkincisinde de İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri’ne bağlı uçakların 250 kg’lık bombalar yağdıran taarruzu sonucu Şeyh Mahmud Serdeşt’e çekilmek zorunda kaldı. Ancak daha sonra tekrar geri dönen Şeyh Mahmud, ta 1930’a kadar İngilizlere karşı mücadele verdi.
Güney Kürdistan’da Kürtlerle bu tecrübelere sahip olan İngilizlerin, ayaklanma çıkarmak için maddi bir temele sahip olmadıkları olgudur.
Şeriatçı ayaklanma mı?
Şeyh Said isyanının niteliği konusunda öne sürülen diğer iddia da isyanın bir irtica hareketi olduğudur. Bu iddiayı ispatlamak için oldukça hummalı çalışmalar yapıldı. Ve hareketin çıktığı dönemde belki ta başında hareket bu nitelikle mahkûm edildi. O dönemde çıkan sol dergiler de bu koroya katıldılar ve hareketi “gerici-yobaz” bir hareket olarak eleştirip İsmet İnönü hükümetinin yanında yer aldılar. “…örneğin, daha o günlerde, 25 Şubat 1925 tarihli Orak-Çekiç (TKP yayın organı, Şeyh Said isyanına karşı alınan önlemler içerisinde çıkarılan Takrir-i Sükûn kanunu çerçevesinde kapatıldı. BN.), ‘irticanın başında Şeyh Said değil, derebeylik duruyor; irticaya karşı halk hükümetledir’ diye manşet attıktan sonra şunları yazdı: ‘Yobazların sarıkları yobaz zümresine kefen olmalıdır: Yobazlarıyla, ağalarıyla, şeyhleriyle, halifeleriyle, sultanlarıyla birlikte kahrolsun derebeylik!” (1925 Kürt Ayaklanması Dr. K. M. Ahmad, M. Ciwan sayfa 61) TKP’nin yayın organında yer alan ve komünistlerin olay hakkındaki görüşü olarak tarihe geçen tespit, o dönemde Komintern tarafından da aynı tarzda savunulmuştur.
Şeyh Said, isyanın niteliği konusunda kendisine yöneltilen eleştiriler ve sorgularda şeriat istediğini belirtmiştir. Oysa devlet ısrarla hareketin “Bağımsız bir Kürdistan” için çalıştığını ispatlamaya çalıştı. Şeyh Said yapılan sorgusunda “Medreseler kapatıldı. Din ve vakıflar bakanlığı kaldırıldı ve din mektepleri Milli Eğitime bağlandı. Gazetelerde de birtakım dinsiz yazarlar dine hakaret etmeye, peygamberlerimize dil uzatmaya cüret ediyorlar. Ben bugün elimden gelse, bizzat döğüşmeye başlar ve dinin yükselmesine gayret ederim.” (Aziz Aşan, Şeyh Said Ayaklanması, sayfa 36) demektedir.
Kuşkusuz tutuklu ve yenilmiş bir hareketin önderinin vermiş olduğu bu tarzdaki ifade, hareketin gerçek niteliği hakkında fazla bilgi vermemektedir. Bu konuda en önemli çelişkilerden biri “şeriat” isteyen Şeyh Said’in aynı yönde çalışan ve şeriat için savaşmaya hazır Saidi Nursi’den (Kurdi) herhangi bir talepte bulunmamış olmasıdır. Buna karşı mezhep kardeşliği dahi olmayan Alevilerden isyana katılıp destek sunmalarını istemiş olmasıdır. Örneğin Elazığ’ı ele geçiren Şeyh Şerif, Dersim Mebusu Hasan Hayri’ye şu telgrafı çekmiştir: “Hozat’ta Celalzade Mehmet efendi vasıtasıyla bilimum Dersim aşiretleri rüesasına: Sükûneti muhafaza ediniz, yakında bir heyetle Dersim’e geleceğiz muvaffakaiyetler.” (Aziz Aşan, Şeyh Said Ayaklanması, sayfa 15)
