11 Nisan 2019 tarihinde Sudan’da gerçekleştirilen darbe ile ordu yönetime el koydu. Ordunun yönetime el koyduğu bilgisi Savunma Bakanı ve Başkan Yardımcısı Ahmed bin Avf tarafından kamuoyuna duyuruldu. Verilen bilgiye göre Başkan Ömer el Beşir ve Ulusal Kongre Partisi’nin birçok üyesi gözaltına alındı; hükümet ve yerel yönetimler feshedildi, Anayasa askıya alındı. Böylece Ömer el Beşir yönetiminde yaklaşık 30 sene süren islamcı-faşist ve şeriatın kanunların temeli olduğu yönetime son verildi. Beşir yönetimi yerine bir Askeri Geçiş Konseyi kuruldu, bu konseyin ülkeyi iki sene idare edeceği ve geçiş hükümetinin “özgür ve adil seçimler” ertesinde yönetimi sivillere devredeceği açıklandı. Ayrıca üç aylığına olağanüstü hal ve bir aylığına da gece saat 22:00’den sabah saat 4:00’e kadar sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Bu arada eylemler sürecinde tutuklanan birçok kişi de serbest bırakıldı.
Darbeyi gerçekleştirenler ve Askeri Geçiş Konseyi’nde yer alanların hepsi de Beşir yönetimindeki rejimin savunucuları, koruyucuları ve evet sorumlularıydı. Başta Başkan Yardımcısı ve Savunma Bakanı Ahmed bin Avf olmak üzere birçoğu Darfur ve diğer bölgelerde yaşanan katliamların, bu bölgelerde hala süren “düşük düzeyli” savaşın, halkın haklı talepleri için verdiği mücadele ve protestoların kanla bastırılmasının vb. sorumluları ve suçlularıydı. Bunların darbe ile iktidara gelen Beşir’i darbe ile koltuğundan indirmeleri, Beşir’i ve kimi yanlılarını gözaltına almaları, bunların gerçekten demokrasiden, demokratik bir yönetimden yana olmalarından kaynaklanmıyordu. Darbenin gerçekleştirilmesinin perde arkasını anlayabilmek için, darbe öncesinde Sudan’daki gelişmelere ve halkın mücadelesine bakmak gerekiyor.
Darbe Öncesi Gelişmeler ve Halkın Mücadelesi
Sudan halklarının Beşir yönetimine karşı mücadelesi sürekli vardı. Tüm baskılara rağmen gündeme gelen protestolar, her seferinde devletin şiddetli baskısına maruz kaldı, protestolar çoğunlukla kanla bastırıldı. Halk kesimlerinin devletin kolluk güçleriyle karşı karşıya kaldığı hemen hemen her seferinde halktan birileri katlediliyordu. Katledilen insan sayısının bir mi, on mu olduğu vb. halk için artık önemli bir rol oynamıyordu. 2011 yılında yaşanan “Arap Baharı” sürecinde ve sonrasında da halkın mücadeleleri değişik biçim ve düzeylerde yaşandı. Onlarca kişinin katledildiği ve kanla bastırılan 2013’deki mücadelelerini yenileri takip etti. Bu mücadelelerin yanı sıra Sudan Devrimci Cephe, Sudan’ın Kurtuluşu İçin Halk Hareketi-Kuzey gibi kesimlerin mücadelesi de -bazen ateşkeslerle durdurulsa da- sürüyordu. Tüm bu mücadeleler ama Beşir yönetimine ve iktidarına son vermeye yetmedi.
11 Nisan’da yapılan darbeye götüren gelişmeler, 19 Aralık 2018 tarihindeki protestolarla başladı. 19 Aralık 2018’de Atmara kentinde, hükümetin ekmek ve diğer temel gıda maddelerine, benzine ve diğer yakıt ürünlerine yaptığı zamlara karşı gerçekleştirilen protestolar giderek diğer kentlere de sıçradı. Ekmek fiyatı üç katına çıkmıştı. Hatta yer yer pazarlarda, dükkanlarda ekmek de bulunmuyordu. Bu durumda halkın tepkisi giderek yükseldi. Ekmek talebi giderek “ekmek, özgürlük, adalet ve barış” talebine dönüştü ve bu da kendisini devlet yönetimine ve özelde de Beşir’e karşı atılan “Tasgut bas!” istifa et, yeter artık, “Halk hükümetin devrilmesini istiyor!”, “Halk devrimi seçiyor!”, “Devrim!” talepleriyle birleşti.
