100 yıl sonra da Kuzey Kürdistan-Türkiye’de işçiler, emekçiler arasında kök salmış Bolşevik bir partinin inşa edilmesi hâlâ önümüzde duran en önemli görevdir.
TKP, komünist şair Nâzım Hikmet’in “safında olmakla övündüğü”, kimilerinin bir dönem üye olmak ve komünizm uğruna çalışmak için yıllarca aradığı (“Güven”, Vedat Türkali), kimilerinin mücadeleyi terk edip partiyi kemalistlere sattığı (Vedat Nedim Tör, Şevket Süreyya Aydemir vd.) partidir.
Komünist, Bolşevik düşünceyi daha örgütlü bir şekilde baskı ve zulüm altında yaşayan işçilere ve emekçilere, ezilen halklara ulaştırmak için ölümü göze alan, bu mücadelede katledilen başta Mustafa Suphi ve 14 yoldaşı başta olmak üzere can bedeli mücadele verenlerin partisi Türkiye Komünist Partisi (TKP) 10 Eylül 1920’de kuruldu.
TKP’nin kuruluşu bu topraklarda komünist düşüncenin komünist ismiyle bir parti olarak ortaya çıkması, parti olarak kızıl bayrağı göndere çekmesi, komünist düşüncenin Türkiye’nin işçileri, emekçileri arasında daha örgütlü, daha bilinçli bir şekilde yaygınlaştırılmasında önemli bir ilk adımdır. Sınıfsız, sömürüsüz yeni bir dünya yaratma isteğinin, bayrağında “herkesin yeteneğine göre, herkese ihtiyacı kadar” yazan komünist bir dünya yaratma düşüncesinin bu topraklarda komünist parti olarak örgütlü ifadesidir.
TKP’nin kurulduğu dönemin özellikleri dikkate alındığında, O’nun 1917 Ekim’inde gerçekleşen devrimle açılan ‘proleter devrimler çağı’nın bir ürünü olduğunu görürüz. Bu büyük devrim dünyanın birçok ülkesinde/bölgesinde olduğu gibi Türkiye topraklarında da işçi ve emekçiler için, ezilenler için kurtuluşun yolunu gösteren bir “işaret fişeği” olmuştur. Kurtuluşun/devrimin en vazgeçilmez, olmazsa olmaz şartı proletaryanın kendi öz örgütlenmesini yaratmasıdır. TKP’nin kuruluşu da bu olmazsa olmaz şartın yerine getirilmesi, devrim düşüncesinin gerçekleşmesi için atılan bir tohum olmuştur.
TKP’nin kuruluşunda rol oynayan “dış” ve “iç” faktörler
Geçtiğimiz yüzyılın ilk yirmi yılı kapitalizm/emperyalizm açısından ve dünya işçi sınıfı ve ezilenlerin mücadelesi açısından oldukça hareketli bir yirmi yıldı.
Bu 20 yıla “kapitalizmin en yüksek aşaması” olan emperyalizm damgasını vuruyor, dünya emperyalist güçler tarafından yeniden paylaşılıyordu. Kapitalizmin eşitsiz ve sıçramalı gelişme yasası sonucu “eski” emperyalist güçlerin karşısına “yeni” emperyalist güçlerin çıkması, dünyanın yeniden paylaşımının emperyalist savaş üzerinden yürütülmesine yol açtı. Bu emperyalist savaş dünyanın birçok bölgesinde/ülkesinde işçiler, emekçiler, ezilen ve sömürülen halklar açısından yıkıcı sonuçlar doğurdu. Dünya işçi hareketinin örgütsüzlüğü, II. Enternasyonal partilerinin ihanetleri savaşın ezilenler açısından yıkıcı sonuçlarını daha da ağırlaştırdı.
Emperyalist savaş tüm yıkımıyla –emperyalizmi de zayıflatarak– sürerken Rusya’da işçi sınıfı Bolşevik Parti önderliğinde kapitalizmin/emperyalizmin zayıflamasından yararlanarak emperyalist cepheyi yarıp Rusya’da önce Çarlık rejimini, sonra da burjuvazinin iktidarını devirerek yerine Sovyet iktidarını kurdu. Yüzyılın başlarında, 1905’te, girişilen ve ama başarıya ulaşmayan devrim hareketi 1917 Ekim’inde zaferle taçlanmıştı. Bu devrim –Paris Komünü deneyi dışta tutulduğunda– dünyada ilk kez sömürücü sınıfların iktidarının yıkıldığı ve ama yerine yine başka sömürücü sınıfların değil, bizzat ezilen sınıfın, işçilerin, emekçilerin iktidarını kurduğu; diğer devrimlerden ilkede ayrılan bir devrimdi. Rusya’da devrimin başarıya ulaşması başka bazı ilkler dışında; ezilen ülkelerde proletarya önderliğinde devrimler çağının başlangıcı olma özelliği; ilk kez “ (…) buzun kırılmış, yolun açılmış ve gösterilmiş” olması (Lenin) özelliği ile de dünya işçi sınıfının mücadele tarihinde özel bir öneme sahiptir.
Çok uluslu bir ülke olan Rusya’da devrimin gerçekleşmesi ve halklar hapishanesi Rusya’da halkları özgürleştirmesi, dünyanın birçok ülkesinde ezilen, baskı altında tutulan, köleleştirilmiş halklara da kurtuluş yolunda bir ilham kaynağı oldu. Ezilen ulusların kurtuluşunun burjuva milliyetçiliği çerçevesinde, halkların birbirlerine düşmanlığı temelinde değil, proletarya önderliğinde verilen mücadele sonucu mümkün olduğunu pratikte gösterdi. Yine Rusya’nın muzaffer işçi ve emekçilerinin Ekim Devrimi ile kurdukları dünyanın ilk işçi, emekçi devleti dünya işçi sınıfının mücadelesinde daha önce hiç var olmamış olan bir “üs”, dünya devrimci hareketinin bir merkezi oldu.
Şüphesiz ‘proleter devrimleri çağının’ başlatıcısı olan Ekim Devrimi’nin tüm bu ve benzeri kazanımları dünya işçi sınıfı ve ezilen halkları arasında sempatiyle karşılandı. Bolşevizm’e olan sevgi ve ilgi artıyor, Bolşevizm’in zaferi ezilen ve sömürülen sınıflar için yol gösterici bir fener olma özelliğiyle ışıldıyordu. İlk proleter devletin ortaya çıkması dünya çapında köklü bir altüst yaşanmasını beraberinde getirdi. Yıpranan, zayıflayan emperyalizm karşısında ezilen halklarda belirli bir kıpırdanma başladı. Emperyalist savaştan çıkışın bir yolu olarak devrimin görülmesi, emperyalistlerin kendi çıkarları temelinde yürüttükleri savaşlarında dayandıkları ezilen kesimler arasında hoşnutsuzluğun artmasını, bu kesimlerin sosyalizme ve komünizme yönelmesini beraberinde getirdi. Devrimci dalga yükseliyordu. Birçok ülkede/bölgede komünist partiler/gruplar kuruluyor, var olan partiler gelişip güçleniyordu. Arjantin, Finlandiya, Almanya, Avusturya, Hollanda, Macaristan, Bulgaristan, Yunanistan, Norveç, Meksika, Çekoslovakya, ABD, Kanada, İtalya gibi dünyanın birçok ülkesinde komünist partiler/gruplar kuruluyor, sınıf mücadelesine atılıyorlardı.
Bu gelişmeye kayıtsız kalmayan muzaffer Rusya Komünist Partisi (Bolşevik) önderliği, kazanılan zaferin korunması, devrimin her alanda başarıyla tamamlanması için uluslararası işçi sınıfının birliği ve dayanışmasının önemini görüyor, dünya işçilerinin ve emekçilerinin ortak kurmay dünya partisinin, bir enternasyonalin kurulmasını gerekli ve zorunlu görüyordu. Devrim sonrasında oluşan devrimci dalga da pratik olarak bu adımın atılmasına olanak tanıyordu. Ve nihayet 1919 Mart’ında Komintern olarak da anılacak olan III. Enternasyonal kuruluş kongresini gerçekleştirdi. Böylece dünya komünist ve işçi partilerinin merkezi birliği yönünde önemli bir adım atıldı.
Bu arada Lenin, Komintern’in 2. Kongresi’ne giderken “ezen ve ezilen halklar” ayrımını teorik temelleriyle ortaya koyarak, bu ayrımdan “Sovyet iktidarı ile dayanışmanın ezilen ulusların kurtuluşu için mutlak bir gereklilik olduğu” ve “ezilen ulusların ulusal hareketi ile Sovyet Rusya’nın ittifakını gerçekleştirecek bir siyaset izlenmesi gerektiği” (Lenin) düşüncesini ortaya koydu ve bu düşünce Komintern’in 2. Kongresi’nde kabul gördü. Böylece özellikle Doğu’nun emperyalizme darbe vuran, onu zayıflatan ulusal kurtuluş hareketleri ile Batı’da/gelişmiş ülkelerdeki sosyalist hareketin dünya devrim cephesindeki ittifakının ifadesi olması yanında ezilen ve sömürge ülkelerin devrimci potansiyeli ve eylemi ile dünyanın ilk proleter devletine geniş bir uluslararası destek de sağlanmış oluyordu.
Bu düşünce ve siyaset özel olarak Komintern 2. Kongresi’nin hemen ertesinde Bakü’de toplanan “Doğu Halkları Birinci Kongresi”nde perçinlendi.
“Doğu Halkları Birinci Kongresi” 1-7 Eylül 1920 tarihleri arasında Bakü’de toplandı. Bu kongreye Orta Asya Sovyet Cumhuriyetlerinden, Hindistan’dan, Çin’den, Afganistan’dan, Türkiye’den, İran’dan ve Doğu’nun kimi diğer ülkelerinden gelen 2000’e yakın delege, Avrupa’dan ve Amerika’dan da konuklar katıldı. Kongre Doğu’daki ulusal kurtuluş hareketleri ile Batı’daki sosyalist hareket arasındaki ittifakın sağlanması yönünde somut bir adım oldu. Bu kongreyle birlikte; “Bütün ülkelerin işçileri birleşiniz!” sloganı, “Bütün ülkelerin işçileri ve ezilen halklar birleşiniz!” şiarıyla tamamlandı.
