Yeni Dünya İçin Çağrı’nın 182. sayısında (Temmuz/Ağustos 2016) “Türk “savunma” sanayisi üzerine” başlıklı bir makale yayımlandı.
Makalede ayrıntılı olarak “Türk Savunma Sanayisi”nin gelişme süreci incelenmektedir.
2016 yılından bu yana Türk burjuvazisi savaş sanayisi alanında dışa bağımlılığı kırma yönünde önemli gelişme kaydetti. TSK gereksinimlerinin yurtiçinden karşılanma oranı yüzde 75’e ulaşmış durumdadır.
Türk burjuvazisinin hedefi süre içinde TSK gereksinimlerinin yurtiçinden karşılanma oranını gelişmiş ülkeler düzeyine yükseltmek ve savunma sanayi alanında dünyadaki en gelişmiş ülkeler arasına girmektir.
“Türk “savunma” sanayisi üzerine” başlıklı makaleyi, “Türk Savunma Sanayisi”nin gelişme sürecinin görülmesi açısından güncel olduğu için yeniden yayımlıyoruz. YDİ Çağrı
***
“Savunma”… Kulağa hoş gelen, gayet masum, korunma amaçlı, edilgen gibi duran ve özellikle seçilmiş olan bu kavram aslında Türk egemen sınıflarının savaş makinesine yakıştırılan sözcükten başka bir şey değildir. Savaş, saldırı vb. sözcükler genellikle kulağa hoş gelmediğinden burjuvazi işin özünü oluşturan bu yanını gözlerden gizlemek amacıyla sıklıkla “savunma” sözcüğünü kullanmaktadır. Burjuvazinin egemenliği altındaki hemen tüm ülkelerde gerçekte adları “Savaş Bakanlığı” olması gereken bakanlıklara verilen isim “Savunma Bakanlığı”dır.
Neye, kime karşı ve neyin savunması?
Bu soruya karşı, tipik ve alışılagelmiş bir yanıt verilir burjuvazi tarafından: İç ve dış düşmanlara karşı, ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğünü, anayasal laik düzeni ve cumhuriyeti savunma vs. vb.
Kimlerdir bu iç ve dış düşmanlar?
İç düşmanlar olarak, siyasi konjonktüre göre öncelik sıralaması değişmekle birlikte egemen düzeni bir biçimde hedef alan tüm unsurlar gösterilir: İşçi sınıfı ve emekçilerin sınıfsal temelli savaşımları, ezilen ulus ve ulusal azınlıkların etnik/ulusal temelli savaşımları ve bir biçimde iktidar olanaklarından yararlanma konusunda dezavantajlı durumda olan, bu durumda tutulan bir takım burjuva kliklerin anda iktidarda bulunan kliğe karşı savaşımları.
Dış düşmanlar olarak, egemen sınıfların ülke içinde ve dışındaki çıkarlarını tehdit eden, rakip durumdaki irili ufaklı tüm devlet ve güçler gösterilir. Burjuva uzmanlar, uluslararası ilişkilerde dostluk olamayacağını, ilişkilerin seyrinde belirleyici olanın menfaat birliği ya da çatışması olduğunu ve duruma göre bu birlik ve çatışmanın birbirine dönüşebileceğini söyleyip dururlar. Haklıdırlar da. Kapitalist/ emperyalist sistemin egemen olduğu dünyada başka türlüsü olamaz.
Burjuvazinin yaydığı egemen görüşe göre; bu iç ve dış düşmanlar arasında bir bağlantı vardır. Dış düşmanlar ülkenin güçlenmesini önlemek, zayıflatmak vb. amaçlarla iç düşmanları desteklemektedirler. Bu mantığa göre toplumsal/sosyolojik temelli her gelişmenin ardında dış güçler yatmaktadır.
Burjuvazinin bu anlayışa göre yaptığı tespitten çıkardığı sonuç, ülkenin güçlü kılınması, gücünün arttırılması biçimindedir. Nasıl olacaktır bu? Düşünülen, uygulanan siyaset, yol ve yöntemler öz olarak şöyledir: Geniş yığınlar bu hedefe yönelik olarak seferber edilebilmelidir; devletin kolluk güçlerinin ve en başta ordunun güçlü kılınması ve giderek güçlendirilmesi gereklidir; yönetici katman/bürokrasi bu hedeflere uygun bir şekilde donatılmış olmalıdır.
Geniş yığınlar dendiğinde farklı sınıfsal konumda olan insanlardan söz edildiği açıktır. Farklı sınıfsal çıkarlara bağlı olarak aslında hedefler konusunda çıkarları bir ve aynı olmayan insan grupları çeşitli yol ve yöntemlerle burjuvazinin çıkarlarına tabi duruma getirilmeli, bu durumda tutulmalıdır.
Kolluk güçlerinin ve en başta ordunun güçlendirilmesinin yolu, ardında günün gereklerine uygun teknoloji ile desteklenen sanayinin durduğu; gereksinimlerin/araç-gereçlerin bu sanayi tarafından sağlandığı bir yapıya sahip olmaktan geçmektedir.
Geniş yığınlara; eğitim, yayın organları vb. her tür araç kullanılarak, milletin ve devletin bölünmez bütünlüğü düşüncesi ve militarizm pompalanır. Çok uluslu bir devlette baskı altındaki ulusların uyanışının egemen burjuvaziye ciddi bir tehdit oluşturduğu günümüzde bu politika burjuvazi açısından önemlidir. Milletin bölünmez bütünlüğü ile vurgulanmak istenen ikinci yan ise sınıfsal temelde gelişecek savaşımların bir biçimde önüne geçme politikalarının gerekliliğidir.
Ancak iş bunlarla kalmıyor. Yakın tarihte giderek artan biçimde ülkenin yurtdışındaki çıkarlarından da söz edilir oldu. Ve tüm bu politikalardan sanki geniş emekçi yığınların da çıkarı varmış gibi davranılıyor, bu anlayış körükleniyor.
Ülkenin çıkarları… Bu, sistem kapitalizm olduğu koşullarda egemen burjuvazinin çıkarlarından başka bir şey değildir. Kapitalizmin gelişmesi ve yayılmacılığından işçi sınıfı ve emekçilere düşen ancak kırıntılar olabilir. O da olursa.
Burada amaçlanan bir şey daha var: Körüklenen bu politikalar ve bu gibi anlayışlarla işçi sınıfı ve emekçilerin dikkati sınıf çıkarlarından başka alanlara saptırılıyor, gerçek düşmanlar ateş sahası dışına çıkarılmaya çalışılıyor.
Geniş yığınlara militarizmin pompalandığını söyledik. Bu alışılagelmiş bir söylem olarak “her Türk asker doğar” deyişiyle başlıyor ve devam ediyor.
Bu kampanyalarda 10-15 yıllık son dönemde dikkat çekici bir nokta var: Militarist kampanyalar 30 yıl öncesiyle kıyaslandığında farklı bir görünüm sunuyor. Geçmişin “sağlam” müttefiklere dayalı ve geçmişe öykünerek yapılan kahramanlık destanlarına bağlı militarist kampanyalar yerini, gücünü giderek ülke sanayisinin özgün tasarımlarla ürettiği savaş araç-gereçlerinden alan kampanyalara bırakıyor.
Gücünü giderek ülke sanayisinin özgün tasarımlarla ürettiği savaş araç-gereçlerinden alma gibi bir durum söz konusu. Peki bu, Türkiye gibi bir ülkede nasıl mümkün oldu? Mümkün oldu mu? Türkiye bağımsız bir savunma sanayisi oluşturmanın neresinde, hâlâ bağımlı mı, eğer öyleyse ne kadar ve ne oranda bağımlı, gelişme hangi yönde? Bununla ilintili olarak Türkiye’nin uluslararası sistem -kapitalist emperyalist sistem- içindeki konumu konusunda değişiklikler var mı, varsa hangi yönde? Bunlara bakmalıyız.
Yazının konusu ve amacı, bu konularda bir berraklık sağlamaktır.
“Türk Savunma Sanayisi”nin geçmişi
Feodal dönemin büyük bir gücü olan sömürgeci Osmanlı devleti, zamanın diğer büyükleriyle aşık atabilecek teknik güce ve bu güce dayanan askeri bir üretim kapasitesine sahipken, 18. ve 19. yüzyıllardaki teknolojik gelişmeleri ıskalayıp, sanayi devrimini gerçekleştiremez durumda kalınca, giderek, bu sorunu halletmiş olan ve kapitalist ekonomileri hızla gelişen devletlerin etkisi altına girmeye başladı, giderek askeri alanda da bağımlı bir yapı oluştu.
Bağımsız bir askeri sanayi yaratma konusunda ciddi ilk girişim cumhuriyetin başlangıç yıllarına denk gelir.
Kurtuluş savaşı içinde başlayan girişimler, savaş sonrası önce Askeri Fabrikalar Genel Müdürlüğü kurulması, İstanbul’da bulunan Tophane, Baruthane, Silahhane vb.nin İç Anadolu’ya kaydırılması ve bugünkü MKE’nin temelini oluşturan hafif silah üretim, fişek ve top onarım atölyeleri ile devam etmiş, 1930’lu yıllarda kapsül fabrikası, çelik fabrikası, barut, tüfek, top fabrikaları vb. kurulmuştu. Askeri gemi inşa sanayi için Gölcük’te bir tersane oluşturuldu, Taşkızak tersanesi yeniden faaliyete geçirildi.
Bu alanda, ilk özel girişimciler de yatırıma girişti; demiryolu inşa işiyle uğraşan Nuri Demirağ uçak üretimine, soba imalatçısı Şakir Zümre bomba yapımına başladı. Nuri Killigil tesislerinde ise tabanca, 81 mm havan ve mühimmatı ve çeşitli patlayıcılar üretilmeye başlandı.
Havacılık sanayini geliştirmek için 1926’da Tamtaş (Tayyare ve Motor T.A.Ş) kuruldu ve bu kuruluş 1939’a dek 112 uçak üretti. 1936’da İstanbul’da Nuri Demirağ’ın kurduğu tesisler 1943’e dek 24 uçak üretti. 1941’de kurulan THK (Türk Hava Kurumu)’nın Ankara Uçak Fabrikası’nda tek ve iki motorlu ve çeşitli amaçlara yönelik toplam 140 uçak ve ayrıca planörler üretildi. 1945’de Ankara’da uçak motoru fabrikası kuruldu. 1942’de Malatya’da onarım ve bakım atölyeleri kuruldu. Yani cumhuriyetin ilk yıllarında emekleyen bir uçak sanayisi de vardı. Fakat T.C.’nin askeri sanayi, T.C. ordusunun gereksinimlerinin esasını karşılayacak kadar gelişmemişti. Silahlanma konusunda Türkiye esas olarak dışa bağımlı konumda idi.
