Avusturya’da Devrimci Komünist Partisi’nin inşası için çalışan komünistlerin yayın organı “Proleter Devrim”’in 75. sayısı özel sayı olarak yayınlandı. Bu özel sayıda “Üretim Süreçlerinin Dijitalleşmesi” sorunu üzerinde duruluyor. Bu önemli soruna marksist-leninist bakış açısı ile yaklaşan yazıyı çevirerek Kuzey Kürdistan-Türkiyeli devrimcilerin bilgisine sunmayı doğru buluyoruz. Yazının kapsamı geniş olduğundan, yazıyı bölümleyerek yayınlamaya bu sayımızda başlıyoruz. Yeni Dünya İçin Çağrı (Bu yazı YDİ Çağrı sayı 205’de yayınlandı)
Üretim Süreçlerinin Dijitalleşmesi
“Dijitalleşme”, bu şimdi en çok kullanılan sloganlardan biridir. ([1]) Kapitalist bir örgütün hiçbir belgesi, hiçbir hükûmet programı, bir siyasetçinin hiçbir nutku “dijital devrim” veya “dijitalleşme çağı” üzerine laf kalabalığından yoksun değildir. “Dijitalleşme”, bu bugün bir yandan burjuvazinin bizzat kendisine, üretkenliği canlandırmak için daha fazla rasyonelleştirme ve otomatikleştirmeyi gerçekleştirmeye bir çağrıdır; diğer taraftan ise sermayenin sübvansiyonlar (teşvikler) için milyarları hazır hâle getirmesinin niyet ilanı ile bağ içinde burjuva siyasetinin gösterişçiliğidir. Ama işçi sınıfı ve halk bunu her şeyden önce, kendisini neyin beklediği konusunda uyarı olarak (bir uyarı daha!) kavramalıdır. Bu kavram kısa süreden buyana daha fazla sömürü, işsizlik ve zorluk için yeni bir şifre hâline geldi.
- “Dijitalleşme” – Sermayenin ümit ışığı ve mücadele sloganı
Dijitalleşme yeni bir şey değil, bilakis zaten birkaç on yıldır süren ve bugün onun hakkında çıkarılan çok gürültüye bir anlamda gerek olmayan bir süreçtir. Telekomünikasyon, medya vs. konusundaki bilgilendirme ve iletişim teknolojisi ile ilgili olarak ise bu, yani analogdan dijital medyaya geçiş (Örneğin, plaktan CD’ye veya eski telefondan akıllı telefona vs. geçiş) çoktandır kitlesel bir görünümdür. Burada sermaye için, özellikle bundan kazanan branşlar için söz konusu olan (büyük veri miktarlarının kârlı değerlendirilmesi vasıtasıyla) kâr sağlamaktır. Tüm yaşam alanlarının dijitalleştirilmesiyle “camlaşmakta olan insan”dan, rekabet avantajları sağlamak ve pazar paylarını arttırmak ve devletsel gözetleme siparişine cevap vermek için yararlanmaktır.
Bugün “dijital devrim”den söz edilildiğinde, ama böylesi şeyler değil bilakis malzemesel üretim süreçleri (mal ve hizmet üretimi) ile birlikte dijital bilgilendirme ve iletişim teknolojisi ve sirkülasyon süreçleri (ticaret ve lojistik) ve de diğer toplumsal alanlarla birleştirmeyi içeren bir dijitalleşme söz konusudur. ([2]) Bu dijitalleşme de “real ekonomi” ve toplumsal alt yapıda yeni değildir, zaten birkaç on yıldır vardır ve bu, tüm branşlar ve alanlarda daha büyük veya küçük çapta gerçekleşiyor. Ama bu son yıllardaki dijital medya ve süreçlerin ilerleyen gelişmesiyle birlikte önemli derecede hız kazanıyor.
Biz burada –hizmet üretimine ara sıra değinerek– mal üretiminin dijitalleşmesi üzerinde yoğunlaşacağız. ([3])
Bu, 1970’li yıllarda, dijital medya ve endüstriyel uygulamalar aslında elde bulunur bulunmaz, önce otomotiv sanayiindeki akar şeritte imalât ([4]) ve de dijital olarak yönlendirilen araç gereç makineleri (torna tezgâhları, delme makineleri…) için ve birçok branşta, (örneğin, makine ve tesis inşasında (CAD/CAM, CIM ([5]) …) birkaç noktada başlayan bir süreçtir. Mikroçipler keşfedilir edilmez delikli kartlar ve şeritler miadını doldurdu ve daha randımanlı büyük bilgisayar sistemleri giderek kullanılabilir hâle gelir gelmez bu, önceki dijitalleştirilmenin sıçramalı bir ilerleyişine sevk etti. Sonra 1990’lı yılların başlarında buna internet eklendi. ([6]) Artık “Yeni Ekonomi” doğmuştu. “Dijitalleşme”nin bugün olduğu gibi, bu, o zamanlar moda sözcük ve moda branş idi. Sadece birkaç yıl süren aşırı derecede coşkudan sonra 2000 yılında “Dotcom” balonu (“New Ekonomy”nin kalbi) büyük gürültüyle patladı ve hisse senedi piyasaları ve konjonktürün dünya çapında bir kırılması patlak verdi. Bu moda sözcük sessiz-sedasız kullanımdan çıktı – bununla bağlantılı batıl inanç ve spekülatif abartı bugün “dijitalleşme” sloganı altında bir yeniden dirilişi kutluyor. O zamanlar New Ekonomy’nin teknik temelini oluşturan şeyler (yarı iletkenlik teknolojisi, mikro elektronik, bilgilendirme ve iletişim teknolojileri…), bugün “dijitalleşme” diye adlandırılan tekniğin de temelidir. Aradaki fark, bugün birincisi, özünde daha ileri teknolojinin elde bulunmasından ibarettir: esas olarak daha verimli ve güvenilir sensörler mevcuttur, bazı alanlarda veri toplama ve iletişim tutanakları standardize edilmiştir, performansı yüksek bilgisayar sistemleri, devasa veri depo ve ağ kapasiteleri ve daha ucuz hardware vardır. Ve ikincisi; üretimin dijitalleşmesi de özsel olarak eskiye göre daha fazla hedeflenmektedir. Fakat –her ne kadar dijitalleşme uğruna bugün koparılan şamatayla farklı bir şekilde yansıtılsa da– esas teknik temel eskiden olduğu gibi şimdi de aynıdır.
2011 yılı Alman “Endüstri 4.0 Platformu”nda ([7]) bugünkü “dijitalleşme” projesi şöyle okunuyor: “Endüstri 4.0’da üretim en modern enformasyon ve iletişim tekniği ile iç içe geçiyor… Buhar makinesi, akar bant, elektronik ve İT (“Intelligence Technologies“ / akıllı teknoloji –ÇN)’den sonra şimdi akıllı fabrikalar (‘smart factories’) dördüncü endüstriyel devrimi belirliyorlar. Bunun için teknik temel, onların yardımıyla en kapsamlı bir şekilde kendi kendini organize eden üretimi mümkün kılan akıllı, dijital ağlandırılmış sistemlerdir: İnsanlar, makineler, tesisler, lojistik ve ürünler Endüstri 4.0’da doğrudan birbirleriyle iletişim kurmakta ve iş birliği yapmaktadırlar. Aynı üretim süreci içinde bulunan şirketler arasındaki üretim ve lojistik süreci akıllı bir şekilde içiçe geçirmektedir…” Tüm bunlar epey abartılıdır ve her şeyden önce “en kapsamlı bir şekilde (!) kendi kendini organize eden” üretim, olsa olsa bir “fantazi”dir ve her yerde işin içine karıştırılan ve kabak tadı veren “akıllı” sözcüğü de bunu değiştirmemektedir. Burada bugünün ve yarının endüstriyel gerçeğinde ölçüldüğünde, en iyi hâlde çok uzak gelecek vizyonu olan şey abartılarak anlatılmaktadır. Tüm üretim süreçlerinin dijitalleşmesi aslında örneğin bir kütüphanenin, polisin gözetleme dosyalarının veya reklam ve pazarlama amacıyla büyük insan gruplarının tüketim davranışlarının dijitalleşmesinden tamamen bambaşka çapta bir görevdir, üretimin tek tek kısmi süreçlerinden de karmaşıktır.
“Endüstri 4.0”, Alman tekelci burjuvazisi ve onun hükümetinin 2001’de dünyaya sunduğu bir propaganda, araştırma ve sübvansiyon programıdır. Alman tekelci burjuvazisi ve onun hükümeti bu rota üzerinden Alman sermayesine damga vurucu bir üretkenlik ve rekabet avantajı yaratmaya ve bu vasıtayla “teknoloji önderliği”ni uluslararası alanda gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Bu nedenle “Endüstri 4.0” Alman programı, –Örneğin, ABD, Fransa ve Çin burjuvazisi ile veya onlara karşı açıktan açığa rekabet içinde– en azından birkaç alanda, böylesi “teknoloji önderliği”ni kazanmayı anlaşılabilir tarzda hedeflediğinden, yurtdışında da ona kuşkuyla bakılmaktadır.