İşte geçen yüzyılın ilk 20 yılında siyasi planda gerçekleşen belli başlı bu gelişmeler TKP’nin kuruluşunda önemli rol oynayan “dış” etkenler arasındadır.
Yukarıda değindiğimiz, “Doğu”da ki devrimci uyanış, ezilen ulus ve milliyetlerin, sömürgelerin ya da emperyalistler tarafından işgal altında tutulan ülkelerde yankı bulması durumu emperyalist ağ tarafından eli kolu bağlanmış, bir zamanların güçlü sömürge İmparatorluğu olan, Osmanlı devleti açısından da geçerliydi.
- yüzyılın başları Osmanlı devletinin, emperyalist büyük güçlerin (Alman, İngiliz ve Fransız vd.) tarafından sömürgeleşme/yarı-sömürgeleşme sürecini yaşadığı yıllardı. Emperyalistler “borçlandırma” ve “yatırım” adı altında emperyalistler Osmanlı devletini kendilerine bağımlı hâle getirmişlerdi.
Osmanlı devletini yönetenler esasta devletin “bekasını” kurtarma ve yıkımı önleme adına 1914’te başlayan emperyalist savaşta başını Alman emperyalizminin çektiği “İttifak Devletleri” safında savaşa girdiler. Ancak Almanya’nın ve müttefiklerinin savaştan yenilgiyle çıkması sonucunda Osmanlı devletinin toprakları galip İtilaf Devletleri tarafından Mondros Mütarekesi sonucunda işgal edildi.
Anadolu topraklarında emperyalist işgale karşı bir hareket gelişti. Anadolu’nun yoksul emekçileri savaşın tahribatından kurtulmak istiyor, işgal altında bulunan toprakları “gavur”lardan temizlemek isterken, bunlara önderlik eden genç Türk burjuvazisi ulusal devletine kavuşmayı arzuluyordu. Bir yanda yıkılan, çöken Osmanlı devleti ve onun emperyalist güçlere boyun eğen iktidarı; diğer yanda çöken imparatorluğun mirasını devralmayı arzulayan ve ama bunu “yeni” bir tarzda sonuçlandırmak isteyen, emperyalist işgale karşı mücadeleyi yönlendiren ve bu öncülüğünü elden bırakmak istemeyen, kimseyle paylaşmak istemeyen Ankara hükümetinin bulunduğu “ikili” bir iktidarın yaşandığı bir durum vardı Türkiye’de.
Kapitalizmin çok yavaş geliştiği, emek-sermaye çelişkisinin keskin olmadığı, işçi sınıfının güçsüz olduğu, bilinç ve örgütlülük seviyesinin geri olduğu bir süreç yaşanıyordu.
Somut olarak “ülke” topraklarının önemli bir bölümü emperyalist işgal altındaydı ve bu işgale karşı bir kurtuluş mücadelesi başlamıştı.
Bu dönemde işçi sınıfının durumu şöyleydi:
“(…) İşçi sınıfı evet, sayıca küçük bir sınıftır, fakat ezilen sömürülen sınıflar içinde, gelişmekte olan kapitalizmin ürünü olan ve giderek gelişen biricik sınıftır. Objektif olarak bu sınıfın tarihi misyonu devrime önderlik etmektir. Ancak Türkiye’de işçi sınıfı, henüz yeni ortaya çıkan ve gelişen bir sınıf olarak henüz bu tarihi misyonunu yerine getirecek bilinç ve örgütlülüğe sahip değildi. Sosyalist hareket gayet güçsüzdü. Kurtuluş Savaşı’nın esasta Anadolu’da gelişmesi, işçi sınıfının çekirdek kesiminin ise bir iki büyük şehirde, en başta da işgal altındaki İstanbul’da yoğunlaşmış olması, zaten güçsüz örgütlülüğün buralarla sınırlı kalması da işçi sınıfının milli devrime önderlik etme konusunda görevini yerine getirmesini zorlaştıran bir olguydu.” (“Kemalist Devrim”, H. Yeşil, s.186, Dönüşüm Yayınları, Eylül 2000, İstanbul)
TKP’nin kuruluşu çok kabaca özetlediğimiz işte bu “iç” koşullar altında gerçekleşti.
Osmanlının son döneminde sol ve sosyalist örgütlenmeler ve TKP’nin kurulmasına giden süreç
TKP’nin kuruluşuna gelinceye kadar Osmanlı’nın son dönemlerinde sol ve sosyalist parti ve örgütlenmelere kısaca baktığımızda sol akımların esasta 19. yüzyılın sonlarıyla 20. yüzyılın başlarında ortaya çıktığını; sol, sosyalist düşüncelerin daha çok azınlık ulus ve milliyetlere mensup emekçiler arasında yaygınlaştığını görüyoruz. Bunun esas nedeni olarak azınlık ulus ve milliyetlerin Batı ile ilişkisinin daha yoğun olması, Avrupa merkezli siyasi düşüncelerin önce bu kesimler (Ermeniler, Bulgarlar, Makedonyalılar, Rumlar, Yahudiler vd.) arasında yayılmasına olanak sağlıyordu. Türkler arasında sosyalist/komünist düşüncelerin gelişmesi 11. Meşrutiyet’in ilanından (1908) yani özgürlüklerin nispeten kazanıldığı dönemde ortaya çıktıysa da gelişmesi ve emekçiler arasında yaygınlık kazanmasını Ekim Devrimi’nin etkisine bağlamak yanlış olmayacaktır.
1917 Ekim Devrimi’nin etkisi ve emperyalist savaşın sonlanması ve emperyalist fiilî işgal durumu Türkiye’de sol düşüncenin tabanını genişletiyor, işgale karşı halkın öfkesi yanında kapitalizmin nispeten geliştiği şehirlerde işçilerin sınıf bilincine ulaşması sol, sosyalist/komünistler için örgütlenme olanakları sunuyordu.
Yüzyılın başlarında kurulan sosyalist ve komünist örgütlerden öne çıkan bazıları şunlardır:
–Osmanlı Sosyalist Fırkası, (1910, İstanbul; Genel Başkan: Hüseyin Hilmi Üyeler: Namık Hasan, Pertev Tevfik, İbnül Tahir İsmail Faik, Baha Tevfik, Hamid Suphi; 1910, Paris Şubesi: Kurucu: Dr. Refik Nevzad, Üyeler: Avni Kemal, Hoca Kadri, Fuat Nevzat, Memil Zeki),
–Sosyal Demokrat Fırkası (1918, İstanbul; Kurucu ve Yöneticiler: Dr. Hasan Rızâ Bey, Kâzım Bey, Yorgaki Efendi, Dr. Lebib Bey, Cemâl Efendi ve Sâlim Bey, Mehmed Esad Bey, Muallim Osman Nuri Bey)
–Türkiye İşçi ve Çifti Sosyalist Fırkası (1919, İstanbul; Kurucular: Ahmed Akif, Ethem Nejat, Dr. Şefik Hüsnü),
–Amele Fırkası (1920, İstanbul; Kurucu ve Yöneticiler: Amiralzade Cemal Hüsnü, Avukat Radi, sabık memur Mehmet Behçet ve Haydar, kömür müteahhidi Mehmet Kâmil, Hüsnü Paşazade Seyit Bilal, kömür kâtibi Ali Haydar Bey ve Vanlı Mehmet Baba, Mehmet Ali Ağa) bu partilerden öne çıkanlardır. (Kaynak: tr.wikipedia.org, “Osmanlı İmparatorluğu’ndaki siyasi partiler listesi” başlığı)
Bu partiler güçsüzdü, işçi ve emekçi kitleler arasında etkisi zayıftı. “Sosyal Demokrat Fırkası” ise örgütsel güçsüzlüğü yanında, Ekim Devrimi’nin etkisiyle kurulmasına rağmen II. Enternasyonal’e üye olarak ideolojik anlamda yanlış bir çizgide yürüyen bir partiydi. (Dimitar Şişmanov, “Türkiye İşçi ve Sosyalist Hareketi”, s.34-35, TÜSTAV Yayınları) Bu parti 1919’da kendini feshetme yoluna gitti.
Söz konusu bu örgüt ve grupların hangileri olduğunu kabaca irdelemenin Osmanlı’nın son dönemlerinde sosyalist/komünist hareketin gelişimi/durumu hakkında okuyucuya bir fikir vermesi, hem de TKP’nin hangi örgütlenmeler temelinde kurulduğunu göstermesi açısından yararlı olacağını düşünüyoruz.
Mustafa Suphi önderliğinde, esası yurtdışında, Sovyet Rusya’nın Türkistan, Urallar, Kırım, Azerbaycan… gibi çeşitli bölgelerinde, öncelikle savaş esirleri arasında Bolşevik düşünceyle tanışmış, kendi aralarında örgütlenmiş bir komünist çekirdek, TKP’nin oluşumunda yer alan bileşenlerden birisidir ve en önemlisidir.
Bu oluşumun başını çeken Mustafa Suphi, 1915 yılında, yani Rusya’da bulunduğu sırada Bolşevikler tarafından kazanıldıktan sonra savaşta esir düşmüş Osmanlı askerleri arasında Bolşevizm’in propagandasını yapmış, bu propaganda sonucunda komünist bir yapı örgütlemiş, dahası “Kızıl Ordu” birliği altında askeri bir örgütlenme de gerçekleştirmişti. Mustafa Suphi ve arkadaşları bu süreçte Bolşevik yayın faaliyetlerini sürdürmüş, Bakü ve Kırım’da Yeni Dünya adında komünist bir yayın organının çıkartılması ve Türkiye’de dağıtılmasını sağlamışlardı.
Mustafa Suphi önderliğindeki bu “yurtdışı” grubu, komünist düşüncenin Türkiye topraklarında, işçi ve emekçiler arasında yayılması ve komünist bir örgütün fiziken yaratılması konusunda da önemli çalışmalar yapmışlardı. Bu amaçla Türkiye’ye sürekli kadro aktarımı yapılmış, çeşitli şehirlerde “Türkiye Komünist Teşkilatı” adı altında bir örgütlenme de gerçekleştirilmişti. Konuyu irdeleyen kimi yayınlarda “(Hafi ‘Gizli’–BN) Komünist Partisi” olarak adlandırdığı ve TKP’nin kuruluşunda da yer alan Anadolu teşkilatlarının bir bölümü bu örgütlenmenin içerisinden gelmekteydi.