1948 sonrası, özellikle de 1952 Nato’ya katılımdan sonra ABD “yardımları” ile uçak üretimi gibi diğer savunma ürünlerinin üretiminde de gelişme engellenmiş oldu.
Bugün, egemen sınıflar ve temsilcileri, o tarihler de izlenen yolun yanlış olduğunu, bu yolun savunma sanayisine büyük darbe vurduğunu söyleyip duruyorlar.
Burjuvazi açısından ders çıkarılmış gibi gözüküyor.
Bütün göstergeler bu defa işin 1950 sonrası gibi olmayacağına işaret ediyor. Çünkü bir taraftan günümüz dünya konjonktürü ve Türkiye’nin buradaki konumu, diğer taraftan Türk egemenlerinin geçmiş “acı” (1963, 1967 Kıbrıs olayları ve 1974 Kıbrıs işgali ve sonrası ambargolar) deneyimleri ve bu sanayinin sunduğu kârlı olanaklar, Türkiye’nin 1970’li yılların ortalarından itibaren girdiği o dönemde “başkalarının vermediğini millet yapar” sloganında dile getirilen yolda yürüyeceğini gösteriyor.
Ambargo ve sonuçları
1974 ABD ambargosu sonrası Türk egemenleri savunma sanayisinde yerli üretim payının artırılması kararını aldılar. Daha doğrusu bu bir zorunluluk olarak kendini dayattı.
Devlet bürokratik kurumları bu amaca uygun bir yapılanma içine girdiler; bir dizi kurum oluşturuldu ve süreç içinde bunlar yetkinleşerek gelişti, uzmanlıklarına göre alt örgütlenmelere gitti ve çalışan uzman kadro sayıları artış gösterdi.
O dönemde özel sektör gelişme düzeyi ve gücü açısından henüz savunma sanayi geliştirme işini sırtlayacak durumda değildi. “1970’li yıllarda Kara, Hava ve Deniz Kuvvetleri Güçlendirme Vakıfları ayrı ayrı kurularak ASELSAN ve HAVELSAN gibi şirketlerin doğuşu gerçekleşmiştir. Daha sonra bu Vakıflar 1980’li yılların ortasında Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı (TSKGV) olarak birleştirilince Türk Savunma Sanayi’nin gelişimi yeni bir dönemece girmiş, Savunma Sanayi’nde MKEK ile simgeleşen KİT modeline, Vakıf şirketleri modeli de eklenmiştir.”(SSM dergi sayı 1, 2007, sf. 19, F. A. Yayman’ın makalesi)
1975’de ASELSAN kuruldu, onu 1979 İŞBİR, 1981 ASPİLSAN, 1982 HAVELSAN gibi devlet kuruluşları izledi. 1984’te TAİ, 1985’de TEİ, 1987’de MİKES, 1988’de FNSS, 1989’da MARCONİ Komünikasyon, 1990’da THOMSON-TEKFEN Radar gibi yerli ve yabancı ortaklı şirketler kuruldu. Bunlar, 1987’de F-16 savaş uçağı projesini, 1988’de Zırhlı Muharebe Araçları (ZMA) projesini, 1990’da Mobil Radar Kompleksleri projesini, 1991’de F-16 elektronik harp, HF/SSB telsizleri ve CASA hafif nakliye uçağı projelerini gerçekleştirdiler.
2000 sonrası dönemde savunma sanayisinde faaliyette bulunan bir dizi şirketteki yabancı sermaye payı TSKGV ve SSM (Savunma Sanayi Müsteşarlığı) tarafından devralındı.
Türkiye’de daha önceden kurulmuş olan, OTOKAR, MERCEDES, BMC, NUROL Makine gibi özel şirketler 1985 sonrası savunma sanayisinde de üretim yapar duruma geldi. 1988’de özel girişim öncülüğünde ROKETSAN kuruldu ve Avrupa ortak üretim projesi olarak örgütlenen Stinger hava savunma füzelerinin ortak üretimine katıldı, bu konuda önemli yetenekler elde etti. (Buradaki bilgiler Savunma Sanayicileri Derneği – SaSad web sitesinden ve MSI, Savunma ve Havacılık gibi dergilerden özettir.)
2000’li yılların başlarında savunma ve havacılık sanayisinde 60 küsur şirket yer alıyordu. 50 küsur görece büyük boy şirketin 11’i yabancı ortaklı özel şirket idi ve tüm satışlar içinde bunların payı %11’di. Yerli özel 17 şirketin satışlardaki payı %14 idi. Kamuya ait fabrikalar 23 adet idi, bunun 13’ü askeri fabrika idi ve satışlarda payı %25, devlete ait 10 fabrikanın satışlarda payı ise %50 idi.
Kara, hava araçları, roket-füze mühimmat, bilişim sektörlerinin her birinde 7’şer, deniz araçlarında 4, elektronik yazılım alanında 15 olmak üzere 47 irili-ufaklı şirket SaSa bünyesinde örgütlenmiş durumda idi.
Savunma Sanayi Müsteşarlığı (SSM), Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK)’nin gereksinimlerinin karşılanmasında dönem ayırımları yapıyor. Buna göre 1990’a dek egemen olan çözüm, gereksinimlerin hazır alımlarla dışarıdan karşılanmasıydı. 1990-2000 arası ortak üretim aşamasına gelindi; yabancılarla kurulan ortaklıklarla savaş araç-gereçleri Türkiye’de üretilmeye başlandı. 2000 sonrası ise tasarım aşamasıdır; Türkiye artık kendi Ar-Ge çalışmalarına dayanarak özgün ürünler ortaya çıkarma aşamasına gelmiştir. Tabii hiçbir aşama saf değildir, birbirinin içine geçmiş durumlar da söz konusudur; hazır alımın egemen olduğu dönemde de yerli üretim söz konusuydu ama 2000’li yıllara dek TSK ihtiyaçlarının yurtiçinden karşılanma oranı (YİKO) %20 civarındaydı. Sonrasında tasarım/özgün geliştirme aşamasına gelindi ama ortak üretim de devam ediyor. Eski ile önemli bir fark da günümüzde artık SSM projelerinin tamamında yerli sanayinin katılımını öngören modeller uygulanmakta olmasıdır.
Günümüzde durum
Türk Savunma Sanayi son 15 yılda yaptığı atakla YİKO’nu %60’ın üzerine çıkarmayı başarmıştır. Bunun ciddi bir sıçrama olduğu açıktır.
Üretim
Türkiye’nin savunma ve havacılık sektöründe üretimin parasal tutarı 2013’te 5,07 milyar Dolar olmuştur. 2014’te ise çok az bir artış ile 5,101 milyar Dolar değerinde üretim gerçekleştirilmiştir. 2015 üretim verileri henüz yayınlanmamıştır, ihracattaki hafif artış dikkate alınarak ihtiyatlı bir biçimde hafif bir artış olduğu beklenebilir. Sektörün ciro verilerine baktığımızda 2010 ile 2013 arasındaki 4 yıllık dönemde %64’lük bir büyüme olduğunu görüyoruz. İhracatta aynı dönemde daha büyük bir gelişme söz konusu (%84). Bu kuşkusuz ciddi bir büyüme hızıdır; gelişmiş ülkelerde ise aynı dönemde daralmalar olmuştur. Bu hızlı gelişmenin ardından bir duraklama olduğunu görüyoruz.
Dış ticaret
2015 sektör ihracatı 1,673 milyar Dolardır.
2015 yılında ülkenin toplam ihracatındaki düşüşe karşın savunma ve havacılık sektörü ihracatı, yılı ufak da olsa bir artış ile kapatmıştır (yıllık artış Dolar bazında %0,48; TL bazında ise %24,92 olmuştur. – tim.org.tr–) Geçmiş yıllarda da sektörün ihracat artış hızı toplam ihracat artışının üzerinde olmuştur. 2016 ilk dört ayında ise sektör ihracatında bir hızlanma olduğu görülmektedir. Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) verilerine göre bu artış, önceki yılın aynı dönemine göre %23’tür. Son dönemdeki artış yıllık bazdaki artışa da olumlu yansımış, Mayıs 2015–Nisan 2016 arası yıllık artış %6,4 olmuştur. İhracatın ülkelere göre dağılımı da ilginçtir. 2016 ilk dört ayında yapılan toplam 566,2 milyon dolarlık ihracatın yüzde olarak dağılımı şöyledir (durum önceki yıllarda da farklı değildir): ABD 33; Birleşik Arap Emirlikleri 10,65; Almanya 10,4; İngiltere 5,33; Malezya 5,18; S. Arabistan 4,79; Kuveyt 4,67; İtalya 3,8; Azerbaycan 3,79; Fransa 2,14 (TİM’in verilerin den yüzdeleri kendimiz hesapladık. bkz. tim.org.tr) Görüldüğü gibi ihracatın yarıdan biraz fazlası gelişmiş ülkeler, yarıya yakını ise gelişmekte olan ülkelere yapılıyor. En büyük pazar ise ihracatın üçte birinin gerçekleştirildiği ABD. AB’deki gelişmiş ülkeler, körfez ülkeleri, Azerbaycan, Uzakdoğu’da Malezya önemli pazarlar.
Türk burjuvazisi, savunma ve havacılık ürünleri ihracatını arttırmak için şöyle bir strateji izliyor:
Her şeyden önce işin kuralı gereği, rekabette fiyat/ kalite dengesinin iyi tutturulmasına önem veriliyor. Bu konuda da başarılı olunduğu gözüküyor; örneğin HAVELSAN, yurtdışı pazarlama faaliyetlerinde “Türk fiyatlarıyla Amerikan teknolojisi” gibi bir spot kullanmaktadır.