Protestoların giderek yaygınlaşması karşısında devlet güçleri her zamanki gibi halka şiddetle saldırdı. Daha protestoların ilk günlerinde, Beyaz Nil, Dangola, Gadarif, Kuzey Kurdufan ve Atbara kentlerinde olağanüstü hal ilan edildi. Kimi kentlerde gece sokağa çıkma yasağı ilan edilirken kimi kentlerde okullardaki eğitim ve öğretime ara verildi. Devletin kolluk güçlerinin saldırılarının ilk günlerinde 22 protestocu katledildi, birçoğu gözaltına alındı.
Tüm baskılara rağmen protestolar devam etti. Kimi yerlerde iktidarda olan Ulusal Kongre Partisi’nin (UKP) merkezlerine saldırıldı ve Beyaz Nil’e bağlı Rabak kentinde UKP’nin merkezi ateşe verildi.
Protestoların koordine edilmesi ve yönlendirilmesini sağlayan güçlerin başında “Sudan Meslek Birlikleri” (SPA) geliyordu. 2016 yılında illegal olarak kurulan SPA, esasında sendikaların yasaklanmasından dolayı kendilerine Meslek Birliği vb. adını verdi. Bu nedenle de kimi medya mensupları SPA’dan “sendika” ya da “işçi birliği” olarak bahsetmektedir. SPA içinde gazeteciler, avukatlar, doktorlar, profesörler, mühendisler, öğretmenler, eczacılar, sanatçılar ve son dönemde SPA’ya katılan işçiler ve demiryolu işçileri dedikleri meslek birlikleri yer almaktadır.
2019 Ocak ayı başında toplam 22 parti ve örgüt “Özgürlük ve Değişim İçin İttifak” (ALC), (“Değişim İçin Ulusal Cephe” (NFC) de deniyor) adını verdikleri cephe içinde bir araya geldi. Özellikle SPA’nın inisiyatifiyle ALC 1 Ocak 2019 tarihinde bir “Barış ve Değişim için Açıklama” yayınladı. ALC içinde yer alan parti ve örgütler Sudan Komünist Partisi’nden Müslüman Kardeşler’e kadar geniş bir yelpazeyi oluşturuyor. Verilen bilgilere göre iki de feminist grup cephe içinde yer almaktadır. Cephenin içinde belirleyici olan güçler İslamcı güçler değil, laik ve demokrasi yanlısı güçlerdir. Cephede yer alan ya da söz konusu açıklamayı imzalayan İslamcı kimi parti veya güçler daha kısa süre öncesine kadar Beşir yönetimiyle iyi geçinen parlamentoda yer alan kesimlerdir.
Söz konusu açıklamanın temel talepleri, medyaya yansıdığı kadarıyla, Beşir’in istifası, teknokratlardan oluşan demokratik bir geçiş süreci (geçiş süreci dört yıl olarak öngörülüyor) hükümetinin kurulması, Kurucu Meclis oluşturulması ve bunun %40’nın kadınlardan oluşması; Darfur, Mavi Nil ve Güney Kurdufan’da yürütülen savaşlara derhal son verilmesi, Güney Sudan’la iyi ilişkiler vb. taleplerdir. Sonuç olarak andaki rejimin değişmesi, açıklamanın temel talebiydi.
