Türkiye Komünist Partisi, 10 Nisan 1920’de kurulduğunu ilan etti. TKP’nin kurulması Kuzey Kürdistan-Türkiye’de, sosyalizm-komünizme doğru giden yolda bir işaret fişeği idi. Partinin kuruluşundan 140 gün sonra, Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katledilmesi ile bu topraklarda yeşermeye başlayan komünist hareket ağır bir yara aldı. Katiller, TKP yöneticilerinin katledilmesi ile komünist hareketi durduracaklarını sanıyorlardı! Yanıldılar! 100 yıldır uğraşmalarına rağmen, sosyalizm-komünizm davasını durduramadılar, durduramayacaklar…
14 Temmuz l919’de, Moskova’da ilk TKP kurucu komitesi oluşturulur. İbrahim Topçuoğlu, TKP’nin ilk kurucu komitesinde yer alan isimleri şöyle açıklıyor: “Mustafa Suphi, Maksut Ekşi, Ali Rıza Keskin, Osman Topçuoğlu, Mustafa Börklüce, Murat Sarı ve Kadir Erzurumlu. Bunlardan Mustafa Suphi, Maksut Ekşi, Kadir Erzurumlu Türkiye’ye gelişlerinde arkadaşlarıyla Trabzon-Sinop arasında denizde kurşunlanmıştır. Murat Sarı, Kırım’da Kerç Limanında kalmış, Osman Topçuoğlu ise 1921 yılında Stavropol Şehri Devlet hastahanesinde Rusya’da ölmüştür. Mustafa Börklüce ve Ali Rıza Keskin de; 1924 senesi sonlarına doğru Türkiye’ye gelerek 1925’de TKP İkinci Kongresini Toplamış ve Dr. Şefik Hüsnü (Değmer)’yü Parti Genel Sekreteri yapmışlardır.” (“Neden İki Sosyalist Parti 1946”, İbrahim Topçuoğlu, s.9, Şubat 1976, İstanbul)
İbrahim Topçuoğlu’nun derlediği anılarda, Ali Rıza Keskin, TKP Kurucu Komitesi oluşturulma günlerini şöyle anlatıyor: “12 Temmuz 1919 günü Moskova’ya gittim. Yedi kişi toplandık, durumu inceledik; hazırlanmış 25 maddelik Kurucu Komite programını onayladık. Bu suretle, Türkiye Komünist Partisi ilk Kurucu Merkez Komitesi 14 Temmuz 1919 tarihinde kurulmuş oldu. Komitemiz namına Mustafa Suphi, Komintern’e giderek TKP Kurucu Komitemizi bildirdi ve kaydımızı yaptırdı.” (Age., s.60)
Mete Tuncay, TKP kuruluşunun ön günlerinde Mustafa Suphi’nin faaliyetlerini anlatıyor. “Türkiye’de Sol Akımlar”, Mete Tuncay, cilt-1, s.329 ve devamı. İletişim Yayınları, 2009, İstanbul) Kısaca özetlemek gerekirse:
Mustafa Suphi, Moskova’dan Türkistan’a geçerek “Beynelmilel Şark Tebligat Şubesi”ni kurar. Taşkent’teki komünist örgütü yeniden düzenler ve bir “Türk Kızıl Ordusu” oluşturur. Nisan 1920’de, Azerbaycan’da Sovyet hükümetinin kurulmasının ardından Mustafa Suphi ve arkadaşları Bakü’ye geçer. TKP’nin esas örgütlenmesi Bakü’de gerçekleşir. Mustafa Suphi, Bakü’de daha önce kurulmuş olan Türkiye Komünist Teşkilatını dağıtarak, yeni bir örgütlenmeye girişir.
Türkiye Komünist Partisi’nin Birinci Kongresi, 10 Eylül 1920’de Bakü’de, Kızıl Ordu Kulübü’nde açılır. Türkiye Komünist Partisi’nin Birinci Kongresi’ne 32’si kesin oy hakkı sahibi 74 delege katılır. Kongre’nin gündemi şöyledir:
1-Geçici Merkez Komitesi’nin çalışma raporu.
2-Milli kurtuluş ve sömürge meseleleri.
3-Köylü meselesi.
4-Kooperatif konusu.
5-İllerin durumu üstüne rapor.
6-Kadın sorunu.
7-Günün konuları.
8-TKP’nin programını (ve nizamnamesini) onaylama.
9-Merkez Komitesi’nin seçimi.
Mustafa Suphi Kongre’yi açış konuşmasında şöyle der:
“Arkadaşlar bir zamanlar bir hayal hâlinde telakki olunan komünizm, bugün, Rusya’da meydana getirdiği hayat ile kurduğu yeni şekl-i hükümetle, Kızıl Ordusu amele, rençper ahali içerisinde kuvvetlendirdiği teşkilatıyla Şarkın ve bütün dünyanın mazlum millet ve sınıflarına pek büyük ümit veriyor. Son aylar zarfında, bize görünen iki büyük manzara bu ümitlerin ne kadar esaslı olduğunu gösteriyor. Bu manzaralardan biri, Üçüncü Enternasyonal İkinci Kongresi’dir ki, orada Şark ve Garbın muhtelif mahallerinden gelmiş 37 millete mensup amele ve rençper vekilleri içtima etmişti. Bu içtima proletarya hareketlerinin yeryüzünde ne derece kuvvetli olduğunu gösteren aşikâr ve maddi bir delildir. Diğer taraftan içtimaını henüz bitiren Beynelmilel Şark Kongresinde Şarkın muhtelif milletleri Hintliler, Cavalılar, Türkistanlılar, İranlılar, Buharalılar, Dağıstanlılar, Kırımlılar, Türkiyeliler ile Ermenistan ve Gürcistan mazlum milletleri tarafından gönderilen binlerce vekiller bir yerde toplanarak aynı hedefe doğru amel ve iradelerini ilan etmiş olmakla Avrupa cihangirlerine karşı azim ve maksatlarını anlatmış oldular.
Türkiye’deki son vakaları tetkik etseniz, gelen arkadaşları dinleseniz, fırkamıza gönderilen mektupları görseniz, memleketimizin son ümidinin Bolşevizm’de olduğu kanaatini anlarsınız.