1918 yılında Mustafa Suphi ve arkadaşları, başlıca görevi Müslüman halkları devrimci mücadeleye çekmek ve devrimin etrafında örgütlemek olan, Milliyetler Halk Komiserliği’ne bağlı “Merkezi İslam Komiserliği” içinde de çalışmalar yürütmüş, 1918 yılının 22-25 Temmuz tarihleri arasında Moskova’da “Türk Sosyalistleri Kongresi’’nin, aynı yılın Kasım ayında “1. Müslüman Komünistler Kongresi”nin gerçekleştirilmesinde önemli katkılar sunmuşlardır.
Bu örgütlenme çalışmalarının da bir sonucu olarak “Türkiye Komünist Teşkilatı” 1919’da kurulan III. Enternasyonal’de (Komintern) bu örgüt üzerinden temsil edilmiş, Mustafa Suphi Komintern’in kuruluş kongresine delege olarak katılmış ve bir de konuşma yapmıştır.
Tüm bunlar, Mustafa Suphi’nin kişi olarak 1915’ten itibaren Rusya Bolşevikleriyle ve Komintern üzerinden uluslararası komünist hareketle bağlantılarının iyi olduğunu; çalışkan, yaratıcı, örgütleyici bir komünist önder olarak Rusya’da ve daha sonra Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde komünist grupların örgütlenmesini sağlayarak komünist hareketin merkezileşmesinde önemli bir rol oynadığını gösteriyor. TKP’de birleşen en önemli güç Mustafa Suphi önderliğindeki Türkiye Komünist Teşkilatı adıyla bilinen örgütlenmedir.
TKP’nin kuruluş-birlik kongresinde bileşenlerden bir diğeri Berlin/İstanbul merkezli “Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası”dır.
Savaş sırasında Osmanlı hükümeti tarafından Almanya’ya gönderilmiş bulunan öğrenciler ve işçiler, “Spartakist” hareket ile ilişki içerisinde komünist düşünceyi benimsemiş, örgütlenmiş, Spartakistlerin saflarında devrim hareketine katılmışlardı. Başını Ethem Nejat’ın çektiği bir grup öğrenci 1 Mayıs 1919’da Berlin’de Türkiye İşçi ve Çiftçi Fırkası’nı kurdular. Aynı yıl parti ismine “Sosyalist” ekini ekleyerek Türkiye’de kurdular (22 Eylül 1919). “Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası” adı altında örgütlenen bu grup “Kurtuluş” isimli bir yayın organı çıkarmıştı. Ethem Nejat dışında Ahmet Akif, Sadrettin Celal (Antel), Nafi Atuğ Kansu, Cevat Cevdet ve Namık İsmail gibi isimler partinin ileri kadroları arasında sayılırlar. Partinin kuruluşundan kısa bir süre sonra, daha sonra TKP tarihinde adından çokça söz edilecek Dr. Şefik Hüsnü de bu partiye katılmıştı.
Özellikle İstanbul’da kurtuluş hareketini örgütlemek için işçiler, emekçiler arasında çalışma yürüten bu parti, komünistlerin “birlik” kongresine katıldı. Ancak parti kendisini feshetmedi, legal olarak çalışmalarını İstanbul eksenli sürdürdü.
TKP’nin kuruluşunda yer alan bileşenlerden üçüncüsü Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde birbirinden bağımsız komünist örgütlerdir. Bu örgütlerin bir bölümü Mustafa Suphi’nin önderliğindeki Türkiye Komünist Teşkilatı’nın Türkiye’ye gönderdiği kadroların önderliğinde oluşan örgütlerdi. Bir bölümü ise bizzat Türkiye’deki Sovyet temsilcilerinin ya da gizli olarak Türkiye’ye gönderilen kadroların (örneğin Şerif Manatov, Ziynetullah Nuşirevan bunlardan ikisidir ve özellikle Eskişehir’de komünist çalışma yürüttüğü çeşitli kaynaklarca belirtilmektedir) önderliğinde kurulan şehir örgütlenmelerinin var olduğunu çeşitli kaynaklardan okuyabiliyoruz. (Örneğin, Fethi Tevetoğlu, “Türkiye’de Sosyalist ve Komünist Faaliyetler 1910-1960”, s.186, Ankara, 1967) Bu örgütlenmelerden birisi hafi (gizli) Türkiye Komünist Partisi adıyla örgütlendi. Daha sonra çalışmasını legal olarak “Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası” adı altında sürdürdü.
Dimitar Şişmanov’un bir raporu bu konuda bize şu bilgiyi vermektedir.
“Zonguldak ve Ereğli kömür havzasında, Ankara Silah Fabrikasında (İmalat-ı Harbiye’de), Eskişehir demiryolu işçileri arasında, Adana’da çırçır dokuma fabrikalarında, Trabzon, Rize, Samsun, İnebolu liman işçileri arasında, kayıkçılar ve deniz işçileri arasında, Balya madeninde, İzmir Halkapınar fabrikalarında komünist grupları kuruldu. Trabzon komünistlerinin çıkardığı Eş gazetesi, Rusya’dan gelenlerin bu grupların kurulmasında büyük bir rol oynadıklarını belirtmişti. İstanbul ve Anadolu’da artık teşkilatlanmış olan bu gruplar kendi aralarında bağlantı kurmaya giriştiler. Fakat İstanbul işgal altında bulunduğu için İstanbul teşkilatıyla Anadolu’daki komünist teşkilatlarını bir merkez etrafında toplamak kolay olmuyordu. Bundan dolayı ilk önce Anadolu’daki komünist teşkilatlarını bir merkez etrafında toplama işine başlandı. TKP, böylece 14 Temmuz 1920’de Ankara’da kurulmuş oldu. Ankara, Sivas, Eskişehir, Kayseri, Kastamonu, Samsun, Konya, Bolu vb. gibi vilayetlerde gizli çalışan on iki komünist teşkilatı TKP’yle birleşti. TKP’nin kuruluşundan hemen sonra işçi, köylü ve askerlere hitaben bir beyanname yayınlandı.’’ (Aktaran: Nurettin Menekşe, “Türkiye’de Komünizm”, s.45-47, Ayyıldız Matbaası, Ankara, 1967) (Mete Tunçay, “Türkiye’de Sol Akımlar”, s.176)
Tüm bu komünist/sosyalist parti ve örgütlerin bir çatı altında toplaması; işgale karşı verilen kurtuluş savaşına örgütlü ve etkin bir güç olarak katılmak ve Anadolu topraklarında gelişen Bolşevik sempatiyi bir sosyal devrime dönüştürmek için mutlaka çözülmesi gereken bir sorundu. Bu amaçla parti ve örgütler komünist partiyi kurmak için bir kongre toplanmasına karar verdiler ve bu kongreyi Ankara’da toplamak istedikleri; ancak M. Kemal önderliğindeki Ankara hükümeti gerekli izni vermediği; bunun üzerine kongrenin Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de yapılması kararlaştırıldığı görüşü yaygındır. Bu konuda başka bir görüş ise kuruluş kongresinin Türkiye’de yapılmasının “madden ve manen” mümkün olmadığının Mustafa Suphi tarafından bilindiği”, bunun yerine planlamanın Anadolu’dan delege getirme üzerine yapıldığıdır. Bakü’de yapılacak konferansın sonuçlarının Türkiye’ye taşınması için RKP ve Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti hükümetinden yardım talep edildiği, bu anlamda ta en başından kongrenin Bakü’de yapılmasının kararlaştırıldığı ama Ankara hükümetinin komünist delegelerin kongreye katılmasını engelleme yönünde tedbirler aldığı, Ankara ve Eskişehir örgütlerinden delegelerin bu baskı ve engellemeler nedeniyle kongreye katılamadığının bir raporla bildirildiği bilgisi “Türkiye İştirakiyun Teşkilatlarının Birinci Kongresi (TKP Kuruluş Kongresi) Tutanaklar-Belgeler” (Derleyen: Emel Seyhan Atasoy-Meral Bayülgen; s.14 ve devamı; Sosyal Tarih Yayınları) isimli kitapta verilmektedir.
TKP’nin kuruluşu
TKP 1-7 Eylül 1920 tarihleri arasında Bakü’de toplanan “Doğu Halkları Birinci Kongresi” çalışmalarını tamamladıktan üç gün sonra 10-16 Eylül’de TKP’nin 1. Kongresi gerçekleştirildi ve kuruluşu ilan edildi.
Kongreye ilişkin yazılan kitaplarda kongrenin oy hakkına sahip 32, söz hakkı olan 42 olmak üzere toplam 74 delegeyle yapıldığı, bu delegelerin 51’inin Anadolu’dan geldiği bilgisi verilmektedir. Kongre sonunda parti program ve tüzüğü karara bağlandı. Mustafa Suphi başkanlığa, Ethem Nejat genel sekreterliğe getirildi.