Muhalefetin protestoları değişik biçim ve düzeylerde devam etti. Bu arada SPA önderliğinde birçok kez grev ilan edilmesi ve gerçekleştirilmesi de bilince çıkarılması gereken bir olgudur. Başkan Beşir protestoları sonlandırmak için Şubat 2019 sonunda bir yıl olağanüstü hal ilan etti. Parlamentodaki tartışmalardan sonra bu süre altı aya indirildi. Olağanüstü hal ilanına bağlı olarak hem merkezi hem de eyalet hükümetleri değiştirildi. Anayasa’da yapılacak değişiklikle Beşir 2020 yılında yeniden aday olma imkanına sahip olacaktı, protestolar karşısında Anayasanın bu şekilde değiştirilmeyeceği açıklandı. Beşir, UKP Başkanlığı’ndan da istifa edeceğini açıkladı.
Olağanüstü halin ilanı, Beşir’in yeniden başkan adayı olmayacağı ve UKP başkanlığından da istifa edeceğine yönelik açıklama, halkın protestolarını sonlandırmaya yetmedi.
Halkın protestoları esasta barışçıl -yani çatışmaya yönelik olmayan anlamında barışçıl- temelde gerçekleştirilen protestolar olmasına rağmen, burjuva medyanın propaganda ettiği gibi halk tarafından şiddetin kullanılmadığı, şiddetin olmadığı “barışçıl” protestolar da değildi.
SPA’nın 6 Nisan 2019 tarihi için yaptığı büyük yürüyüş çağrısı, sonuçta yeni protesto hareketinin alevlenmesinde önemli rol oynadı. Genel protestolar dışında gerçekleştirilen merkezi eylem, başkent Hartum’da hem ordunun genel karargahı (Savunma Bakanlığı), hem de Başkanlık binası olan merkezin çevresindeki oturma eylemiydi. Birçok kentte protesto eylemlerine katılımda kadınların çoğunlukta olması da bilince çıkarılması gereken ayrı bir olgudur. Bu protesto eylemlerine saldırılarda ölümlerin yaşanması hem protestocuların tepkisini güçlendirmeyi, hem de SPA’nın, yönetimin geçici sivil bir yönetime devredilinceye kadar grev ilan ettiğini açıklamasını beraberinde getirdi. Grevin sağlık, yargı, tarım, eğitim ve ulaşım sektörlerini kapsayacağı açıklandı. Greve gidildi ama ilan edildiği gibi uzun sürmedi.
Ordu karargahı çevresindeki “sivil itaatsizlik” ya da oturma eyleminde, eylemciler ordunun kendilerinden yana çıkması taleplerini dile getirdiler. Askerler yer yer eylemcilere saldırıları engellediler. Saldıran esas güçler asker değil, istihbarat örgütü NISS’e bağlı güçler, polis, öncelikle de Hızlı Destek Güçleri (RSF) idi. Ordunun sözcüsü 9 Nisan’da oturma eylemiyle oluşturulan barikatın dağıtılacağını açıklarken, kimi yetkililer de istihbarat örgütünün barikatı dağıtma talebini reddediyordu. Verilen bilgilere göre yüksek rütbeli iki ordu mensubu ise ordunun protestoculardan yana olduğu ve protestoları desteklediğini açıklıyordu. Bu durum hem ordunun içinde hem de ordu ile istihbarat örgütü arasında önemli bir çelişki yaşandığını gösteriyordu. Barikatın dağıtılmasına kalkışılmadı ve 6 Nisan’dan beri ilk kez 9 Nisan’ı 10 Nisan’a bağlayan gece ordu karargahı çevresinde kan akıtılmadı. Beşir yanlılarının planladığı yürüyüş aniden iptal edildi vb. vb. Buna rağmen yönetilenlerin artık eskisi gibi yönetilmek istemediği ve egemenlerin de eskisi gibi yönetemediği bir durum oluşmuştu.
11 Nisan’da öğlen sonrası saatlerde, Başkan Yardımcısı ve Savunma Bakanı Ahmed bin Avf, devlet televizyonunda yaptığı açıklamayla ordunun yönetime el koyduğunu ilan ediyordu. Başkan Beşir’in gözaltına alınması ve ordunun darbe ile yönetime el koymasına bağlı olarak yeni bir durum gündeme gelmişti ve protestocuların da tavırlarını yeniden belirlemeleri gerekiyordu. Beşir’in iktidardan devrilmesiyle yetinecekler miydi? Orduya atfettikleri “devrimi koruma” görevi yaklaşımıyla ordunun dediklerine uyacaklar mıydı? Yoksa yönetimin geçici sivil bir hükümete devredilmesi yönlü talepte ısrar mı edeceklerdi?