Şark siyaseti Üçüncü Beynelmilelin Nizamnamesinde birinci maddeyi teşkil ediyor. Bu meselede en ziyade alakadar olanlar şüphesiz bizleriz. Biz Türk komünistleri bu hareketin kıymetini bilmeli tarihin kaydedeceği bu fırsatı iyi takdir etmeliyiz. Biz de kendi memleketimizde Avrupa emperyalizminin ve harici ve dâhili düşmanlarının haddini bildirmeliyiz. Bütün bu arzularımızı tasavvur ve temenniden hakikat hâline koyacak, bu kongredir. Türkiye komünist kongresi Rusya’dan uzanan bu demir eller tutabilecek kuvvetler yetiştirecek ve fırkamız yalnız Türkiye’de değil, bütün Şarkta inkılâbın alemdarı olacaktır.” (“Eski Sol Üzerine Yeni Bilgiler”, Mete Tuncay, s.55, Belge Yayınları, 1982, İstanbul)
Birinci oturumda; Mustafa Suphi’nin açış konuşmasından sonra kongreye katılan Azerbaycan Komünist Partisi temsilcisi Neriman Nerimanov, Azerbaycan Savaş Komiseri Ali Haydar Karayev, Celal Korkazov Azerbaycan Eğitim Komiseri Dadaş Bünyadzade, Tatar komünistleri adına Maksud kongreyi selamlayan konuşmalar yapar.
Kongrenin ikinci günü, Başkanlık Divanı seçimleri yapılır. Mustafa Suphi, Mehmet Emin, Abid Alim, Cevat Dursunoğlu, Süleyman Nuri, Nazmi, İsmail Hakkı başkanlık divanına seçilir. Divan başkanlığına Mustafa Suphi seçilir.
Kongrenin ikinci günün akşamında Mustafa Suphi, TKP faaliyetleri hakkında uzun bir sunum yapar. Mustafa Suphi’nin TKP çalışmaları hakkında verdiği bilgiler ilginçtir. Bu bilgiler, TKP’nin bir kadro örgütü değil, kitlesel bir parti hâline geldiği yönündedir. Bu konuşmada söylenenlerin bir bölümünün özeti şöyledir:
Yen Dünya gazetesinin tirajı dört binin üzerindedir. Bunun iki bini Türkiye’ye, bini Azerbaycan’a, üç yüz ellişer adedi Rusya, İran ve Türkistan’a gönderilmekte, 400-500 arasında nüsha da yedek olarak depoda tutulmaktadır. Ahbar ve Komünas adlı iki sürekli duvar gazetesi çıkarılmaktadır. Anadolu’da, Trabzon, Erzurum ve Eskişehir’de, “komünistliği alenen müdafaa eden”, “Albayrak”, “İşçi” adlı gazetelerin çıkarılmasına yardımcı olunmaktadır. İstanbul’da ise, “Kurtuluş” adlı bir gazete, Mustafa Suphi’nin deyimiyle, “komünist arkadaşlar” tarafından çıkarılmaktadır. Kurulan bir yayın komisyonu tarafından, on iki temel kitap Türkçeye çevrilmiş, beş kitabın da üzerinde çalışılmaya başlanmıştır. Eylül ayına kadar, “Lenin’in Tercüme-i Hali”, “Şuralar (Sovyet) Hükümeti Nedir?”, “Burjuvazi Diktatoryası ve Proletarya Diktatörlüğü” adlarını taşıyan dört kitap yayınlanmıştır. Bu kitapların ardından, “Kanuni-esasi” (Anayasa), “Komünist Programının Şerhi (açıklaması)”, “Say (emek) ve Sermaye”, “Bolşevizm Nedir?” , “Kırmızı Ordu Kıtaatı”, “Fırka Hücreleri Talimatnamesi”, “Çocuk Dostu”, “Mektebe Kadar Terbiye Müesseseleri Talimat ve Programı” yayınlanır. Üzerinde çalışılan ve henüz yayınlanmayan beş kitap daha var. Bunlar, “Komünizmin Elifbası” (Buharin tarafından yazılan kitabın çevirisi), “Hükümet ve İnkılap” (Lenin’in “Devlet ve Devrim” adlı eserinin bir çevirisi ya da özeti olabilir), “Altına İbadet”, “Büyük Başlangıç”, “Enternasyonal Tarihi”, “Mahkeme ve Sosyalizm Kanuni-esasi”. 17 Haziran 1920’de, siyasi bir okulun açıldığı ve eylül başında elli öğrenci arasından mezun olan kırk gence diploma verildiği belirtilmektedir.
Askeri örgütlenme konusunda ise, Rusya’da bulunan Birinci Dünya Savaşı esirlerinden, bir “Kızıl Ordu Birliği” kurulduğu ve Türkiye’ye gönderilmek üzere hazırlandığı bilgisi verilmektedir. Mustafa Suphi, “Kızıl Ordu Birliği”nin kurulma sürecini şöyle anlatıyor: “Abid Ali yoldaş tarafından Bakü’de Türk esirlerinden mürekkep bir komünist kıta-i askeriyesi teşkil edilmek üzere teşebbüste bulunulmuştu. Merkezi heyet, Bakü teşkilat işlerini yoluna koyar koymaz, kıta-i askeriyeyi kendi idaresine alarak, kumandan ve siyasi müritler tayin etmiştir.” Daha sonra bu birlik Anadolu’ya gönderilmiştir. Bu konuda Ankara hükümetine de öneride bulunulur, fakat kemalistler bunu çekinceyle karşılar. Mustafa Suphi’nin aktardığına göre, Anadolu Elçiliği Vekili İbrahim Tali Bey, “Türkiye’nin adama ihtiyacı yoktur, cephaneye, silaha ihtiyacı vardır” diyerek, bu teklifi geri çevirir. (“Mustafa Suphi, Yaşamı, Yazıları, Yoldaşları”, s.110, Sosyalist Yayınlar, 1992, İstanbul) Bu birliğin 1921’de Anadolu’ya gönderildiği belirtilmektedir. Ancak bu birliğin cepheye sevk edilip edilmediği bağlamında bir bilgi yoktur.