Burjuva ekonomisinin bir referans eseri olan Gabler Ekonomi Sözlüğü’ndeki “Endüstri 4.0” tanımlaması ikircikli olduğundan ilginçtir. Önce resmi kutsal sözcük can sıkıcı bir şekilde yinelenmekte: “Rakamın işaret ettiği sözde dördüncü endüstriyel devrim bireyselleştirme (bizzat seri imalâtta bile) vasıtasıyla veya ürünlerin melez elde etmek için karıştırılması (üretim ve hizmetin bağlaşımı) ve müşteri ve iş ortaklarının iş ve değer yaratma süreçlerinde entegre edilmesiyle kendini belirler. Esas bileşim parçaları içine yerleştirilmiş sistemler ve (kısmi) otonom makinelerdir… Teknolojilerin birbirleriyle ağlaştırılması ve çiplerle donanmış eşyalar yüksek derecede karmaşık yapıları ve siber-fiziki sistemleri (CPS) veya internetteki şeyleri sonuçlandırır. ” Ama sonra bugünkü kampanya hemen güçlü bir şekilde görecelendirilir: “‘Endüstri 4.0’ bilim iletişiminde de kullanılan bir pazarlama kavramıdır ve Alman Federal Hükümetinin bir ‘gelecek projesi’ içindir. … Pazarlama kavramı olarak ‘Endüstri 4.0’ … bilimsel bir daha belirginleştirmeden çok kaçınmaktadır.” Devamında buna rağmen kullanım alanları ve avantajları genişçe anlatılır; ama sonunda yeniden çekinceler kaydedilir: “Endüstri 4.0’ın karmaşık yapılarının yüksek derecede bunalımlı olmaları dezavantajlıdır. Özerk sistemler ya uygun olmayan kuralları izlediklerinden ya da durumları ve olayları doğru olmayan bir şekilde yorumladıklarından yanlış karar alabilirler. İnsanları yaralayabilir ve kazalara sebep olabilirler… Ahlaki bakımdan otomatikleştirilmiş kararlar…makineler etiğinin konusudurlar. Enformasyon etiği, sistemlerin manipüle etmesi ve bilgisayar güvenliğinde güvenlik mekanizmasının dışardan illegal olarak kırılıp, sisteme girilmesi, onların yanlış verileri kullanması ve yanlış bilgileri teslim etmesi ve düşmanca tarzda devralınabilmeleriyle uğraşır. Kendi başına giden otomobiller ve ağlandırılmış (akıllı –ÇN) evlerde (Smart living) camdan vatandaşlar, tıbbi robotlar ve elektronik işlemler sayesinde camdan hastalar hâline geleceğiz. Eğer iş ve kalifiye güçlerin (kısmen) özerk makineler yerine geçmesi söz konusuysa, buna çalışma etiği eklenecek.” Sermayeden yapabileceği beklenen birçok “etikler” bir tarafa bırakılırsa, en azından burada “şeylerin interneti”nin ne kadar olgunlaşmamış, kolay kırılabilir ve hassas olduğuna (ve birçok bakımdan böyle kalacağına) dikkat çekiliyor. |
Avusturya “Sanayiciler Derneği” doğal olarak bu kadar abartmıyor ve görünen o ki, olağanüstü ölçüde bir mucize beklemiyor. “Endüstri 4.0” maddesinde/başlığında şunlar okunuyor: “Araştırma, teknoloji ve inovasyon (ATİ) Avusturyalı şirketin uluslararası pazarda başarısı için taşıyıcı kolonlardır. Bu bağlamda Avusturya’daki inovasyon (yenileme, yenilik) sürükleyicileri olarak öncü işletmelere kilit bir rol düşmektedir. ATİ alanı bütün inovasyon zinciri boyunca – fikirler üretmeden pazara sunmaya kadar konuları içine almaktadır. ATİ’yi finanse etmenin ve inovasyon yeni yetişenlerinin güvence altına alınması, tekniğin daha da geliştirilmesinin ve üretimin dijitalleşmesinin ve de iş modeli inovasyonlarının… teşvik edilmesi buna dâhildir. Geleceğin şirket yapılarını, üretim, ticaret ve çalışma süreçlerini temelden değiştirecek olan yüksek derecede otomatize olmuş ve ağlanmış endüstriyel bir üretim ve lojistik zinciri ideal örnektir. “Endüstri 4.0” müşterilerin isteklerini gerçek zaman içinde entegre eden ve yeni inovatif hizmetleri ve iş modelini mümkün kılan yüksek derecede etkili ve yüksek derecede esnek bir üretim için zemini yaratır.”
Yani üzerine çokça yalvarıp yakarılan “dijital devrim” işte budur. Neden “devrim”? ([8]) (bugünlerde her bir nane hemen bir “devrim”e şişirilmesinin ötesinde) Endüstri 4.0 ile ilgili olarak üretim tarzının bir devriminden söz etmek için bunu haklı çıkaran niteliksel yeni gelişmeler var mıdır? Dijitalleşmenin çekirdeği ağlaştırılmış siber-fiziki sistemlerdir. Bunlarla ya kendi başlarına ya da insani işgücünün tamamlayıcı olarak kullanılabilen programlaştırılabilir makineler adlandırılırlar. Bu bağlamda onlar internet vasıtasıyla sürekli olarak birbirlerine bağlıdırlar ve belirli bir seviyede iletişim kurmak ve belirli koşullarda değişmekte olan dış şartlara esnek bir şekilde reaksiyon göstermek durumundadırlar. Hem bu konsept hem de bu gelişmenin temelinde yatan teknoloji de şimdiye kadar mevcut olandan devrimci bir şekilde farklı değildir. Sayısal mekaniği emin bir şekilde kullanabilmekten uzak olarak bugünkü bilgisayarlar hâlâ daima daha randıman verici yetenekli mikroişlemci ve çiplere dayanmaktadır. Computer-integrated-manufektoring (CIM – Bilgisayar Entegre Fabrika –ÇN) konsepti 1973 yılı tarihlidir ([9]), bunun kısmi alanları ise hatta daha 1960’lı yıllardandır… (Üretimin dijitalleşmesi şeklinde sunulan şey ile eskinin CIM’i arasındaki bir fark, zamanında ada-çözüm olanın bugün Endüstri 4.0’daki üretim birimlerinde herşeyin birbiriyle internet ağıyla bağlanmış olmasıdır. Hatta bu bile yeni değildir, oniki yıl önce “zafer” kazanmıştı. İletişim tekniği RFID, yani elektro manyetik dalgalara dayalı identifikasyon (özdeşleştirme), on yıllardır kullanılmaktadır.” (René Arnsburg, “İnsansız Makineler mi?” ([10]), s.29 vd., Alm.)
Bu konu yeniden niye böylesine abartılıyor? Önce, dijitalleşmeyi satan (hardware, software, hizmet) branşlarının sermaye çıkarları söz konusudur. Birkaç devasa tekel pazara hâkimdir ve milyarlarca kârı istif etmektedir; ama bunlar kendi aralarında keskin bir rekabet savaşı yürütmektedir; daha şimdiden kimi (daha küçüğü) ya tamamen ya da bazı iş dallarında çöktü; bunu diğerleri, (büyükler de dâhil olmak üzere) takip edecektir. Yüksek ciro ve kâr marjı ve pazar payları güvence altına alınmak zorundadır; çünkü rekabet daha keskinleşecek, kâr çöküşleri, borsa krizleri ve devralışlar tehdit etmekte; düşmanca (veya az veya çok “dostça”) devralışlar veya böylelerinden korunmak için savaş kasası dolu olmak zorundadır… Ancak her kim, hem de güçlü bir şekilde büyürse, o hayatta kalır. Büyüme tam da bu branşlar için olmazsa olmazdır, bunsuz hisse senetleri çöküşe uğrar ve bu business’ın (iş kolunun) oluşturmuş olduğu spekülasyon balonu patlar – onların öncüsü “Dotcom-balonu”nunda olduğu gibi. Bunu tüm ekonominin hiç ya da ancak cüzi büyüme zamanlarında çok yalpalamalı yapar ve bu noktada riskli branşlar; çünkü onların “firma değeri” (borsa değeri) esas olarak sadece emin olmayan bir geleceğin iskonto edilmesinden ibarettir. Bu büyüme atlanırsa, o zaman –aynı bir piramitler oyununda olduğu gibi– yıkım tehdit eder.
Dijitalleşme histerisinin ardında her şeyden önce sermayeyi kendine çekmek için yenilikleri abartmak çabası “saklıdır”. Bizzat dijital branşı kendisinin hardware, software geliştirmesi ve pazarlama firmalarıyla hep birlikte Ventura sermayesini kendine çekme konusundaki kendine özgü yetenekleri ve olanağının en mümkün olduğunca şişirilmiş bir ortaya koyuş vasıtasına dayanmaktadır… Endüstri 4.0 kavramı her şeyden önce kapitalistleri yatırım dostu bir havaya sokması gereken bir kavramdır.” (Arnsburg, Age., s.25)
Diğer branşlarda durum nasıldır? Bunlar dijitalleşmeden ne beklemektedirler? Onlar üretkenliğin bir artışını beklerler; bunun beraberinde getirdiği sonuçta rekabet avantajları, bunun beraberinde getirdiği sonuçta birazcık daha fazla ekonomik büyüme ve her şeyden önce ekstra kârlar – hep onların acilen gereksinim duyduğu şeyler. Ne var ki bu bağlamda ne dijitalleşme ne de başka bir mucizevi ilaçla üstesinden gelinebilir bir sorun vardır. Bu, ne kadar çok dijitalleşme olursa olsun, sermayenin gerçek problemlerini ortadan kaldırmadığında yatmaktadır: Aşırı üretim, aşırı akumülasyon (birikim), krizler ve stagnasyon (durgunluk), pazar anarşisi, para sermayesinin aşırı büyümesi, “reel ekonomi”deki yatırım faaliyetini felç olması; bunun yerine spekülasyon balonunun daha da fazla oluşması, uluslararası rekabetin keskinleşmesi, artan derecede istikrarlı olmayan çevre…
Dahası, gaz verilmesi gerekli olan dijitalleşme, sanayi realitesinde ancak güç belâ ilerlemektedir. Bu endüstrinin “dijitalleşme derecesi” Almanya’daki McKinsey’in bir araştırmasına göre ancak %10 civarındadır. ([11]) “Endüstri 4.0” Alman kampanyası 2011 tekelci burjuvazi ve hükûmeti tarafından büyük bir şamatayla ilan edildi; –devletsel sübvansiyonları akıcı hâle getirmek yan amacıyla– daha çok bir propaganda ve pazarlama kampanyası olarak kaldı. Kendisinin tek tek kesitlerinin birbirleriyle ağ vasıtasıyla bağlanmasıyla birlikte bizzat üretim süreçlerinin dijitalleşmesi, aynı zamanda belirli kapsam içinde, dikey “değer yaratma zincirleri” (yani teslimatçılar ve müşterilerle ağ vasıtasıyla bağlantı kurmaları) tabii ki gerçekleşmektedir ve bu zaten uzun zamandır söz konusudur. Fakat bu iddia edilenden esaslı biçimde daha ağır; hız ve yoğunlukta eşit olmayan oranda gerçekleşmektedir. Bütün bir üretim zincirini hemen hiç kapsamamakta ve esasta onun kısmi kesitlerinde gerçekleşmektedir. Anlayacağınız şimdiye kadar, öyle çığırtkanca propaganda edildiği ölçüdeki bir “dijitalleşme ofansifi”nin lafı bile olmaz.
Alman IT-Sanayinin Birliği BitCom’un açıklamaları (burada ve akabindeki tüm alıntılar BitCom/Themen/Digitale Transformation/Branchen internet sitesinden) aydınlatıcıdır: BitCom coşku ve parlak bir dijitalleştirilmiş gelecek saçmakta, ama aynı zamanda “şirketlerin ağ içindeki üretim ve ürünler için inovatif dijital teknolojilere yatırımlarda ne var ki henüz çekingen (olduklarını)”; 100’den fazla çalışanı olan 559 işletmede 2016’da yapılan bir ankete göre … neredeyse şirketlerinin hepsinin Endüstri 4.0 için bir bütçe planlamış (oldukları), ama ortalama değer olarak toplam cironun sadece %4’ü” ([12]) (BitCom düş kırıklığına sebep olan bu değeri devletlerden daha fazla sübvansiyon talep etmenin vesilesi yapıyor); “sanayi şirketleri ile dijital branşı arasındaki işbirliğinin şu anda yeterli olmadığı”: şirketlerin %54’ü platform ekonomisi kavramını (tanımadıkları) ve bu kavramdan bir şeyler anlayabilecek her üç kişiden biri ise bu platformların kendi işletmesine yaramadığı” vs. vb. konularda ahu vah etmektedir. “Endüstri şirketleri özellikle kuşkuludur: Onlardan üçte ikisi (%67’si) bu konunun (platform ekonomisi) kendileri için önemsiz olduğunu söylüyorlar.” BitCom’un bazı pasajlarında dijitalleşmenin çok yavaş ve asıl üretim süreçlerinde özellikle yavaş ilerlediği (burada branşın iş yapma olanaklarında nelerin yitirildiği ile ilgili olarak!) âdeta hayal kırıklığı yansımaktadır. Ama “iş iştir” denerek derhal üretimin dijitalleşmesindeki “eksiklik” hemen yinelenerek “telafi edilir” ve rasyonalize edilir (haklı çıkartılır): “Realitenin bugün (!) gösterdiği üzere, Endüstri 4.0’ın asıl devrimi üretimde değil, bilakis iş modellerinde gerçekleşmektedir. Bu bağlamda dijital platformlar özel öneme sahiptirler. Kendi veri bazlı artı değer randımanlarıyla kendilerini imalâtçı ile müşteri arasında kaydırırlar…” Bunun açıkçası şudur: Üretimdeki dijitalleşme öyle pek ahım şahım görünmemektedir, bununla bizler, IT-branşı, yeteri kadar kâr yapamayız, o hâlde daha ziyade alışveriş platformlarına, pazarlamaya ve reklama vs.’ye yüklenelim; aracı, arabulucu vs. olarak çoğu kez asalak tarzda – sirkülasyon alanına girmeyi zorlayalım ve reklam yapalım. Ve böylesine zavallı, sakat bırakılmış bir proje mi kastediliyor “dijital devrim” ile?
