Tunus’ta, kitleler işsizlik ve ekonomik kriz nedeniyle Başbakan Meşişi ve hükümetinin istifası talebiyle protesto gösterileri düzenliyordu.
26 Temmuz 2021’de Cumhurbaşkanı Kays Said Anayasa’nın 80’inci maddesine dayanarak meclisin tüm yetkilerini dondurdu, milletvekillerinin dokunulmazlığını askıya aldı, Başbakan Meşişi’yi görevden aldı.
Tunus Anayasasının 80’inci maddesi, ulusal kurumlara, güvenliğe veya bağımsızlığa tehdit oluşturan, devletin normal işleyişini aksatan durumlarda cumhurbaşkanına ‘sıradışı koşulların gerektirdiği önlemleri alma’ yetkisi tanıyor.
Cumhurbaşkanı’nın ordu ile işbirliği içinde parlamentoyu dağıtması, geçici bir süre içinde olsa bütün yetki ve yönetimi eline alması “post modern” bir darbedir. Yetki ve yönetimi eline alan gerçekte burjuvazinin laikçi Batıcı kesiminin elindeki ordudur.
Cumhurbaşkanı Said’in iktidara el koyma ve parlamentoyu feshetme adımını, Anayasaya dayandırarak meşrulaştırmaya çalışması, attığı adımın nihayetinde bir “sivil” darbe olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor.
Cumhurbaşkanı Said, önlemleri için başlangıçta 30 gün süre vermişti. Ancak 25 Ağustos’ta bu süreyi belirsiz bir süre için uzattı. Ve henüz ufukta yeni bir seçim yok.
Tunus ve Türkiye
Sünni Müslüman nüfusun ağırlıkta olduğu Tunus Türkiye ile büyük benzerlikler gösteriyor.
Anayasal açıdan Türkiye ile en temel fark, Tunus Anayasasında “Devletin dini İslam’dır” şeklinde bir maddenin yer almasıdır.
Türkiye ile temel benzerliği şöyle:
Tunus’ta toplum esasta kendini öncelikli olarak Müslüman kimliği üzerinden tanımlayan bir kesimle, kendini öncelikle Arap/laik cumhuriyetçi kimliği üzerinden tanımlayan bir kesim arasında bölünmüş durumda. Ve bu iki kesim arasında bir kutuplaşma var.
Kendini Müslümanlık üzerinden tanımlayan kesim içinde, devletin dinsel yasalar ile yönetilmesinden yana olan şeriatçılar, bunların değişik kesimleri yanında, kültürel olarak İslamcı olan, İslam’ın toplum yaşamında daha görünür olmasını isteyen ve fakat şeriatçı olmayan, kendilerini “demokratik Müslüman muhafazakâr” olarak tanımlayan, Türkiye’deki AKP’ye benzeyen parti ve gruplar var.
Kendini öncelikle, Arap/laik/cumhuriyetçi kimliği üzerinden tanımlayan kesimde de değişik alt gruplar var. Bunları içinde en radikal olanlar açısından, “İslam eşittir gericiliktir”. “Kendilerini İslam kimliği üzerinden tanımlayanlar şeriatçıdır”. “Şeriatçı olmadığını söyleyenler takiye yapmaktadır” vs.
Erdoğan yönetimi Mısır’da yaptığının tersine, darbeci cumhurbaşkanı yönetimi ile ilişkilerini kesmedi.
Sorunun bir iç savaşa dönüşmeden, demokratik seçimler yoluyla çözülmesinden yana tavır takındı.
Sömürge Tunus
Tunus Magreb’te (Kuzey Afrika) bir Fransa sömürgesiydi.
Tunus’ta Fransız sömürgeciliğine karşı kurtuluş savaşı başarıya ulaştıktan sonra, bu mücadelenin başını çeken ulusal burjuvazinin partisinin askeri diktatörlüğü kuruldu.
Mücadeleye önderlik eden Habib Burgiba 30 yıl tek parti/tek şef diktatörlüğü yürüten, M.Kemal’e öykünen bir (nasyonal sosyalist!) faşistti.
1987’de Habib Burgiba bir saray darbesi ile devrildi.
Tunus’u adeta kral konumunda olan “Başkan”ı sıfatıyla Zeynel Abidin bin Ali yönetmeye başladı.
Kimilerine göre “Arap Baharı”, kimilerine göre “Yasemin Devrimi” ya da başkalarına göre “facebook”, “twitter” kısacası “bilgisayar devrimi” olan “Tunus Devrimi”, 2011 yılında dünya kamuoyunun gündemine gelen gelişmeleri, özellikle “Arap ülkelerinde” kendiliğinden patlayan halkların isyan ve mücadelelerini tetikleyen devrimdi.