Üçüncü oturumda “Sömürgeler ve Milliyetler Sorunu” üzerine görüşülür. “Sömürgeler Sorunu” üzerine raporu Hilmi oğlu Hakkı sunar. Konuşmalardan sonra Mustafa Suphi’nin “Sömürgeler ve Milliyetler” sorunu hakkında sunduğu beş maddelik karar tasarısı kabul edilir. Bu karar tasarısı şöyledir:
“1. Müstemleke bugünü hâliyle istilacılık devrini geçiren sanayi, mali ve ticari inhisarcılığın (tekelcilik) zaruri bir mahsulü olduğu gibi, milli niza ve kıtaller de (kavga ve birbirini öldürme) hâlihazır şerait-i iktisadiye ve siyasiyesinden çıkan birer hailedir (oyun). Heyet-i içtimaiyyenin mukadderatı zenginliğe istinat eden sermayedarlardan, fütühatçılık (fetihler) ve yağmakârlıkla ihraz-ı şöhret ve hükümet eden emaret ve hükümetlerle bunlara satılmış bir avuç zabit ve memurinden ibaret bir sınıf-ı ekalliyet (azınlık) elinde kaldıkça bu felaketlere nihayet vermek imkânı yoktur.
- Burjuvazi arasında kurulan hükümetler fert ve milletlere ait müsavat (eşitlik) ve adalete dair birçok vaatlerde bulundukları hâlde, tarihin bize arz ettiği feci hadiseler, hele son Avrupa harbinden sonra kararlaşan Versay muahedesinin mağlup ve zayıf millet ve memleketleri kısım kısım esir ve müstemleke hâle getirmeye teşebbüs yolunda meydana çıkan neticeleri pekâlâ gösteriyor ki adalet ve müsavata ait bu şiarlar yalancı bir nümayiş olmaktan başka bir mahiyet kazanamamıştır.
- Demek oluyor ki, sermayedarlar, hükümdar ve sultanlardan mürekkep hiç hükmündeki bir ekalliyetin beşerin ekseriyet-i azimesini teşkil eden zayıf ve fa kir işçi sınıflara zulm ve tegallübü (zorbalık) suretinde mütecelli bu cihanşümul belanın izalesi ancak sınıf farkının ortadan kaldırılarak, yeryüzünde hâkim ve mahkûm, zalim ve mazlum fertler, millet ve devletlerin hükmünü bırakmayacak bir inkılab-ı azimin vuku-u tahakkuku ile hâsıl olabilecektir.
- Bütün dünya amele ve rençperleri arasında hadis olan bu mahiyetteki içtimai inkılapta, şimdiye kadar başka devletler ve milletler hükmü altında veya müstemleke hâlinde yaşayan millet ve memleketler amele rençper sınıfının milli ve medeni metalibine (isteğine) karşı hâkim vaziyetteki millet proletaryası tarafından fedakârlıkta bulunarak mazlum milletler arasında tenevvür (aydınlanma) ve temeddünün (uygarlaşma) inkişafına hadim olacak medeniyetkâr milli müessesata kuvvet vermeli ve bu surette onların da samimi olarak inkılaba müzaheretleri esasları hazırlanmalıdır.
- Komünist Fırkası inkılap hareketinin yeni girdiği gayr- i müterakki memleketlerde emperyalizme karşı mevcudiyetini müdafaa eden milli kuvvetlere müzaheretle (yardım), bu umumiyetle sermayedarlar idaresine karşı sınıf mübareze hissinin işçi halk içinde derinleşmesine ait mesaide bulunmalı ve herhalde teşkilatın istiklalini muhafaza etmelidir.”(“Eski Sol Üzerine Yeni Bilgiler”, Mete Tunçay, s.91, Belge Yayınları, Haziran 1982, İstanbul)
Üçüncü oturumun ikinci bölümünde Cevat, “Kooperatifçilik Hakkında” kapsamlı bir rapor sunar. Cevat konuşmasında, kooperatifçiliğin tarihçesi, kooperatifin esasları, zirai kooperatifler ve Türkiye’de kooperatifçilik konusunda bilgiler verir. Dört maddelik kooperatiflere ait karar tasarısı kabul edilir.
Kongre, kadın sorununa özel bir önem verir. Kadınları sosyal ve politik hayata çekmek, onları bağımlı esir durumundan kurtarmak, onları karanlıktan dışarı çıkarmak, okutmak, uyarmak, aydınlatmanın gerekli olduğu belirtilir. Kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olması, onlara seçme ve seçilme hakkının tanınması, bütün devlet kurumlarında kadının serbestçe çalışabilmesi, işçi kadına iş kanununda özel hakların tanınması vurguları öne çıkarılır. Bütün bu hakların kadınlara sağlanması için savaşmak gerektiğini, kongre özel bir karara bağlar. Bu karara uyularak daha sonraları, Merkez Komitesi’ne bağlı bir kadınlar kolu kurulur.
Birinci Kongre, TKP’nin çalışma programını onaylar. Bu program 12 bölüm ve 42 maddeden oluşmaktadır. Türkiye işçilerine başlıklı özel bir çağrı yayınlanır. Çağrı, emperyalizme karşı tek cephenin zorunluluğunu belirterek, aynı zamanda bir dizi ivedi istemi ön plana çıkarır.
Mustafa Suphi, düşmanın yalnızca dışta olmadığını biliyordu. O, TKP Birinci Kongresi‘nin kapanış konuşmasında şöyle diyordu: “Komünist Partisi için memlekete musallat olan dış düşmanları kovmak nasıl bir görevse, içerde halkın sırtından geçinen yağmacı sınıfları da hazır yiyicilik hâlinde çıkarıp, yumruk altında çalıştırmak o derece esaslı bir görevdir. Bu iki cihetin temini iledir ki, komünist fırkası mazlum amele ve rençber halka karşı hizmetini ifa etmiş ve ortadan sınıflar farkı kalkarak heyet-i içtimaiye, adalet-i hakikiye nail olmuş olacaktır. Onun için son söz olarak diyelim ki: Yaşasın Türkiye Komünist Fırkası!“ (“Mustafa Suphi ve Yoldaşları“, s.115, Güncel Yayınlar, 1977, İstanbul)
Kongre, Türkiye’deki bütün komünist gruplarını tek komünist partisinde birleştiren bir karar alır. Merkez Komitesi’ne yedi asil, üç yedek üye seçilir. Kongrede ayrıca Basın-Yayın Bürosu ve Dış Büro kurulur.