İkinci olarak, Türkiye’ye ürün satan ülkelere offset yükümlülüğü getirilmiştir. 90’lı yıllarda başlatılan bu uygulama özellikle gelişmiş ülkelerle ilişkide yarar sağlamaktadır. Buna göre ürün satan ülke, satışın parasal değerinin belli bir oranı kadar ürün alma yükümlülüğünü kabul etmiş durumdadır.
Üçüncü olarak, özellikle daha geri ülkelerde geçerli olan ortak yatırım ve bu yatırımın bir parçası olarak belli bir oranda teknoloji transferi uygulaması. Böyle bir uygulama ile gelişmiş ülke şirketleri karşısında bir rekabet avantajı sağlanmaktadır. Körfez ülkeleri, Malezya ve Azerbaycan’a yapılan ihracatın ardında bu uygulama yatmaktadır. Buralara yapılan ihracatın önümüzdeki dönemde de hızla artması beklenmektedir. Katar ile 2015 yılında bu alanda stratejik işbirliği anlaşması yapılmıştır ve bunun yansıması önümüzdeki kısa dönemde görülecektir.
Dördüncü olarak gelişmiş ülke şirketleri ile ortak geliştirme ve üretim çalışmalarına önem verilmektedir. Bununla aynı zamanda üçüncü ülkelere yönelik bir pazarlama faaliyeti de amaçlanmaktadır.
Beşinci olarak gelişmiş ülkelerde dişe uygun şirketler ele geçirilmeye çalışılmakta ve bunun başarılı örnekleri görülmektedir. Böylece bu pazarlarda daha etkin bir konum elde etme amaçlanmaktadır.
Bunlar dışında çok yönlü ve birkaç koldan tanıtım çalışmaları yürütülmektedir. Yurtdışında önemli görülen sektör fuarlarına katılım sağlanmakta, yurtiçinde periyodik olarak iki yılda bir düzenlenen (2015’te 12.si yapıldı) ve alanında dünyanın en önemli fuarlarından biri durumuna gelmiş olan bir fuar düzenlenmekte, SSM yurtdışı ofisleri (Brüksel, Washington, Riyad ve Astana’da temsilcilikler) açılmakta, sektör çatı birlikleri (SSI–TDA vb.) tanıtım çalışmaları yürütmektedir. TSK’de tanıtım çalışmalarına kendi alanında katılmaktadır. İkili ilişkiler dışında son yıllarda uygulamaya konulan bir enstrüman Türk Deniz Kuvvetleri’nin uzak denizlerde “bayrak göstermesi” olmuştur. Burada Türk savunma sanayi ürünlerinin sergilenmesine özen gösterilmektedir. Birkaç yıl önce MİLGEM Korveti ile Kuzey Afrika ülkeleri ve Arnavutluk’a ziyaret düzenlenmiştir. Sonrasında 2014 yılında 4 gemiden oluşan “Barbaros–Türk Deniz Görev Gücü” oluşturulmuş ve bu filo ile Ümit Burnu dolaşılarak 27 Afrika ülkesi ziyaret edilmiştir. Bu gemiler ya Türkiye’de inşa edilmiş, ya da modernize edilmiştir; üzerinde bir dizi özgün üretilmiş savaş araç-gereci yer almaktadır. Görev Gücü’ndeki Korvet ve Lojistik Gemisi Türkiye’de tasarlanmış ve üretilmiştir. Fırkateynlerden biri yabancı tasarımlı olmakla birlikte Türkiye’de inşa edilmiş, diğeri modernize edilmiş ve yine özgün geliştirilmiş olan gelişkin bir Savaş Yönetim Sistemi ile donatılmıştır. Bu Görev Gücü, Afrika ülkelerindeki TİKA (Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı) faaliyetlerine de katılmıştır; yani özünde Türk sermayesinin yurtdışı pazarlarda yayılma faaliyetleri için bir araç olan bu kurumun çalışmaları desteklenmiştir. Aynı tarihlerde yine Türkiye’de üretilmiş ya da modernize edilmiş üç fırkateynden biri Atlantik ve Baltık’ta, diğeri Basra Körfezi ve Arap Denizi’nde, üçüncüsü ise Hint Okyanusu’nda görevdeydi. Bununla “güçlü ülke” imajı yaratılmaktadır, zira böyle operasyonlar her ülkenin harcı değildir. Öte yandan pazarlama faaliyetleri açısından bu operasyonlar önemlidir; Türkiye aynı sıralarda Polonya ve Pakistan’da, bu ülkelerin envanterinde bulunan aynı sınıf ve menşeli gemilerin modernizasyonunu gerçekleştirmeye talip olmuştu.
Askeri sanayi ürünleri ihracatında Türkiye 2014 yılında dünya sıralamasında 16.’dır. Bu 27. sırada olduğu 2004’e göre bir önemli bir yükseliş olduğunu gösteriyor. İthalatta ise 2014’te dünya sıralamasında SIPRI verilerine göre yedinci, İHS verilerine göre dokuzuncu sıradadır. SSM verilerine göre Türkiye dünya ithalat sıralamasında 2000’li yıların başlarında altıncı sırada iken 2010’lu yıllarda onbirinci sıraya gerilemiştir. (Veriler: SIPRI–Stockholm Uluslararası Barış Araştırma Enstitüsü–; SSM ve İHS–ABD)
İhracattaki artışla birlikte ithalatta bir gerileme söz konusu olmuştur. 2014 yılında Türkiye’nin bu alandaki ithalatının –farklı kurumların hesaplama yöntemlerinin farklı olmasından kaynaklanarak– 1,351 ile 1,65 milyar Dolar arasında gerçekleştiği verisi söz konusudur.
Son yıllarda parasal miktar olarak ihracat ile ithalat arasında dengenin sağlandığı görülüyor; hatta 2014 öncesi birkaç yıl denge ihracat lehine idi. Bu durum da TSK gereksinimlerinin yurtiçi karşılama oranının artmış olması ile ilintilidir.
Burada üzerinde durulması gereken bir nokta var: Dikkat edilirse gerek üretimde gerekse dış ticarette söz konusu edilen sadece “savunma” ürünleri değil, “savunma ve havacılık” ürünleridir. Sınıflandırmanın uluslararası ölçekte böyle yapıldığını da görüyoruz. Bunun ama yanıltıcı bir tarafı da var; buradaki “havacılık” salt savunma sanayisi ile ilgili değil, sivil havacılık da buna dahil. Nitekim Türkiye’nin sektör ihracatında sivil havacılığa yönelik ürünler %20 civarında bir yer tutmaktadır.
Yurtdışı yatırımlar
Türk savunma şirketlerinin üretim boyutları ve dünyadaki etkileri salt yurtiçi üretim tutarları ve ihraç ettikleri ürünlerle sınırlı değil. ASELSAN, FNSS, YONCA–ONUK gibi şirketlerin yurtdışı yatırımları söz konusudur. HAVELSAN, SARSILMAZ gibi şirketlerin gelişmiş ülkelerde şirket satın alma yolu ile girişimleri söz konusudur. İlk durumda genellikle teknoloji aktarımı ile yerli ortaklarla yapılan işbirliği söz konusu iken, ikinci durumda geniş pazarların ele geçirilmesi, teknolojik açıdan gelişmiş şirketlerin bilgi becerisine kolay yoldan erişilmesi gibi etmenler belirleyici olmuştur. TUSAŞ’da, yetkili ağızların söylediğine göre yurtdışında satın almalar için fırsat kollamaktadır.
NAMSA–Türkiye ilişkileri
Türkiye NATO nezdindeki ilişkilerinde de daha aktif hale gelmiştir. Bunun bir ayağı olarak NATO İkmal ve Bakım Ajansı (NAMSA) ihalelerine giderek daha fazla katılım göstermektedir. “2007–2011 Stratejik Planı’nı NATO Ajansları ihalelerinde kazanım/harcama dengesinde birin üzerine çıkılmış”tır. (SSM dergisi sayı 17/2011, SSM Murad Bayar ile yapılan söyleşi.)
Bağımlılık durumu
TSK gereksinimlerinin %60 oranında yurtiçinden karşılanıyor olması, tersinden bakılırsa %40 oranında bir bağımlılığın varlığına işaret eder. Bu ama toplam ürünlerin %60’ı yurtiçinde üretiliyor, gerisi ithal ediliyor anlamına gelmiyor. Günümüzde Türk savunma sanayi, tasarım ve mühendislik konusunda ciddi yetenek geliştirmiş durumdadır ve geliştirmeye devam etmektedir. Ancak tasarımı yapılan ve üretilen ürünlerde çok sayıda ithal girdi kullanılmaktadır. Bu durum yurtiçi karşılama oranını düşürmektedir. Devlet üst kurumları ve sektör temsilcileri bu durumu, aşılması gereken en önemli eksiklik/zaaf olarak değerlendirmektedir. Açık bir biçimde bunun bir bağımlılık durumu oluşturduğu, ülkenin ciddi bir tehlike durumunda savunma kapasitesinde ve ülke çıkarlarının savunusunda bir zaaf oluşturabileceği söylenmektedir. Ayrıca fikri ve sınai üretim hakları Türkiye’de bulunan platformlarda alt sistemlerde var olan bağımlılığın savunma ürünleri ihracatında da sorun yaratabileceği değerlendirilmektedir. Ve bu zaafı aşmak için ciddi çalışmalar yapılmaktadır.
“Türk savunma sanayisi” yakın zamana dek büyük savaş platformları tasarım ve üretimi gerçekleştirme yeteneğine sahip değildi. Tank, savaş uçağı, helikopter, savaş gemisi, uzun menzilli/balistik füze gibi büyük platformlarda ve büyük güç gerektiren motor/türbin gibi konularda açık bir bağımlılık söz konusu idi. Bugün hâlâ bu durum aşılmış değildir. Geçmişle günümüzdeki önemli fark tasarım ve mühendislik konusunda ciddi yetenekler geliştirmiş olmaktır. Söz konusu platformlarda bağımlılık, bu alanda gelişmiş ülke ve şirketlerin yardımıyla, fikri ve sınai mülkiyet hakkı Türkiye’de olmak kaydıyla ortak tasarım/yerli üretim modeliyle aşılmaya çalışılmaktadır. Güç yettiği oranda bazı platformlarda tamamıyla yerli tasarım ve üretim söz konusu olmaktadır.
