Batılı emperyalistlerin savaş örgütü NATO kuruluş yıldönümünü kutladığı ve Çin, Kuzey Kore, İran ve diğerlerinin desteğini alan Rus emperyalist rakiplerine karşı yeni yaptırım kararları aldığı bir süreçte Ortadoğu coğrafyasında oyun kuruculardan birisi olan Türk devleti de başka hesaplar peşinde.
Türk devleti kendi varlığı ve çıkarları için tehlikeli gördüğü; resmi sınırlarının hemen ötesinde, denetimi dışında gelişen, kurumsallaşma yönünde adım atan Kürdistan’ın parçalarındaki hareketleri boğmak için bölgedeki diğer sömürgeci devletlerden Suriye ile bozulan ilişkilerini yeniden düzeltme yönünde adımlar atmaya başladı. Türk devletinin AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan NATO zirvesine katılmak için gittiği Washington’da Zirve’nin kapanışı kapsamında düzenlediği basın toplantısında, Suriye’yle ilişkilerin geleceği konusunda şunları söylüyordu:
“Sayın Esed’e ‘ya ülkeme gel veya üçüncü bir ülkede bu görüşmeyi yapalım’ çağrımı iki hafta önce yaptım. Konuyla ilgili olarak da Dışişleri Bakanımı görevlendirdim. Bu dargınlığı, kırgınlığı aşmak suretiyle yeni bir süreci başlatalım istiyoruz.” (12 Temmuz 2024, bianet.org)
Yine Erdoğan Washington’dan dönüş yolunda bu “görevi” Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’a verdiğini, Fidan’ın “muhataplarıyla görüşmek suretiyle işin bütün yol haritasını belirleyeceklerini” söylüyor ve ekliyordu:
“Suriye’de adil bir barışın mümkün olduğunu düşünüyoruz. Suriye’nin toprak bütünlüğünün bizim de çıkarımıza olduğunu her fırsatta dile getiriyoruz. Suriye’de inşa edilecek hakkaniyetli bir barış, en çok bize fayda sağlayacak. (…) Şu ana kadar bu süreç olumlu istikamette gelişti. Temenni ediyorum ki yakın bir zamanda somut adımları da atarız.” (Aynı yerde)
Bir dönem Kürtlerin ulusal uyanışlarını boğma konusunda ortak çıkar birliği bulunan ve Suriye, İran ve Irak faşist yönetimleriyle ortak hareket eden Türk devleti, çıkar ortaklarından Suriye devletini –ABD ve diğer Batılı emperyalist güçlerin talep ve destekleri ile de– “satmış”, Suriye’yi karıştırarak orayı ele geçirebileceğini ve orada kendi amaç ve isteklerine uygun bir yönetim oluşturabileceğinin hesabını yapmıştı. ‘Cuma namazını Şam’da Emevi camisinde kılacağım’ sözü bu dönemin havasını yansıtan bir söz olarak kayda geçmişti. [1]
“Cuma namazını Şam’da Emevi camisinde kılmak” için Suriyeli muhalif güçler desteklenmiş, onlardan ordular kurulmuş, eğitilmişti. Ancak işler istenildiği gibi gitmemiş, emperyalist bir güç olan Rusya’nın Esad’ı desteklemesi sonucu Esad iktidarının yıkılması mümkün olmamıştı. O kaotik ortamda ABD emperyalistlerinin de desteği ile Kürtlerin çeşitli kazanımlarla çıkması, Suriye’de özerk bir bölge kurmuş olmaları, kurumlaşmaları Türk devletinin “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olma” durumu yaratmıştı. Şüphesiz yapılan kimi harekâtlarla bölgenin bir bölümü işgal edilmişti ve ama bu, Kürtlerin kurumsallaşması yönündeki gelişmeyi engelleyemiyordu. Son olarak Rojava bölgesinde Kürt güçlerinin denetimindeki Cezire, Deyrizor, Rakka, Fırat, Minbic, Efrîn-Şehba ve Tabka kantonlarında yapılmak istenen seçimler Türk devletinin tepkisiyle karşılaştı. 28 Mayıs 2024 tarihli MGK bildirisinde “PKK/KCK-PYD/YPG’nin ve ona sağlanan desteğin bölgemizdeki tüm unsurlarıyla birlikte bertaraf edileceğini, milli güvenliğimiz ve komşularımızın toprak bütünlüğü hilafına herhangi bir oldubittiye fırsat verilmeyeceğini bir kez daha vurguluyoruz” ibaresi yer aldı.
Recep Tayyip Erdoğan “Suriye’deki bu seçimin Türk Milli Güvenliği’ni tehdit ettiğini”, “teröristan kuruluşuna” izin vermeyeceklerini söyledi. Tüm bu itirazlar karşısında bölgedeki Özerk Yönetim, “Meselenin Türkiye’nin güvenliğiyle bir ilgisi olmadığını ve seçimlerin Suriye’de genel siyasi çözümün gelişmesinde olumlu rol oynayacağını” belirtti. 11 Haziran’da yapılması planlanan seçimler ABD emperyalizminin karşı çıkması üzerine 10 Ağustos’a ertelendi.
Türk devletinin Suriye ile yakınlaşma siyasetine Suriye devletinin yeşil ışık yakması bekleniyor ise de Suriye’nin başta “Suriye Milli Ordusu” denilen Türkiye’nin desteklediği/donattığı/eğittiği ordunun durumu başta olmak üzere önden çözülmesi gereken birçok konu var. Bu iki sömürgeci devletin yakınlaşmasının harcı Kürt/Kürdistan korkusudur. Anda Kürtlerin kazanımlarının boğulması, onların ABD emperyalistleri ile bölgede işbirliği içinde olmaları, bu devletler için kabul edilebilecek bir şey değildir. Bu nedenle aradaki buzları eriterek “eski”ye dönmeleri büyük olasılıktır.