TKP Birinci Kongresinden sonra, Türkiye’deki örgütlenme çalışmalarına hız verilir. Bakü dışında, İstanbul, Zonguldak, Trabzon, Rize, Nahcivan ve Kuzey Kafkasya’da şubeler açılır. Ve bu şehirlere örgütçü kadrolar gönderilir.
TKP PROGRAMI
TKP programı, sosyalizm-komünizmi hedefleyen, devrimde işçi sınıfının önderliğini kabul eden, kapitalizmden komünizme geçişte proletarya diktatörlüğünü hedefleyen, ulusal sorunda tüm milliyetlere tam hak eşitliği ve ayrılma hakkını savunan komünist bir programdır.
TKP Birinci Kongresi’ne Mustafa Suphi tarafından sunulan parti programı üzerine, dördüncü, beşinci ve altıncı oturumlarda tartışılır. Bu oturumlarda ayrıca tüzük de karara bağlanır ve altıncı oturumda Merkez Komitesi seçimi yapılır. Programının ana maddeleri üzerinde görüşlerini açıklayan Mustafa Suphi’nin sunduğu taslak metin “halkın hayat ve iktisat şartlarına göre yapılmış bazı değişikliklerle” aynen kabul edilir.
Kurtuluş Savaşı’nın temel gücünün köylülük olduğu gerçeğinden yola çıkan TKP, Program’da köylülüğe özel bir yer verir ve şöyle denilir: “Devrim başarıya, zafere, ancak, devrim ordusu olan geniş köylü yığınlarını bu devrim savaşına çekmek yoluyla, ancak böyle bir savaş sonunda ulaşabilir.” (“Türkiye’de Sol Akımlar”, Mete Tunçay, cilt 1, s.220, Bilgi Yayınevi, Üçüncü Basım, Mayıs 1978, İstanbul)
Kurtuluş Savaşı’nın bir demokratik devrimle tamamlanabilmesi için, köylülüğün temel taleplerinin eksiksiz karşılanmasının zorunlu olduğu belirtilmektedir. “Memlekete dalan yabancılara karşı Kurtuluş Savaşı’nın başarıyla, demokratik devrimle sonuçlanabilmesi için, bu toprakların köylülere mutlak verilmesi gerekir. Kurtuluş Savaşı’na düşman olanların topraklarına hükümet hemen el koymalıdır. Köylü borçları, tefecilik, vergi borçları, köylüyü ezen vergiler, haraçtan başka bir şey olmayan aşar ve salmalar hemen kaldırılmalıdır. Onların emeği, malları, ağalara, köy burjuvazisine karşı korunmalı, köylüye tarlasını ekebilmesi için tohum, tarım aletleri, işini evirip çevirebilmesi için ucuz kredi sağlanmalıdır.” (Age., s.220)
Köylülerin taleplerinin karşılanması bağlamında ileri sürülen öneri “Köylü Komiteleri”nin kurulmasıdır. Bu öneri, köylülüğün taleplerini, sıradan reform talepleri olmaktan çıkarmak ve hükümetten yapılması gereken talepler olarak öne sürmektir. “Köylü Komiteleri”nin görevi, “köylülerin politik haklarını doğrudan doğruya savunabilmek, çitlik ağalarının ve derebeylerin topraklarına, tarım araçlarına, iş hayvanlarına, havan sürülerine, tohum ambarlarına hemen el koymak” ve “bu malları köylülere dağıtmak” için mücadeledir. Bu, tümüyle Sovyet devriminin “Köylü Sovyetleri” deneyimine dayanan doğru bir projedir.
TKP, Kurtuluş Savaşı’yla ilgili tavrını netleştirmek için “Tek Cephe” taktiğini gündemine alır. “Türkiye İşçilerine” başlığıyla yayınlanan bildiride emperyalist işgale karşı tek cephe kurulması gerektiği belirtilir. Aynı bildiride, söz konusu “Tek Cephe”nin içinde yer alma koşulları olarak, işçilerin-emekçilerin, hemen yerine getirilmesi gereken şu asgari talepler öne sürülür:
“1. Sendikalara tam bağımsızlık, serbestlik ve dokunulmazlık sağlanması. Eksiksiz toplantı, grev, yürüyüş, basın ve kişi özgürlüğü.
- Tek dereceli genel, eşit, serbest ve gizli oylamalı seçim sisteminin kurulması.
- Jandarma yerine, halk tarafından seçilen Milis teşkilatının kurulması.
- Yürürlükteki bütün vergilerin kaldırılması ve yerine kazanç oranlarıyla artan gelir vergisi sisteminin konulması.
- Parasız genel eğitim.
- Topraksız ve az topraklı köylülere bedava toprak ve tarım aletleri dağıtılması.
- Padişahlığın yıkılması, cumhuriyetin kurulması. Paşalıkların kaldırılması. Valilerin, kaymakamların halk tarafından seçilmesi.
- 1 Mayıs gününün resmen işçi bayramı olarak tanınması.
- Toprak reformunun gerektiği gibi yürütülmesi için, Köylü Komiteleri kurulması. Tarım işçilerine serbest sendika kurma hakkının tanınması.
- Kurtuluş savaşına düşman olanların, sarayın-padişahın, toprak beylerinin mallarına, mülklerine hemen el konulması.
- Anayurdun savunulması için, beylerden, ağalardan, eşraftan, tüccarlardan, fabrikatörlerden bedel alınması.
- Düyunu Umumiye’nin, Reji’nin, tekelin, yabancı kumpanyaların, kapitülasyonların kaldırılması. Padişahların yabancılardan aldıkları, yedikleri Osmanlı borçlarının tanınmaması.”(Age., s.221)
“Tek Cephe” içinde savunulacak bu genel talepler yanı sıra, işçiler için de 10 maddelik talepler listesi sunulmaktadır:
“1. 8 saatlik işgünü.