Bağımlılık durumunu kırma yönünde yapılan çalışmalar
Önce bu işe son derece plânlı–programlı yaklaşıldığını belirtmeliyiz. 2003 yılında orta/uzun vadeli bir plânın hazırlanmış olduğunu görüyoruz. Hemen bu plânın devamında başbakanlığa bağlı bir kurum olan SSİK (Savunma Sanayii İcra Komitesi) 2004 yılında stratejik bir karar almıştır: TSK’nın gereksinimleri mümkün olduğu oranda yurtiçinden karşılanacaktır. O gün için henüz üretilmeyen sistem, alt sistem vb. konusunda ise ulusal şirketler kendi teknolojilerini, Ar-Ge çalışmalarıyla geliştirecekler, üreteceklerdir. Ve o gün için uluslararası ihale çalışmaları yapılan ve daha önce yapılmış ihaleleri birkaç kez iptal edilmiş olan Modern Tank (ALTAY), İnsansız Hava Aracı (ANKA) ve ATAK Helikopter Projeleri’nin yurt içinde gerçekleştirilmesine karar verilmiştir. Bu projelerde ana yüklenici olarak ulusal şirketlerin yer almasına karar verilmiş, ortaya çıkan ürünlerde tüm fikri ve sınai mülkiyet haklarının Türkiye’de olmasına özen gösterilmiştir. Böylelikle hem TSK’nın gereksinimlerinin yurtiçinden karşılanma oranında ciddi bir artış sağlanması, hem de üretilen platformların ihracatı önündeki olası engellerin aşılması hedeflenmiştir.
Bir üst plân olarak değerlendirilebilecek 2003– 2023 stratejik plânına bağlı SSM tarafından 2007’den itibaren beş yıllık plânlar yapılmıştır. İlk plân 2011 sonunda tamamlanmış ve bizzat kurum yöneticileri tarafından yapılan kapsamlı değerlendirmelerle birkaç nokta dışında plân gereklerinin başarıyla yerine getirildiği tespit edilmiştir.
Şimdi 2016’da sonlanacak ikinci beş yıllık plân döneminde bulunuluyor. Birincinin devamı niteliğinde ve ondan çıkarılan dersler ışığında hazırlanan bu plânda hedef artık “savunma ve güvenlik teknolojilerinde ülkemizi üstün kılmak” biçiminde konulmuştur. Bu plânda hangi konular öne çıkmaktadır? “Otonom sistemler, nanoteknoloji, alternatif enerjiler, enerji depolama, uzay, insansız araçlar, siber harp, ileri malzemeler, uzaktan algılama, siber istihbarat gibi ileri teknoloji alanları ve bunların savunma uygulamaları..” (bkz. SSM 2012-2016 Stratejik Planı.) Burada artık daha yeni, gelişmiş ülkelerin de çalıştığı alanların gündeme geldiğini görüyoruz. Ve bu yeni teknolojilerde “ülkemizi üstün kılmak” gibi oldukça iddialı söylemler söz konusu; bu belli bir özgüvenin dışavurumu.
Savunma sanayi alanında tespit edilen zaafları aşmak, çok yönlü bir çaba gerektiriyor; egemenler bunun farkında ve uzun yıllardan beri böyle bir çabanın olduğu görülüyor.
Genel olarak bakıldığında, bu iş için gerekli olan unsurlar nelerdir?
En başta ülkeyi dönemsel olarak yöneten siyasi iktidarın ve yönetici bürokratların tavrı önemli bir unsurdur. Biraz yukarıda değindiğimiz gibi bu tabakanın, işi destekler nitelikte bir irade gösterdiği açıktır.
Başka bir unsur, kuşkusuz gerekli mali kaynakları temin edebilme konumunda olmaktır. Zira bu iş uzun vadeli ve kapsamlı Ar-Ge çalışmaları gerektiren, uzun süre prototip üretimi ile doğrulama çalışmalarının yapıldığı, dolayısıyla hemen geri dönüşü olmayacak parasal kaynaklara ihtiyaç duyulan bir iştir. Bu gerekliliği Türk burjuvazisi bir biçimde kotarıyor; projelere, Ar-Ge çalışmalarına ayrılan kaynakların ve yapılan harcamaların boyutları bunu gösteriyor.
2015 sonu itibariyle yürürlükte olan SSM projelerinin değeri 86 milyar TL’yi bulmuştur.
Savunma sanayisini geliştirmek için oluşturulan “Savunma Sanayii Destekleme Fonu 2015 yılı geliri 9.041.029.906 TL olup, gideri ise 4.033.915.669 TL’dir. (SSDF gelir ve gider tutarlarına MSB bütçesinden ve diğer kurum bütçelerinden aktarılan tutarlar ve bu kapsamda yapılan ödemeler dahil değildir.) SSDF’nin 31/12/2015 itibarıyla Hazine nezdinde tahakkuk etmiş, 13.240.391.078 TL alacağı mevcuttur”(SSM 2015 Faaliyet Raporu, sf. 29.) Buradan, kaynak konusunda fazla sıkıntı çekilmediği anlaşılmaktadır.
Savunma şirketlerinin kendi Ar-Ge çalışmaları için cirolarından ayırdıkları kaynak yüzde olarak Türkiye ortalamasının çok üzerindedir. Büyük şirketlerde bu oran daha yüksektir. 2014 yılında bu konuda birinci durumda olan ASELSAN, cirosunun %32’sini bu iş için ayırmıştır; kaynağın boyutu 807 milyon TL’dir. ASELSAN tek başına savunma sanayi şirketlerinin yaptığı Ar-Ge harcamalarının yarıdan fazlasını yapmıştır (Turkishtime dergisi Aralık 2015, AR-GE 250 eki.) Bunun dışında üniversitelerin, teknokentlerin bu alanda yapılan harcamaları söz konusudur. Bir bütün olarak bakıldığında küçümsenemeyecek bir kaynak bu iş için ayrılmaktadır.
Savunma sanayisinde saptanan zaafları aşabilmek için gerekli önkoşullardan biri de, ülkenin bu alanda bilgi ve becerisinin bu işi kotaracak düzeyde olması, yetişmiş ve yetkin insan gücü, know-how vb. birikiminin en azından yeterli ama sürekli gelişen biçimde olmasıdır.
Bu önkoşulun da adım adım yerine geldiğini, getirildiğini görüyoruz. Bunun üzerinde başka bir yazıda duracağız. Burada kısaca bu işin birkaç koldan yürütüldüğünü belirtelim. TÜBİTAK, Üniversiteler, Teknokentler ve savunma sanayi şirketlerinde yapılan araştırmalar.
Bunlar arasında ortaklaşa sinerji yaratılması çalışmaları yürümektedir. Şirketlerin bir bölümü uzmanlık alanlarına göre kümeleşmeler oluşturarak sinerji yaratmaktadırlar. SSM önderliğinde üniversitelerle SAYP (Savunma Sanayi için Araştırmacı Yetiştirme Programı) uygulaması ile bu alanda uzman kadrolar yetiştirmeye çalışılmakta; heryıl yapılan YFYİ (Yeni Fikirler Yeni İşler) yarışması ve bu alandaki uluslararası yarışmalara projeler hazırlanıp yapılan katılımlarla üniversite öğrencilerinin dikkatleri bu alana çekilmeye çalışılmaktadır. Buralarda ilginç araştırma konularının ele alındığını görüyoruz.
Savunma sanayi şirketlerinde, özellikle büyük şirketlerde bu soruna verilen önem, Ar-Ge personeli sayısı ile bu sayının toplam çalışanlar içinde payı ile dikkat çekici biçimde görülmektedir. Örneğin ASELSAN’ın %60’ı mühendis olan 5.205 çalışanının 2.152’si Ar-Ge elemanıdır. 5.000’e yakın çalışanı olan TUSAŞ, Ar-Ge bölümünde 1.003 kişi istihdam etmiş ve 225 milyon TL’lik Ar-Ge harcaması yaparken, 2.000’e yakın çalışanı bulunan ROKETSAN, 602 Ar-Ge çalışanı ile 108 milyonluk kaynak ayırmıştır. (Turkishtime dergisi Aralık 2015, AR-GE 250 eki.)
Gerek üretimi, gerekse yerlilik oranını arttırmanın bir yolu olarak da, günümüzde kullanılan ve çoğunluğu yabancı kaynaklı olan platformların periyodik bakımları sırasında, değiştirilmesi/onarılması gereken parça vb.nin yurtiçinde üretilmesi uygulamaları vardır. Bu amaçla periyodik olarak “TSK Malzeme Sergisi” düzenlenmektedir (MSI Dergisi, Ekim 2010 ve Ekim 2011 sayıları.) Katılım gösteren firma sayısı 1000 ile 2000 arasında değişmektedir. Sergilenen ürün sayısı ise 6000 ile 8000 arasındadır ve bu ürünlerin yerlileştirme oranları yıllar boyunca artarak %20–%30’lardan 2011 yılında %50’ye çıkmıştır.
Ürünler
Gerek SSM, gerekse tek tek sanayi şirketlerinin internet sitelerindeki verilerden nelerin üretildiği, şirketlerin yetenekleri, projeleri vb. konularda bilgi edinilebiliyor.
Türkçe ve İngilizce olarak yayımlanan “SSM SAVUNMA SANAYİ ÜRÜNLERİ KATALOĞU 2015– 2016”da, 80 şirket, kurum ve kuruluşa ait, uluslararası pazarda gelişmiş ülkelerin ürünleriyle boy ölçüşebilecek nitelikte ve çok geniş bir yelpazede 500 kadar ürün ve hizmet sunulmuş bulunmaktadır.
Toplam üretilenlerin katalogda sunulan ürünlerle sınırlı olmaması gerekir, çünkü salt MKEK 1.000 kadar çeşitli ürün ürettiğini belirtmektedir.
Burada yer verilen bazı ürünler henüz TSK envanterine alınmış değildir, bununla birlikte uluslararası piyasaya sunulmaktadır. TSK envanterine henüz girmemiş olmak herhalde bütçe, gereksinim vb. gerekçelerle ilgili bir durumdur. Envanterde bulunan ve hâlâ kullanılabilir durumda olan, iş görür olarak değerlendirilen ve sayıca yeterli görülen silah ve araç-gereçler yerli yerinde kalıyor; değiştirmek yerine platformların modernize edilmesi tercih ediliyor. Oysa savunma sanayi artık birçok ürünü ikame edecek durumdadır. Bazı hallerde TSK envanterine girmemiş olan bir dizi silah, araç-gerecin önce ihracatı gerçekleştirilmiş bulunuyor.