“Dijitalleşme ofansifi”, özellikle üretimdeki (ama sadece bu değil), uğruna koparılan birçok gürültüye rağmen neden felce uğruyor? Yoksa bizzat kapitalistler bile kendi kampanyalarına pek inanmıyorlar mı? Yoksa belki de dijitalleşmenin gideri-faydası-analizi emperyalist ülkelerdeki canlı işgücünün artarak daha ucuz ve daha “esnek” olduğu ve yeni sömürgeci ve bağımlı ülkelerdeki devasa bir ucuz ücret sektörünün eskiden olduğu gibi şimdi de hazır ve nazır bulunduğu zamanlarda (her ne kadar Romanya’dan Bangladeş ve Çin’e kadar sert sınıf mücadelelerinden sonra artık birkaç yıl öncesine kadarki gibi her yerde çok ucuz olmasa da) çoğu kez hesaplarına gelmemekte mi? İhtimal dâhilinde görülen devlet imtiyaz ve destekleri (doğrudan sübvansiyonlar, vergi imtiyazları, temellerin araştırılmasının devlet tarafından finanse edilmesi, üniversitelerin sermaye için bedava veya neredeyse bedava ekstra çalışmaya yönlendirilmesi ([13]) …) ve bileşenli fiyatların dikkat çekici bir şekilde düşüşü ([14]) dijitalleşmeye yatırımları umut edilen ölçüde kanatlandırmıyor. Dijitalleşme, her türlü coşkuya rağmen, kâr avında ve bununla ilgili maliyet fiyatlarını hesaplamada yine de sadece bir kalemdir ve en önemli bir kalem bile değildir.
Teknik ilerlemeye ve bu noktada dijitalleşmeye karşı koyan bir dizi faktör vardır (dijitalleşme teknik bir ilerlemeyi ifade ettiği ölçüde). Bir kez, teknik ilerlemeyi sadece kapitalistçe çarpıtmak ve yoldan çıkartmak değil, aynı zamanda frenlemek de kapitalizmin, özellikle bugünkü emperyalist evresinde kapitalizmin içinde barındırdığı eğilimidir. Burada bir çelişki etkili olmaktadır. Bir yandan her kapitalist kendi rakiplerininkinden daha yüksek bir üretkenlikle ilgilidir, çünkü bu ekstra kâr vaat eder. Diğer yandan rasyonelleştirme yatırımları, her şeyden önce derinlemesine dijitalleşme ve robotlaştırma külliyetli miktarda paraya mal olur ve sıkça zor tahmin edilebilen bir işletme riskini oluşturur (her şeyden önce daha henüz olgunlaşmamış teknolojide) – ki bu, eğer bir bütün olarak bu sınıf ve de uluslararası çapta teknik ilerleme ile ilgili olarak frene basmışsa, tasarruf edilebilecek paradır. Branş ne kadar daha güçlü bir şekilde tekelleşmişse, bu, bir o kadar söz konusu olacaktır. Otomotiv sanayii bunun için iyi bir örnektir. Birçok örnek vardır. Eğer daha az ileri, hatta daha eski, rektifiyeden geçmiş, itibarını yitirmiş teknoloji ile, ama buna karşın çok daha düşük ücret, çok daha uzun çalışma zamanı, çok daha büyük çalışma temposuyla aynı veya muhtemelen çok daha fazla kâr çıkarılıyorsa – o zaman teknik ilerleme felce uğrar veya teknik ilerlemeye ilgi söner.
Şu andaki konjonktür de buna keskinleştirici etki yapmaktadır. Her ne kadar anda (2016 sonundan beri), (konjüktürde –ÇN) yeniden, saman alevi ile karşılaştırılabilecek birazcık yükseliş varsa da bu titrek ayaklar üzerinde durmakta ve görünen o ki, zaten yeniden tavsamaktadır. Durum sermaye için can sıkıcı. Sermaye zaten on yıldır gerçekten krizden veya durgunluktan çıkmıyor. Bu da kâr oranlarını ve “yatırım eğilimi”ni aşağıya çekiyor. Bir kere, üretimin dijitalleşmesi her ne kadar rekabet avantajı ve ekstra kâr vaat etse de her şeyden önce, (dijitalleşmenin –ÇN) –bunun bir bölümünü devlet sübyanse etmiş olsa da– yüksek yatırım masrafları vardır. Dijitalleşme için Hardware ve Software teslimatında bulunan branşlar doğal olarak dijitalleşmenin hızlandırmasıyla bir o kadar daha ilgilidirler, ama diğer burjuvazi için eldeki (kısa vadeli) serçe çatıdaki (uzun vadeli) güvercine çoğu kez tercih edilir –ÇN]. İşçi sınıfının sömürülmesinin keskinleştirilmesi, devlet vasıtasıyla paylaştırma, yeni sömürge ve bağımlı ülkelerin yağmalanması birçok kat daha hızlı ve büyük kâr vaat eder. Her halükârda kısa ve orta vade –ve uzun vade ile ilgili olarak– ünlü J. M. Keynes kendisinin “uzun vadede hepimiz ölü(yüz)” imasıyla zaten burjuvazinin bakış tarzını dile getirmişti.
Her rasyonelleşmeyle zorunlu olarak daima sömürünün artışı da birlikte olur (örneğin daha pahalı üretim araçlarının kullanımının ekonomikleştirilmesi amacıyla vardiya, gece ve hafta sonu çalışma mecburiyeti, iş yoğunluğunun artışı, işgücünün bir kısmının kalitesizleştirilmesi vs.). Siyah-mavi-hükûmetin [Avusturya’da şu andaki koalisyon hükûmetini oluşturan ÖVP (Halk Partisi) -siyah- ve FPÖ (Özgürlükçü Parti) -mavi-’lerini sembolize eden renkler – ÇN] hükûmet programında da bir sömürü ve yağmalama saldırısı “Dijitalleşme ofansifi ([15])” ile el ele gidiyor (her ne kadar tumturaklı boş laf bakımından zengin, fakat içerik bakımından epeyi zayıf olsa da). Dijitalleşmenin önümüzdeki yıllarda Avusturya’da da ileriye doğru bir atılım yapması gerekir, aksi hâlde muhtemelen onun rekabet konumu baş aşağı gitmeyi sürdürür. İkincisi; bununla işçi sınıfı ve halkın tehdit edilmesi ve ürkütülmesi ve daha fazla işsizlik ve daha düşük ücretlere alıştırılması gerekir (Alman sendika çevrelerinde bunun için “korku ve acizlik 4.0” ifadesi kullanılıyor). Üçüncüsü; devlet bürokrasisi ile vatandaşın ilişkisinden sağlık düzenine, okul düzeninden devletsel şiddet aygıtına (“güvenlik alanı”na) kadar bürokrasi ve şiddet aygıtındaki her şeyi ve herkesi yoğunlaştırılmış dijitalleşme aracılığıyla devlet gözetimi altında tutma ve ağır baskı yaşamın tüm alanlarında güçlendirilmelidir. Dördüncüsü; dijitalleşme, toplumumuzdaki gerçek çelişkileri ve krizi ve kapitalizmin perspektifsizliğini ortadan kaldırmak için ideolojik sis bombasıdır. “Dijital Devrim” uğruna bu kadar gürültü patırtı bundan dolayıdır.
- Üretimin dijitalleşmesi: “Vizyonlar”, fanteziler ve gerçeklik imparatorluğundan birkaç somut örnek
Burjuvazi ve onların ideologları tarafından, üretimin dijitalleşmesinde bütünüyle bir devinim, “üretici güç gelişiminin yeni” bir “kalitesi”, niteliksel teknik bir devinim (ve toplumun devinimi!), yani işte “dijital devrim” söz konusudur, izlenimi uyandırılmaktadır. Kendimizi “vizyonlar”ın imparatorluğunda bulmaktayız. Burada, dijitalleşmenin özellikle gayretkeş bir savunucusu okunduğunda, “imalatçıya bağlı-merkeziyetçi software gelişiminden, kaynağı açık kendi kendini organize eden-ağ türünden software gelişimine” (ve aslında her türlü gelişime) “geçiş” söz konusudur. Buna göre, her şey kendi kendisini organize eder, bizzat kendisiyle ağlar kurar, gelişir ve kendi başına karar verir, “‘imalât zekâsı’, (not: sermayenin imalâtçıya bağımlı-merkezi kumanda merkezinden), neyin yapılması gerektiğine, yerel elde hazır bulunan bilgiler nedeniyle, … şimdi özerk olarak karar veren paylaşılmış, iç içe geçmiş temsilciler –makine veya insan– düğümlerine göç eder. İmalât stigmerjik nitelik kazanır.” ([16]) Yani “girift düğümler”, “kendi kendilerine” ve “özerk” karar verirler … hangi bakımdan ve kimden veya neyden özerk? Hangi karar parametrelerine dayanarak? İnputların kaynağı ne? bu “kendi kendine”yi kim, nasıl ve hangi çıkar ve amaçla programladı? Bu “kendi kendine”nin algoritmalarını kim öngörüyor (çünkü bu kesinlikle bizzat “kendi kendine”nin kendisi olamaz mı?)? Yani lafın kısası: Burada hangi somut hedefler ve sınıf çıkarları bakımından karar verilir, programlanır ve çalışılır?
“Proprietär” “imalâtçıya bağımlı”, “mülkiyete veya mülkiyet sahibine ait olan” demektir ve “stigmerji” köken olarak bir termitler inşasının kendi kendini organize etmesini anlatan bir konsepttir ve burada “ademi merkeziyetçi olarak organize edilmiş bir sistemdeki iletişimin özel bir biçimini anlatmak için” bir “konsept” (Wikipedia) anlamına gelir. Bay kapitalistin (kendi üretim araçları üzerindeki mülkiyeti üstüne temellenmiş) üretim süreci üstündeki kontrolünden vazgeçeceğine gerçekten inanır mı? Kapitalist, işçi ve makine el ele kol kola stigmerjik tarzda ve üçünün tümü kendi kendisini organize etmiş ve kendi kendisini belirlemiş olarak “girift düğümler” ağlarıyla bağlanmış, öyle mi?