Darbe Sonrası Gelişmeler
Beşir’in devrilmesi haberine sevinen protestocular kutlamalarını yer yer tanklar üzerine çıkarak da gerçekleştirdi. Fakat 11 Nisan’da oluşturulan ve başına Ahmed bin Avf getirilen Askeri Geçiş Konseyi’nin (AGK) gece sokağa çıkma yasağına esasta uyulmadı. Protestolar devam etti ve yönetimin sivil bir hükümete devredilmesi talebine sahip çıkıldı. Protestoların devam etmesi ve Ahmed bin Avf’ın halk nezdindeki sicilinin “temiz” olmaması, buna bağlı olarak onun da “istenmeyen adam” olması vb. etkenler AGK’nin işini zorlaştırıyordu. 12 Nisan’da Ahmed bin Avf AGK Başkanlığı görevinden istifa etti, yerine sicili daha “temiz” görünen Abdülfettah el-Burhan getirildi. Aynı gün istihbarat örgütü NISS’in şefi Salih Goş da istifa etti. Bu istifalar yaşanırken ordu temsilcileri sürekli olarak iktidarda kalma çabaları olmadığına dair açıklamalar yapıyor, kendilerini halkın devrimci değişim isteğini yerine getirmek için müdahalede bulundukları yalanlarını yaygınlaştırıyorlardı. Ordunun yetkililerinin bu yönlü açıklamalar yapması bir yandan halkın protestolarını dindirmek amacına sahip iken, aynı zamanda güçler dengesinin, ordunun her istediğini gerçekleştiremeyecek, halkın da orduyu tümüyle devreden çıkaramayacak bir durumda olduğunu gösteriyordu. Halkın mücadelesi bu sefer AGK’ne karşı yürüyordu, ama gidişatın nereye doğru yol alacağı ise netlik kazanmamıştı.
Halkın esasta barışçıl temeldeki mücadelesi ve bu mücadelede silahsız olması, orduya “devrimi koruma” görevini atfetmesine bağlı olarak da gerektiğinde orduyla doğrudan çatışma siyasetine sahip olmaması vb. birçok olgu, Beşir’in iktidardan devrilmesine yol açan halk muhalefetinin, AGK’ne, 11 Nisan öncesindeki taleplerinden taviz vereceği ve ordunun tümüyle devreden çıkmadığı bir geçiş sürecini kabul edeceğinin işaretlerini veriyordu.
Taviz verilerek de olsa yönetimin sivillere devredilmesi talebi mücadelenin sürdürülmesini gerektiriyordu. Buna uygun olarak da muhalefet darbeyi reddettiğini, yönetimin sivillere devredilmesi gerektiği talebini savunarak halka, ordunun genel karargahı ve ülke genelinde oturma (protesto) eylemlerine devam etme çağrısında bulundu.
Bu ortamda AGK iktidarda kalma derdi olmadığı, göstericiler için yönetime el koydukları ve göstericilerin ordunun koruması altında olduğu yönlü yalanları yaymaya devam ediyordu. Bu arada: “Ancak başkalarının özgürlüğünün ihlal edilmesine izin vermeyece”kleri yönlü tehditleri de savurmaktan geri kalmıyordu. Muhalefetin protestoları sürdürme tavrına verilen ilk tavizlerden biri de gece sokağa çıkma yasağının resmen kaldırılmasıydı. Bu adım esasında uyulmayan bir yasağı kaldırarak ortamın daha da kızışmasını engelleme adımıydı.
AGK Başkanı Abdülfettah el-Burhan toplumun tüm kesimlerine ve partilere diyalog önererek protestoculara evlerine geri dönmeleri ve hayatı normale döndürmeleri “rica”sında bulundu. Ayrıca son aylarda tutuklanan tüm protestocuların da serbest bırakılacağını açıkladı.
