26 Eylül 2022 tarihinde Mersin’in Mezitli ilçesi Tece Mahallesinde Tece Polisevi’ne yönelik gece saatlerinde bombalı silahlı saldırı gerçekleştirildi.
Resmi açıklamaya göre saldırıda 1 polis yaşamını yitirdi. 1 polis ve 3 sivil kişi 2’si patlama sonrasında yüksekten düşme sebebiyle, 1’i kurşunla yaralandı.
“Fedai eylemi Sara ve Ruken adlı gerillaların gerçekleştirdiğini” belirten HPG eylemi üstlendi.
Bu eylem sonrasında sol saflarda mücadele biçimleri ve devrimci şiddet üzerine yeniden tartışılmaya başlandı. Kimileri eylemi kınarken kimileri de “devrimci şiddet”, “ezilenlerin şiddeti” çerçevesinde eylemi savundu.
Eylemi değerlendirmeden önce komünistlerin devrimci şiddet, mücadele biçimleri, bireysel terör, devrimci terör konularında yaklaşımlarını kısaca aktarmak istiyoruz:
Devrimci şiddet nedir?
*Devrimci saflarda, devrimci şiddet birçok halde aslında mücadele biçimlerinden yalnızca biri olan silahlı mücadele ile öncelikle “iyi silahlanmış, iyi eğitilmiş öncü güçler”in, devlete karşı silahlı mücadelesi ile eşitlenmektedir. Bu devrimci şiddeti dar bir alan içine sıkıştıran yanlış bir eşitlemedir.
*Devrimci şiddetin ve şiddet kullanımının çeşitli biçimleri vardır. Devrimcilerin egemen sınıflara, onların devletine karşı yönelen silahlı bir eylemi nasıl devrimci şiddet kullanımının bir biçimi ise, örneğin bir fabrikada, devrimcilerin önderliğinde işçilerin belli talepleri elde etmek için iş bırakması, grev yapması, grev kırıcılarının çalışmasını engellemesi, fabrika önündeki grev çadırını sökmeye gelen polise karşı silahsız direnişi de devrimci şiddet kullanımıdır.
Yüz binlerce işçinin örneğin bir yasayı engellemek için sokağa dökülmesi de, doğru bir önderlik altında, devrimci şiddet kullanımıdır.
*Bir örgütün kendi örgütlü insanları ile siper kazıp, hendek kazıp, o hendekler arkasında o hendekleri kapamak için üzerine gelen egemen sınıfın silahlı güçlerine karşı silahlı mücadele yürütmesi nasıl şiddet kullanımı ise; yüz binlerce insanın egemen sınıfların bu şiddet eylemlerini ezmek için yürüttüğü savaşa karşı çıkmak için silahsız gösterilerde sokağa dökülmesi de şiddet kullanımıdır.
*Bir öncünün silahlı eylemlerinin devrimci şiddet ile eşitlenmesi baştan yanlıştır. Öncünün silahlı eylemleri, her dönemde devrimin gerçek öznesi olan işçi sınıfı ve emekçi yığınların bilinç ve örgütlenme seviyesini yükseltmeye hizmet ediyor mu sorusu temelinde sorgulanmak zorundadır. Eğer buna hizmet etmiyorsa, bu şiddet eylemleri devrimci enerjinin çarçur edilmesidir.
*Devrim için devrimci savaş gereklidir. Devrimci savaş için onun bir öncü örgütü, bir kurmay heyeti gereklidir. Doğru çizgiye sahip, sınıfın en iyi unsurlarını içinde barındıran bir öncü örgütsüz başarılı bir devrim mümkün değildir. Fakat devrimin öznesi öncü örgüt değil, sınıfın kendisidir. Öncü örgütün, devrimci şiddet konusunda yapması gereken doğru çalışma, sınıf adına devrimci savaş yürütmek değil, sınıfı devrimci savaşa hazırlamak, devrimci savaşında ona önderlik etmektir.
*Devrimci şiddet, öncelikle işçi ve emekçilerin hakim sınıflara yönelen örgütlü şiddetidir.
Devrim, işçi ve emekçi yığınların adına hareket eden örgütlü öncünün “halk adına” “devrim adına” hakim sınıflarla vuruşması ve hesaplaşması değil, örgütlü öncünün yönetip yönlendirdiği, içinde yer alıp en önünde yürüdüğü emekçi kitlelerin eseridir.