Despot, gerici, faşist rejime karşı mücadele özetle ifade edildiğinde “ekmek ve özgürlük” için verilen bir mücadeleydi.
17 Aralık 2010 tarihinde Mohammed Bouazizi, kolluk güçlerinin “ekmek teknesi”ni elinden almasına karşı, çaresizliğinin vardığı noktada üzerine benzin döküp kendisini yakma eylemiyle protestosunu gerçekleştirirken; bu eylemin Zeynel Abidin Bin Ali’nin iktidarına son verecek isyanın tetikleyicisi olacağını düşünmemişti.
Magreb’te batılı emperyalist güçlerin, en başta da Fransız emperyalistlerinin Müslüman Arap dünyasındaki cici çocuğu konumundaki faşist diktatör Zeynel Abidin bin Ali, 14 Ocak 2011’deTunus’u apar topar terk etmek zorunda kaldı.
“Arap Baharı” sonrası Tunus
Tunus’ta İslamcı akımlarla, burjuvazinin cumhuriyetçi laik kesimleri arasında siyasi iktidar mücadelesi bütün cumhuriyet tarihi boyunca sürdü. Ve bugün de sürüyor.
Tunus’ta Kurucu Meclis için seçim 23 Ekim 2011 tarihinde yapıldı.
İslamcı Al Nahda geçerli oyların yaklaşık %41,5’ini ve sandalyelerin 89’unu alarak büyük farkla birinci parti oldu.
Al Nahda liderlerinden Gannuşi AKP’yi örnek aldıklarını, ama kendilerinin laik olmadığını, kendilerini “ılımlı İslamcı parti” olarak tanımladıklarını açıkladı.
Tunus’ta “Arap Baharı” sonrasında yapılan seçimlerde ilk kez AKP’ye benzeyen Al Nahda partisi, açık ara birinci parti oldu. Yeni anayasayı yapan kurucu mecliste başat parti olan, yeni anayasa temelinde yapılan ilk seçimlerden de birinci parti olarak çıkan, önderliğinde kurulan koalisyon hükümetinde siyasi iktidarın en güçlü ortağı Al Nahda idi.
Al Nahda, “sivil” darbeye karşı halkı sivil direniş eylemleri ile protestoya çağırırken, hiçbir şart altında silahlı çatışmalara girilmemesi, şiddet olaylarına karışılmaması yönünde çağrı ve açıklamalar yaptı.
Al Nahda, Tunus’ta bir iç savaş istemiyor.
Çünkü nüfusun büyük çoğunluğu Müslüman olan ve ilk kez Al Nahda iktidarı döneminde biraz da olsa, burjuva demokrasisinin kırıntılarını yaşayan Tunus’ta zamanın kendi lehine aktığını biliyor.
Yapılacak ilk seçimlerde Al Nahda, o yasaklanırsa ona benzer bir partinin iktidarı yeniden ele geçirmesi şaşırtıcı olmaz.
Nüfusunun çoğunluğu tutucu Müslüman ülkelerde siyasi iktidarı demokratik yöntemlerle, seçimler üzerinden ele geçirme siyasetini izleyenler, içinde bulunduğumuz ortamda, süreç içinde kazanırlar. Toplum yapısının, biçimlenmesinin, andaki bilinç ve örgütlenme durumunun tabii sonucudur bu.
Tunus’ta iktidar savaşları esas olarak egemenlerin farklı kampları arasında gerçekleşiyor ve egemenler kitlelerin hareketlerini kendi iktidar dalaşları için kullanıyorlar.
Tunus’ta işçiler, emekçiler egemenlerin kendi aralarındaki iktidar mücadelesinden bağımsız hareket etmeli, bir bütün olarak burjuvazinin iktidarını yıkmak için örgütlenmeli ve mücadele etmelidirler.
2011 yılında olduğu gibi devrimin yarı yolda kalmaması için, halkların kendi kaderlerini kendi ellerine almaları için komünist önderlik, sosyalizm/ komünizm hedefi mutlak gerekliliktir. Ve bugün Tunus’ta en büyük eksiklik budur. Tunus’daki gelişmeler bugün komünistlerin önündeki en önemli görevin, halklara önderlik edebilecek yetenekte bir örgütlenmeyi yaratmak olduğunu gösteriyor.
4 Eylül 2021