Muhalefet diyalog önerisini kabul ettiğini açıklayarak 13 Nisan’da AGK’ne on talepli bir liste sundu. Bu taleplerin en başında da yönetimin tümüyle sivillere devredilmesi talebi vardı. Bu temelde diyalog başlarken askerler ordunun genel karargahı çevresindeki oturma eylemini dağıtmaya çalıştıkları, protestocuların karşı çıkması sonucu şiddet kullanmadan geri çekildikleri bir durum yaşanıyordu. AGK Başkanı Abdülfettah el-Burhan 14 Nisan’da muhalefete hükümeti yönetmesi için bir hafta içinde “tarafsız ve vatansever” bir kişiyi tespit etmeleri önerisinde bulundu. Bu arada ordunun, Devlet Başkanlığı’na, İçişleri Bakanlığı’na ve Savunma Bakanlığı’na ordunun belirleyeceği kişilerin atanmasını istediği de verilen bilgiler arasındaydı. Diyalog yolu giderek açılmaya başladı… AGK Sudan’ın Yüksek Yargıcı’nı, Başsavcı’sını ve devlet televizyonunun şefini görevden aldı.
Yönetimin bir an önce sivillere devredilmesi konusunda Afrika Birliği, Avrupa Birliği vb. kesimlerin tavırları da AGK’nin kimi tavizler vermesine yol açıyordu. Yönetimin sivillere devredilmesini talep edenler AGK’yi tanımıyorlardı… ABD, Rusya başta olmak üzere Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Çad AGK’yi tanıdıklarını açıkladılar. Suudi Arabistan ve BAE AGK’ye üç milyar dolar yardım sözü verdi. ABD Sudan temsilcisi hem AGK hem de muhalefet temsilcileriyle görüşmelerde bulunarak gelişmelerin hangi yönde olacağını etkilemeye çalıştı. Rusya ise görünürde yine “iç işlerine karışılmaması” yönlü tavrı savundu. Hiçbirisi ama Beşir’den yana tavır takınmadı.
19 Nisan’da yine ordunun genel karargahı çevresinde binlerce kişi protesto gerçekleştirdi. 22 Nisan’da ise muhalefet temsilcisi AGK ile görüşmeleri, AGK’nin şimdiye kadarki rejimin bir parçası olduğu gerekçesiyle durdurduklarını açıkladı. 23 Nisan’da Afrika Birliği yönetimin sivillere devredilmesi için üç aylık zaman tanıdı. Ertesi gün AGK ve muhalefet ortak bir komisyon kurdu, buna bağlı olarak da AGK’nden üç yüksek rütbeli asker, protestocuların talepleri sonucu görevlerinden istifa etti. 27 Nisan’da sivil ve askerlerden oluşan bir hükümet konusunda prensipte anlaştıkları açıklandı. 30 Nisan’da ise muhalefet, ordunun hükümette on bakandan üçünü ve yeni kurulacak “güvenlik ve savunma” kurumunda da %70 çoğunluğu isteyen önerisini reddetti. AGK ise protesto eylemlerine, sokak ve demiryolu bloke eylemlerine son verilmesini talep ediyordu.
Taraflar arasında ortamın yeniden kızışmaya başladığı durumda Afrika Birliği yönetimin sivillere devredilmesi süresini iki aya indirdi. 13 Mayıs’ta taraflar sivil ve askerlerden oluşan ve yeni seçimlere kadar ülkeyi yönetmesi gereken bir “egemen konsey” kurma konusunda anlaştıklarını açıkladılar. 14 Mayıs’ta altı protestocunun katledilmesi ve buna tepki olarak yeni barikatlar kurulmasını bahane eden AGK muhalefetle görüşmelere üç gün ara verdiğini duyurdu. Görüşmelerin yeniden başlatılmasının önkoşulu olarak da sokaklardaki barikatların kaldırılması gerektiği belirtildi. Buna göre protestocuların barikatları kaldırması ve ordunun genel karargahı çevresindeki oturma eylemine dönmeleri kabul ediliyordu.