TSK silah envanteri: (tr.wikipedia.org; kuvvet komutanlıkları internet siteleri; SSM yayınları; savunma alanında uzman dergiler, savunma sanayi şirketlerinin yayınları)
Kara kuvvetleri
–Piyade ve personel silahları: Burada tabancalar, tüfekler, makineli tüfekler ve bunların tip ve modelleri konusunda döküm yapılmıştır. Bu silahların bir bölümünün tümüyle yerli olduğunu görüyoruz. Bazıları yine Türkiye’de ama lisans altında üretilmiş bulunuyor. Bir bölümü ortak üretim. Diğer başka bölümü ise doğrudan dış alım biçiminde edinilmiş ürünler.
Lisans altında üretilen ürünlerde lisans alınan ülkeler şunlar: Almanya, Çek Cumhuriyeti.
Ortak üretim: Azerbaycan.
Doğrudan alım yapılmış olan ülkeler: ABD, SSCB menşeli olup Irak ve Rusya’dan alınan ve PKK’den ele geçirilenler, Birleşik Krallık, Finlandiya, Macaristan, Belçika.
–Patlayıcılar, roket ve füze sistemleri: Burada bombaatarlar, tanksavar silahları ve hava savunma sistemleri yer alıyor. Burada da aynı durum geçerli. Yani bu kategoride yer alanların bir bölümü yerli özgün ürünler.
Lisans altında üretilenlerde lisans alınan ülke: ABD
Doğruda alım: Almanya, SSCB, Fransa, Kanada, Rusya
Bu bölümde bazı ürünler için miktarlar da verilmiştir. Buna göre envanterde 45.000+tanksavar roketi, 1.600 civarında tanksavar güdümlü füze, 2.000 civarında taşınabilir hava savunma sistemi bulunuyor.
–Koruyucu ekipman: Burada muharebe miğferi ve kişisel zırh-kurşun geçirmez yelek gibi kalemler yer alıyor. Tümü yerli üretiliyor, sadece miğferde yerli üretim yanında Hırvatistan lisansı da mevcut.
Kara araçlarında durum şöyle:
–Lojistik ve çok amaçlı araçlar: Değişik büyüklüklerde, kullanım amaçları, yetenekleri farklı olan 23.000 araç. Bu kalemlerden beşi yerli/özgün üretim. Geri kalanlardan biri (5.700 adet Jeep Wrangler) ABD’den doğrudan alım. 4 kalemde Alman, 1 kalemde Birleşik Krallık lisansı altında yerli üretim söz konusu.
–İstihkam ve bakım araçları: 33 adet doğrudan ABD’den alım+105 adet ABD ile ortak üretim.
–Ana Muharebe Tankları: Toplam 3.752 adet. Bunların 730’u Alman Leopard’ları. Gerisi ABD M48 ve M60’ların versiyonları. M60’lardan 170 adetine, İsrail ile ortak olarak modernize edildikten sonra M60T rumuzu verildi. Modernize edilen bu tanklar dışındaki 2.852 adet M48 ve M60 tankı, yerli üretim ALTAY tankının üretime başlaması ile aşamalı olarak hizmet dışına çıkarılacak.
Envanterde bulunan Leopard tankları ise (730 tankın 339 adeti 2A4 versiyonu –başka kaynaklarda Türkiye’nin bunlardan 354 adet aldığı bilgisi var– gerisi daha geri teknoloji Leopard 1 tankları) ASELSAN ana yükleniciliğinde modernize edilmektedir.
–Zırhlı savaş araçları ve zırhlı personel taşıyıcılar: Toplam 7.187 adet. 3.335 adet ABD’den doğrudan alım, gerisi yerli üretim. ABD’den alınanlar yurtiçinde modernize edildiler.
Hava araçları
–Nakliye/saldırı helikopterleri: Değişik amaçlı ve farklı büyüklüklerde olmak üzere toplam 442 adet. Bunların 41 adeti saldırı helikopteri. Toplam 11 kalemden biri yerli üretim (ATAK 9 adet, üretim devam ediyor), bir başkası lisans altında yerli üretim (48 adet, üretim devam ediyor), diğerleri ABD ve İtalya’dan doğrudan alım.
–İnsansız hava araçları: Tümü yerli üretim olmak üzere taktik ve mini sınıfında toplam 180 adet.
Top, roket ve füze sistemleri
–Alan topları: Yaklaşık 8.900 havan topu+1.955 obüs. Bunlardan 900 havan topu ve 255 obüs (Panter 155 mm top, toplam 400 adet üretilecek) yerli üretim. Gerisi ABD’den alım.
–Kundağı motorlu topçu sistemleri: Toplam 1.545 adet.
–Kundağı motorlu topçu sistemi: 395 adet. Bunun 170 adeti yerli üretim, gerisi ABD’den.
–Kundağı motorlu obüs: 1.150 adet. Bunun 285 adeti Güney Kore ile ortak üretim (155mm fırtına obüsü. Toplam 400 adet üretilecek.) Geri kalanı ABD’den alım.
–Roket ve füze sistemleri: Toplam 520+sistem.
Çeşitli boyutlarda ve farklı menzillerde (40 ile 100 km arasında) çok namlulu roketatarlardan toplam 350+sistem. Bunların 12 adeti ABD’den alım, gerisi yerli üretim.
Türkiye-Çin ortak üretimi kısa menzilli balistik füze (150-300 km menzilli.) 100+sistem.
Yukarıdakiler dışında karadan karaya 72 adet füze sistemi ABD’den alım.
Yerli üretim havadan karaya/karadan karaya lazer güdümlü füze “Cirit.” 8 km menzilli anti-tank, anti-zırh füze; adet belirtilmemiş.
Uçaksavar sistemleri
Çekili uçaksavar topları: Toplam 2.760. Bunlardan 900 kadarı İsveç’ten, 900’ü ABD’den, 300 kadarı ise Almanya’dan doğrudan alım. Gerisi İsviçre lisansı ile Türkiye’de üretim.
Kendinden itmeli anti-hava savunma sistemleri: Toplam 340. Bunun 110 adeti ABD’den alınan kundağı motorlu uçaksavar. Gerisi Türkiye üretimi kısa menzilli hava savunma sistemi.
Gelecek alımlar: Bunlar yakın tarihte envantere girecek silah ve silah sitemleridir. Burada toplam 12 kalem sıralanmış. Bu kalemlerden biri, 11 adet doğrudan ABD’den alınacak CH-47F lojistik destek helikopteridir. Başka biri İtalya ile ortak olarak Türkiye’de üretilen ATAK helikopteridir. Diğer kalemlerin tümü yerli özgün ürünlerdir.
Kara kuvvetleri envanterinde İsrail’den alınan, gözetleme sistemi ASELSAN’a ait 10 adet HERON İHA bulunması gerekiyor; bunlarla ilgili ne kuvvet komutanlığı ne de wikipedia’da bir bilgi yok. Yine diğer kaynaklara göre, istihkam ve iş makinelerinde FNSS ürünü Seyyar Yüzücü Hücum Köprüsü ve Amfibi Zırhlı Muharebe İstihkam İş Makinesi gibi özgün ürünlerin envanter listelerinde bulunması gerekirdi.
Hava kuvvetleri: (Burada wikipedia ile hava kuvvetleri internet sitesi arasında farklar var. Hava kuvvetlerindeki bilginin daha doğru olması beklenir, ancak belki güncelleme yapılmadığından platform sayısı daha az gözüküyor. Örneğin helikopter sayısı 35 olarak verilmiştir; bu sayı wikipedia’ da 83’tür. Hava kuvvetleri verilerinde örneğin, nakliye uçakları arasında 2014 ve 2015’te envantere giren 3 adet “A400M Stratejik Ulaştırma Uçağı” görünmemektedir. Eğitim uçağı sayısı da 93 olarak gözüküyor. Wikipedia’da yer alan platformlarda bazıları hava kuvvetleri internet sitesinde modernizasyon projeleri bölümünde 2013 tarihi ile yer alıyor, burada yer alan platformların önemli bölümü envantere alınmıştır.)
Muharip platformlar: Toplam 645 uçan platform.
Savaş uçakları: 240 F-16, 37 F-4 Phantom II olmak üzere 277 uçak. F-4’ler doğrudan ABD’den alım. İsrail’le birlikte modernize edilip, F-4E terminator 2020 rumuzunu aldı. F-16’lar ABD lisansı ile Türkiye’de ortak üretim. Tümü Tusaş’ta, ağırlıkla yerli/özgün ürünler kullanılarak modernize edildi.
Özel görev uçakları: Toplam 8 adet. Bunlardan 4’ü ABD-Türkiye ortak üretimi “havadan erken uyarı ve kontrol” uçağı. 2’si ABD’den alım, askeri haberleşme uçağı. Diğer ikisi İspanya-Türkiye ortak üretimi harp ve keşif uçağı.
Hava yakıt ikmal ve nakliye uçakları: Toplam 87 adet, 8 adet (A-400M) daha teslim edilecek. Bunlardan 7’si ABD’den doğrudan alım “havadan yakıt ikmal” uçağı. 2’si, üretiminde Türkiye’nin de ortak olduğu ve bazı parçalarının Türkiye’de üretildiği, İspanya’dan alınan taktik hava ikmal uçağı. 16 adeti Almanya’dan alım. 43’ü İspanya-Türkiye ortak üretimi. 19’u ABD’den alım, Türkiye’de modernize edildi.
Eğitim uçakları: 40 adet Güney Kore, 36 İtalya, 90 adeti de ABD’den doğrudan alım olmak üzere toplam 166 uçak. ABD’den alınmış olanlar Türkiye’de modernize edildi.
Akrobasi uçakları: 17’si akrobasi-savaş, 3’ü akrobasi-nakliye olmak üzere toplam 20 uçak. 16 akrobasi-savaş uçağı Kanada’dan, 1 akrobasi-nakliye uçağı Almanya’dan alım. Diğerleri Türkiye-İspanya-ABD ile ortak üretilenlerden.
Helikopterler: 20 adet Fransa’dan, 63 adet ABD’den olmak üzere doğrudan alım ile envantere girmiş 83 adet yardımcı helikopter. Bunların tümü Türkiye’de modernize edildi.