Alevilerden yardım istenmesi ve birlikte hareket etme çabaları Kürdistan ideali için mücadeleye çağrı idi. Aksi takdirde “Sünni” mezhebinden olan bir aşiretin şeyhinin Alevileri ortak bir ideal için mücadeleye çağırması açıklanamaz. Şeyh Said adından da anlaşılacağı gibi bölgede dini bir liderdir. Şeyh Said harekete sonradan dahil olmuştur. Hareketin siyasi yanını hazırlayanların kişilikleri de isyanın niteliği hakkında yeterince bilgi veriyor. Yani hareketin milli yanı hakkında Şeyh Said’in dini rolüne takılıp kalmak “ağaçtan ormanı görmemek” olur. İfadesinde kendisinin din için mücadele ettiğini söylese de başka yazışmalarda meselenin Kürt yanında kavgasını verdiğini, Şeyh Said de söylemektedir. Örneğin “Şeyh Said’in en yakın ve en muhtemel bir adamı olan ve Binbaşı rütbesi tevcih ederek Genç inzibat memurluğuna (valiliğine) tayin etmiş olduğu Fakih Hasan Fehmi de yine istiklal Mahkemesi’nde Şeyh Said’in kendisine yazdığı bir mektupta ‘ben Kürtler için uğraşıyorum’ dediğini itiraf etmiştir.” (Mehmet Bayrak, Kürtler ve Ulusal Demokratik Mücadeleleri, sayfa 405)
Şeyh Said isyanında dini motifler yer alsa da isyan milli bir nitelik taşımaktaydı. Bu nitelik bizzat devlet tarafından asıl amaç olarak mahkemede öne sürülmüş olmasına rağmen kamuoyunda “irticai” bir hareket olarak lanse edilmiştir. Yapılan sorguda “Savcı iddianamesinde ayaklanmanın bağımsız bir Kürdistan kurma hedefine yönelik olduğunu söylüyordu. Savcıya göre: ‘Şarktaki o ayaklanma dış görünüşü itibariyle güya sadece dinci ve şeriatçı idi. Sanki şeriat dini Ahmedi namına harekete geçenlerin müsellah bir hareketi idi. Fakat asıl hüviyeti, iç bünyesi, ruhu ve tertipçilerin maksat ve gayesi bakımından ise tastamam bir Kürt milliyetçiliği, Kürt devleti ve hükümetçiliği olmaktan başka bir şey değildi…” (Aziz Aşan, Şeyh Said Ayaklanması, sayfa 35)
Sonuç:
Şeyh Said isyanı Kürt ulusal kurtuluş ve bağımsızlık mücadelesinde bir dönüm noktasıdır. Çünkü Şeyh Said isyanı ertesinde yeniden toparlanan gruplar yeniden ayaklandılar ve bu ayaklanma dizisi her seferinde devlet güçleri tarafından şiddetle ve sürgünlerle bastırıldı. Bu en önemli ayaklanma Kürtler açısından ulusal temeldeki uyanışın da başlangıcını oluşturmaktadır. Bu nedenle Kürt ulusal kurtuluş mücadelesinde Şeyh Said isyanı ayrı bir öneme sahiptir.
Şeyh Said isyanı içinde dinci öğeler taşısa da milli unsurlar da isyanda belirleyici bir rol oynamıştır. İstenen “şeriat” olsa da bu Kürtlerin devleti olarak istenmiştir. İngiliz emperyalizmiyle doğrudan bir bağ olduğuna dair bir belge yoktur. Ancak hareketin önderlerinin emperyalizme karşı bir mücadele yürüttükleri de söylenemez.
Ulusal içerik taşıyan Şeyh Said isyanında ağa ve şeyhlerin rol oynaması ise gerek Kürdistan’ın konumu ve gerekse de sosyal yapı nedeniyle anlaşılır bir durumdur.
İsyanın bastırılması sonrasında yakalanan önderler “İstiklal Mahkemelerinde” alelacele yargılanıp idam edildiler. Örneğin 81 sanıkla ilgili iddianamede karar 28 Haziran’da verildi ve Şeyh Said başta olmak üzere toplam 48 kişi idama mahkûm edildi. Çapakçur Kaymakamı Hüseyin Hilmi Bey’in cezası devlete daha önce yapmış olduğu hizmetlerden dolayı 15 seneye çevrildi. Böylece Diyarbakır Dağkapı Meydanında toplam 47 sehpa kuruldu.
“İdam edilecekler 28 Haziran’ı 29 Haziran’a bağlayan gece Merkez Hastanesi Nöbetçi Doktoru Yüzbaşı Cemil Bey tarafından ‘genel bir muayene’den geçirildi. Saat gece yarısını vurduğunda, ‘idam mahkûmları’ Muhafız Bölüğü Komutanı Nafiz Bey’in emriyle birer birer koğuşlarından alınarak avluya çıkarıldılar ve tek sıra halinde birbirlerine bağlandılar. Sıranın en önünde Fakih Hasan yer alırken, Şeyh Said ortalarda bir yerde bulunmaktaydı… Gün ağarırken infazlar tamamlanmıştı.” (Kürtler isyan-Tenkil, Hıdır Göktaş, Alan Yayıncılık, sayfa 80)
İdamlar isyanları durduramadı ve Kürt ulusunun ulusal kurtuluş mücadelesi günümüzde de sürüyor.
7 Nisan 2025