Kuruluş Kongresi aslında daha önce var olan sosyalist/komünist partilerin merkezi bir partide birleştirildiği bir anlamda “birlik kongresi” olarak da adlandırılabilir. Kongre’nin 6. oturumunda Ethem Nejat ve Hilmioğlu Hakkı tarafından bütün Türkiye Komünist Teşkilatlarının birleşmesi hakkında bir teklif sunulur. Kongrenin oybirliği ile kabul ederek onayladığı teklif şu şekildedir:
“Komünist teşkilatların yekdiğerinden habersiz ve rabıtasız olarak yahut herhangi bir nazariyet ihtilafından dolayı birbirlerine karşı lakayt veya muhalif bir vaziyet alarak çalışmaları, inkılab-ı içtimai gayelerine vusulü fevkalade müşkülleştirmektedir. Hollanda ve Almanya komünistlerinin bu surette fraksiyonlara ayrılmış olması bu memleketlerde inkılabi hareketlerin inkişaf ve muvafakiyeline mani olmuştur. Üçüncü Enterasyonal’in icraiye komitesi Zinovyev’in İkinci Kongre’de arzettiği raporda tafsil ettiği veçhile, bu gibi inşikak infkaklara katiyen müsaade edemeyeceğini bildirmiştir. Kapitalist dünyaya karşı tek ve dik bir ihtilal cephesi teşkil ederek zafer-i kat’iyi ibraz için bir memleket dahilinde müstakilen teşekkül eden komünist grupların bir merkez-i umumi etrafında birleşmesi elzemdir. Binaenaleyh, gerek İstanbul’daki komünist grupların gerek Anadolu ve Rusya’da vukuatın tesiriyle yekdiğerlerinden ayrı olarak vücut bulan teşkilatların Türkiye Komünist Fırkası ile ittihat ve hepsi birlikte bir vahid-i tam teşkil eylemesi ve Türkiye inkılabına çalışan yoldaşların müteferik sahalarda kalarak kuvvetlerini israf ve zayi eylememeleri icap eder. Biz sahib-i selahiyet delege olmak sıfatıyla İstanbul Komünist Grubu’nun Türkiye Komünist Fırkası ile birleşmeye âmâde olduğunu ilan ve diğer teşkilatlarında aynı veçhile hareket eylemelerini büyük gayemiz namına teklif ve rica ederiz. Ethem Nejat ve Hilmi oğlu Hakkı” (Age., s.36)
Kongre’nin 7. oturumunda tüzük karara bağlandıktan sonra Merkez Komite üyeliği seçimi yapılır. Buna göre Mustafa Suphi, Mehmet Emin, Nazmi, Hilmioğlu Hakkı, İsmail Hakkı, Ethem Nejat, Süleyman Nuri, Merkez Komitesi üyeliklerine, Hüseyin Sait, Asım Necati, Selim Mehmetoğlu yedek üyeliklere; Süleyman Sami, Lütfü Nejdet ve İsmail Çitoğlu ise “Hesap Müfettişliği”ne seçilir.
10 Eylül’de başlayan kongre çalışmalarını 16 Eylül’de tamamlar. Bu çalışmalar arasında program ve tüzüğün karara bağlanması da vardır.
TKP’nin ilk programı
Türkiyeli komünistlerin Kuruluş ve Birlik Kongresi’nde kabul edilen programını kabaca incelediğimizde programın girişinde “Bazı Görüş ve İlkeler” başlığı altında uluslararası alana ilişkin mevcut durum değerlendirmesi, tekelleşme, emperyalizm, emperyalist savaşa vurgu yapıldığını; buna karşın doğrudan sömürge, zayıf ve yoksul ülkelerin emperyalizme bağımlılıklarının arttığı belirlemesi ve ardından sınıf savaşımının gerekliliğine vurgu yapıldığını görüyoruz.
Türkiye’nin andaki mevcut durumunun tahlil edildiği bölümde ise şöyle deniliyor:
“Genellikle Doğu ülkelerine oranla oldukça siyasî ve iktisadî ilerlemeye sahip olan Türkiye’de fabrikacılık lâyıkıyla gelişememiş edememiş ve memleketin ötesine berisine serpişmiş bazı fabrikaların mevcut olmasına rağmen, bunlar ve şehirler etrafında mükemmel ve sınıflaşmış bir proletarya oluşamamıştır. Türkiye bugün Avrupa ve Amerika’ya gönderilen ham eşyayı ve madenleri çıkaracak ve bunları bozulmaktan kurtarıp kolaylıkla taşıyacak maden, taşıma ve yan sanayide çalışan yüz binlerce sanatkâr ve yoksul işçilerin, tarla ve bahçelerde sabahtan akşama kadar alın teri dökerek en temel ihtiyaçlarını temin etmekten âciz kalan köylülerin, savaşçı hükûmet ve devletlerin yumruğu altında ömürleri mahvolan milyonlarca amele ve köylüden oluşmuş, askerlerin ve nihayet şehir ve köylerde her türlü üretim araçlarından mahrum işsiz ve kurtuluş ümidini kaybetmiş bir yoksul kesimin yaşadığı bir memlekettir.
Yedi asırlık iktisadî ve siyasî hayatında, ocak devrini atlatarak birçok hükûmet reformu ve düzenlemesine maruz kalan ve bugünkü şekil ve yönetim tarzıyla burjuva demokrasisine ayak basmış olan Türkiye’de sınıf çatışması ilkel gelişim devrini yaşamaktadır. Bugün Türkiye’de galip ve yağmacı İtilaf Devletlerine karşı devam eden ulusal isyan hareketine yoksul sınıfların katılması “düşmanın düşmanı” ile yani dış kapitalizmin baskısına karşı kendi içindeki vurguncu ve gasp edici küçük burjuvazi ile birlikte çatışma özelliğinde yürümektedir. Kendi ülkesinde yalnız maddî çıkarlara dayanan ilişkiler kuran Avrupa ve Amerika burjuvazinin Türkiye gibi hayat ve ekonomi açısından zayıf memleketlerin her türlü kendini korumaya yönelik sınırlarını yıkıp bu memleketleri kendilerine haraç veren birer çiftlik ve buralarda yaşayan insanları yalnız işletilmeye mahkûm birer hayvan sürüsü hâline koymaları, bu memleketlerde umumi surette Avrupa ve Amerika sermayedarlığına karşı büyük bir düşmanlık hissi uyandırmıştır.” (Kaynak: www.tkp-online.org, 1920 Programı’ndan yapılan tüm alıntılar bu siteden yapılmıştır.)
Bu analizden sonra, “Türkiye İştirakiyûn (Komünist) Fırkası (Partisi) yukarıda belirtilen ilkelere dayanarak, son devrin insanlık âlemine yeni ve bütün mânâsıyla özgür bir yaşam vadeden toplumsal devrim dönemi olduğunu söyleterek ve her şeyden evvel bir “işçi ve köylü” partisi, dünyanın diğer komünist partileriyle beraber Üçüncü Enternasyonal’i teşkil eder ve onun yine uluslararası burjuvazi ile çatışmasına etkin bir üye olarak katılır.” denilerek partinin görevi, uluslararası siyasi planda yönelimi açıkça belirlenmektedir.
Evet, TKP’nin enternasyonalist bir parti olarak kurulmuştur, uluslararası komünist hareketin bir parçası olduğunu programına yazmıştır.
Programın “Hükûmet Şekli” başlıklı bölümünde partinin hedefinin “işçi-köylü şuralarını (Sovyetlerini)” kurmak olduğu, başka bir deyişle proletarya diktatörlüğünün hedeflendiği açık bir şekilde ortaya konulmaktadır. Madde şöyledir:
“2- İşçi ve Köylü şuralar cumhuriyeti ise, emek sarf etmeksizin yaşayan asalak sınıflar hariç olmak üzere halkın çoğunluğunu etrafında toplayarak işçilerin işleticiler tarafından soyulmasına nihayet verecek her türlü çareyi temin eder. Şûrâlar cumhuriyeti hükûmet ve kızıl ordu teşkilâtıyla kapitalizm ve emperyalizmin proletarya sınıflarıyla mazlum milletleri saran esaret zincirlerini kırarak dışarda milletler arasındaki kardeşliği genişletmeye, içerde ise bütün varlığıyla yoksul ve işçi halk arasında medenî ve hayatî yeni bir devir açmağa liyakat ve iktidar gösteren, sınıfları ortadan kaldırarak her türlü savaş ve katliam felaketlerini ortadan kaldıran, aydınlık ve mutlu bir geleceğe doğru götüren, kapitalizm ile komünizm arasındaki geçiş dönemine ait, geçici bir hükûmet şeklidir.”
Proletarya diktatörlüğünün sınıfların ortadan kaldırılarak sınıfsız topluma doğru giden yolda, kapitalizm ile komünizm arasında geçiş dönemine ait bir yönetim biçimi olması düşüncesini programına yazan bir partinin içinden bu düşünceye daha sonraki yıllarda saldıran, sulandıran ve nihayetinde ortadan kaldıran düşüncelerin peşinden gidenleri çıkarması, Marksizm-Leninizm’e bağlılığın ne denli önemli olduğunu; revizyonizme karşı ideolojik mücadelenin sürekli ve yılmaz bir şekilde yürütülmesinin önemini bir kez daha (TKP şahsında) göstermiştir.
Programın “Din ve Milliyet” başlıklı bölümde partinin ulusal soruna ilişkin çözümü şu şekilde konulur:
“7- TKP, muhtelif milletlere mensup devrimci işçi ve köylü sınıfları arasındaki eski düşmanlıkları kaldırmak için aşağıdaki kesin çözümlere girişir:
(elif) Dil ve kültür açısından her milletin tam hürriyetini temin eder ve bu itibarla bir veya diğer millete ait olan her türlü ayrıcalığı ortadan kaldırır.
(be) TKP, hükûmet teşkilâtında muhtelif milletlere mensup işçi ve köylü şûrâlar cumhuriyeti oluşturulmasını kabul ve “özgür milletlerin özgür birliği” esasında olmak üzere federasyon usulünü tercih eder.
(pe) Parti işçi ve köylü sınıfları da tamamen ayrı ve bağımsız yaşamak cereyanlarına kapılmış olan milletlerin arasında kanlı çatışmalar çıkmasına yer vermemek için bu gibi meselelerin “plebisit” usulüyle: Genel oya başvurarak çözülmesine işaret eder.”
TKP Programı’nda ulus ve milliyetler sorununda ortaya koyduğu bu yaklaşım (bu genellikte) doğru ve marksist-leninist bir yaklaşımdır. “Özgür ulusların özgür birliğinin” savunulması, bunun yolu olarak federasyonun propaganda edilmesi, ayrılma/bağımsızlık talepleri karşısında referandum yolunun gösterilmesi yaklaşımı doğru, marksist-leninist yaklaşımdır.
Bu bağlamda ama söylenebilecek tek şey; programda doğru bir biçimde bu genellemeyi yapan TKP’nin, diğer yazı ve değerlendirmelerinde ulusal sorun/lar konusunda pratikte göz önünde olan sorunlar konusunda, örneğin Kürtler bağlamında, örneğin bu programın karara bağlanmasından beş yıl öncesinde gerçekleşen Ermeni soykırımı konusunda, ya da bir yıl öncesinde gerçekleşen Pontus soykırımı hakkında… herhangi köklü bir sorgulama yapmamış olduğudur.