Eğer birileri dijitalleşmeden sadece internet siteleri ve platformlarını, bilgisayar oyunlarını veya cloud’ları tasavvur edebiliyorsa veya üretimin “copy and paste”den ibaret olduğunu sanıyorsa, o zaman bu, zavallı kişinin aklına yatkın gelebilir… Ve bu tüm “kendi kendine organizasyonun” bir veya diğer emperyalist tekelin sağlam bir şekilde elinde bulunan, termitler emeğini bedavadan kendine mal eden ve ticari amaçlar için araştıran ve bunu da hemen “kendi kendini organize edenlerin” manipüle edilmesinde ve gözetim altında tutulmasında kullanan kâr makinesi olduğunu bütünüyle gözden kaçırabilir. Tam da söz konusu IT-holdingleri, dijital medya, software, platformlar vs. üretenler, yani hepsinin arasında “en stigmerjistik olanlar”, tam da bunun tersini kanıtlıyorlar. Ağ içinde karıncalaşan çok sayıdaki insani kullanıcı-termitler mesela teknolojik gelişmeyi, ticari kararları ve genel olarak bu tekellerin iş siyasetinde en uzaktan olsa bile etkili olabilirler mi?
Gerçeklik bir kerelik görmezlikten gelinmiş ve bir seferliğine kapitalizm hokkabaz sihriyle ortadan kaldırılmış olsa, o zaman bütünüyle dijitalleşmiş, kendi kendini organize eden, süper esnek ve süper akıllı robotlar ve “nefes alıp veren ağlar”ın düşü görülebilir –ve hatta bunların, pazarların gelecekteki durumlarından da, gelecekteki müşteri ihtiyaçlarından ve bununla birlikte talep vs. için– böylece kapitalist üretim anarşisini, aşırı üretimi, krizleri vs. engellemek için, hatta insani “varlık” (yani tüketici olarak) yararlanılabilirliği bile düşlenebilirdi. Toplumun “stigmerjik” bir organizasyonunda “insanlar” daha fazla kendi kendilerini belirlemeye, özgürlüğe, adalete vs. doğru ilerleyebilirlerdi ([17]) – aynı termitler tepesinde olduğu gibi, orda da oluyor ya! Ve eğer yine de olmazsa, o zaman da trans hümanizm aracılığıyla dünyevi matem vadisinden kaçmaya çalışılabilir. Bunlar faşing şakaları değildir; tüm bunlar yaygın bir şekilde tartışılmaktadır. Ve tabii ki, her şey kapitalist özel mülkiyetin, “pazar ekonomisi” adıyla üretim anarşisinin, rekabetin, üretimin biricik itici gücü olarak kârın, kapitalist birikimin yasalarının vs. sürüp gitmesi koşullarında.
Kuruntular imparatorluğundan birkaç kat aşağıya, düşünce ya da daha iyisi ideolojik temele inilirse, tüm zalimlikleri ve sömürüsüyle gerçek kapitalist üretime varılır. Oraya varıldığında bizzat burjuvazinin kendisinin dijitalleşmeden neyi tasavvur ettiği ve bununla ilgili olarak gelecekte ne yapmayı düşündüğü incelenebilir.
O zaman dijitalleşmenin sermaye için işe yarar olduğu derecede, bir diğer rasyonelleşme dalgasından ve otomatikleşmenin özgün bir biçiminden başka bir şey olmadığı görülür –ve bundan ne bir fazla ne de bir eksik. Bu bakımdan o (dijitalleşme –ÇN) şimdiye kadarki gelişimin bir devamıdır. ([18]) Üretim işlemi (özelinde) ve üretim yöntemleri (somutunda), kapitalist üretim tarzının teknik temeli olarak ve onun kapitalist biçimine sıkıştırılmış olarak dijitalleş(tir)me aracılığıyla hızlı bir şekilde daha da geliştirilmesi gerekir; bunun ötesinde ama, “onun üzerindeki” “değer yaratma zincirleri”nin (“iş modelleri”nin) örgütlenme biçimlerinin iyileştirilmesi gerekir; yani esasında bir üretim sürecinin ve onun öncesi ve sonrasını takip eden süreçlerin çeşitli kesitlerinin arasındaki iletişimin ve koordinasyonun iyileştirilmesi gerekir (teslimatçılar, müşteriler, ortaklar ile ağların oluşturulması).
Her konjonktür tahlili, her OECD- “Economic Outlook”, küresel rekabetin her tahlilinde vs., yani durumun her ekonomik araştırması ve kapitalist ekonominin perspektifinde, her ne kadar dijitalleşmeye herhangi bir yerde muhtemelen değinilse de ama somut olarak özel bir rol oynamamaktadır. O, büyümenin taşıyıcısı, üretkenliğin arttırılışının ana iticisi olarak, tüm rasyonelleşmenin belkemiği olarak somutta değil, sadece dekoratif olarak geçerlidir. Hatta azami kârın ana manivelası bile değildir. Tek başına reel ücretlerin düşürülmesi, vardiya ve gece çalışmasının ve genel olarak iş zamanının genişletilmesi yoluyla edilen kârdan daha fazla kazanç elde edilebilecek kadar fazla dijitalleştirilemez. Son iki on yıl içinde bu böyleydi ve böylece kalacaktır. Arnsburg, emperyalist rekabetin kızışmasını ve özel olarak Çin’in rolü ve özel olarak “Yeni İpek Yolu–Projesi”ni tahlil ettikten sonra çok canlı bir şekilde şöyle yazıyor:
“Sunulan bu tabloda robotlar ve kendi kendine hareket eden otomobiller nerededir? Çok basit: Onlar bu belirlenmiş ekonomik süreçlerde tali rol oynamaktadırlar. İşte parlak Robot-Gelecek uğruna tartışmanın bir etkisi, tam da şimdi çok başarılı bir şekilde uygulanan, dikkatleri gerçekten yön tayin edici tarzdaki gelişmelerin değerlendirilmesinden başka yöne çevirmektir. Elbette ki, otomatikleşme yoluyla verimliliğin arttırılışı sorunu anlatılandaki gibi mega projelerde bir rol oynamakta ve burada çokça modern ölçüm tekniği kullanılmaktadır. Fakat, birçok şey insanlar tarafından pisliğin içinde aranmakta; sahiller dinamitle patlatılmakta ve elektrikli hızarlarla ağaçlar kesilmektedir. Bir yandan, insan emeği olmaksızın birçok inşaat şantiyesinin açık ve işlenmemiş araziler gibi böylesine az standardize edilmiş bir çevrede makinelerin çalışması zor olurdu. Diğer yandan ise, eğer Çinli kadın-erkek işçiler yaşamı tehlikeye atıcı ve köleci koşullar altında bilinen tarzda daha ucuza çalıştırılabiliyorsa, o zaman zaten bu güvensiz kalkınma harcamasını yapmaya gerek yoktur.” (Arnsburg, Age., s.162, Alm.)
2.1. Çelik Sanayi Örneği
Çelik endüstrisi, en yüksek teknolojik seviyede, sürekli rekabet ve inovasyon baskısı altında bir kilit sanayidir ve öyle de kalmaktadır. Çelik olmadan hiçbir şey yürümüyor. Hatta ekstra olağanüstü bir 3D-yazıcı, ihtiyaç duyduğu çelik tozunu çelik sanayi ona üretemiyorsa, hiçbir çelik köprü “basamaz”. Örnek olarak Alman çelik sanayisini alıyoruz. ([19]) Bu sanayi dijitalleşmenin neresindedir? O şimdi, “Endüstri 4.0’a doğru”, “bireysel yolu”nu “Çelik 4.0 –Çelik Sanayii İçin Endüstri 4.0’ın Yorumu” adlı toparlayıcı bir raporda 2017 başında, yani “dördüncü endüstriyel devrim”in ilan edilişinden 6 yıl (!) sonra ortaya kondu. Oradaki 1.6 maddesinin başlığı “Endüstri 4.0– katılmak mı yoksa bırak kalsın mı?” dır, gerçi sonrasında katılmak sonucu geliyor, ne var ki kendine özgü bir tür ve tarzda. Onun “dijitalleşme derecesi” (artık bu tam nasıl ölçülüyorsa (!) herhalde teorik olarak mümkün olan azami bir dereceyle ölçülüyor – bununla ilgili olarak bkz: 11. dipnot) Çelik Ekonomik Birliği’nin verdiği siparişle IW Consult tarafından yapılan bir araştırmaya göre topu topuna %10 civarındadır (16. 8. 2017 tarihli Alman Handelsblatt – Ticaret Gazetesi). Niye bu kadar düşük? Bu hiç de o kadar düşük değildir, çünkü bununla o –McKinsey’in bir araştırmasına göre– sanayiinin ortalamasında ve ekonominin de ortalarında bir yerde bulunmaktadır. (Farklılıklar sadece, dijitalleşmede birinin daha cevval ve diğerinin daha tembel olmasından ve/veya bir büyük holdingin bir küçük kapitalistten biraz farklı olmasından kaynaklanmamaktadır; bilakis, önemli ölçüde üretim sürecinin malzemesel içeriğine, süreçlerin dijitalleşmesinin ne kadar mümkün olduğuna, malzemesel olarak önemli ve yeterli derecede kârlı olup olmadığına bağımlıdır.)
Alman Çelik Sanayiinin önemli belgelerini incelediğimizde, onun “Çelik 4.0”ında, söz konusu olanın tamamen bayağı bir şeyin, zaten kapitalizmde her zaman söz konusu olan bir şeyin, yani sermayenin üretim ve dolaşım sürecinin rasyonalize edilmesi olduğunu görürüz; tek farkla: artık şimdi her seferinde elde bulunan “anlamlı”, yani kârlı bir şekilde değerlendirilebilecek dijital olanakların kullanılmasıyla. “Çelik endüstrisinde sürecin en iyi biçimde gerçekleştirilmesi zaten uzun süreden beri vardır. Tesislerin otomatize edilişi ile başlayarak şimdi güçlenmiş bir şekilde bilişim ve telekomünikasyon teknolojileri buna eklenmektedir. Özellikle son 25 yılda birçok yenilikçi teknik gelişim vasıtasıyla uygun giderli bir üretim, daha yüksek esneklik, kalitenin iyileştirilmesi ve yeni ürünlerin geliştirilmesine ulaşılabildi. Bu arada tesislerin etkin yönetilmesi vasıtasıyla kaynaklar da idareli kullanılmaktadır. Üretimin dijitalleşmesi yoluyla bu gelişmeler bir sonraki aşamaya çıkarılmaktadır.” (http://www.stahl-blog.de/index.php/mit-industrie-4-0-blickt-die-stahlindustrie-vernetzt-in-die-zukunft/) ([20])
Bu çok anlaşılır olarak şunu gösteriyor: Söz konusu olan özünde üretkenliği arttırmak amacıyla sermayenin üretim ve dolaşım sürecinin daha da rasyonelleştirilmesidir. Somut olarak dijital medya ve süreçlerin
- Üretim süreçlerinin daha da rasyonelleşmesi için, diğerlerinin yanı sıra robotlaşma vasıtasıyla, çeşitli üretim adımlarının dikey ağlarla bağlanması vs.