- Eksiksiz serbest grev.
- Toplu iş anlaşması bağlamak.
- İşçilere oturulur evler sağlamak.
- 14 yaşından küçük çocukların çalıştırılmaması.
- Gebe ve işçi kadınlara, doğumdan önce ve sonra ikişer ay gündelikleri işlemek şartıyla izin verilmesi.
- İhtiyarlıkta, çalışma gücünü kaybettiği hâllerde işçilerin emeklilik hakları, sosyal sigorta hakları olmalı.
- Gündelikler kesilmeksizin hafta tatili olmalı.
- Gündeliklerin ve haftalıkların, en azından yaşama indirimine göre ayarlanması.
- İş kanununun doğrulukla yürütülmesini kontrol için özel işçi komisyonu kurulması.” (Age., s.222)
100 yıl önce ortaya konulan bu asgari taleplerin önemli bölümü bugün de geçerliliğini koruyan taleplerdir.
Programda, ulusal sorun konusunda söylenenler de çok önemlidir: “TKP, Türk işçi ve köylülerini İttihatçıların, “hain sosyalistlerin” etkisinden kurtarmaya çalışacağı gibi, Türkiye’de yaşayan Yunan, Ermeni ve Kürt milletlerinin ezilmiş sınırlarını da ‘Daşnak’ veya ‘Bedirhan’ teşkilatlarından ayırarak, aynı çıkar ve amaçlar adına onları tek bir sınıf hâlinde birleştirip hem dâhili tufeylilere hem de harici kuvvetlere karşı savaşıma yöneltmekle yükümlüdür.” (Age., s.223) Ulusal sorunda TKP programı; “TKP hükûmet teşkilâtında muhtelif milletlere mensup işçi ve köylü şûrâlar cumhuriyeti oluşturulmasını kabul ve “özgür milletlerin özgür birliği” esasında olmak üzere federasyon usulünü tercih eder” demektedir. Kongrede; bazı delegelerin federatif cumhuriyet koşullarında ulusal hakların sınırlandırılması gerektiği şeklindeki görüşlerine Mustafa Suphi, “Federasyon içinde, küçük özerk cumhuriyetlerin, kendi kendilerini yönetmekte tam bağımsız olacaklarını ve ekonomilerini geliştirmek için büyük devletle birlik yaratacakları” (Age., s.223) şeklinde tavır takınmaktadır. Bütün asgari talepler, bir demokratik devrimi mümkün olan en geniş sınırlara kadar genişletilmektedir. Bu asgari talepler Ulusal Kuruluş Savaşı içinde Ankara hükümeti ile ittifakın şartları olarak ileri sürülmektedir.
1920 programı halkın yaşamı ve ekonomik sorunları üzerinde duran bir programdır. Bu programda, çok açık olarak asalak sınıflar dışındaki sınıfların yaşamı anlatılmaktadır. Anlatılan sadece proletaryanın yaşamı değildir. Anlatılan aynı zamanda öncelikle Kuzey Kürdistan-Türkiye nüfusunun ezici çoğunluğunu oluşturan yoksul köylülerin yaşamıdır. O dönemde sanayi oldukça geridir. Proletarya oldukça güçsüzdür. Ülke işgal altındadır. Bu işgale karşı bir mücadele yürütülmektedir.
Program, düşünce özgürlüğünü garanti altına alıyor. Dinin herkesin özel sorunu olduğu belirtiliyor. Sermayenin egemenliğine son verilerek, insanlığın barış ve esenliğe kavuşması için halklar arasında nefret tohumları eken dini ve milli hurafelere karşı mücadele edileceği vurgulanıyor. Devlet ve din işlerinin birbirinden ayrılacağı söyleniyor. İşçi ve köylüler arasındaki düşmanlıkların ortadan kaldırılması için tedbirler alınacağı belirtiliyor. Bunun için: Diller serbestçe konuşulacak, her millet kendi kültürü temelinde yaşayacaktır. Milletler arasındaki ayrıcalıklar ortadan kaldırılacaktır. İşçi ve Köylü Sovyetleri Cumhuriyeti, “özgür milletlerin özgür birliği” temelinde federasyonu kabul edecektir. Ayrılmak isteyen milletler için referandum yapılacaktır.
İşçi ve Köylü Şuraları (Sovyetler) Cumhuriyeti, çalışmadan yaşayan asalak sınıflar dışındaki halkın çoğunluğunu etrafında toplayacaktır. İşçi ve Köylü Sovyetleri Cumhuriyeti, kapitalizmin-emperyalizmin esaret zincirlerini kıracaktır. Halkların kardeşliği sağlanacaktır. İşçi ve Köylü Sovyetleri Cumhuriyeti, kapitalizm ile komünizm arasında geçiş dönemine ait geçici bir hükümet şeklidir. Programda ayrıca, sınıfların, savaş ve felaketlerin ortadan kaldırılacağı belirtilmektedir. TKP Programı’nda genel doğruların yanı sıra, sonal hedefinin ne olduğu da net olarak açıklanmaktadır. Sonal hedef toplumsal bir devrimle burjuvazinin egemenliğine son vermek ve komünizme doğru ilerlemektir.
TKP Programı’nın özü doğru olmasına rağmen, açık olmayan kimi sorunlar ve yanlış tespitler de yapılmaktadır. “Burjuva demokrasisine ayak basmış olan Türkiye” tespiti gerçeği yansıtan bir tespit değildir. TKP, programı bütünlük içinde ele alındığında, onun 1920 şartlarında Türkiye’de devrim aşamasının henüz anti-emperyalist, anti-feodal, demokratik devrim aşaması olduğu konusunda berrak bir tavra sahip olmadığı görülmektedir. 1920 koşullarında, genel ilke ve amaçlar doğru olmasında rağmen, devrim aşaması bağlamında TKP programı açıkça yanlış, sol bir konumdadır.