Ölüme giden yol
Kuruluş kongresini gerçekleştiren TKP, plan olarak önüne koyduğu kararların Türkiyeli işçilere ve emekçilere taşınması, örgütlenmeye ağırlık verilmesi ve güçlerini Anadolu’da gelişen ulusal kurtuluş mücadelesine daha fazla katılmasının sağlanması görevlerini koymuştu.
Kongre bittikten sonra delegelerin bir bölümü ülkeye dönerken içinde Mustafa Suphi ve Ethem Nejat’ın da olduğu 15 kişilik komünist grup 19 Aralık 1920’de Ermenistan üzerinden Kars’a hareket ettiler. Mustafa Suphi ve yoldaşları Samsun üzerinden Ankara’ya ulaşmayı planlamışlardı. Heyette Sovyetler Birliği temsilcisi Budi Mdivani de vardı. Kars’a vardıklarında törenle karşılandılar. Tören, aslında Mustafa Suphi ve yoldaşları için değil, desteğine ihtiyaç duydukları Sovyetler Birliği temsilcisi için düzenlenmişti. TKP heyeti, gittikleri her yerde (Erzurum, Trabzon) kışkırtılmış linç toplulukları ile karşılaştılar. Ankara hükümeti, bilgi ve onayı olduğu Mustafa Suphi ve yoldaşlarının gelişleriyle ilgili güvenlik taleplerini karşılamadı. Trabzon’daki Sovyet konsolosu Ankara hükümetinin temsilcisi vali ile görüştü. Mustafa Suphi ve yoldaşlarının deniz yoluyla Batum’a gitmeleri konusunda anlaşmaya varıldı. Mustafa Suphi ve yoldaşları, Yahya Kâhya’nın sağladığı motora, bir linç topluluğunun hakaret ve saldırıları eşliğinde 28 Ocak’ı 29 Ocak’a bağlayan gece bindirildiler. Arkalarından başka motor ya da motorlarla peşlerine takılan Yahya Kâhya ile beraberindekiler, hepsini öldürüp denize attılar.
Ankara hükümeti, Sovyet hükümetinin olayla ilgili sorusuna “deniz kazası” cevabını verdi.
Kemalist Türk burjuvazisi, 29 Ocak 1921’de daha henüz emperyalist işgale ve Türkiye’nin bütünüyle sömürgeleştirilmesine karşı “Kurtuluş Savaşı” verirken, “Kurtuluş Savaşı”nı bir sosyal kurtuluş savaşı olarak yürütmek isteyen komünistleri hunharca katletti. Kemalistler, Ekim Devrimi’nin Anadolu’ya yayılacak etkisinden korkuyordu. Kemalistler, Anadolu’nun kızıllaşmasını engellemek için Mustafa Suphi ve yoldaşlarını katletti.
Mustafa Suphi, mazlum Türkiye’yi kurtaracak olanın kızıl inkılap olduğunu söylüyordu. TKP 1. Kongresi, Kurtuluş Savaşı’nın desteklenmesi konusunda oybirliğiyle karar aldı. Kongre “Türkiye Komünist Partisi, ülkede emperyalizme karşı ulusal kurtuluş savaşının derinleşmesine çaba gösterecek ve bu hareketin desteklenmesinin yanı sıra, emekçilerin egemenliğinin kurulmasına çalışacaktır” açıklamasını yapıyordu. Ancak Mustafa Suphi ve yoldaşları kemalistleri yanlış değerlendiriyordu. O’nun komünist olması ve kurtuluşun komünizmde olduğunu haykırması kemalistlerin hoşuna gitmiyordu. Komünizmden öcü gibi korkan kemalistler, Mustafa Suphi ve yoldaşları Anadolu’ya geçtiklerinde İngiliz/Fransız emperyalistleri ile pazarlığa oturmuşlardı. Kemalistler sadece işgale, sömürgeleştirilmeye karşıydılar. Onlar yarı-sömürge yapıyı baştan kabullenmişlerdi. Türkiye’deki komünistlerin katledilmesi ile hem milli devrimin sosyal bir devrimle tamamlanması ihtimalini engellemek hem de emperyalistlerin gözüne girmek istiyorlardı.
Mustafa Suphi ve yoldaşlarının kemalistleri yanlış değerlendirmesi, TKP’li yoldaşların katledilmesinde çok önemli bir rol oynadı. Kemalistler, henüz kuruluş aşamasında olan TKP’ye önemli bir darbe vurdular. Ama komünist hareketi yok etme hedefine ulaşamadılar. Tüm saldırılara rağmen komünizm davası ve komünizm davası uğrunda mücadele edenler yok edilemedi. Kuzey Kürdistan-Türkiyeli Bolşevikler 100. yıldönümünde Mustafa Suphi ve 14 yoldaşını unutmayacaktır. Onların mücadeleleri, bugün de Bolşeviklere yol gösteriyor, göstermeye devam edecektir.
- Kemal’in (ve Ankara hükümetinin) aynı süreçte komünistlere saldırısı sadece bu katliamla sınırlı değildir. Ankara ve Eskişehir’de komünist fonksiyonerlerin (örneğin Manatov’un, Salih Hacıoğlu, Ziynetullah Nevşirvanov’un vd.) tutuklanması, yine partinin Meclis’teki milletvekilleri Tokat Mebusu Nâzım Bey, Bursa Mebusu Şeyh Servet ve Karahisar Mebusu Mehmet Şükrü Beylerin dokunulmazlıklarının kaldırılarak tutuklanması olayları, THİF üyelerinin Mayıs 1921’de Ankara İstiklal Mahkemesi’nde yargılanmaları ve hepsinin, en az 15 yıl kürek cezası olmak üzere, ağır cezalara çarptırılmaları… (Davanın ironik yanlarından biri THİF üyelerini yargılayan hâkimlerin Mustafa Kemal’in kurdurttuğu resmi TKF üyeleri olmasıdır) Erden Akbulut-Mete Tunçay, “Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası (1920-1923)”, s.167-169, Sosyal Tarih Yayınları, 2007, İstanbul) bu dönemde sosyalistlere/komünistlere yönelik gerçekleşen saldırıların bazılarıdır.
Emperyalist işgale karşı verilen mücadele ve bu mücadelenin başını çeken M. Kemal ve Ankara hükümetinin hareketin önderliğini elinden bırakmamak için bir yandan komünizme/Bolşevizm’e karşı düşman tavrı vardır ve ama aynı zamanda Sovyet devletinin desteğini de sürdürmesini sağlama alma yönlü çıkarcı bir ikili siyaset yürütmektedir. Ankara hükümetinin emriyle kurdurulan sahte TKP’nin ihtiyaç kalmayınca bir emirle kapatılması bunun en açık örneklerinden sadece birisidir.
1921 sonrası TKP
Kemalistlerin TKP’ye yönelik saldırısında önemli kadrolarını yitiren, tutuklamalar, sürgünler sonucu 1921’de ağır bir yenilgi yaşadı. Yeraltına inen parti, 15 Ağustos 1922’de Ankara’da gizli olarak 2. Kongre’sini gerçekleştirdi. Genel Sekreterliğe Salih Hacıoğlu getirildi. Kongreden yaklaşık üç hafta sonra 12 Eylül 1922’de Ankara Hükümeti TKP’yi kapattı. Yeraltına inen partinin 3. Kongresi 31 Aralık 1924-1 Ocak 1925’te İstanbul-Akaretler’de toplandı, Şefik Hüsnü genel sekreterliğe getirildi.
Kongreden sonra, kemalist devlet Şeyh Said İsyanı’nı gerekçe gösterip Takrir-i Sükûn Kanununu çıkararak yoğun bir baskı dönemi uygulamaya başladı. Cumhuriyet Halk Fırkası dışında diğer parti ve örgütler kapatıldı, çoğunluğu Kürt ulusuna mensup muhalif kesimden birçok insan İstiklal Mahkemeleri’nde yargılandı, idam cezasına çarptırıldı. Bu saldırı fırtınasından TKP de payını aldı.
1925’te yapılan tutuklamaların yol açtığı dağınıklığı ve kargaşayı durdurmak üzere, 1926 yılının mayıs ayında, Şefik Hüsnü’nün girişimiyle, Viyana’da bir parti kongresi yapıldı. Bu kongrede yeni bir program kabul edildi. Partinin başına Vedat Nedim Tör getirildi. Ancak Vedat Nedim Tör (ve Şevket Süreyya Aydemir) kemalist burjuvazi ile uzlaşma politikası izledi. Sonuçta 1927 yılında bir bütün olarak komünist harekete ve TKP’ye ihanet ederek kemalist saflara geçtiler. Parti arşivini emniyete teslim ettikleri için ihanetçidirler. Bu ikilinin de içinde olduğu bir grup Kadro isimli bir dergi çıkardılar. Bu yüzden “Kadrocular” olarak anılırlar.
Parti, işçi sınıfı içerisinde belli bir örgütlenme yaratmış olmasına rağmen (örneğin demiryolu ve tütün işçileri arasında örgütlenmeler), parti yönetimindeki çatışmaların da etkisiyle silik bir parti olarak yaşamını sürdürdü. Bu dönemde komünist şair Nâzım Hikmet partiye üye oldu ve partiye olduğu kadar Türkiye’deki komünizm hareketine de önemli katkılarda bulundu.
Komintern Yönetim Kurulu’nun (KEYK) 1936 sonunda TKP için “dezentralizasyon” kararı aldı, partiyi kendi içine kapanıklılık ve sekterlik konularında eleştirdi. Partinin önüne görev olarak “CHP içine girip çalışma ve anti-faşist cephe siyasetini bu biçimde uygulama” direktifi verildi.
1950’li yılların ortalarından itibaren gelişen 1957 ve 1960 Deklarasyonları ile SBKP içinde ortaya çıkan revizyonizm bu parti etrafında kümelenen partilerden birisi olarak TKP’yi de etkisi altına aldı. Partinin adı komünistti ve ama çizgisi revizyonistti.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’de çok partili sisteme geçildi. Bu dönemde TKP kadrolarınca iki yasal parti kuruldu. Bunlardan birisi 1946 Mayıs ayında kurulan Türkiye Sosyalist Partisi (TSP) muhalif kanadı temsil ederken, merkez komitenin kararıyla Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi (TSEKP) kuruldu. Her iki parti de 1946 yılının aralık ayında kapatıldı.