- Çelik sermayelerinin birbirlerine dijital ağla bağlanması için, yani istenilen her yerde kartellerin, Clusterlerin (kümelerin –ÇN) ve lobilerin oluşması
- Müşteri ve teslimatçılarla dijital teknik ve lojistik ağların oluşturulması için, yani bütün “değer yaratma zinciri”nin mümkün olan en ileri ağla bağlanması için kullanılması söz konusudur.
Tüm bunların hepsinin temelinde ama –tüm dijitalleşme dikkate alınmaksızın– bizzat üretim sürecinin malzemesel içeriği durmaktadır. Demir maden filizi çıkarılmak zorundadır, bu demir filizi eritilmek ve ondan çelik üretilmek zorundadır; çelik haddelenmek zorundadır, çubuklar, direklerden vs. saçlar, şeritler, borular, raylar, taşıyıcılar, teller vs. üretilmek, bunlar giderek daha da işlenmek zorundadır vs. Bu sürecin her yerinde otomatikleşme, bu arada dijitalleşme gerçekleşmektedir. Sonuncusu süreçleri ve onun dikey ve yatay ağla bağlanmasını en iyi hâle getirir ve böylece üretkenliğin arttırılmasına katkı sağlar – ama bununla süreçlerin teknik özü değişmez. Bu süreçlerin dijitalleşmesi ne kadar fazla olursa olsun, buna karşın demir filizi çıkarılmak, çelik imal edilip, haddeden geçmek vs. zorundadır. Burada söz konusu olan, yeni üretim yöntemleridir; fakat teknolojik bakımdan, bırakın yeni bir üretim tarzının (basit teknik anlamında, yoksa toplumsal anlamda değil) söz konusu olmasını bir tarafa, asıl anlamında yeni üretim işlemi bile söz konusu değildir – ve bu sadece çelik üretimi sözkonusu olsa bile. Çelik üretiminin teknik çekirdeği ancak ve ancak eğer nitel olarak yeni bir çelik üretme yöntemi keşfedilir veya pratikte kullanılırsa değişir. Bu, klasik Yüksek Fırın-Değiştirici-Güzergâhı’nda ([21]) en son 1950’li yıllarda Siemens-Martin-Fırınından LD-Yöntemine geçişte olmuştu. Bu klasik işlem yöntemin yanı sıra, 1990’lı yıllardan beri esasen kaynakları daha fazla idareli kullanıcı (daha az enerji ihtiyacı) ve daha çevre dostu (daha az CO2-salınımı) Doğrudan İndirgeme Yöntemi (Corex, Midrex, Finex…) ([22]) ve Elektro-veya Elektrik Yayı-Fırını ([23]) vardır. Bunlar prensip olarak bugün elde bulunan işlem tipleridir. ([24]) Dijitalleşme bu işlem yöntemlerini kapsıyor, iyileştirmeler getiriyor, ama kendisinin teknik çekirdeğinde niteliksel olarak bir şey değişmiyor. Buna karşın, dijital olsun olmasın, teknikDördüncü bakımdan yeni bir çelik üretim yöntemi ufukta görünmüyor.
2.2. (Hidro) Elektrik Santrali
Üretim süreci ile ilgili olarak “niteliksel olarak yeni”nin sorgulanmasının anlatılabilirliğine başka bir örnek hidrolik santral inşasıdır. Francis türbinlerinin (1849), Pelton türbinlerinin (su biriktirme havuzu yukarıda bulunan, enerji ihtiyacının az olduğu dönemlerde suyun yukarıya pompalandığı hidroelektrik tesisleri için, 1879) ve Kaplan türbinlerinin (akarsu santralleri için, 1910), boru türbinleri jeneratörlerinin (cüzi miktarda düşüş yükseklikleri için, yani az eğilimli nehirler için, 1974) ve matrix türbinlerinin (değişken su yüzeyi enerjisinin kullanılması için, örneğin, seviye farklı bulunan kanallarda gemileri taşıyan havuzların bulunduğu kapaklı santrallar, 1990’lı yıllar) keşfedilmesi kuşkusuz teknolojik bir sıçrama idi. Fakat bunlar daha ziyade, sadece yeni türbin türleri, yani yeni ürünler idiler, başka teknik temellere ve süreçlere dayanmak anlamında “yeni teknolojiler” değillerdi. Su gücü çıkışlı kinetik enerjinin elektrik enerjisine dönüştürülmesinin teknik prensibi ve buna ilişkin türbin ve jeneratör teknolojisi bununla değişmedi. Yeni türbin türlerinin gelişmesinin yanında pek tabii ki, türbin ve jeneratörlerde teknik iyileştirmeler de oldu. Ve türbinlerin üretim yöntemleri de her ne kadar üretim sürecinin bütününde olmasa da, üretimin kısmi süreçlerinde (ana başlık: CAD/CAM), orada on yıllardır yürüyen kademeli dijitalleşme vasıtasıyla değişti. 1.000 metrelik düşüş seviyesine ve daha fazlasına sahip bir basınç boru hattı için (şimdiye kadar ulaşılmış azami düşüş seviyesi 1.883 m ile İsviçre, Wallis’deki bir hidrolik santralde bulunmaktadır) gerekli olan Pelton türbini kanatları, dijital olarak yönetilen çelik işleme makineleri olmaksızın hiç üretilemezdi; çünkü su basıncı, hesaplanan profilden en ufak bir sapmada bile kanatları darmaduman ederdi.
Bu arada, daha 1970’li yıllarda, büyük enerji santrali inşa projeleri, binlerce bileşen ve iş adımlarının birbirine bağlanmasını gerekli kılan, ağ planlama tekniği ile planlanmış ve (matematiksel graf teorisi baz alınan bir usulle) yönetilmiştir. Burada, iş adımlarının birbirine bağlanması için, “kritik patika” denilen şey belirleyiciydi. Bu, bugüne değin böyle kalmıştır, ne var ki, o zamanlar elde bulunan büyük bilgisayarlar bugünkü ölçeklerle karşılaştırıldığında henüz çok hantal idi (ve kısmen hâlâ delikli kartlarla çalışıyordu).
2.3. Siemens Dijital Factory
Endüstriyel süreçlerin dijitalleşmesiyle uğraşan ve bununla ilgili ürünleri ve hizmetleri diğer kapitalistlere satan Siemens biriminin adı böyledir. Onun ürün ve hizmet katoloğu, müşteri portföylerinin geniş serpilişi vasıtasıyla, endüstriyel dijitalleşmede gerçekten nelerin var olduğunun (ve nelerin yürümediğinin) iyi bir panoramasını sunmaktadır.
Siemens Division DF kendisinin iş portföyünü şöyle tanıtıyor: “Sanayideki değer yaratma zincirlerinin verisel teknik entegrasyonunun önemi gelecekte muazzam bir şekilde artacak ve geliştiren/üreten şirketler için bir hayatta kalma koşuluna dönüşecektir. Division Digital Factory’nin hedefi, geliştirme, üretim ve tedarikçi arasındaki eksiksiz veri tekniksel akışı mümkün kılan bir hardware ve software portföyü ürünlerini sunmaktır. Fiziki değer yaratma zincirinin tamı tamına dijital sunumu bizim kesin hedefimizdir. Çözüm platformumuzu “Digital Enterprise” diye adlandırıyoruz. DF’nin ürün portföyü bu kavram altında daha bugünden ürün ve üretim yaşam döngüsünün önemli parçalarını içiçe geçirmektedir. Güçlü randımanlı PLM-Software (PLM=Product Lifecycle Management) yardımıyla örneğin, yeni ürünler komple virtüel olarak geliştirilebilir ve optimize edilebilir. Gerçek imalât dünyasında yaklaşık 20 yıldan beri kendisini kabul ettirmiş Totally Integrated Automation (TIA) konsepti tüm otomatikleştirme bileşenlerinin etkin bir şekilde birlikte çalışmasını mümkün kılmaktadır. Örneğin TIA-portalı böylece çoktan mühendislikte önemli zaman ve gider tasarruflarını mümkün kılmaktadır. Siemens-Holding’indeki ortaklarla birlikte, hepsinden önce de Division Process Industries and Drives (PD), Division Digital Factory, sır saklayıcı sanayiinin en farklı branşlarındaki müşterilerin bireysel gereksinimleri için ölçüp biçilmiş olan PLM Software Tools ve endüstriyel otomatikleştirme ve harekete geçirici güç tekniğinin geniş ve eşsiz bir portföyü için vardır.” Somut olarak farklı branşlar için diğerlerinin yanında şu “Digital Factory Çözümler” sunulmaktadır:
Tüm kesinlikle etkileyici teknik ilerleyişe karşın, robotlaşma mistikleştirilmemeli ve onun kullanılışındaki kapitalist engeller küçümsenmemelidir’e bir diğer örneği, bu kez inşaat sektöründen, ETH-Zürih’in bir pilot projesi üzerine “Bu evi robotlar ve 3D-yazıcılar yapıyor” başlıklı makale veriyor. “’In situ Fabricator’ (bu duvarcı-robotudur) dikey bir çelik çubuk boyunca yukarıya doğru adım adım çalışıyor. Robot bir çapraz bağ yerleştiriyor, onu uygun bir şekilde kesiyor ve kaynaklıyor… Her iki çelik tel örgü taşıyıcı bir beton duvar için aynı zamanda kaplama ve yalıtımı oluşturuyor… Duvara beton döküldüğünde, çelik tel örgü beton arkasında kaybolacaktır: Bunun için beton yukardan her iki tel örgü arasını dolduracaktır. Bu teknolojinin geliştirilmesindeki bir zorluk ETH-araştırıcılarının bunun için malzemelerin tam da doğru bir karışımını bulma zorunda olmalarıydı: Betonda boşluklar oluşturmayacak kadar yeterli derecede akıcı; ama aynı zamanda tel örgüden taşmayacak ve aşağıya akmayacak kadar kalın akıcı sıvılıkta. Hack, haber ajansının sorusunu ‘Betonun yaklaşık olarak yüzde beşi dışarı çıkar, ama bunu yeniden yukardan doğrudan doldurabiliriz ki, pratikte hiçbir şey kaybolmamış olur’ şeklinde yanıtladı. Son olarak bir tabaka beton daha dışardan duvara püskürtülür ve elle düzeltilerek sıvanır… Teknolojinin hâlâ çokça insani el emeğine ihtiyacı vardır: Tel örgütünün bir boyutunu oluşturan dikey çubuklar hâlâ elle robotun tutulacak kulpuna ve zemindeki önceden imal edilmiş bazdaki bir deliğe iplikle geçirilir. Doldurma, püskürtme ve sıvalama daha hâlâ elle yapılır… İnşaat şantiyesinde… … işler… tamamen insansız … yürümez… Robotların sonuçta hangi payı halledebileceği ve hangi görevin insana kaldığı teknolojiden teknolojiye farklıdır… Bazıları otomatikleşmeye çok iyi uygundur, bazılarında ise insan eli daima işin içinde olacaktır… Bu projenin odaklandığı nokta daha çok, her iki tarafın da kendi güçlü yanlarını işin içine kattıkları insan ile makine arasındaki daha sıkı iş birliğini mümkün kılmak(tır). İnsan yaratıcılığı ve deneyimi ile, robot ise titiz çalışmasıyla, çünkü o bir yere doğru bir şekilde konuşlandırıldığında, sensörleriyle titiz