1920 koşullarında devrim, anti-emperyalist, anti-feodal devrimdi. Anadolu işgal altındadır. O dönemde Türkiye’nin nüfusu 13 milyondur. Bu nüfusun 11 milyonu kırsalda yaşamaktadır. Proletarya sınıfı oldukça güçsüzdür. Elektrik sadece İstanbul, İzmir ve Tarsus’ta vardır. Kadınlar insandan bile sayılmamaktadır. Eşit eğitim hakkı yoktur. Meslek edinme, boşanma ve velayet hakkı yoktur. Erkeklerin sadece %7’si, kadınların binde yedisi okuma yazma bilmektedir. Okul çağına gelen dört çocuktan sadece biri ilkokula gitmektedir. Kız çocuklarının büyük bölümü okula gönderilmemektedir. Ülke, sömürge, yarı-sömürge ve yarı-feodal bir ülkedir. Böyle bir ülkede sosyalist bir devrimin gündemde olması düşünülemez.
TKP’nin toplumsal devrimden anladığı ilk planda “İşçi-Köylü Şuraları Cumhuriyeti”nin kurulmasıdır. Bu, doğru bir iktidar hedefidir. Ancak 1920 şartlarındaki “İşçi Köylü Şuraları Cumhuriyeti”, içinde küçük burjuvaziyi ve komprador olmayan burjuva kesimlerini de içeren “işçilerin köylülerin devrimci demokratik diktatörlüğü” olan bir cumhuriyet olmanın ötesine geçemezdi. Bu, programda açıkça ortaya konulmamakta bunun yerine, kurulacak iktidarın proletarya diktatörlüğü olacağı anlamına gelen bir açıklama yapılmaktadır.
TKP’NİN TEMEL HATASI
TKP, Komintern II. Kongresi’nde kabul edilen “Ulusal ve Sömürgesel Sorun”a ilişkin alınan kararı yanlış okudu. Kemalistleri yanlış değerlendirdi. TKP’nin yaptığı bu temel hata partiye çok ağır zararlar verdi.
Lenin, Komünist Enternasyonal II. Kongresi’ne sunmuş olduğu ve onun çizgisinin temeli hâline gelen “Ulusal ve Sömürgesel Soruna İlişkin Tezlerin İlk Taslağı”nda başka şeylerin yanında şunu tespit eder:
“Komünist Enternasyonal, sömürgelerdeki ve geri ülkelerdeki burjuva demokratik ve ulusal hareketleri ancak bütün geri ülkelerde geleceğin proletarya partilerinin –sadece adı itibarıyla değil, gerçekten komünist partilerin– unsurlarının bir araya getirilmesi ve özel görevlerinin, kendi ulusu içindeki burjuva-demokratik hareketlere karşı mücadele görevinin bilinciyle eğitilmeleri koşuluyla destekleyebilir; Komünist Enternasyonal, sömürgelerin ve geri ülkelerin burjuva demokrasisiyle geçici bir ittifaka girmeli, fakat onunla birleşmemeli, proleter hareketin bağımsızlığı –çekirdek hâlinde de olsa– korunmalıdır.” (“Seçme Eserler”, Lenin, cilt 10, s.260, İnter Yayınları, Haziran 1997, İstanbul)
Aynı kongrede Lenin “Ulusal ve Sömürgesel Sorun Komisyonu’nun Raporu”nu sunar ve komisyonda yürütülen tartışmalar temelinde “Tezlerin İlk Taslağı”nda bir değişiklik yaptıklarını ve “burjuva demokratik hareket” yerine “ulusal devrimci hareket” ifadesini geçirdiklerini açıklar. Şöyle der:
“Bu değişikliğin anlamı, komünistler olarak bizim, sömürge ülkelerdeki burjuva özgürlük hareketlerini ancak, bu hareketler gerçekten devrimciyse, temsilcileri bizim köylüleri ve geniş sömürülen katmanları devrimci düşünceyle eğitip örgütlememizi engellemezlerse desteklememiz gerektiği ve destekleyeceğimizden ibarettir.” (Age., s.264)
Tüm bunlardan, komünistlerin her halükârda her türlü emperyalist müdahaleye karşı ezilen ulusların-halkların devlet olarak var olma hakkını kayıtsız koşulsuz savunmak zorunda oldukları açıkça ortaya çıkmaktadır. Komünistler ulusal hareketler içinde her halükârda ulusal baskıya karşı yönelen eylemleri destekler. Bunun ötesinde ama sadece devrimci olan “burjuva özgürlük hareketlerini” destekleme yükümlülüğüne sahiptir. Bu durumda da komünistler bu ülkelerde işçileri ve köylüleri bağımsız olarak sosyal devrim için örgütleme görevine sahiptir.
Kurtuluş Savaşı’nın önderliğini ele geçiren kemalistler, ulusal devrimci bir hareket yürütmüyorlardı. Onlar tam işgale karşı çıkıyordu. Tabii ki bu hareketin güdük anti-emperyalist bir niteliği vardı. TKP, işçileri-köylüleri, kemalistlerden bağımsız olarak örgütleme görevine sahipti.
Komintern’in 19 Temmuz 1920’de Petrograd’da başlayan ve Moskova’da devam eden İkinci Kongresi’ne TKP iki delege ile katılır. Kongre’de konuşma yapan TKP delegesi İsmail Hakkı, Kurtuluş Savaşı hakkında şu değerlendirmeyi yapar:
“Şimdi demokratik partilerin önderlik ettiği Anadolu hükümeti, Türkiye’nin Antanta tarafından uğratıldığı hayasız sömürüye en iyi cevaptır. Bütün Antanta düşmanı güçleri çevresinde toplayan ve emperyalizme karşı öteden beri nefret duygularıyla dolup taşan Anadolu’daki devrimci hükümet, şimdi Avrupa emperyalizmine karşı bir savaşıma girişmeye hazırlanmaktadır.” (“Türkiye’de Sol Akımlar”, Mete Tunçay, cilt 1, s.208, Bilgi Yayınevi, Üçüncü Basım, Mayıs 1978, İstanbul) Görüldüğü gibi İsmail Hakkı, Ankara hükümetini devrimci bir hükümet olarak değerlendirmektedir.