1951’de, TKP’ye yönelik büyük bir tutuklama furyası başladı. TKP, bu tutuklamalardan çok ağır bir darbe aldı. Önder kadroların hemen hemen tümü burjuvaziye tutsak düştü.
1950’lere kadar parti Şefik Hüsnü önderliğinde faaliyetlerine devam etti. 1951 tutuklamaları içinde bulunan Şefik Hüsnü’nün 1957’de tahliye edildikten sonra sürgüne gönderildiği Manisa’da ölmesi üzerine partide Yakup Demir (Zeki Baştımar) dönemi başladı. TKP kadroları 1960 yılında yurt dışına çıkarak partiyi yurt dışında yeniden örgütlemeye çalıştılar. 1958’de, Doğu Almanya’da Bizim Radyo’nun yayını başladı. 1962’de TKP Dış Bürosu kuruldu. Ülkede kalan Doktor Hikmet Kıvılcımlı, Reşat Fuat Baraner, Mihri Belli gibi eski TKP yöneticileri Dış Büro’yla bağlarını kopararak kendi yollarına koyuldular. 1960’lı yıllar boyunca TKP’nin siyasal faaliyeti Bizim Radyo aracılığıyla yürüttüğü propagandadan, ülke içinde tek tek bireylerle kurmaya çalıştığı çok sınırlı ilişkilerden ibaret kaldı.
1960 askeri darbesi ertesinde yürürlüğe konulan 1961 Anayasası ile birlikte burjuva demokrasisinin kırıntıları ortaya çıktı. Göreceli “özgürlük” ortamında bir grup sendikacı Şubat 1961’de Türkiye İşçi Partisi’ni (TİP) kurdu. TİP’in amacı parlamentoda temsiliyeti sağlamaktı. 1962’de Mehmet Ali Aybar, partinin genel başkanı oldu. TİP, 1965 genel seçimlerine girdi ve 276 bin oy alarak 15 milletvekili kazandı. Kuzey Kürdistan-Türkiye’de, 1968-69 yılına kadar sosyalistlerin, komünistlerin içinde toplandığı parti TİP’tir. Daha sonraki süreç içerisinde TİP’in parlamentarist, reformist siyasetinden kopuşlar başladı.
1951’den 1973’e kadar Kuzey Kürdistan-Türkiye’de, TKP’nin çalışmaları çok geri düzeydedir. Yurtdışındaki TKP kadroları, sosyal emperyalizmin uydusu olan ülkelerde radyoculuk faaliyetleri ile meşguldür. 1973’ten itibaren ülkelerimizde TKP’nin çalışmaları yeniden aktif olarak başladı. TKP “Dış Büro”su, “TKP Merkez Komitesi Politik Bürosu” adını aldı. “Politik Büro”nun başında Zeki Baştımar ve İsmail Bilen vardı. Bu dönemde sosyal emperyalizmin TKP’ye yardımı giderek arttı.
“TKP Politik Bürosu” 24 Mayıs 1973’te yaptığı toplantıda “1973 Atılımı” diye bilinen süreci başlattı. Yıllar sonra yeni parti program ve tüzük taslakları hazırlandı. Merkez Komitesi oluşturuldu. 8 Ocak 1974’te, TKP Merkezi Yayın Organı “Atılım” düzenli çıkmaya başladı. TKP çok uzun bir aradan sonra 1977’de ilk forumunu, “Konya Konferansı”nı topladı. TKP Merkez Komitesi ilk kez 1978’de tam üyeli toplantısını yaptı.
TKP, 1932’den 1983’e kadar tam 50 yıl boyunca kongresini toplamamış bir partidir. 1920 kuruluş kongresinden sonra sadece dört kongre yapılmıştır. Bu kongreler ise tartışmalıdır. Her kongre yeniden toparlanma dönemidir. Toparlanma dönemlerinde kimin üye olduğu, yeni yöneticilerin yetkiyi kimden aldıkları belli değildir. Parti yaşamında iç dinamikler dumura uğramış, “yukarıdan” atamalar bir gelenek hâlini almıştır.
TKP, 1979’da bölündü ve “İşçinin Sesi” ortaya çıktı.
12 Eylül 1980 askeri darbesi TKP’yi de olumsuz etkilendi, kadroları tutuklandı.
1983’te TKP Genel Sekreterliği’ne Nabi Yağcı getirildi.
7 Ekim 1987’de yapılan TKP’nin 6. Kongresi ve TİP’in 8. Kongresi’nde alınan birleşme kararları gereğince, her iki partiden eşit sayıda delegenin katılımıyla aynı yılın Ekim ayında Türkiye Birleşik Komünist Partisi (TBKP) kuruldu. 4 Haziran 1990’da yasal olarak da kurulan TBKP, Ocak 1991’de “sosyalistlerin geniş birliği” çalışmaları doğrultusunda, gerçekleşen kongresinde aldığı kararla Sosyalist Birlik Partisi (SBP) oluşumuna katıldı. TBKP, 1991’de Anayasa Mahkemesi kararıyla kapatıldı.
2000’li yıllara gelindiğinde TKP’nin devamcısı olduğunu ileri süren, ismini üzerlenen ya da üzerlenmeye çalışan bir dizi parti ve grup türedi. Savunduğu görüşler açısından revizyonizmin çeşitli tonları olan bu partilerin “TKP mirasçılığı/devamcılığı” kavgası şu ya da bu biçimde sürmektedir.
İbrahim Kaypakkaya’nın TKP değerlendirmesi
TKP hakkında TKP-ML’nin kurucu önder İbrahim Kaypakkaya’nın Şafak revizyonizmiyle polemik içinde yaptığı bir değerlendirmeyi de buraya aktarıyoruz. Şafak revizyonistlerinin TKP mirasçılığına soyunması karşısında tavır takınan İbrahim Kaypakkaya, TKP önderliğinin Mustafa Suphi’den sonra revizyonistleştiğini söylemiş, partinin Kemalizm karşısındaki tavrını eleştirmiş, TKP’yi reformist bir parti olarak değerlendirmiştir.
İbrahim Kaypakkaya’nın değerlendirmesi şöyledir:
“26. TKP Mirasçılığı
Şafak revizyonistleri TKP’nin, M. Belli’ye, H. Kıvılcımlı’ya ve Yakup Demir’e layık revizyonist geçmişinin mirasçılığını da kimseye bırakmıyor. TKP konusundaki görüşlerimizi de ayrı bir broşürde ele aldığımız için burada üzerinde durmuyoruz. Kısaca belirtelim ki, TKP, Mustafa Suphi yoldaşın ölümünden sonra, kesin sağcı ve revizyonist bir çizgi izlemiştir. Partinin önderliğini ele geçiren Şefik Hüsnü, kemalistlerden sosyalist devrim yapmalarını bekleyecek kadar Marksizm-Leninizm’den uzaklaşmıştır.
Şefik Hüsnü önderliğindeki TKP, köylülerin devrimci rolünü asla kavramamıştır; işçi-köylü ittifakını asla kavramamıştır; daima burjuvaziyle ittifak kurmaya çalışmış ve daima da bunun cezasını çekmiştir, ama bu cezayı işçi sınıfımıza ve yoksul köylülerimize de çektirmiştir; Şefik Hüsnü önderliğindeki TKP, kemalist iktidara sonsuz bir sadakat beslemiştir; silahlı mücadele yolunu reddetmiştir; önce kemalist iktidarın tedrici devletleştirmeler yoluyla sosyalizme (!) varmalarını beklemiş, sonra da hayal kırıklığına uğrayarak kemalistlerin sosyalist devrim için şartları olgunlaştırmasını beklemeye koyulmuştur; kemalist iktidarın azınlık milliyetlere yönelen zulüm ve baskılarını alkışlamıştır.
Bu miras, bizim açgözlü miras düşkünü bezirgânlara pek yakışıyor. TKP mirasında, kendi revizyonist tezlerini destekleyecek pek çok şey bulacaklarına eminiz. Fakat komünizm davasına gerçekten bağlı bir hareket böyle bir mirası reddeder. Biz Mustafa Suphi yoldaşın ve onun önderliğindeki TKP’nin mirasçısıyız. Komünizm davasına, devrimci yürekten bağlı, ama revizyonist önderlik yüzünden inançları ve enerjileri yanlış yollara kanalize edilmiş işçi, köylü ve aydın kadroların, sübjektif olarak kafalarında ve yüreklerinde taşıdıkları “devrim” ve “komünizm” ateşinin sarsılmaz inancının mirasçılarıyız.” (“Bütün Yazıları”, İbrahim Kaypakkaya, s.543-544, Umut Basım Yayımcılık, 2018, İstanbul)
TKP’nin gelişimini/durumunu sadece Kemalizm’e karşı tutum ve Kürt ulusal sorununa karşı takındığı tavır açısından değerlendirmek bile TKP’nin kurulduğu dönemden sonra nasıl bir partiye evrildiğini göstermeye yeterlidir. Çünkü bir halklar hapishanesi olan Kuzey Kürdistan-Türkiye’de ulusal soruna ve Kemalizm’e yaklaşım bir mihenk taşıdır.
Bu bağlamda aşağıda bizim bu konuda ne düşündüğümüzü özetleyen tezleri aktarmayı gerekli görüyoruz.
“EK: II — KÜRT MİLLİ MESELESİNDE KOMÜNİST ENTERNASYONAL’İN VE TKP’NİN TAVIRLARI HAKKINDA TEZLER
1) Komünist Enternasyonal (Komintern), ulusal ve sömürgeler sorununa yaklaşımda proleter dünya devrimini çıkış noktası olarak almıştır.
2) Somut siyaset belirlemede ezen ulus ezilen ulus ayrımı yapmıştır.
3) Ulusal hareketleri ulusal devrimci ve ulusal reformist hareketler olarak ikiye ayırmış ve desteklenecek olanın ulusal devrimci hareketler olduğunu açıklamıştır. Bir ulusal hareketin devrimci olmasının temel kıstasları Komintern’e göre, bu hareketin genel olarak emperyalizme yönelmesi, emperyalizmi zayıflatması ve bu ulusal hareketin önderliğinin komünistlerin işçi sınıfını ve köylülüğü ve sömürülen geniş kitleleri devrimci temelde aydınlatmasına ve örgütlemesine engel olmamasıdır.