çalışabilir ve sürekli olarak kendi işini gözetleyebilir… Bu sayede inşaat işçisinin mesleği oldukça değişecektir, aynı dijital dönüşüm tarafından kapsanmış olan branşlardaki birçok iş gibi. Gelecek tahminleri zor(dur)…” Bu ev, “Bilimsel Araştırmanın Teşvik Edilmesi İçin İsviçre Ulusal Fonu”nun “On iki yıllık bir Araştırma Programının ilk aşaması” söz konusudur. Benzer projelerle bağlantı içinde, başka bir yerde (zaten meslekten iyimser) EHT Zürih tarafından, bu veya benzer teknolojilerin ticari olarak kullanılması için daha iki ya da üç on yılın geçeceği görüşü savunuluyor. Ve bu da sadece eğer onun o zamana kadar birincisi bugünkünden teknik olarak çok daha olgunlaşması ve her şeyden önce onu ticari bazda kullanacak ve finanse edecek birisi bulunursa. Çünkü şimdiye kadar giderlerinin (somut olarak “Ulusal Fon”) %90’nın üzerinde devlet tarafından karşılandığı, olası gelecekteki yararlanacakların %10’dan daha azını karşıladıkları sadece araştırma ve geliştirme projelerinden söz ediyoruz. Bu projeler kârlı bir ticarileşmeden –tüm teknik problemler günün birinde çözülmüş olsa bile- korkunç masraflar, uzun inşa zamanları ve kestirilemez işletme riskleri nedeniyle- daha çok uzaktadırlar. Bununla ilgili olarak “İsviçre Malzeme Denetim ve Araştırma Kurumu” çok doğru olarak şunları yazıyor: “İnşaat ve Enerji sektöründe yeni teknolojiler ve ürünleri hızlı bir şekilde pazara sürmek zordur. Önemli enerji fiyatları, uzun yatırım zamanları ve birçok kurallar şirketlerin riske hazır olmalarını engellemektedir (PD’in notu: Şu anda neredeyse istisnasız devlet olanaklarıyla finanse edilen korkunç giderler rezilce sessiz geçilmektedir). Laboratuvarda çalışan teknolojilerle güvenilir, olgunlaşmış ürünler talep eden pazar arasında bugün çoğu kez büyük bir boşluk vardır. NEST (Next Evolution in Sustainable Building Technologies), yeni şeylerin gerçek koşullar altında test edilebildiği, iyileştirilebildiği ve gösterilebildiği bir platform sunarak bu yatırım sürecini hızlandırmaktadır.” Sermaye için teknik ilerleyiş değil, bilakis kâr oranı belirleyici olduğundan bu böyledir ve böyle kalacaktır. (Kaynak: http://www.20min.ch/schweiz/zuerich/story/Roboter-und-3D-Drucker-bauen-dieses-Haus-29753561)
|
“Otomatikleşme sistemleri, Industry Services, endüstriyel dağıtım tekniği, sanayi software, endüstriyel iletişim, PC-bazlı otomasyon, elektrik tedariki, Motion Kontrol, eCar Powertrain Systems, Online Support, kullanma ve gözetleme sistemleri”.
Burada okunulan şeyler, “virtüel” cin fikirler değil, bilakis dijital medya ve süreçlerin kullanımı vasıtasıyla özsel sanayi branşlarındaki rasyonelleşme ve imalât süreçleriyle çok somut olarak ilintilidir. Bu süreçlerin malzemesel (“fiziki”) çekirdeğine yöneliktir. Bu nedenle “vizyoncu” siber dünyalılar için kulağa çok heyecan verici gelmiyor, ama üretimin dijitalleşmesinde kapitalistler için somut olarak neyin söz konusu (ve neyin değil) olduğunu resmediyor. Bu bağlamda Siemens’in, ürünlerinin her şeye muktedir oldukları konusunda –nihayetinde evet, o onları satmak istiyor– abartma eğiliminde olduğu unutulmamalıdır.
Ayrıca, Siemens’in “dijital fabrikası”nın en tutulan ürünü, yönetme software’i Simatic’i bizzat kendi kendisinin Amberg’deki dijital göstermelik fabrikasında kullanılmasını tanıtım biçimi de ilginçtir: “En yeni üretim hatlarında küçük adet sayıların da dijitalleşme vasıtasıyla nasıl etkili bir şekilde üretildiği görülmektedir. Çalışanlar burada sürekli çeşitli istasyonlara gidip gelerek yer değiştirmektedirler. Bir yerde bir Chip’i lehimleyerek pekiştiriyor, diğer yerde bir çift vidayı sıkıştırıyor veya yönetme modülünü sonunda kullanma kılavuzu ile birlikte pakete yerleştiriyorlar. 100’e yakın farklı ürün yeni montaj adalarında üretilebilir. İnsanlar, otomatlar ve robotlar el ele çalışırlar. Tek tek istasyonlarda … monitörler elemanlara gerekli bilgileri temin eder.” (Schwarzbach, Voll Begeisterung, Age., s.15) Tüm bunlar ise hakkında çokça konuşulan insanların bulunmadığı siber ve robot harikalar diyarına pek benzemiyor.
2.4. “Bireyleştirilmiş Kitlesel Üretim” Sorunu Üzerine
Üretkenliğin arttırılması amacıyla, üretimin dijitalleşmesinin işletme ekonomisi açısından asıl hedefi olarak çoğu kez –işçilerin, çalışma saatlerinin, çalışma koşullarının, iş yoğunluğunun “esnekleştirilmesi” yanında– “bireyselleştirilmiş kitlesel imalât” olarak adlandırılan üretim süreçlerinin esnekleştirilmesi ileri sürülür. Aslında bu kendi içinde bir çelişkidir. Bundan kastedilen, katı imalât zincirlerinin parçalanarak, (bunlar rantabl olmak için yüksek adet sayısını gerekli kılmaktadır, çünkü hep yeniden programlanmak ve donatılmak zorundadırlar) kısmi modüle ve modüler şekilde inşa edilen, ama birbiriyle bağlantılı esnek imalât süreçlerine dönüştürülmesidir.
Örn., Adidas yeni olarak tam dijitalleştirilmiş “akıllı” üretimin zirvesi, dikiş robotlarına sahiptir. Bunlarla, eğer her şey yolunda giderse, 2018’den itibaren (Atlanta/ABD ve Ansbach/Almanya’da) iki “Speedfactories”de bir milyon çift spor ayakkabısı (toplam 360 milyon çiftten 1 milyonu!) üretilecektir. Üretim süresi ve bununla birlikte sermaye bağlanmasının bununla çok etkili bir şekilde kısaltılması bekleniyor. Ama bu “Speedfactories”in geliştirilmesi çok büyük meblağları yiyip yutuyor, çalışmaya başlaması uzadıkça uzuyor; asıl imalâtta tümüyle insan emeğini devreden çıkarmak şeklindeki daha 2015’te ilan edilen düşünceden, robotlar “ayakkabı yüzünü doğru olarak biçimlendirmekte” çok aptal olduklarından, yine vazgeçildi. “(bir ayakkabının tasarlanmasından onun ticarete varışına dek) şimdiye kadar 18 ay süren, bunun ertesinde sadece bir iki saat sürecek olan” bu iş 2015’te çok iddialı bir şekilde ilan edildi, ama çoktan sırf hayal ürünü olduğu kanıtlandı. Baştanbaşa dijitalleşme, bireysel sipariş (ortopedik ve estetik bakımdan sipariş) küçük seriler, “moda eğilimlerine ve müşteri isteklerine daha hızlı ve esnek bir şekilde reaksiyon gösterebilmek için” özellikle uygunmuş – yani cironun büyük bir kısmını oluşturan tam da kitlesel üretim için değil! 360 milyon çift ayakkabı bireysel müşteri arzuları için mi? Adidas’ın hesabı tutarsa, hele hele geliştirme giderlerini akabindeki ekstra kârlar vasıtasıyla en azından karşılayacak bir açıklıkla sonuçlandırırsa, o zaman bu holding birkaç yıl için kendisinin çabalarının meyvelerini alabilir – öyle olmazsa, birçok milyonu sokağa atmış ve rekabette bir avantaj yerine rekabette bir dezavantaj sağlamış olur. Bugün teknik realite nasıl görünüyor? Şu anda 360 milyon çift Adidas-ayakkabısının %97’si Asya’daki en ucuz ücretliler tarafından en ilkel el işiyle, en ilkel araç-gereçle, en ilkel üretkenlik seviyesinde imal edilmektedir. Gerçek ve görünüm bilindiği üzere farklı farklı şeylerdir. Puma bu türdeki robotlaştırma projelerinden kendisini uzak tutmakta ve “teknolojilerin daha da olgunlaşmasını” beklemektedir. Nike kısmi süreçler için (Örneğin, bilgisayar destekli dizaynın iyileştirilmesi, sürat koşucu ayakkabıları için bilgisayar tarafından hesaplanan bir tabanı, ara tabanların renklendirilmesinin otomasyonu için “akıllı robotlar”ın kullanılması…) bazı ama daha mütevazi projeler yapmaya çalışmaktadır. Kaynak: https://www.welt.de/wirtschaft/article156184963/Der-Todesstich-des-Naeh-Roboters.html |
Bu sorun hakkında, öncelikle de eğer “müşteri isteklerinin gerçek zamanda entegrasyonu” söz konusu ise, birçok mit etrafta dolanıp durmaktadır. Böylesi mitlere inanan Schwarzbach “bireyselleştirilmiş kitlesel üretim”e örnek olarak “otomobil holdinglerini” göstermektedir, çünkü onlar müşterilerine daha şimdiden arabalarını internette kendi isteklerine göre düzenlemeyi” (konfigürasyon etmeyi) sunmaktadır. Arnsburg aynı konuda şunu kaydediyor: “Eğer komşu kadın, aynı tipten yeni arabasını açılır kapanır tavanı ile, fakat kül tablası olmaksızın teslim aldıysa, o zaman bu kesinlikle modüler üretim olduğundan değil, bilakis akar bantın, açılır kapanır tavanlar için delikleri kaynaklayan makine istasyonunda durmuş ve kül tablasının monte edildiği istasyonu atlamış olduğundandır.” (Arnsburg, Age., s. 93) “Bireyselleştirilmiş kitlesel üretim” konusu ile ilgili olarak genelde şunları yazıyor: “Kitlesel üretimdeki kadar düşük giderler avantajı ile, yüzde yüzlük sürüm oranının bu şekildeki bağlantısı, holding sahiplerinin gözlerinde ne kadar ulaşılmaya değer olursa olsun, bu bir o kadar da ütopiktir. Çok daha modüler bir üretim, makinelerin daha fazla esnekliğini kılardı ki, bunların (makinaların –ÇN) hazır hâle getiriliş masrafları andakini kat kat aşardı. Buna ek olarak her türden hammadde için her zaman hazır olması gereken dağıtım yolları gelir. Giderler bir yana, üretim tesisleri ve dağıtım yollarını bu ölçüde hazır bulundurmak ekolojik bir felaket olurdu.” (Age.) Ayrıca, otomotiv sanayii örneğinde, “müşteri istemi” üzerine böylesine bir “bireyselleşme”nin uzun teslimat süreleri anlamına geldiği ve üretim üzerinde “gerçek zaman” etkimesinin söz konusu olmadığı ayan-beyan görülmektedir.