İHA’lar: 4 adet RQ/MQ-1 Predator. ABD’den kiralanma yolu ile.
Geleceğe dönük Plânlar
F-35 çok amaçlı avcı uçağı: Türkiye’nin de katıldığı konsorsiyumla ABD üretimi 100+20 adet; 2017’den itibaren envantere girmeye başlayacak.
TUSAŞ tasarım ve üretimi Hürkuş eğitim uçağı, 10 adet seri üretime başladı; ANKA İHA 40 adet seri üretime başladı, bunlardan ikisi envantere alındı; TF-X çok amaçlı avcı uçağı, ön ve kavramsal tasarım aşamaları tamamlandı, 2023 yılında prototipin uçuşa hazır hale gelmesi bekleniyor ve 250 adet üretilmesi planlanıyor.
Deniz kuvvetleri
–Denizaltılar: 3 ayrı sınıfta toplam 13 adet. Tümü Almanya üretimi. 9 adeti Türkiye’de modernize edildi.
–Fırkateynler: 3 ayrı sınıfta toplam 16 adet. 8 adet gabya sınıfı fırkateyn ABD deniz kuvvetlerinden Türkiye’ye devredilen Oliver Hazard Perry sınıfı fırkateynlerdir. Bunlar, Türkiye’de geliştirilen GENESİS (Gemi Entegre Savaş İdare Sistemi) ile modernize edilmektedir.
8 adet Alman MEKO fırkateyninden 6’sı Almanya’da, 2’si Türkiye’de inşa edilmiştir.
–Korvetler: Toplam 8 adet. 6’sı Fransa’dan alım. 2’si MİLGEM projesinde geliştirilip üretilen ADA sınıfı yerli korvetler.
–Hücumbotlar: 21 adet.
–Mayın avlama ve tarama gemileri: 15 adet.
–Amfibi çıkarma gemileri: 33 adet. Büyük çoğunluğu yerli üretim.
–Okul gemileri: 10 adet.
–Karakol gemileri: 16 adet. Yerli tasarım ve üretim.
–Tankerler, nakliye gemileri: 6 adet. (wikipedia’da 11 adet)
–Kurtarma gemileri: 1 adet. (wikipedia’da 3 adet)
–Romörkörler: 10 adet.
–Araştırma gemileri: 3 adet.
–Ağ gemileri: 2 adet.
–Eğitim uçakları; deniz karakol uçakları; genel maksat uçakları: (7+6+2) 15 adet
–Helikopter: 35 helikopter.
–Denizaltı kurtarma gemileri: 5 adet.
Jandarma Genel Komutanlığı
–Zırhlı personel taşıyıcılar: 900 kadar. Yarıdan fazlası yerli üretim Otokar/Akrep ve Cobra.
–Helikopterler: 26 ABD, 13 İtalya, 18 Rusya üretimi toplam 57 adet.
Sahil Güvenlik Komutanlığı
–Yüzer platformlar: Büyük çoğunluğu yerli tasarım ve üretim 120 adet çeşitli tip ve boyutta (10m-80m) botlar.
–Uçar platformlar: 14 adet İtalyan AB 412 helikopteri+3 adet İspanya-Türkiye yapımı uçak.
Verilerin gösterdiği
Yukarıdaki verileri de göz önünde bulundurarak şunları söyleyebiliriz:
Görüldüğü gibi TSK envanterindeki silah, araç ve gereçler menşei itibariyle tam bir alaşımdır. 15-20 yıl öncesine kadar, ordunun gereksinimlerinin karşılanmasının esas yolunun yurtdışından hazır alım olduğu bilindiğinde bunun böyle olması normaldir.
Hazır alım uygulamasının ağır bastığı dönemde envantere alınan platform, araç-gereçlerin temin edildiği ülke esas olarak ABD’dir. Hemen her sistemde; uçan platformlar, toplar, hava savunma sistemleri, füzeler, tanklar, denizüstü yüzen sistemler konusunda bu böyle. Almanya’nın tank ve tanksavar sistemlerinde, denizaltılarda, Fransa ve İtalya’nın helikopterde, Fransa’nın suüstü yüzen platformlarda etkin oldukları görülüyor. Bunlar dışında irili ufaklı birçok ülkeden tedarik yapıldığı görülüyor.
Türk savunma sanayisinin gelişimine paralel olarak Türk şirketlerin işin içine, önce lisans altında üretim, sonra ortak üretim ve modernizasyon, sonrasında ise giderek artan biçimde özgün ürünlerle girdiği görülüyor. TSK envanterine bu yansımıştır; birçok kalemde yerli ürünlerin yer aldığı görülüyor.
Başlangıç olarak, henüz gerekli yeteneklere sahip olunmadığı dönemde lisans altında üretim, gereksinimlerin belli bir oranda yurtiçinden karşılanması yanında savunma sanayisinin geliştirilmesinin bir yolu olarak görülmüştür. Bu yolla, uçan platformlarda örneğin ABD menşeli olan ve lisans altında üretilen F-16 uçaklarında gövde üretiminde %80 oranına ulaşılmış, uçağın motorunun bir dizi parçası yurtiçinde üretilmiş, uçak gövde ve motorunun montajı yurtiçinde yapılarak önemli yetenekler kazanılmıştır. İspanya lisansı altında üretilen CN235 hafif nakliye uçakları için de aynı şey geçerlidir. Helikopter üretiminde de böyle bir yol izlenmiştir.
Devamında artık kazanılmış yeteneklerle (yetenek salt üretim ile kazanılmıyor kuşkusuz, bunun eğitilmiş eleman, Ar-Ge vb. ayakları da var) uluslararası konsorsiyumlara katılma, tasarım ve üretim ortağı olma durumunun oluştuğunu görüyoruz; A400M ulaştırma ve F-35 savaş uçağında durum böyle.
Buna modernizasyon ve belli sistemlerin yerlileştirilmesi kapsamında kazanılan yetenekler de eklen-melidir. Örneğin envanterdeki F-16’ların modernizasyonu sırasında hayati önemdeki savaş idare sistemleri, dost-düşman tanıma sistemleri vb. alt sistemler millileştirilmiştir. Bunun dışında cockpit vb. unsurlar yine özgün geliştirilmiş ürünlerle en son teknolojiye uygun duruma getirilmiştir.
Tüm bu sıraladığımız yeteneklerin kazanılmış olması ile uçan platformlar alanında özgün ürünler geliştirme aşamasına gelinmiştir. Artık sınıfında uluslararası arenada da boy ölçüşebilecek ürünler ortaya çıkarıldığını görüyoruz. Bunlar fikri ve sınai mülkiyet hakları Türkiye’de olan sistemlerdir. HÜRKUŞ uçağı böyle bir platformdur. Şu anda B tipi; başlangıç ve temel eğitim uçağı tipi seri üretimdedir. C tipi; silahlandırılmış yakın muharebe destek uçağı tipi üzerinde geliştirme çalışmaları sürmektedir. Ve birkaç yıl önce yine özgün olarak jet motorlu TX–eğitim uçağı ve TFX–savaş uçağı projesi başlatılmıştır. Bu sistemlerde ana yüklenici şirket TUSAŞ’tır. Ön ve kavramsal tasarım aşamasında TUSAŞ İsveçli SAAB ile birlikte çalışmış, ortaya tek ve iki motorlu 3 tasarım çıkarılmıştır. Bunlar arasından seçim yapıldıktan sonraki aşamada yapılacak çalışmada TUSAŞ’ın alt yükleniciliğine en yakın namzet olarak BAE Systems görülmektedir.
Yine daha önce yapılan ve bugün farklı platformlarla süren ortak üretim faaliyetlerinde elde edilen bilgi-beceri temelinde özgün bir helikopter üretilmesi çalışmalarına birkaç yıl önce başlanmıştır. İTÜ’ nün kendi çabaları ile oluşturduğu ARI projesi kapsamında gerçekleştirdiği bir özgün helikopter deneyiminden bu projede yararlanılacaktır. Ortaya konmak istenen 5 ton ağırlığında 12 kişilik hafif sınıf bir platformdur.
Hemen her alanda benzer gelişmeler olmuştur. Örneğin tank modernizasyonu projelerinde edinilen kazanımlar, özgün olarak geliştirilen tankta kullanılmaktadır. Fırtına obüsü vb. önceki paletli platformlarda kullanılan alt sistemler tank için geliştirilenlere yardımcı olmaktadır. 2017’de envantere alınmaya başlanacak ALTAY tankının zırh ve top namlusu konusunda görevli ROKETSAN, Güney Kore’li ROTEM firmasının desteğini almıştır. Motor henüz yerlileştirilmemiştir ve MTU ürünü bir motor kullanılmaktadır, ama tankın tasarımı ve üretimi Türkiye’de yapılmaktadır, fikri ve sınai mülkiyet hakları Türkiye’ de olacaktır. Motorun yerlileştirilme çalışmaları TÜMOSAN ana yükleniciliğinde Avusturya’lı bir şirketin yardımı ile sürdürülmektedir.
Yüzen sistemlerde de benzer bir gelişme ile artık 100 m boya kadar muharip gemiler ve 150 m boya kadar lojistik gemileri inşa edilebilmektedir.
Yukarıda TSK envanterindeki ürünlerin dökümünü sunduk, ama bu tek başına onların kalitesi ve yetenekleri konusunda bilgi vermemektedir. Günümüzde elektronik alanındaki gelişmeler ve bu alanda ulaşılan teknolojinin savunma sanayisinde kullanılması ürünlerin nitelikleri açısından çok önemli bir unsurdur. Bu durum tüm sektörlerde geçerli olmakla birlikte örnek olarak bir tankı ele alacak olursak, geçmişte sınıflandırma ve üstünlük göstergesi olarak mekanik (motor gücü ve buna bağlı hız, namlu çapı ve buna bağlı tahrip gücü, zırh kalınlığı/kalitesi ve buna bağlı kendine koruma gibi) özelliklere bakılırken, günümüzde bunlara ek olarak elektronik/elektromekanik/elektrooptik sistemlerin (ateş idare, hedef tespit, stabilizasyon, radar, elektronik aldatma/ kendini koruma, lazer vb.) niteliğine bakılmaktadır. Artık tankın hareket halinde iken hareketli hedeflere bile ilk atımda vuruş özelliğine sahip olması, kendini tehdit eden anti-tank füze ve mermileri gereken süre içinde tespit edip kendini koruma sistemlerini devreye sokarak önleme yapabilmesi gibi özelliklere sahip olması beklenmektedir. ALTAY tankı ile bu özelliklere sahip bir tankın ortaya çıkarılması hedeflenmiştir ve ortaya konan prototipler başarılı olarak değerlendirilmektedir.