4) Komintern, ulusal hareketlerin Sovyet devletiyle ittifak hâlinde emperyalizme karşı mücadele vermesi için çaba sarfetmiştir.
5) Bu çıkış noktaları temel alındığında, Komünist Enternasyonal ve TKP’nin Kuzey Kürdistan’daki Kürt isyanları bağlamında takınması gereken tavır şu olmalıydı:
–Ulusal reformist oldukları açık olan kemalistlerin Kürt ulusal hareketini bastırma siyasetine karşı çıkmak,
–Kürt isyanlarının ulusal baskıya karşı çıkan demokratik içeriğini tespit etmek, Kürt ulusunun ayrılma hakkını savunmak,
–Kürt isyanlarının kimi emperyalistler ve Türkiye’de kemalist diktatörlüğe karşı, daha geri bir programla mücadele eden burjuva-toprak ağası klikleri tarafından kullanılmaya çalışılmasını teşhir etmek ve komünist alternatifi ortaya koymak,
–Komintern’in Kuzey Kürdistan-Türkiye’deki seksiyonu olan TKP, Kürt isyanları bağlamında marksist-leninist ilkelerden yola çıkarak pratik siyaset geliştirme görevine sahipti. O, Kuzey Kürdistan-Türkiye’deki devrim partisi olarak, bu devrimin baş düşmanı kemalist iktidarı hiçbir şart altında desteklememeliydi. Kürt ulusal isyanlarının gerici genel değerlendirmesi şartlarında bile, hiçbir şekilde kemalist diktatörlüğün bu isyanları bastırmasına pratik destek ve onay verme hakkına sahip değildi. Böyle bir destek tavrı, Türk şovenisti, burjuva kuyrukçusu bir tavırdır.
6) TKP’nin Kürt isyanlarına ilişkin, Komintern tarafından da eleştirilmeyen ve bazı hâllerde (örneğin Şeyh Said isyanı…) merkezi olarak açıkça onaylanan pratik tavrı ise şöyle olmuştur:
–Kürt isyanları her seferinde esasta İngiliz emperyalizminin bir oyunu ve Türkiye’de iç gericiliğin emperyalizmle bağ içinde kemalist Türkiye’ye karşı ayaklanmaları olarak değerlendirilmiştir.
–Kürt isyanlarındaki ulusal baskıya karşı çıkan demokratik haklı yan, gerektiği ölçüde ortaya konmamış, yeterince savunulmamıştır.
–Kürt ulusunun ayrı devlet kurma hakkı somut olarak bu isyanlar bağlamında gündeme getirilmemiş, savunulmamıştır.
–TKP, pratik olarak kemalist diktatörlüğün Kürt isyanlarını kanla bastırmasını desteklemiştir.
7) TKP’nin (ve Komintern’in) bu tavrı, hem Komintern’in ulusal ve sömürgeler sorunundaki genel çizgisiyle, hem de TKP’nin programıyla çelişmektedir. Bu somutta, Komintern açısından proleter enternasyonalizminden bir sapmadır. TKP açısından açıkça sosyalşovenist bir siyaset anlamına gelmektedir.
8) Bu yanlış tavrın temelinde, Komintern açısından kemalist diktatörlüğün dış siyasetteki görece bağımsız ve Sovyetler Birliği ile dostluk ilişkisini temel alan tavırlarının çıkış noktası alınması yatmaktadır.
9) İbrahim Kaypakkaya’nın isyanlar hakkında takındığı tavır, Komünist Enternasyonal ve TKP’nin tavrıyla çelişen ve fakat doğru marksist-leninist olan tavırdır.”
(“Türkiye Komünist Hareketi’nde Dönüm Noktası- İbrahim Kaypakkaya- Kazanımları Ve Hataları”, H. Yeşil, s.229, Dönüşüm Yayınları, Mayıs 2019, İstanbul)
Bugün de TKP’nin devamcısı olduğunu iddia eden partilerin Kemalizm/Cumhuriyet savunuculuğu ile Kürt ulusal mücadelesine yaklaşımları irdelendiğinde onların reformist ve sosyal-şoven yüzleri açıkça görülecektir.
100 yıl sonra da çözülmesi gereken en önemli sorun
100 yıl sonra da bugün Kuzey Kürdistan-Türkiye işçi sınıfının gerçek anlamda bir komünist partisine ihtiyacı vardır.
Evet, bugün TKP’nin devamı olduğunu söyleyen partiler örgütler vardır. Mustafa Suphi TKP’sini veya Şefik Hüsnü TKP’sini, ya da TKP içinde çalışma yürüten ve ama daha sonra başka isimlerle “komünist” çalışma yürüten onlarca örgüt, parti, oluşum vardır. Ama bunların hiçbiri Marksizm-Leninizm’i temel alan komünist parti ya da örgüt değillerdir. Lafa geldiğinde “Leninist parti” lafzını ağızlarından düşürmeyen bu parti ve grupların hiçbirisi leninist parti öğretisi temelinde örgütlenmemişlerdir. Evet, bugün birçok revizyonist, reformist, oportünist parti ya da örgüt vardır; onlarca devrimci parti/örgüt de vardır. Ama buna rağmen bugün Kuzey Kürdistan-Türkiye’de eksikliği duyulan en önemli şey devrim partisidir!
Bolşevik Parti’dir eksikliği duyulan!
Görev proletaryanın öncü örgütünün, Bolşevik Partisi’nin yaratılmasıdır.
14 Temmuz 2020
EKLER
Aşağıda Mustafa Suphi ve 14 yoldaşının 28/29 Ocak 1921 tarihinde Karadeniz’de katledilmelerinin ikinci yılında TKP tarafından hazırlanan anma broşüründe yer verilen Mustafa Suphi biyografisini yayınlıyoruz. – YDİ Çağrı Redaksiyonu
MUSTAFA SUPHİ’NİN HAYATI
“Mustafa Suphi 1883’de doğdu. İstanbul Hukuk Fakültesini ve Paris Siyasi İlimler Okulunu bitirdi. Paris’te okulunu bitirirken bitirme tezi olarak Türkiye’de Tarım Kredileri Teşkilatının Durumu ve Geleceği üstüne bir çalışma hazırlamıştı. Bu arada Paris’te bir yandan Tanin Gazetesi muhabirliğini yapıyor, öte yandan da sendikalar, işçi örgütleri ve siyasi partiler üzerine incelemeler yapıyordu.
1908’de Türkiye’ye döndü. Çeşitli gazetelerde yazılar yazdı. Üniversitede hukuk ve iktisat hocalığı yaptı. 1912’den itibaren Türkiye işçi ve köylülerini yok yere kırdıran emperyalist savaşlara, emperyalist yağma savaşlarına karşı çıktı ve Alman işbirlikçisi ittihatçı kompradorlarla mücadeleye başladı.
Bu tarihte de Milli Meşrutiyetperver Fırkasını kurmak için İfham (Uyarı) gazetesini çıkarıyordu. Mustafa Suphi, Alınan işbirlikçilerinin diğer muhalifleriyle birlikte 1913 yılında Sinop’a sürüldü. 1914’te buradan kaçarak Rusya’ya geçti. Birinci Emperyalist Dünya Savaşı başlayınca Çarlık tarafından Urallar’a sürülen Mustafa Suphi, burada Bolşeviklerle ve Türkiyeli devrimcilerle ilişki kurdu ve komünizmi benimsedi. Türk savaş esirleri arasında yoğun bir ihtilalci çalışma yürüttü. Aynı zamanda işçilerle birlikte demiryollarında çalışıyor ve onların hayatını ve kaderini paylaşıyordu. Moskova, Kazan, Samara, Ufa ve Saratov gibi şehirlerde ve İdil ve Ural bölgelerinde ilk Türk Komünist gruplarını teşkilatladı. Bolşevik Partisi İslam Bürosunda görev aldı.
Mustafa Suphi, Büyük Ekim Devrimi’nden sonra Moskova’da ilk Türk Komünist gazetesi Yeni Dünya’yı çıkardı. Yedi Türk lehçesinde yayınlanan bu gazete, Türkiyeli işçilerle Tatar devrimcilerinin birlikte çıkardıkları bir yayındı.
Mustafa Suphi ve Rusya’daki Türkiyeli komünistlerin amaçları bağımsız bir Türkiye Komünist Partisi teşkilatlamak ve Anadolu’daki Kurtuluş Savaşına katılarak, milli devrimin sosyal devrim yönünde gelişmesini sağlamaktı.
Türkiye Komünist Partisi’nin kurulması yolunda atılan ilk adım, 25 Temmuz 1918’de Moskova’da toplanan Türk Sol Sosyalistleri Konferansı oldu. Bu kongreye, Türkiyeli işçi ve köylüleri temsil eden yirmi işçi ve köylü delege katılmıştı. Kongreye Rus Komünist Partisi’nin (Bolşevik), İdil-Ural Tatar ve Başkırdlarının temsilcileri katıldılar. Konferans sonunda Türkiye İştirakiyyun (Komünist) Teşkilatı kuruldu ve Merkez Komitesi Başkanlığına Mustafa Suphi getirildi.
Mustafa Suphi, 1918 Kasım’ında Müslüman Komünistleri Birinci Kongresine katıldı. Stalin’in başında bulunduğu Milliyetler Komiserliği’ne bağlı olarak kurulan Bütün Rusya Müslüman İşleri Merkez Komitesi üyesi ve Uluslararası Doğu Propaganda Dairesi Türk Kesimi Başkanı olarak çalıştı.
1918 Aralık ayında Petrograd’da yapılan Uluslararası Devrimciler Toplantısı’na ve 1919 Mart’ında Moskova’da toplanan Üçüncü Enternasyonal’in Birinci Kongresi’ne Türkiye delegesi olarak Mustafa Suphi katıldı. Yine bu yıllarda Rusya’nın çeşitli yerlerindeki esir düşmüş olan Doğu halklarını -uyarmak için, Rezan, Astrahan, Kazan, Samara, Saratof, Moskova gibi şehirlerde Türk Komünist Teşkilatlarını örgütledi. Bu teşkilat daha sonra toplanan Üçüncü Enternasyonal’in İkinci Kongresi’ne iki delege ile katıldı ve gelecek Kongre’ye ise dört oyla katılma hakkını aldı.