- “Dijital Devrim” – Yeni, Dördüncü Bir Endüstriyel Devrim mi?
“Endüstri 4.0”, zorunlu olarak “Endüstri 1.0” vesairenin de var olması gerektiği anlamına gelir. Bununla, tarihte şimdiye kadar deyim yerindeyse üç sanayi devriminin gerçekleştiği açıklanmakta ve dijitalleşmenin dördüncüsü olduğu iddia edilmektedir. Burada elbette ki, aslında devrimlerden tarihsel anlamda, yani üretim ve sınıfsal koşulların altüst oluşundan değil, bilakis sadece teknolojik gelişme atılımları temelinde insani üretici güçlerin niteliksel sıçrayışından söz edilmektedir.
Asıl endüstriyel devrim olarak adlandırılan, birincisi idi. O yaklaşık olarak 1760’dan 1860’a kadar sürdü ve üretici güçlerin gelişmesinde devasa bir patlama meydana getirdi. Ama özsel olan, üretici güçlerin devinimi ile, aynı zamanda kapitalizmin ortaya çıkışı için temelin yaratılmasıydı. “İngiltere’deki emekçi sınıfın tarihi geçen yüzyılın son yarısıyla, buhar makinesi ve pamuk işlemek için makinelerin keşfiyle başlıyor. Bu keşifler bilindiği üzere endüstriyel bir devrimi, aynı zamanda bütün burjuva toplumu dönüştüren ve onun dünya tarihi bakımından öneminin ancak şimdi kavranmaya başlandığı bir devrimi, harekete geçirdi.” (Engels, İngiltere’deki Emekçi Sınıfın Durumu”, MEW 2, s. 237, Alm., 1845 yılında yazıldı. Türkçesi için bkz. “İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu”, Engels, s.45, Sol Yayınları, Birinci Baskı, Ekim 1997, Ankara) İkinci endüstriyel devrim 19. yüzyılın 20. yüzyıla devrilmesi sırasında, kapitalizmin yeni ve son aşamasına, emperyalizme geçişi ile birlikte cereyan etti. O (bu devrim –ÇN) elektrikleşme, otomobil, taylorizm, akan bantta çalışma, kitlesel üretime dayanmaktadır. Üçüncüsü ise 1970’li yıllardan beri üretim sürecinde yarı iletken element teknolojisi, mikroişlemci, bilgisayarlar, internet ve benzerlerinin ortaya çıkışı veya ticari olarak kullanılışı idi.
Birinci, asıl endüstriyel devrim, üretici güçlerin sadece devrimcileşmesine götürmekle kalmadı, aynı zamanda feodalizmin çöküşünü ve kapitalizmin kendisini kabul ettirmesini mühürledi ve bu süreç temelinde burjuvazi bütünüyle siyasi egemenliğe ulaştı. İkincisi üretici güçlerin yeni, teknik bir devinim vasıtasıyla neredeyse tüm üretim süreçlerinin birdenbire bir gelişmesi idi. Üçüncüsü, 1970’li yıllardan itibaren, erken dijitalleşmeyle birlikte başladı ve aynı şekilde teknolojik bir ileri atılım getirdi, fakat üretim süreçleri üzerinde önce hemen hemen hiç, ya da çok az bir etkisi olarak (tabii ki, bilgilendirmeve iletişim sanayii dışında). Modern dijitalleşme, toplumsal koşulların dijitalleşmesini hızlandırarak, ama her şeyden önce de üretim süreçlerinin dijitalleşmesini de bir ölçüde hızlandırıp ve yoğunlaştırarak, bunu daha ileriye götürüyor. Tüm bu “devrimler” üretici güçlerin sıçramalı bir gelişimi anlamına geldi veya geliyor. Evet, içinde üretici güçlerin ilerleyişinin ifadesini bulan emeğin üretici gücü, bunun vasıtasıyla –zaman zaman aniden, zaman zaman daha az gösterişli olmak üzere yükseldi veya yükseliyor. Üretici güçlerin gelişimindeki her ilerleyiş kapitalizmde kaçınılmaz olarak, işçi sınıfının keskinleşen sömürü ve ezilmesinin bir aracı da olacaktır; ancak, aynı zamanda –kapitalist düzen bir defa devrilir ve yerine sosyalist (düzen –ÇN) kurulsa– sınıflı toplumun zincirlerinden kurtulmuş bir toplumun inşası için potansiyeli de içinde taşır.
Dört “devrim”in sadece birincisi, gerçek “endüstriyel devrim” olarak, toplumun radikal bir altüst oluşuna götürdü; ki, burjuva bilimin bile sadece bunu büyük harflerle yazması hiç boşuna değildir. Diğer “devrimler” de, önemli ekonomik ve sosyal sonuçlarıyla, teknolojik veya teknik sıçramalar idiler – ne bir fazla ne de bir eksik. Birincisi istisnadır, modern kapitalizmin çıkmasını sağlamıştır, diğer “devrimler” onun (modern kapitalizmin –ÇN) gelişiminin sadece kademeli evreleridir. Bunların hepsi –farklı teknik temellerde– sermayeden yararlanma süreçleridir; hepsi kapitalist akümülasyonun yasalarını izlemektedir ve onun tarafından belirlenir. Eğer bir “devrim”den söz edilmek isteniyorsa, o zaman sadece ve sadece Marx’ın da sermaye vasıtasıyla (özellikle “büyük mekanizma”) “üretici güçlerin devamlı devrimcileştirilmesi”nden söz ettiği anlamda olabilir. ([25]) “Dört endüstriyel devrim” hakkındaki gevezelik buna karşın sadece tarihsel gelişimi çarpıtmaya, kapitalizmi ve onun ekonomik yasalarını bir siber-sis ardında kaybettirmeye ve bugünkü dijitalleşmeyi bir umacıya şişirmeye hizmet etmektedir.
Demek dijitalleşme dördüncü endüstriyel devrim imiş. Ama eğer gözümüzün kamaştırılmasına izin vermezsek, bu “devrim”in üçüncüsünde olduğu gibi, aynı teknik temellere dayandığını görürüz. O üçüncüsünün devamıdır, yeni bir evresi, otomatikleştirmenin bir sonraki kademesidir. “Dijital devrim”den söz etmenin rasyonel bir özü yoktur.
Dijitalleşme zaten uzunca bir süredir gündemdedir; o muhtemelen kendisinin somut üretim süreçleri üzerine etkileriyle birlikte önümüzdeki bir-iki on yılda sadece bir hızlanma kazanmakla kalmayacak, aynı zamanda bazı branşlarda emeğin üretici gücünün gelişimine bir ivme kazandıracak, ama üretici güç gelişiminin yeni” bir “niteliğini” getirmeyecektir; eğer, bir devinim ile, yani malzemesel (“fiziki”) üretim süreçlerinin niteliksel bir ileriye doğru gelişimiyle el ele gitmezse.
- Dijitalleşme vasıtasıyla yeni bir üretim tarzına mı?
Dijitalleşmeyle birlikte yeni bir “üretim tarzı”nın dünyaya gözlerini açacağı her yerde duyuluyor. Precht adlı bir “filozof” turnayı gözünden vuruyor: “Yapısal olarak 250 yıldan beri en büyüğü olan toplumun bir alt-üst oluşunun arifesinde bulunuyoruz.” O dönemde (zaten çözülme aşamasındaki) feodalizmden kapitalizme geçiş gerçekleşti – ya bugün? Dijitalleşmesi vasıtasıyla ekonomi ve toplum sadece yarım yamalak bile olsa karşılaştırılabilir tarzda devrimcileşecek mi? Üretim ve sınıfsal koşullar devrimcileşecek mi? Bu yine, burjuva ideoloji işletmesi tarafından – bir kez daha yeniden– her şeyin nitel olarak yeni” ve bunun bir “devrim” olduğu ve artık hiçbir şeyin şimdiye kadarki gibi olmadığını” ([26]) “kanıtlamak” için düzenli aralıklarla piyasaya sürdüğü maskaralıklardan biridir. Bu maskaralıkların anlam ve amacı, kapitalizmin artık kapitalizm olmadığını ve Marx tarafından keşfedilen kapitalizmin hareket yasalarının artık geçerli olmadığını yeniden yineleyerek “kanıtlamak”tır. Bunların hepsi gerçekten orijinal değildir. 1950’li yıllarda ve 1960’lı yılların başında, kapitalizmin sanki krizden muaf hâle gelmiş gibi görünebildiği dönemde, toplumumuzun savaş arası dönemin kapitalizminden “niteliksel olarak farklı” olduğu ve “aslında” hiçbir
kapitalizmin artık bulunmadığı şeklinde bir masal yayılmıştı. 1960’lı ve 1970’li yıllarda, kapitalizmin eskiden olduğu gibi şimdi de hâlâ krizler, yoksullaşma, işsizlik, kitlesel kaçış ve zorla sürgüne yollama, savaşlar vs. ürettiği iddia edildiğinde epeyi yalnız kalınırdı. Ama bunun hemen ertesinde, yeniden konjonktürde gerilemeler ve krizler başladı, kâr oranları yine düştü, “refah devleti”, özünde zaten daima aynı kalan sömürücü devlet olarak giderek yeniden kendisini gösterdi. Bu nedenle kapitalizmin artık kapitalizm olmadığını insanlara telkin etme ideolojik baskısı hiç de azalmadı – ama bununla, burjuvazinin kapitalizmin özünün ve onun gelişiminin yasallıklarının kavranmasını engellemek ideolojik işi daha da zorlaştı. Şimdi ara ara, her birkaç yılda bir, herhangi bir yeni, kuşku uyandırıcı “teori”yle Marksizm‘in köhneleştiğini belgelemek için –şimdi de memnuniyetle ve sıkça sol veya marksist kılığında– yeni “teorisyenler” sahneye çıkmaktalar. Her birkaç yılda bir yeniden herhangi “niteliksel olarak yeni” bir şey ve güya kötülüğün gerçek kaynağı –ve her birkaç yılda bir de biraz farklısı– piyasaya çıkıyordu. Böylece bize, hep yeni varyasyonlarla artık emperyalizmde değil, bilakis “dünya sistemi”nde veya “imparatorluk”ta yaşadığımız vs. telkin etmek isteniyor. 2010/2011’deki son krizde, ki bu İkinci Dünya Savaşı sonrası (şimdiye kadarki) en büyüğüydü, suçun, güya “yeni” bir “niteliğe” doğru gelişen ve “reel ekonomi” karşısında kendisini bütünüyle bağımsızlaştıran para sermayesinin (yanlış olarak “mali sermaye” diye adlandırıldı ([27])) üzerine atılması söz konusuydu: Kapitalist sistem özünde iyiydi, sağlamdı da, fakat temelde dayanıklı kapitalizmin özüne bütünüyle yabancı “açgözlülükleriyle” kötü bankalar ve Hedge Fonlar… “yeni” bir “akümülasyon rejimi” (örneğin, Bischoff) getirmişlerdi; bu ise evet, eğer buna herhangi bir anlam yüklenecekse, sermayenin akümülasyon süreci yasalarının niteliksel olarak değişmiş olmasından başka hiçbir anlama gelemez. Bugün, önümüzdeki yeni bir mali krize kadar, borsa kurlarında yeni rekorlar, yeni aşırı derecede emlak balonları, türev finansal ürünlerin pazarlarındaki yeni balonlarla birlikte ilan edilen kriz güya bir kez daha atlatılmış, kapitalizmin gerçek özü ve gerçek çelişkilerinin üstünün örtülmesinin bu oyun türü yeniden arka plana geçmiştir. Dijitalleşme ile bugün, “eski” kapitalizmi def etmek ve “yenisi”ni sihirbazlıkla ortaya çıkarmak için yeni numaralar ortaya çıkarıyor. Şimdiye kadarki niteliksel “yenilikler”den farklı olarak, teknolojik gelişimden başlıyor ve hatta kısmen “reel ekonomi” yönüne göz kırpıyor. Eskiden para sermayesi her şey, reel üretim ise hiçbir şeydi – bugün (ideolojik tartışmada, yoksa bizzat sanayinin görüşlerinde değil) “dijitallik” her şey, “fizikilik” belki bir hiç değildir, ama sadece “dijitallik”e bir faaliyet alanı sunmak için bir şeydir ([28]).