Mücadele biçimlerine doğru yaklaşım
*Komünistler hiçbir mücadele biçimi red etmez, fakat aynı zamanda hiçbir mücadele biçimi de mutlaklaştırmaz. Hangi mücadele biçiminin yaşanılan anda öne çıktığı, esas olduğu vb. sorusuna sınıf mücadelesinin içinde bulunduğu somut durumun somut değerlendirilmesi temelinde cevap verilir. Bu yapılırken en önemli olan şey şudur: Mücadele biçimi öncü tarafından belirlenip kitle hareketine dayatılmaya çalışılmaz; ya da daha sık olarak yapıldığı gibi, kitleler adına öncülerin mücadele biçimi “kafadan uydurulup” ona uygun mücadele yürütülmez. Mücadele biçimi “devrimci sınıfların hareketinin seyri içinde” kendiliğinden ortaya çıkar. Bu konuda marksist öncü kitlelerden öğrenir. Kitle hareketi içinde çıkan mücadele biçimlerini “sadece genelleştirir, örgütler ve onlara bilinç unsurunu taşır.”
*Devrimci hareketin 1960’lı yılların sonundan başlayarak, hakim sınıfların uyguladığı şiddet karşısında, şiddetin kullanımının bir biçimi olan silahlı mücadeleyi devrimcilikle eşitleyen yaklaşım ve silahlı mücadeleyi yanlış öncü savaşı olarak pratiğe geçirme sonraki on yıllarda devrimci gruplar, partiler içinde varlığını sürdürdü. Bugün de sürdürüyor.
*Bugün Kuzey Kürdistan/Türkiye’de devrimin öznesi olan sınıfların, işçi sınıfının, yoksul köylülerin, emekçilerin sınıf mücadelelerinde “hareketin seyri içinde kendiliğinden ortaya çıkan” mücadele biçimi silahlı mücadele değildir.
İşçi emekçi kitlelerin sınıf mücadeleleri çok geri seviyededir. Yürüyen sınıf mücadeleleri esas olarak ekonomik talepler, sınırlı olarak da düzen içi siyasi talepler temelinde yürüyen, esas olarak barışçıl mücadelelerdir. Şiddet genelde egemen sınıflar tarafından yürüyen barışçıl mücadeleleri bastırmak için gündeme getirilmektedir. Sınıf mücadelelerinde ezilenlerin kullandığı şiddet genelde savunmacı ve silahsızdır. Bütün bunlar bugün Kuzey Kürdistan/Türkiye’de silahlı mücadele biçimlerinin esas mücadele biçimleri olmadığı anlamına gelir.
İşçi sınıfının silahlı mücadeleye hazır olmadığı yerde, silahlı mücadelenin esas biçim olarak tespitinin mantıki sonucu, bu mücadeleleri sınıf adına, sınıftan kopuk olarak, yanlış bir “öncü savaşı” mantığı temelinde yürütmektir ve bu yanlıştır.
Terör, devrimci terör, bireysel terör, terörizm
*Bugün Kuzey Kürdistan/Türkiye’de, devrimci silahlı mücadele adına yapılan eylemler, geneli itibarı ile sınıf mücadelesinin andaki durumundan kopuk, PKK’nın, devrimci örgütlerin kendi örgütlü insanları üzerinden gerçekleştirdikleri bireysel terör eylemleridir.
Bu aslında yalnızca bizim ülkelerimizde yaşanan bir şey değildir. Ve yeni de değildir. Bu eylem biçimleri konusunda sosyalist/komünist hareketin tarihinde çok daha önceleri derinlemesine tartışılmış ve doğru görüşler ortaya konmuştur. Bu konuda Rusya’daki devrimin gelişmesi içinde yaşananlar ve yürüyen tartışmalar belirleyicidir.