Komintern Temmuz 1920’de bir bildiri yayınlar. Bu bildiri esasında TKP’yi uyaran bir bildiridir. “İran, Ermenistan ve Türkiye’nin Ezilen Halk Kütlelerine” başlıklı, “Mütareke Yılları” bölümünde şöyle denilmektedir:
“Efendi ve beylerinizin bazıları, kendilerini ecnebi sermayedarlara satmıştır; diğerleri sizi silah altına çağırıyor ve yabancı müstevlilere karşı dövüşmek üzere hazırlıyorlar: Fakat bunlar da ülkenizin idaresini kendi elinize almanıza, Sultanın tufeylilere bağışladığı toprakları kendinize ayırmanıza; bu tarlalarda buğday yetiştirip beslenmenize izin vermezler. Ve yarın ecnebi sermayedarlar, efendilerine daha iyi barış şartları teklif ederse, şimdiki önderleriniz, ecnebilerin yardımıyla, sizi yine tıpkı ecnebi ordularının işgali altında bulunan yerlerdeki arazi sahiplerinin ve eski memurların yaptığı gibi zincire vuracaklardır.” Aynı bildiride Türkiye ile ilgili çok çarpıcı olarak şöyle denilmektedir: “Anadolu köylüleri yabancı istilacılarla dövüşmek üzere, şimdiden Kemal Paşa’nın buyruğu altına çağrıldınız; fakat biz aynı zamanda, paşalar İtilaf yağmacılarıyla barış yapsalar bile, yalnız başınıza savaşa devam edebilmek için, kendi halkçı ve köylü partinizi kurmaya çalıştığınızı biliyoruz.” (Age., s.209)
Komintern iki önemli noktaya dikkat çekmektedir. “Doğu Halkları Kurultayı”nda Türk delegelerin konuşmalarında Anadolu hükümetini aşırı olumlu değerlendirilmesine karşı, Komintern bu konuda açıkça bir uyarı yapmaktadır. Komintern ayrıca muhatabı olarak Mustafa Kemal’i, Ankara hükümetini değil, Anadolu köylülerini görmektedir. Çünkü dönemin Türkiye’si bir köylü ülkesidir.
Komintern bildirisi; Anadolu köylülerine, “kendi halkçı köylü partilerinin” kurulmaya çalışılmakta olduğunu belirtiyor. Bu bağlamda TKP’ye bir gönderme yapıldığı söylenebilir. Burada kastedilen, TKP ise, onun bir “halkçı, köylü partisi” olarak değerlendirilmesi oldukça ilginçtir. Türkiye’nin objektif koşulları, proletaryanın gelişme düzeyi ve Kurtuluş Savaşı içinde köylülüğün ağırlıklı yer alması göz önünde tutularak yapılan doğru bir değerlendirmedir.
TKP Kongresi’nden önce “Doğu Halkları Kurultayı” yapılır. Bu kurultaya katılan Türk delege sayısı 235’tir. “Doğu Halkları Kurultayı”, komünistlere ve diğer delegelere, bağımsız siyasi inisiyatiflerini geliştirmeleri konusunda çok ciddi uyarılarda bulunuyordu. Kurultayın başkanlığını yapan Zinovyev, Mustafa Kemal’in yönettiği hareketin asla komünist olmadığını, hatta halifenin kutsal kişiliğini kurtarmaya yönelik olduğunu belirtiyordu. Kurultay bildirisinde şöyle deniliyordu:
“Doğu halkları! Hükümetlerinizin sizi kutsal bir savaşa çağırdığını çok duydunuz, peygamberin yeşil bayrağı altında yürüdünüz: Fakat bütün bu cihatlar kandırıcı idi; sizin bencil hükümdarlarınızın çıkarlarına hizmet ediyordu. Ama siz, köylüler ve işçiler, bu savaşlardan sonra bile kölelik ve yoksulluk içinde kaldınız; hayatın nimetlerini başkaları için kazandınız. Şimdi biz, sizi Komünist Enternasyonal’in kızıl bayrağı altında gerçek bir cihada çağırıyoruz.” (Age., s.218)
“Doğu Halkları Kurultayı”na komünist olmayan ve kendilerini Müslüman olarak adlandıran kişiler de katıldı (Enver Paşa vb.). Bu dönemde birçok kişi, Bolşevizm’in İslamiyet’le aynı şey olduğunu düşünmektedir, Bolşevizm’in temel ilkelerinin ve kurallarının Ku’ran’dan çıktığına inanmaktadır! Kuşkusuz böyle bir yaklaşım, yalnızca Marksizm-Leninizm’i anlamayı ve uygulamayı zorlaştırmakla kalmayacak, aynı zamanda, “yeşil bayrak” altında hilafetin kurtarılması için çalıştığını söyleyen gerici siyasi gruplarla bir kesişme noktası da doğuracaktı! Türkiye gibi, komünist hareketin gelişmesinin daha henüz başlangıcında bulunan bir ülkede böyle bir eğilim ve sözde ittifak hareketinin daha başlangıçta boğulmasına ve kendi kimliğini yitirmesine yol açacaktı.
Kurultay’da bir konuşma yapan Macar komünist Bela Kun da şu uyarılarda bulunuyordu:
“Kemalistlerin desteklenmesini teklif ediyorum. Ancak bu milli ihtilalci hareketin, sadece yabancı sömürücülere ve onlarla işbirliği yapmakta olan Saltanat istibdadına karşı yöneltilmiş ve ağalar, paşalar, burjuvalar ve aşiretlerle işbirliği edilerek sürdürülmekte olduğunu hatırlatırım. Başarısı, Türk köylü ve işçilerinin her türlü sömürü ve baskıdan kurtulacağı anlamına gelmez. Bu mücadele sonunda sömürüden kurtulmaları için, şimdiden teşkilatlanmaları ve teşkilat içinde saflarını sıklaştırarak bütün reformlarını yaptıracak güce ulaşmalarını salık veririm.” (“Neden İki Sosyalist Parti 1946”, İbrahim Topçuoğlu, s.70, Şubat 1976, İstanbul)
Kurtuluş Savaşı’nın güdük anti-emperyalist bir niteliği vardı. İşgale karşı olan yön desteklenmeliydi. Ancak komünist partisi esas olarak kendi bağımsız örgütlenmesini yaratmalı ve işçileri-köylüleri kendi çatısı altında toplamalıydı. Bolşevizm’in Anadolu toprakları üzerinde etkisini göstermesi anlaşılırdı. Ancak anlaşılır olmayan her siyasi akım ve düşüncenin kendini Bolşevizm’e yakın göstermeye çalıştığı, bulanıklık ve belirsizliğin egemen olduğu bir ortamda, burjuva ulusal kuruluş hareketinin başlıca eğilimleri ve özellikleriyle, Bolşevizm arasındaki derin farklılıkların gösterilmesi büyük önem arz ediyordu. Komintern de TKP’ye doğru yol göstermeye çalışıyordu.