Son dönemde Suriye sınırında sıklıkla devreye sokulan fırtına obüsleri için de aynı şeyler söylenebilir. Bu kendi sınıfında en iyiler arasında yer alan, oldukça etkin bir silahtır. Hareketliliği, esnekliği dışında donatıldığı gelişkin bir ateş idare sistemi sayesinde ilk atışta hedefi vurma oranı %90’nın üzerinde olan bir topçu sistemidir ve hedef tespit sistemleri ile birlikte etkin bir biçimde kullanılmaktadırlar.
Yukarıda dökümünü yaptığımız TSK envanterinde ise gelişmiş elektronik sistemlerle ilgili bir bilgi bulunmadığı görülüyor. Oysa Türk savunma sanayi, bu alanda ciddi bir atılım yapıp, ortaya özgün ürünler koymuş durumdadır. ASELSAN’ın durumu bunu göstermektedir; birçok açıdan Türk savunma sanayisinin en büyük ve en gelişkin işletmesi konumundadır. Gelişmiş ve uzun mesafe radarlarında kullanılan ve az sayıda gelişmiş ülkenin sahip olduğu GaN (GalyumNitrat) teknolojisine Ar-Ge yolu ile ulaşılmış ve bu teknolojinin kullanıldığı transistör üretim tesisleri inşa edilmiştir. Aynı şekilde chip üretim tesisleri ASELSAN ve BİLKENT ortaklığında gerçekleştirilmiş bulunmaktadır. Bunlar sayesinde radar teknolojisinde en gelişmiş ülkeler düzeyi yakalanmış olacaktır.
Ayrıca ASELSAN, SSM ürün kataloğunda 120 adet gelişkin ürünle yer almaktadır.
Türk savunma sanayisinin son 10 yılda atak yaparak dünyanın ileri ülkeleri arasında yer aldığı bir alan da “insansız/akıllı” sistemlerdir. Suüstü/sualtı, kara ve hava sistemlerinde özgün ürünler ortaya konmuştur. İnsansız Hava Araçları (İHA) alanında 3 farklı şirket, farklı kategorilerde ürün geliştirmiş bulunmaktadır: Sabit kanatlı platformlarda “Operatif” sınıfta yer alan ANKA (TUSAŞ), “taktik” sınıfta yer alan KARAYEL (VESTEL) ve BAYRAKTAR TB-2 ile “mini” sınıfta yer alan Mini İHA (BAYKAR Makine.)
Ayrıca TUSAŞ ve BAYKAR iki ayrı döner kanatlı sistem üretmiş durumdadır.
ANKA–B tipi İHA seri üretimdedir, ANKA–S üzerinde geliştirme çalışmaları sürmektedir. Sonuncusu gece-gündüz ve her türlü hava koşulunda operasyon yapabilecek, uydu ile ve kendi aralarında haberleşme yeteneği olacak teknik açıdan son derece gelişmiş bir platformdur. Bu platform diğer “taktik” sınıftakilere göre daha büyük, daha çok faydalı yük taşıma kapasitesine sahiptir; silahlandırma çalışmaları devam etmektedir. KARAYEL’in de silahlandırma çalışmaları sürmektedir, ama BAYRAKTAR bu konuda bir adım ileridedir; atışlı testlerde başarılı sonuçlar alarak yoluna devam etmektedir. (İHA sistemleri ile ilgili bilgiler; MSI, Savunma ve Havacılık gibi dergiler ve şirketlerin web sitelerinden)
Bu platformlar dünya açısından da yeni olduğu için ihracat şansı büyük görülmektedir. Bu hedefe uygun düşer biçimde, TEİ, bu platformlarda kullanılan motorların yerlileştirilmesi konusunda çalışma yürütmektedir ve ortaya birkaç özgün ürün çıkarmış bulunmaktadır.
SSM faaliyet raporları ve performans raporlarında güncel durum ile ilgili bilgiler yayınlanmaktadır.
Buradaki veri ve bilgilerden işlerin yapılan plânlamalara uygun götürüldüğü, önemli aksama ve gecikmelerin olmadığı görülmektedir. Konunun uzmanları ve yöneticileri hayalci davranmıyorlar. Bu alanda gelişmiş ülkelerle kıyaslama içinde, bulundukları yer konusunda yaptıkları değerlendirme yerinde yapılmış gibi görünüyor. SSM’nin “Performans Programı 2015” belgesinde (sf. 17) savunma sanayi alanında dünyanın en büyük ülkeleri “Dünya Savunma Ligi” olarak 3 kategori altında sınıflandırılmıştır. Bu ülkeler; 1. kategoride ABD, İngiltere, Rusya, Fransa; 2. kategoride Çin, Almanya, İtalya, İsrail; 3. kategoride Hindistan, İspanya, Güney Kore, İsveç’tir. Burada kategorileştirmenin kıstasları yer almıyor. Ama kıstasların, ülkenin bu alanda yetenekleri, üretim kapasitesinin, savunma harcamalarının, ihracatının boyutları, bağımsızlık oranı gibi unsurlar olduğunu tahmin edebiliyoruz.
SSM burada Türkiye’nin bugünkü konumuyla ilgili şöyle bir tespit yapıyor: “Türk savunma sanayinin yaşamakta olduğu hızlı gelişime karşın, halen üst düzey ülkeler sınıfında yer bulabildiğimizi söylemek güçtür.” Hedef zaten, hazırlanan plân ve programlara uygun çalışmalarla Türkiye’yi 2023 yılında bu alanda dünyadaki gelişmiş 10 ülkeden biri yapmak biçiminde konmuştur. Öte yandan aynı çevreler gelecek ile ilgili olarak, işlerin daha zorlaşacağını da değerlendiriyorlar.
Türk savunma sanayisinde eksiklik esas olarak; muharip uçak, uzun menzilli füze vb. platformlar ile büyük platformlarda kullanılan motorlar ve türbinler gibi sistemlerde henüz üretim yeteneği kazanılmamış olunmasıdır. Ve belki bunlar kadar önemli olan başka bir husus, sanayinin üretim araçları üretimi konusundaki yeteneklerinin durumudur. Sektör için gelişmiş üretim araçlarına gereksinim olduğu açıktır. Bunların ancak bir bölümü yurtiçinden sağlanmakta, çoğunluğu ithal edilmektedir. Şimdi oluşturulmuş bir makine parkı mevcut, ancak savaş vb. ciddi durumlarda bunun da bir biçimde ikame edilebilmesi bir önkoşuldur.
Gelişme yönü, yakın ve orta vadede beklenen gelişmeler
SSM tarafından yürütülen ve sözleşmesi imzalanmış 233 adet tedarik projesinin dağılımı; %46 yurtiçi geliştirme, %22 Ar-Ge, %10 ortak üretim, %1 uluslararası konsorsiyum, %6 yurtiçi hazır alım, %11 yurtdışı hazır alım (SSM 2015 Faaliyet Raporu, sf. 48; yüzdeler tarafımızdan yuvarlatıldı) biçimindedir.
85.428.873.857 TL sözleşme bedelli bu projelerin bedellerine göre dağılımı; %30 yurtiçi geliştirme, %49 ortak üretim, %8 uluslararası konsorsiyum, %9,3 yurtdışı hazır alım, %1,4 yurtiçi hazır alım, %1,3 Ar-Ge biçimindedir.
Şu an için yürürlükte olan tüm projeler açısından görünüm böyle. Buradan gerek adet bazında, gerekse bedel bazında yurtdışından hazır alım payının %10’lara dek gerilediği görülüyor. Ortak üretim modeli proje adeti bazında %10’luk bir paya sahipken, bedel bazında %49 gibi bir pay alması, büyük ve maliyeti yüksek platformlarda ağırlıkla bu modelin uygulandığını gösteriyor. Yurtiçi geliştirme ve Ar- Ge projelerinin önemli paya sahip olduğu görülüyor. Sonuçta, gelecekte yerli üretimin yurtiçi geliştirme ve ortak üretim modeli ile %90’lara varacağı görülüyor. Burada yurtdışından hazır alım modelinde kazanılan en az %50 offset kazanımı da göz önünde bulundurulmalıdır.
Gelişme yönünün nasıl olduğunu son yıl yapılan sözleşmedeki dağılım gösteriyor. SSM tarafından yürütülen ve 2015 yılı içerisinde sözleşmesi imzalanmış 21 projenin toplam 3.705.542.422 TL olan sözleşme bedelinin proje modellerine göre dağılımı şöyledir: %85 yurtiçi geliştirme, %5,6 yurtiçi hazır alım, %6 ortak üretim. Yurtdışı hazır alım ise %1’in altına düşmüştür. Bu durum, gereksinimlerin giderek daha fazla oranda yurtiçinden karşılanacağına işaret ediyor.
SSM’nin yıllık performans programlarında her biryıl için gerçekleştirilen projeler sıralanmıştır. Örnek olarak 2016 performans programında (bkz. SSM internet sitesi) devam eden projeler yanında 2016’ya dek ve 2016 sonuna dek yapılacak işler, envantere alınacak silah ve platformlarla ilgili bilgi verilmektedir. Bunlardan bazıları şöyledir:
“MİLGEM 3. gemi denize indirilecek, özgün denizaltı geliştirilmesine ilişkin fizibilite çalışması tamamlanacaktır.
Plânlanan test merkezleri; Yüksek Hızlı Rüzgar Tüneli, Füze Sistemleri Test Alanı, UMET (Uydu Montaj, Entegrasyon ve Test Merkezi)…hayata geçirilecektir.
Jet Eğitim Uçağı ve Muharip Uçak konsept tasarımı tamamlanacak, Milli Muharip Uçak (MMU) Projesi Ön Tasarım Dönemi Sözleşmesi imzalanacaktır.
HÜRKUŞ envantere alınacaktır.
Taktik İHA, ANKA-S envantere alınacaktır.