*Lenin terör ve terörizm konusunda başlangıçta Narodniklerin, Sosyal-Devrimcilerin bireysel terör eylemlerinden ve onların bireysel terör eylemlerini sistem haline getirip yüceltmesinden yola çıkarak tavır takındı. Lenin, Rusya’da devrimin içinde bulunduğu dönemde Sosyal Devrimcilerin ilke edindiği bireysel terör eylemlerini, esasta devrimin gerçek görevlerinden saptıran, devrimci enerjiyi çarçur eden bir savaş yöntemi olarak değerlendirdi. Devamla Lenin, bireysel terör eylemlerini, “Merkezi bir örgütün yokluğu ve yerel örgütlerin güçsüzlüğü şartlarında”, “zamansız ve elverişsiz bir savaş aracı” olarak, devletle devrimci bireylerin “düellosu”, “devrimci maceracılık” olarak değerlendirdi ve reddetti. Bu sapmaya karşı mücadeleyi önemli bir mücadele görevi olarak kavradı. Fakat o bu tipte terör ve terörizme karşı çıkarken, marksistlerin genel olarak terörü red etmediklerini vurgulamayı da unutmadı ve marksistlerin hangi terörden yana olduklarını da olumlu olarak ortaya koydu.
“İlkesel olarak terörü hiç bir zaman reddetmedik ve reddedemeyiz. Terör, çarpışmanın belli bir anında, askeri güçlerin içinde bulunduğu belli bir durumda ve belirli koşullar altında kesinlikle işe yarar ve hatta zorunlu savaş yöntemlerinden biridir. Fakat meselenin özü, bugün terörün, savaşın bir ordunun tüm savaş sistemiyle sımsıkı bağlı ve koordineli operasyonlarından biri olarak değil, kendi başına ve herhangi bir ordudan bağımsız bir münferit saldırı aracı olarak ön plâna çıkarılmasıdır. Evet, merkezi bir örgütün yokluğu ve yerel devrimci örgütlerin güçsüzlüğü koşullarında zaten terör de bundan başka bir şey olamaz. Tam da bu nedenle biz kararlılıkla, bugünkü koşullar altında böyle bir savaş aracının zamansız ve elverişsiz olduğunu, en aktif savaşçıları, hareketin bütününün çıkarları için en önemli, gerçek görevlerinden saptırdığını ve hükümet güçlerini değil, devrim güçlerini parçaladığını açıklıyoruz.(abç) Son olaylar anımsansın: kent işçilerinin ve kentlerin ‘aşağı halk’ının geniş kitlelerinin mücadele isteğiyle nasıl yanıp tutuştuğunu görüyoruz, fakat devrimcilerin bir yöneticiler ve örgütçüler kurmayına sahip olmadıkları görülüyor. Bu koşullar altında en enerjik devrimcilerin teröre yönelmeleri, ciddi umutlar besleyebileceğimiz biricik ordunun güçsüzleşmesi tehlikesini içinde barındırmıyor mu? Bu, devrimci örgütlerle, güçsüzlükleri tam da dağınıklıklarında yatan hoşnutsuzlar, muhalifler ve mücadele etmek isteyenler kitlesi arasındaki bağın kopması tehlikesini yaratmıyor mu? Oysa başarımızın tek güvencesi bu bağda yatıyor. Yapılan tek tek kahramanca eylemlerin bütün önemini reddetme düşüncesinden çok uzağız, fakat terör sarhoşluğuna kapılmaya, bugün pek çok devrimcinin meyilli olduğu, onu en önemli ve en temel mücadele aracı olarak kabul etmeye karşı uyarıda bulunmak bizim görevimizdir. Terör hiçbir zaman olağan bir savaş yöntemi olamaz: En iyi halde terör, sadece tayin edici taarruz yöntemlerinden biri olarak uygundur. (abç) İçinde bulunduğumuz durumda böyle bir taarruz çağrısı yapabilecek durumda mıyız? Belli ki ‘Raboçeye Dyelo’ bu soruya olumlu yanıt veriyor. En azından şu çağrıyı yapıyor: ‘Taarruz kolları oluşturun!’ Fakat burada da gayretkeşliği aklından ağır basıyor. Askeri güçlerimizin esas kütlesi gönüllülerle isyancılardır. Daimi ordu olarak sadece bazı küçük birliklere sahibiz ve bunlar da seferberlik halinde değiller, birbirleriyle bağlantı halinde değiller, bırakın taarruz kolları oluşturmayı, herhangi bir askeri kol oluşturmak için bile eğitilmiş değiller. Mücadelemizin genel koşullarını, bunları tarihsel olayların her ‘dönüm noktası’nda unutmadan görebilecek durumda olan herkes için, bugün şiarımızın ‘Haydi taarruza!’ değil, ‘Düşman kalesinin kurala uygun şekilde kuşatılması’ olabileceği açıktır. Başka kelimelerle: Partimizin dolaysız görevi, bütün mevcut güçleri şimdi bir taarruza çağırmak olamaz; daha çok, bütün güçleri birleştirebilecek ve hareketi sadece sözde değil gerçekte yönetecek, yani tayin edici savaş için işe yarar askeri güçleri çoğaltmak ve güçlendirmek amacıyla yararlanılması gereken bütün protestoları ve devrimci patlamaları desteklemeye daima hazır olacak bir devrimci örgütün yaratılması çağrısı olmalıdır.” (“Seçme Eserler, cilt 2”, Lenin, s. 29-30, İnter Yayınları, Kasım 1993 İstanbul)
Devlet PKK savaşı
Faşist devlet üç cephede PKK’ya karşı savaş yürütmektedir.