Muhalefet sözcüleri hiçbir şeyin, barikatların da silahsız sivil halka ateş açılmasını haklı çıkaramayacağını, hiç kimsenin kurşunlardan korkmadığını ve eylem alanında kalacaklarını açıklamalarına rağmen, yeni barikatların kurulmaması talebinde de bulundular. Sonuçta barikatlar kaldırıldı.
Görüşmelerin sürüncemede kalmasına karşı 28 Mayıs’ta 48 saatlik grev ilan edildi. 3 Haziran’da ise ordu protestoculara saldırı başlattı ve sonuçta 130 kadar insanın yaşamını yitirdiği bir katliam gerçekleştirdi. Yüzlerce insan yaralandı, sayısı belli olmayan ama onlarca diye ifade edilen sayıda tecavüzler gerçekleştirildi. Bu katliamla ordu karargahı çevresindeki barikat dağıtıldı. Katliamı gerçekleştiren güçlerin “Hızlı Destek Güçleri” (RSF) olduğu açıklandı. Muhalefet ise orduyu “AGK’ye bağlı milislerin saldırılarına karşı vatandaşları” koruma görevini yerine getirmeye çağırdı. AGK muhalefet ile tüm anlaşmaları iptal ettiğini, muhalefet de AGK ile teması sonlandırdığını açıkladılar. AGK yedi ile dokuz ay içerisinde seçimlerin yapılacağını ilan etti. Bu arada AGK Başkanı “timsah gözyaşları” dökerek… “hayatını kaybedenler için üzgün” olduklarını, Başsavcılığa bu konuda soruşturma açması talimatı verildiğini vb. de açıkladı.
5 Haziran’da BM Güvenlik Konseyi Sudan’daki durum üzerine görüşmek için toplandı. Ordunun sivillere karşı saldırgan tavrının kınanması hakkında bir karar ise Çin, Rusya ve Kuveyt’in karşı çıkması sonucu çıkmadı. 6 Haziran’da Afrika Birliği sivil bir yönetim sağlanana kadar Sudan’ın Afrika Birliği üyeliğini dondurma kararı aldı.
Bu karardan bir gün sonra Etyopya Başkanı Abiy Ahmed AGK ve muhalefet arasında arabuluculuk yapmak için Hartum’a gitti. Taraflar arasında yapılan görüşmeler ertesinde, görüşmelere katılan birçok muhalif kişi tutuklandı. 9 Haziran’da “sivil itaatsizlik hareketi” olarak ilan edilen süresiz bir grev başlatıldı. Ama kısa sürdü.
11 Haziran’da BM GK yeniden toplandı ve sivillere karşı şiddeti kınadı, insan haklarının korunduğu yeni bir diyaloğun başlatılması çağrısında bulundu.
Etyopyalı arabulucu tarafından yürütülen görüşmeler sonucunda 23 Haziran’da AGK ile muhalefetin anlaştığı açıklandı. Genel olarak anlaştıkları yönlü açıklamanın ama somut olarak içeriği doldurulmamıştı… Çünkü taraflar geçiş sürecinin yönetimi konusunda ordu ve muhalefetin kaç kişiyle temsil edileceği konusunda anlaşmamıştı daha. Öneriye göre sekiz sivil ve yedi asker kurulacak konseyde yer alması gerekiyordu. AGK bu öneriyi reddetti ve muhalefet de (SPA) 30 Haziran’da protesto yürüyüşlerine çağrıda bulundu.
30 Haziran’da (1989 yılında yapılan darbenin yıldönümünde) gerçekleşen protestolarda en azından yedi kişinin katledildiği, 200e yakın kişinin de yaralandığı bir saldırı yaşandı. Bu durumda görüşmelerin nasıl süreceği, sürüp sürmeyeceği ya da nasıl sonuçlanacağı meseleleri hep soru işaretiydi. Anlaşma sağlandığının ilan edildiği durumda bile anlaşmaya uyulup uyulmayacağı sorusu akla gelen ilk soruydu.