Uzun Menzilli Tanksavar Füze Sistemi envantere alınacak, Orta Menzilli Tanksavar Füze Sistemi için …sistem seviyesi tasarım doğrulama faaliyetleri tamamlanacaktır. Geliştirilmiş Uzun Menzilli Bölge Hava/Füze Savunma Sistemi’nin ön kavramsal tasarım çalışmaları…başlatılacaktır.
Radar Gözlem Uydusu ile ilgili Ön Tasarım Tanımlama aşaması…tamamlanıp İkinci Faz Sözleşmesi imzalanacaktır.
Değişik platformlarda kullanılabilecek Faz Dizinli bir radar geliştirilecektir.
Yüksek güç ihtiyacı olan kara platformları için Milli Güç Grubu (Motor ve transmisyon) geliştirilecek olup, 2016 yılı sonunda Kritik Tasarım aşaması tamamlanacaktır.
2016 yılı sonuna kadar Turbojet Motor prototipi üretilmiş olacaktır.”
Görüldüğü gibi işler plânlandığı gibi yürütülmektedir. HÜRKUŞ, ANKA gibi büyük platformların devreye alınmaya başlandığı, MİLGEM projesinin 3. gemi ile devam ettiği görülmektedir.
ATAK helikopteri teslimatları devam etmektedir. ALTAY tankı seri üretimine 2017 yılında başlanması öngörülmektedir. Yani birkaç yıl gibi yakın vadede TSK, özgün geliştirilmiş platformlarla daha güçlenmiş olacaktır.
2016 yılı performans hedefi şöyle konmuştur: “2016 yılında Savunma ve Havacılık sanayii 2 Milyar $ ihracat, toplam 8 Milyar $ ciro gerçekleştirecektir.”(SSM 2016 Performans Programı, sf. 40)
Orta vadede gerçekleştirilecek işlerle ilgili özetle şunları söyleyebiliriz:
Cumhuriyetin 100. kuruluş yılı, savunma alanında bağımsızlaşma ve buna bağlı TSK gereksinimlerinin yurtiçinden karşılanma oranının gelişmiş ülkeler düzeyine çıkacağı bir milat olarak algılanmakta ve birçok proje 2023 yılına yetiştirilmeye çalışılmaktadır. Bu önümüzdeki 5-10 yıl gibi bir süreçte önemli gelişmeler olacağının da işaretidir. Milli muharip uçak projesinin ilk prototipi o tarihe yetiştirilmeye çalışılıyor. Uzun menzilli saldırı ve önleme füze teknolojisine sahip olma, uzaya Türkiye’de geliştirilmiş bir roket ile kendi uydularını gönderebilme gibi yeteneklerin kazanılması hedefleniyor.
Deniz Kuvvetleri’ne bağlı Gölcük Tersanesi’nde Alman HDW ile işbirliği içinde “Havadan Bağımsız Tahrik Sistemli” denizaltı üretimine başlanmıştır. İlk denizaltı 2020’de envantere girecek, 6 denizaltı üretiminin hedeflendiği proje 2025’te son bulacaktır. Bununla paralel özgün denizaltı geliştirme çalışmalarına başlanmıştır. MİLGEM projesinin devamı niteliğinde olan “İ” sınıfı fırkateyn ile hava savunma fırkateyni dizayn çalışmaları İstanbul Tersanesi Komutanlığı’nda başlatılmıştır. Projelerde ilk gemilerin üretiminin de burada yapılması planlanmıştır. MİLGEM projesi gemileri ile %60 aynı olan “İ” sınıfı fırkateynin dizayn ve inşa çalışmalarının daha hızlı kotarılacağı öngörülmektedir. Bunlarla ilgili alt sistemlerde millileştirilme projeleri de sürdürülmektedir. Özel tersanelerde inşası devam eden LST ve LHD projeleri ile TSK’nın denizaşırı güç aktarım yeteneği önemli oranda artacaktır. LST projesi kapsamında inşa edilen 2 amfibi gemi 2017’de, LHD projesi kapsamında inşa edilen 1 adet Havuzlu Helikopter Gemisi ise 2021 yılında envantere alınacaktır.
2023 hedefi savunma ve havacılıkta ilk 10 ülke arasında yer alma ve ihracatta 25 milyar Dolar düzeyine ulaşmak olarak konmuştur. Bu ihracat tutarının 5 milyarı doğrudan askeri ürünler, 10 milyarı sivil havacılık, geri kalanı da güvenlik vb. olarak öngörülmektedir. (Bkz: SSM internet sitesi –yayınlar, dergiler; SSI-TDA internet sitesi.)
Sonuç olarak
Tüm bu gelişmelerden şimdilik bazı sonuçlar çıkarabilir, bunların ne anlama geldiğini yorumlayabiliriz.
Türk sanayi bu alanda önemli bir atılım yapmış ve kazandığı yeteneklerle ortaya, küresel çapta ciddi ürünler çıkarmaya başlamıştır. Süreç; hedeflenen yere doğru yaklaşılması biçiminde işlemektedir. Türk savunma sanayisinin ortaya koyduğu ürünlerin envantere alınması ve henüz eksikliği duyulanların dışarıdan tedariki yoluyla TSK, daha modern, vurucu gücü daha çok, daha hızlı hareket yeteneğine sahip, kısaca daha güçlü konuma gelmiştir ve yakın gelecekte de gelişmenin bu yönde olacağı görülmektedir.
Havacılıkta; envantere tanker uçakların alınması ve havada yakıt ikmali gibi yeteneklerin kazanılması ile savaş uçaklarının havada kalış süreleri uzak hedeflerde operasyon yapabilecek biçimde artmıştır. Savaş uçakları ise modernizasyonları sırasında kendi üzerlerine monte edilen podlara ek olarak uydu, İHA, havadan ihbar uçakları gibi platformların desteği ile hedef tespiti; özgün geliştirilen değişik amaçlara uygun bomba, roket, füze sistemleri vb. ile daha etkili bir vurucu güç konumuna getirilmiştir. Buna ilaveten dünyada az sayıda hava kuvvetlerinde bulunan gece operasyon yeteneğine sahip duruma gelmiştir. Ulaştırma konusunda A400M gibi uçakların devreye alınması ile daha fazla gücün aynı anda havadan nakli olanaklı duruma gelmiştir.
Deniz Kuvvetleri; konunun uzmanlarına göre “mevcut yetenekleri ile halihazırda ‘Orta Ölçekli Bölgesel Güç Aktarım Yeteneğine Sahip Deniz Kuvveti’” olmaktan mevcut projelerle “‘Orta Ölçekli Küresel Güç Aktarım Yeteneğine Sahip Deniz Kuvveti’ne” dönüşecektir (MSI dergisi Nisan 2016 sayısı.)
Kara Kuvvetleri ise diğerleri yanında ATAK saldırı helikopterleri ve ALTAY tankları ile daha güçlü duruma gelecektir.
Türk burjuvazisi açısından hedef büyüktür: Önümüzdeki 5-10 senelik süre içinde TSK gereksinimlerinin yurtiçinden karşılanma oranını gelişmiş ülkeler düzeyine yükseltmek ve savunma sanayi alanında dünyadaki en gelişmişler arasına girmek.
Bu işin burada üzerinde duramadığımız; “sürdürülebilirlik”, Türk burjuvazisinin kendi içinde ve dış güçlerle çelişkiler vb. gibi yönleri de var. Bunları ileriye bırakıp can alıcı soruyu soralım:
Bütün bunlar ne için?
Bunun nedenini; askeri üst düzey yetkililer, bu alanda üretim yapan şirket sahipleri ve yöneticileri, sektörle ilgili devlet üst düzey bürokratları, hükümet üyeleri, sanki bir ağızdan sıklıkla dile getirmektedir: Ülkenin (bunu Türk burjuvazisinin olarak okuyun) menfaatlerini gereken her yerde savunmak, korumak.
T. Erdoğan’ın her fırsatta üzerine basa basa söylediği sözler, yukarıdakilerin savunma sanayisini geliştirmenin gerekçeleri konusunda söylediklerini tamamlar niteliktedir.
RTE Ankara/Gölbaşı’ndaki “ASELSAN Radar ve Elektronik Harp Teknolojileri Merkezi”nin 15. 03. 2015 tarihindeki açılış töreninde yaptığı konuşmada “…siyasi ve diplomatik gücümüzü askeri gücümüzle tahkim etmedikçe arzu ettiğimiz neticeyi alamayacağımızı da biliyoruz.”(takvim.com.tr, 16. 03. 2015.) Yine 03. 10. 2015’te, ADİK tersanesinde inşa edilen iki amfibi gemiden biri olan “BAYRAKTAR”ın denize indirilme töreninde yaptığı konuşmada, “askeri güçle desteklenmeyen diplomasi, sizi yolda bırakır. Bizim yolda kalmaya tahammülümüz yok. Her alanda kendimizi teçhiz etmeli, eksikliklerimizi tamamlamalı ve hedeflerimize doğru tam yol ilerlemeliyiz” demektedir (Savunma ve Havacılık Dergisi, sayı. 170, s. 54)
Söylenenler yoruma bile gerek bırakmayacak kadar açık. Hedef; ülkeyi en gelişmiş 10 ülke arasına sokmak, 500 milyar Dolar ihracat yapmak, yurtdışı pazarları ve yatırımları arttırmak vb. olduğunda askeri açıdan güçlü olmak bir zorunluluk olarak kendini dayatır.
Uzatmadan sözü Lenin’e bırakıp, yüz yıl kadar önce yaptığı analizlerde dediklerine bakalım:
“…kapitalist düzen içinde nüfuz bölgelerinin, çıkarların, sömürgelerin vs. paylaşılması konusunda, paylaşıma katılanların gücünden, bunların genel ekonomik, mali, askeri vs. gücünden başka bir temel düşünülemez.” (“Seçme Eserler”, Lenin, cilt 5, s. 121, İnter Yayınları, İstanbul, Haziran 1995) “Kapitalist bir devletin gerçek gücünü sınamak için savaştan başka araç yoktur olamaz…Kapitalizmde bozulan dengenin geçici olarak yeniden kurulması için…politikada savaştan başka araç yoktur.” (age. s. 150-151)
Türk savunma sanayi alanındaki uğraşın, ülkeyi, RTE önderliğinde egemen sınıfların çıkarı için nereye doğru götürdüğünü bu sözler açık seçik göstermiyor mu?
Haziran 2016