Yine Suriye’nin en büyük “destekçisi” Rusya’nın, Suriye-Türkiye görüşmesini bizzat “teşvik ettiği” (bianet.org, 12 Temmuz 2024) belirtiliyor. Rusya’nın böyle bir şeyi “teşvik etmesi” en başta ABD emperyalistlerinin bölgede birlikte çalıştığı/desteklediği PYD/YPG, SDG gibi güçlerin etkisizleştirilmesini sağlayabilecek bir adım olması yanında, böyle bir adım Türk devleti ile ABD’yi (bir kez daha) karşı karşıya getirecektir.
ABD ise Esad ile yapılacak görüşmeye kesinlikle karşı çıktığını açıkladı. ABD’deki başkanlık seçimlerini Trump’ın kazanması hâlinde ABD Dışişlerinde etkili roller oynaması beklenen Senato Dışişleri Komitesi üyesi Joe Wilson sosyal medya hesabı X’ten yaptığı paylaşımda şunları yazıyordu: “Türkiye Başbakanı’nın açıkça savaş suçlusu Esad’la görüşmek istemesinden derin bir hayal kırıklığı yaşadım. Savaş suçlusu Esad’la normalleşmek, ölümün kendisiyle normalleşmek demektir. Bu, Senatonun bir an önce harekete geçip Esad Rejimi Karşıtı Normalleşme Yasasını geçirmesinin gerekliliği için bir başka neden.” (Aktaran bianet.org, 12 Temmuz 2024)
Çeşitli harekâtlarla YPG/PYD ve Suriye Demokratik Güçleri’ne (SDG) saldıran, kimi yerleri işgal altında tutan Türk devleti ve onun Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tüm yaşananları unutarak Esad ile görüşmek istemesi, Kürt sorununda düşülen çıkmazı eski ve pek bilinen bir yöntemle, “dört parçada dörtlü devlet terörü/dörtlü kıskaç” ile aşmaya dönük bir çaba olarak görünüyor. Kürdistan’ın dört parçaya bölünmesi sonrası on yıllardır nasıl “idare” ettilerse, tekrar o “yıllara” dönülmesinin hesabı kitabıdır… Plan “yeni” değildir. Kimi başka çıkarlar için bir dönem kaldırılıp bir kenara konulan ve ama “sömürgeci ihtiyaçtan” kaynaklı yeniden başvurulan “klasik” plandır.
Ankara-Şam ilişkisinin nasıl şekilleneceğinden, bunun Kürt politikasını nasıl etkileyeceğinden bağımsız olarak, şu andaki durumuyla bile Türk devletinin Güney/Batı Kürdistan bölgesine yönelik yeni saldırı hazırlıkları içinde olduğu, saldıracağı en yetkili ağızları tarafından dillendirilmektedir.
Biz emperyalist gerici savaşlara karşıyız. Kürt ulusuna yönelik saldırıların, Kürt topraklarının işgalinin de karşısındayız. Sömürge bir ulus olan Kürtler, bu haklarını er ya da geç kullanacaklardır. Hiçbir gücün bunu sonsuza kadar engellemesi mümkün değildir.
15 Temmuz 2024
Dipnot:
[1] Suriye ile yeniden barışma ve “fabrika ayarlarına dönme” siyaseti Erdoğan-Esad arasında geçmişte çok sıkı fıkı, can ciğer kuzu sarması ilişkileri ve bunun bozulma sürecini de akla getiriyor. “Cuma namazını Şam’da Emevi Camisinde kılacağım” sözü “ailecek görüşen”, birlikte tatil yapacak kadar “dost” olan iki “dost” devlet liderinden birisinin diğerinin iktidarını devirmek için ne tür dalavereler çevirdiğinin açık ifadesinden sadece birisiydi. Şimdi medyada/sosyal medyada söylenen bu laflar hatırlatılıyor, geriye dönüşün nasıl olacağı sorgulanıyor, bir yanıyla boş bir tartışma yürüyor. Boş bir tartışma, çünkü burjuva politika dostluklar üzerinden değil çıkarlar üzerinden yapılır. “Emperyalistlerin dostları yoktur, çıkarları vardır” sözünü, “Dün dündür, bugün bugündür!” ile birleştirin, alın size burjuva politikasının özü!
Diğer yandan ama şu da konuşuluyor: Recep Tayyip Erdoğan’ın Suriye ile geçmişte bozulan ilişkilerin suçunu dönemin Dışişleri Bakanı’na yıkarak “sıyrılabileceği” de son dönemde konuşulan konulardan… Bu konuşulanlardan rahatsız olduğu açıkça belli olan dönemin Dışişleri Bakanı, sonrasının Başbakanı; şimdilerde Gelecek Partisi adlı partinin Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu çıktığı bir televizyon programında, Suriye ile meydana gelen krizin başlarında, gündeme oturan “Cuma namazını Şam’da kılacağım” cümlesinin sorulması üzerine şunları söylüyordu: “Milyon kez söyledim. Bu, bana ait bir cümle değil. Erdoğan’a ait bir cümle. Bana saldırmak kolay. 8 yıldır görevde değilim ben.” (Aktaran: cumhuriyet.com.tr, 14.07.2024)