TKP’nin 1. Kongresi, yürütülmekte olan Ulusal Kuruluş Savaşı hakkında şu değerlendirmeyi yapıyordu:
“Anadolu’da yürütülen milli kurtuluş hareketi emperyalizme karşı bir savaştır. Bu savaşa, bütün yeryüzü proleterlerinin danışma göstereceklerine inanıyoruz. Memlekette bu milli hareketin gelişmesi ve derinleşmesi hem işçi sınıfının şuurunu uyandıracak, hem de genel olarak gelecek sosyal devrim için en elverişli bir zemini hazırlayacaktır.” Ve devamla şunlar söylenmektedir: “TKP, memlekette emperyalizme karşı olan milli kurtuluş harbinin derinleşmesine yardım etmekle, bu hareketi tutmakla beraber, işçi sınıfının gerçek ve son amacı olan emekçilerin egemenliğini kurmak için gereken durumu, koşulları, zemini hazırlamaya çalışacaktır.”
Yapılan tespitler doğru ve fakat Kurtuluş Savaşı’nın burjuva önderliğinin burjuva yüzünün tespiti ve teşhiri konusunda eksiktir. Kemalistlere yaklaşım hayırhah bir yaklaşımdır. Onların işçi-köylü düşmanı yanı görülmemekte veya küçümsenmektedir.
Mustafa Suphi ve arkadaşları kemalistleri yanlış değerlendirmenin bir sonucu olarak, Türkiye’de partinin faaliyet yürütmesi için kemalistlerden izin talep ediyordu. Bunun için Ankara hükümetinden resmen izin istenir, ancak beklenen cevap alınamaz. Dönemin tanığı olan Moskova’daki kuruluş çalışmalarında, Bakü’deki kongrede Merkez Komitesi’ne seçilen Ali Rıza (Keskin) Topçuoğlu, tarafından derlenen anılarında şu bilgileri veriyor:
“Türkiye’den resmi bir yazı gelmedikçe, bütün işimizi gizli hazırlamak, hatta Kongre yerini ve gününü gizli tutmak ve son güne kadar Kongremize iştirak edecek delegelere dahi söylememe kararı aldık. Buna bilhassa şu sebepler bizi mecbur etmişti:
- Ankara hükümetinden, Türkiye’ye girip çalışma izni henüz gelmemişti.
- Ankara hükümeti, Bakü’ye, doğrudan doğruya bizimle temas kurmadan Türkiye heyetini göndermişti.”(“Neden İki Sosyalist Parti 1946”, İbrahim Topçuoğlu, s.68-69, Şubat 1976, İstanbul)
Beklenen izin, 15 Aralık 1920’de Ankara’dan gelir. 17 Aralık’ta da Kars’tan Kâzım Karabekir imzasıyla, Ankara’dan gelen mektubun içeriğiyle aynı bir başka mektup alınır. Bu iki mektupta da Türkiye’ye gelmelerine izin verildiği belirtilmektedir. Ali Rıza Topçuoğlu, anılarında sonrasını şöyle anlatıyor:
“Hemen hazırlığa girişildi. Bu arada Sovyetler tarafından Türkiye’ye sefir tayin edilen Budi Midevani başkanlığındaki heyetle birlikte gitmenin daha kolay olacağı düşüncesiyle temasa geçildi. Bu temas müspet sonuçlandı ve Sovyet sefaret heyetiyle bizim arkadaşlar hep birlikte arabalarla yola çıktılar. Aynı konvoya asker esirlerden Mehmet Emin de üç arkadaşıyla birlikte katılmıştı. Bizimle hiç alakaları yoktu. 28 Aralık 1920 günü bütün arkadaşların Kars’a ulaştıklarını ve Kâzım Karabekir tarafından çok iyi karşılanıp otele yerleştirildiklerini, geri gelen arabacılardan öğrendik ve bir daha haber alamadık. Ses seda kesildi.” (Age., s.79)
Bundan sonra ne olduğunu biliyoruz. Mustafa Suphi ve yoldaşları, yolculuğu güvenceye almak için Sovyet elçisi ile birlikte yola çıkmışlardı. Kars’ta törenle karşılandılar. Ancak tören Mustafa Suphi ve yoldaşları için değil, Sovyet elçisi için yapılmıştı. Kemalistlerin önceden hazırladığı bir plan dâhilinde, Mustafa Suphi ve yoldaşları Karadeniz’in karanlık sularında boğduruldu.
100 yıl önce Kuzey Kürdistan-Türkiye’de, komünizmin bayrağını göndere çekmek için yola koyulan öncülerimiz katledildi. Mustafa Suphi’nin kurduğu TKP, süreç içinde yozlaştı. Fakat komünizm davası hiçbir dönemde yok olmadı. 1970’li yılların başlarında İbrahim Kaypakkaya yoldaşın önderliğinde TKP/ML ile kızıl bayrak yeniden yükseltildi. İbrahim’in göndere çektiği bayrak, 1981’den beri Bolşeviklerin gönderinde dalgalanıyor, dalgalanacak.
“Kazıdık On beşlerin ismini,
Kanlı kızıl bir mermere!…
Bir çelik aynadır gözlerimiz,
On beşlerin resmini
Görmek isteyenlere…”
25 Temmuz 2020