Mustafa Suphi, bu Kongrelerde Türkiye halkının ve proletaryasının temsilciliğini yaptı. Yeni Dünya Gazetesi’nin çıkarılmasını İslam Komiserliği ve Stalin’in bizzat kendisi sağlamıştı. Mustafa Suphi’nin sağlam devrimci karakteri ve proletarya davasına sarsılmaz bağlılığı ve devrimci siyaseti derinden kavraması, onun, bütün devrimci önderler içerisinde haklı bir güven yaratmasına sebep olmuştur.
Türkiye İştirakiyyun Teşkilatı merkezi, 1919 başında Türkiye ile daha sıkı bağlar kurabilmek için Kırım’a geldi. Mustafa Suphi burada Bolşeviklerle beraber çalışarak bir «Müslüman Komünistler Ülke Bürosu»nu kurdu. Burada Kırım Haberler Gazetesi ve Yeni Dünya günlük olarak yayınlandı. Ayrıca çeşitli broşürler de çıktı. Gene Kırım’da bir Parti Okulu açıldı. Bu okulda eğitilen birçok işçi ve köylü, proletarya davasının sadık savunucuları oldular. Kırım’da Mustafa Suphi “Anayasa ve Komünizm Programı” gibi eserler de yayınladı. Ayrıca, sürgündeki ve esir düşmüş Türk ve diğer milliyetlerden halklardan Beynelmilel Şark Alayı kuruldu. Türk kayıkçılarıyla Anadolu’ya kadrolar ve yayınlar gönderilmeye başlandı.
Mustafa Suphi’nin yönetiminde kurulan Türkiye Komünist Teşkilatı Telif ve Tercüme Komisyonu şu eserleri çevirmiştir: «Anayasa», «Komünist Partisi Programı», «Lenin’in Hayatı», «Lenin’in Burjuva Demokrasisi ve Proletarya Diktatörlüğü Hakkındaki Görüşleri», «Komünist Programı’nın Açıklaması», «Komünist Manifestosu (Bildirisi)”, «Emek ve Sermaye», «Bolşevizm Nedir?», «Şura Hükümeti Nedir ve Nasıl Teşkil Edildi?», «Kırmızı Ordu Kıtaatı», «Fırka Hücreleri Talimatnamesi», «Çocuk Dostu», «Mektebe Kadar Terbiye Müesseseleri Talimat ve Programları».
Kırım’ı Vrangel’in beyaz orduları istila edince Mustafa Suphi, Odesa’ya hareket etti ve çalışmalarını orada sürdürdü.
O tarihlerde Mustafa Kemal, milli ihtilale destek sağlamak için Bolşeviklerle ilişki kurmaya çalışıyordu. Bu amaçla Odesa’daki Mustafa Suphi ile haberleşti. Mustafa Suphi, milli ihtilali desteklediklerini Mustafa Kemal’e bildirdi.
Türkiye İştirakiyyum Teşkilatı adına Mustafa Suphi, millî mücadeleye yardım sağlamak için Moskova’ya giderek Bolşevik Partisi Merkez Komitesi ile bir görüşme yaptı. Teklifi kabul edildi.
Anadolu’da emperyalist işgale karşı silahlı mücadelenin başlaması üzerine, Rusya’daki Türkiye komünistlerinin önderleri Anadolu’ya geçmeye karar verdiler. Mustafa Suphi, Kafkas yolu kapalı olduğu için Anadolu’ya Türkistan üzerinden gitmeye çalıştı. Fakat buradaki karşı devrimci faaliyetlerin bastırılması için kendisine ihtiyaç olunca bir yıl kadar Türkistan’da kaldı. Bununla beraber, bazı arkadaşlarını Anadolu’ya gönderdi. Türkistan’da Yeni Dünya’nın yayınına devam edildi ve «Türk kızıl askerlerinden oluşan bir askeri birlik» kuruldu. Ayrıca Mustafa Suphi, Uluslararası Doğu Propaganda Konseyinin Türkistan şubesini teşkilatladı. Bu teşkilatta Çin, Kaşgar, Buhara, Riva, İran, Türkiye komünist teşkilatlarını birleştirmeyi başardı. Mustafa Suphi, Taşkent’te iken, Türkistan Komünist Partisi Üçüncü Kongresine de katıldı ve bu parti ile ortaklaşa çalışarak bütün Doğu halklarının kurtuluşu davasında önder bir yönetici olarak hizmet etti.
Mustafa Suphi ve arkadaşları, 1920 Mayıs’ında bütün teşkilatla birlikte Bakû’ya geldiler. Buradaki eski Türk komünistleri grubu yeniden ele alınarak kuruldu ve Türkiye Komünist Teşkilatı’nın bir kolu olarak düzenlendi. Mustafa Suphi, Alman işbirlikçisi İttihat ve Terakki’nin adamı Bahattin Şakir’in kurduğu sahte «Türk Komünist Partisi»ni yıktı ve açığa çıkardı. Anadolu’da başlayan milli mücadeleye katılmak için Mustafa Suphi bu defa da Azerbeycan’da bir seferberlik ilan etti.
Bu teşkilatlanma çalışmasıyla beraber, yoğun bir yayın faaliyeti başladı. Yeni Dünya dört bin nüsha basılıyor, iki bini Anadolu’da dağıtılıyordu. Ayrıca, Gençlik adlı bir gazete ve çeşitli broşürler yayınlandı. Parti okulu açıldı. Türkistan’da iken kurulmuş olan askeri birlik, milli mücadeleye katılmak amacıyla geliştirildi ve 1200 kişilik bir Kızıl Alay hâline getirildi. Nahcivan’da, Anadolu ile ilişkileri sağlamak üzere bir şube kuruldu. Erzurum. Sivas, Ankara ve Karadeniz sahilinde faaliyetlere girişildi.
Mustafa Suphi ve arkadaşları 1 Eylül 1920’de toplanan Bakû Şark Milletleri Kurultayı’na katıldılar.
Mustafa Suphi, 10 Eylül 1920’de 74 delegenin katılmasıyla Birinci ve Umumi Türk Komünistleri Kongresi’ni topladı. Bu Kongre’ye bizzat Mustafa Suphi ve arkadaşlarının hazırladığı Tüzük ve Program teklif edildi ve onaylandı. Böylece ülke çapında hareketi kucaklayan Türkiye Komünist Partisi kuruldu.
Millet Meclisinin ve bizzat Mustafa Kemal’in daveti üzerine, 1921 Ocak ayı içinde Kars’a gelen Mustafa Suphi önderliğindeki TKP heyeti, çeşitli tertiplerle Trabzon’a gitmek zorunda bırakıldı. Daha sonra Mustafa Suphi, Ethem Nejat, Hilmioğlu İsmail Hakkı, Kazım Ali, Şefik, Topçu Hakkı ve diğer dokuz yoldaşıyla birlikte 28-29 Ocak 1921 gecesi Karadeniz’de hunharca şehit edildi.
Mustafa Suphi’nin proletaryanın ve halkın davası ve milli bağımsızlık için adadığı hayatı, devrimciler ve halk için örnektir. Yılmaz mücadele ruhu, devrim davasına bağlılığı, yığınları etkileme ve teşkilatlanma yetenekleri Mustafa Suphi’yi Türkiye proletaryasının öncü müfrezesinin kurucusu yaptı.
O’nun mücadelesi, fikirleri ve yetenekleri, devralmamız ve sürdürmemiz gereken değerli bir mirastır.” (“Türkiye’nin Mazlum Amele ve Rençberlerine”, Mustafa Suphi, s.21-26, Aydınlık Yayınları, 1979, İstanbul)
Mustafa Suphi’den…
“Memleketimizde her türlü dereceden sınıf uzlaşmalarının ve yalanlarının ortaya döküldüğü böyle bir dönemde, böyle bir buhran döneminde halkın kaderini kendi eline alarak iş görmesi bir zaruret hâline giriyor. Bu işte doğru yolu göstermek görevi komünist partisinin üzerine düşmektedir. Komünist partisi için memlekete musallat olan dış düşmanları kovmak nasıl bir görev ise, içte halkın sırtından geçinen yağmacı asalak sınıfları da hazır yiyicilik hâlinden çıkarıp, yumruk altında çalıştırmak da o derece esaslı bir görevdir. Bu iki noktanın sağlanması iledir ki, komünist partisi ezilen işçi ve köylü halka karşı hizmetini yapmış ve sınıf farkları ortadan kalkarak sosyalizme, gerçek adalete kavuşmuş olacaktır.
Onun için son söz olarak diyelim ki:
Yaşasın Türkiye Komünist Partisi!
Yaşasın Dünya Proletaryasının Birliği!
Yaşasın Üçüncü Enternasyonal!”
(“TKP Birinci Kongresinde Konuşma”sından, Türkiye’nin Mazlum Amele ve Rençberlerine, s.49-50, Aydınlık Yayınları, Ocak 1976, İstanbul)
Mustafa Suphi’den…
“Teşkilat devirlerini geçiren ve şimdiye kadar birer grup hâlinde yaşayan Türkiye komünistleri bu kongreden örgütlü ve birleşik bir parti olarak çıkmakla yeni bir hayat devresine ayak basıyorlar. Partinin önünde duran birinci görev: Bundan sonra memleketimiz amele ve fukara rençberleri arasında fikirlerimizi kuvvet ve süratle yayarak, halkın mukadderatını kendi eline verecek sebep ve kabiliyetleri hazırlamaktır”. (Mustafa Suphi’nin, Kuruluş Kongresi’nin kapanış konuşmasından bir bölüm, Kaynak: “Türkiye Komünist Fırkası’nın Birinci Kongresi, Türkiye Komünist Fırkası Neşriyatı, Bakû, 1920”’den aktaran Mete Tunçay, “Türkiye’de Sol Akımlar-I (1908-1925) Belgeler 2”, BDS Yayınları, İstanbul, 1991, s.313).