3 Temmuz’da ordu 235 tutuklunun serbest bırakılacağını açıkladı. 5 Temmuz’da ise Afrika Birliği ve Etyopya temsilcilerinin arabuluculuğuyla yapılan görüşmeler sonucunda tarafların anlaşmaya vardığı bir kez daha açıklandı. Bu sefer anlaşmanın ciddi olduğu görünüyordu. Ama anlaşmanın imzalanması yine de sürüncemede kaldı. Bu anlaşmanın imzalanmasını geciktiren nedenin, AGK’nin açıklamasına göre 11 Temmuz’da bir darbe teşebbüsünde bulunulmuş olmasıydı. Bu teşebbüs bertaraf edilmişti. Darbe teşebbüsünde bulunan toplam 16 kişi tutuklanmıştı. Bunun dışında herhangi somut bir bilgi ise verilmedi. Muhalefetten kimileri ordunun kendisini ülkedeki düzeni ve güvenliği sağlayabilecek tek güç olduğu izlenimini yaratmak için muhalefetle her anlaşma öncesinde darbe iddialarını kullandığı görüşünü savundu.
Sonuçta ön anlaşma olarak adlandırılan “siyasi belge” birkaç kere ertelenerek 16 Temmuz’da imzalandı. Söz konusu anlaşmaya göre taraflar 39 aylık bir geçiş süreci öngörülüyordu. Buna göre beşi muhalefet temsilcilerinden, beşi de askerlerden oluşan ve birinin de “tarafsız” sivil olan kişiden oluşacak bir “Yüksek Konsey” (buna başkanlık konseyi de deniyor) oluşturulacak, bu konseye ilkönce 21 ay ordudan biri ve ardından da 18 ay sivil biri başkanlık edecek; ardından da seçimlere gidilerek yönetim sivillere devredilecektir. Ayrıca uzmanlardan, teknokratlardan oluşacak geçici hükümetin muhalefet tarafından belirleneceği de söz konusu anlaşmaya dahildi.
Bu ön anlaşmanın esas belgesi olan ve “anayasal belge” olarak adlandırılan belge ise yazımız yazıldığı dönemde hala imzalanmamıştı.
Sonuç olarak söylenecek şey, Sudan halkının önemli bir kesimi 30 yıllık Beşir yönetimine karşı artık yeter demiştir. Ekmek talebi giderek özgürlük talebiyle birleşmiş ve tüm baskılara rağmen halkın mücadelesi engellenememiştir. Ordunun darbe ile yönetime el koyması ve Beşir’in iktidarına son vermesi, esasta egemenlerin eskisi gibi yönetemeyeceğinin görülmesi ve iktidarın tümüyle elden gitmesini engellemeye yönelik bir edim olmuştur. Muhalefetin orduya yanlış temelde atfettiği “halktan yana olma” veya “devrimi koruma” görevi anlayışı, ordunun işini kolaylaştırmıştır. Ordunun geçiş sürecinin ilk 21 ayında giderek kendi nüfuzunu güçlendirmeye ve muhalefeti devre dışı bırakmaya çalışacağına kesin gözle bakılabilir. Bundan sonraki gelişmeleri belirleyecek olan ise, yani yönetimin sivillere devredilmesi ve burjuva demokrasisine geçişin sağlanıp sağlanmayacağını belirleyecek olan gelişmeler, muhalefetin ne kadar örgütlü olduğu ve demokratik taleplere ne kadar sahip çıkacağına ve bunlar uğruna ne kadar mücadele edeceğine bağlıdır.
Gelişmelerin hangi yönde olacağını göreceğiz. Buna rağmen Sudan’daki gelişmeler, Beşir yönetimindeki İslamcı faşist yönetime son veren önemli gelişmelerdir. Halkın örgütlü gücü ve mücadelesinin önemi bir kez daha ispatlanmıştır. Örgütlü halkın rejime karşı mücadelesinin demokratik bir devrime yol açmaması ve ordu ile bir geçiş süreci hakkında uzlaşılması ise bu hareketin zayıf yanıdır. Bunun da esas nedeni bu örgütlü mücadelenin komünist bir önderlik altında yürütülmemesidir. Tüm zaaflarına rağmen dayanışmamız Sudan halkının demokratik hakları için verdiği mücadeleyledir.
18 Temmuz 2019