Bu savaş PKK açısından, Kürt halkının büyük çoğunluğu savaşa doğrudan katılmak istemediğinden, bu savaşın bitmesinden yana olduğundan, esasta PKK’nin örgütlü güçleri ile yürüttüğü bir savaş olarak yürümektedir. PKK’nin ilan ettiği ‘Halk Savaşı’nda halka yaptığı ayaklanma çağrılarının onun en güçlü olduğu alanlarda bile cevapsız kalması bunu açıkça göstermiştir, göstermektedir.
Dolayısıyla PKK örgütlü silahlı güçleri ile devlet ile savaşmaktadır. Kürt halkının büyük çoğunluğu savaşa doğrudan katılmamaktadır. Bu anlamda PKK’nın savaşı öncü savaşıdır.
Tece eylemi
Yazı içinde açıkladığımız nedenlerden dolayı Tece eylemini bireysel terör eylemi olarak değerlendiriyor ve yanlış buluyoruz.
Sınıf mücadelesinin içinde bulunduğu konum açısından bugün silahlı eylem biçimlerinin hiçbiri işçi sınıfı ve emekçi kesimlerini devrimci faaliyete yakınlaştırma açısından yararlı ve uygun olan eylem biçimleri değildir. Bugünkü somut durumda, Kuzey Kürdistan’da PKK’nin aslında egemen sınıfların dayattığı savaşta kendini zorunlu savunma eylemleri dışında silahlı eylem biçimleri, sınıf mücadelesinin andaki durumunda onun içinden çıkıp gelen, onun gerektirdiği mücadele biçimleri değildir. Ve anda devrimciler açısından öncü savaşı olarak yürütülen silahlı eylemler işçi ve emekçi kitleleri devrime yakınlaştırmıyor, tersine ondan uzaklaştırıyor. Aslında bugün devrimciler açısından esas mücadele biçimleri –egemen sınıfların dayattığı zorunlu savunma eylemleri dışında– silahsız mücadele biçimleridir. Bu ileriki silahlı mücadelelere bugünden hazırlanmak gereğini ortadan kaldırmaz.
Devrimci hareketin çok büyük bölümü bu gerekli tespiti yapmaktan kaçınıyor. Bu tespiti yapana gelecek olan, onun devrimcilikten uzaklaştığı, pasifizme saptığı suçlamalarından korkuyor.
Devrimcilerin eyleminin çıkış noktası, işçi ve emekçi kitleleri devrime yakınlaştırmaktır. Eylemlerimizin çıkış noktası bu olmalıdır.
Bu eylem devrimin öznesi olan işçilerin, emekçilerin bilinç düzeyini yükselten, onları bir adım devrime yaklaştıran bir eylem değildir.
Tam tersine kitlelerden kopuk, sınıf mücadelesinin geri düzeyde seyretmesi ile uyumlu olmayan bu tarz eylemler sınıf mücadelesine zarar vermektedir.
Mücadele biçimleri ve devrimci şiddet konusunda, görüşlerimizi daha ayrıntılı okumak isteyen arkadaşlara aşağıdaki makaleyi okumalarını öneriyoruz:
https://ydicagri.org/mucadele-bicimleri-ve-devrimci-siddet/
29 Eylül 2022