Eğer şimdi sözde “dijitalleşme çağı” başlamışsa, o zaman yeni bir “post-kapitalist” üretim tarzının iddia edilmesi artık çok uzak değildir. Bir üretim tarzı veya onun özelliği nedir? Tarihi materyalizm anlamında bir üretim tarzı, özgül üretim koşulları ve üretici güçlerin verili bir noktası üzerinde yükselen sınıfsal ilişkiler vasıtasıyla karakterize edilir. “Varlıklarının toplumsal üretiminde, insanlar, aralarında, zorunlu, kendi iradelerine bağlı olmayan belirli ilişkiler kurarlar; bu üretim ilişkileri, onların maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme derecesine tekabül eder. Bu üretim ilişkilerinin tümü, toplumun iktisadi yapısını, belirli toplumsal bilinç şekillerine tekabül eden bir hukuki ve siyasal üst yapının üzerinde yükseldiği somut temeli oluşturur… Gelişmelerinin belirli bir aşamasında toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine, ya da bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan mülkiyet ilişkileriyle çelişkiye düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların prangalarına dönüşürler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar… Geniş çizgileriyle, asya üretim tarzı, antikçağ, feodal ve modern burjuva üretim tarzları, ekonomik toplum şekillenmesinin ilerici çağları olarak adlandırılabilir. Burjuva üretim ilişkileri toplumsal üretim sürecinin en son uzlaşmaz karşıtlıktaki biçimidir – bireysel bir karşıtlık anlamında değil, bireylerin toplumsal varlık koşullarından doğan bir karşıtlık anlamında; bununla birlikte burjuva toplumunun bağrında gelişen üretici güçler, aynı zamanda, bu karşıtlığı çözüme bağlayacak olan maddi koşulları yaratırlar. Bundan dolayı bu toplum formasyonu ile insan toplumunun tarih-öncesi sona ermiş olur.” (Marx, “Politik Ekonomi’nin Eleştirisi Üzerine’ye Önsöz”, MEW 13, s.9, Alm.,) (Türkçesi: Marx Engels, Seçme Yazılar I, Karl Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’ya Önsöz, s. 609-610, Sol Yayınları, Ankara, Aralık 1976)
Kuşkusuz artık kölecilik veya feodalizmin üretim tarzı vasıtasıyla karakterize edildiği bir toplumda yaşamıyoruz, bilakis yerkürede, kapitalizm öncesi kalıntılar ve cüruflar bir tarafa bırakıldığında, kapitalist üretim tarzı hüküm sürmektedir. Kul ve kölelerin yerine ücretli işçiler geçmiştir. Kapitalizm giderek daha fazla toplumsallaşan veya toplumsallaşmış üretim ile özel mülkleşme, emek ile sermaye, proletarya ile burjuvazi arasındaki çelişki vasıtasıyla karakterize edilmektedir. Bu, tüm şimdiye kadarki “endüstriyel devrimler” boyunca böyle kaldı; böyledir ve kapitalist üretim ilişkileri hüküm sürdüğü sürece tüm dijitalleşme boyunca da böyle kalacak. Yani bir üretim tarzı, üretici güçlerin andaki temeli üzerinde yükselen üretim ilişkileridir. Buna karşın “üretim tarzı” kavramı daraltılarak, bir toplumun özsel özellikleri ve önemli çelişkilerinin karakteristiğinin anlatılmasından şu ya da bu teknik üretim yönteminin anlatılmasına indirgenerek bu kadar bayağılaştırılırsa, o zaman bilimsel bir değerlendirme için her türlü zemin kaybedilir – evet, bu, sadece kapitalist sömürü ve baskı gerçekliğinin sis perdesine bürünmesine hizmet eden tüm bu gevezeliklerin de amacıdır.
(Devam edecek)
Dipnotlar:
[1] Bu kavram şimdi gerçekleşme olanı doğru bir şekilde oluşturmamaktadır. Bir yanda ekonomi ve toplum daha şimdi değil, bilakis birkaç on yıllardan beri dijitalleşmektedir, yani analogdan dijital medyaya ve süreçlere dönüşmektedir. Diğer yanda ise bu kavram, –yalnızca “virtuellen/tasavvur edebilen/görülebilir/potensiyel/olası” araçlarla, malzemesel (fiziki) üretim süreçlerinin değişimi olmaksızın, üretimin üretkenliğini yükseltmek mümkün olmadığına karşın– sadece veya ağırlıklı olarak “virtuelle/tasavvur edebilen/görülebilir/potensiyal/olası” düzeyi hedeflediğinden, hedeflenen, üstüne üstüne gidilen daha ileri otomatikleşme ve robotlaşmayı doğru bir şekilde karşılamıyor. Bu sünger gibi kavramı yine de –pratik nedenlerle, ama bu sakınganlıkla– kullanıyoruz.
[2] Bunun için kuşku uyandırıcı kavram “şeylerin interneti” uyduruldu. İnternet “virtuell/tasavvur edebilen/görülebilir/potensiyal/olası” olmalıydı, “şeyler” “fiziki” olmalıydı ve vizyon her ikisini ağ içinde birbirine bağlayan olmalıydı. Burada söz edilen “virtuell olan şey/tasavvur edebilen/görülebilir/potensiyal/olası” sadece -Hıristiyan cennetten daha farklı – keza fiziki (ve bu anlamda bir “şey”) ve “virtuell/tasavvur edebilen/görülebilir/potensiyal/olası” ile fiziki arasındaki fark bir saçmalıktır. Dijital medyada depo edilerek saklanan programlar, algoritmalar, platformlar ve Cloud’lar, birçok App’lar vs. (keza çok fiziki Server’ler, veri hatları, mikroprosesörler, chip’ler ve sensörler bütünüyle bir tarafa bırakıldığında) neden fiziki değiller? Neden bir kablolu bağlantı “fiziki” de, telsiz bağlantısı “virtuel”? Elektrik, telsiz sinyali ve tamamen genel olarak elektro manyetik dalgalar, alanlar vs. neden fiziksel şeyler? Burjuva idealist böyle düşünebilir, ama bazı marksistler? O zaman bu hangi türden bir materyalizmdir?
[3] (Teknik bakımdan çok kez daha basit ve ucuz üstesinden gelinebildiğinden) olasılıkla bazı güya hizmet alanlarının (daha da) dijitalleştirilmesi hatta daha hızlı bir şekilde gerçekleşecektir ve işçi sınıfı üzerinde özel mallar üretimi alanındakinden daha güçlü etkilere sahip olduğundan, fakat özel mallar ve özellikle endüstriyel üretim toplumun ekonomik yeniden üretiminin temelidirler ve öyle kalırlar.
[4] Otomotiv sanayiinin büyük çapta ilk kullanıcı olması bir rastlantı değildir. Bu endüstri bütünüyle standardize olmuş bir çevrede tamamen standardize olmuş ürünler üretmektedir. Örn., çevresi (inşa arsasının niteliği, çevresel faktörleri, iklim ve hava…) “klinik olarak saf” olmayan, bundan dolayı buradaki dijitalleştirme –her türden sansasyon çığırtkan manşetlere rağmen (Robotlar … inşa ediyor” (öylesi veya böylesi) – çok daha başlarda bulunan inşaatçılıkta çok farklıdır. Örn., tam da fungible / aynı türden başkaları ile yer değişebilen mallarla” (standardize olmuş ve istediğin gibi değişebilen organlar ve insan bedenleri) ile uğraşan tıbbi ameliyat tekniğinde de çok farklıdır. Ameliyat amaçları için tıbbi bir robotun iki aynı akciğerle veya kalın bağırsakla karşılaşabilmesi zorsa, belirli bir otomobil serisi için binlerce karoseri / kasa saçına her zaman aynı, bütünüyle özdeş operasyonlar yapılır. Birinci hâlde bu nedenle robot bir kez planlanabilir, yapılabilir ve programlanabilir, “kendi başına” işi halledebilir; ikinci hâlde işi yapan ve sırf robot hâline getirilmiş bir aletin yönetme konsolu aracılığıyla kullanan bir cerraha gereksinimi vardır (Ne var ki bu robot somut ameliyat adımlarını gerektiğinde cerrahın elinden daha yüksek incelikle/ustalıkla uygulayabilir.
[5] CAD=computer aided design, CAM= computer aided manufacturing, CİM=computer integrated manufacturing
[6] İnternetin habercisi olan Arpanet 1969’da ABD Savaş Bakanlığı’nın projesi olarak doğdu; İnternetin çıkar amaçlı kullanılışı yaklaşık 1990’dan itibaren başladı.
[7] “Endüstri 4.0” sloganı (veya bununla ilgili proje “Endüstri 4.0 Platformu” (https://www.plattform-i40.de/I40/Navigation/DE/Home/home/html) “dördüncü” bir “endüstriyel devrimi” çağrıştırması gereken bir sözcük yaratmadır. Bu kavram, her ne kadar bu kadar tanınmış/bilindik olarak kullanılmasa da keza Avusturya’da kullanılmaktadır; İngilizce ve Fransızca dil alanında neredeyse hiç. Oralarda hiç kimse özellikte “dördüncü” bir “endüstriyel devrimi”nden söz etmemekte, bilakis bu, bunun dijitalleştirme olarak çıktığı ağırlıklı olarak “üçüncü endüstriyel devrim”in devamı olarak, yani mikro prozesörler, İnternet vs.’nin kullanılışı olarak görülmektedir. Diğer taraftan İngilizce dil alanında çoğu kez “computerization” ve Fransızcada “numérisation” denmektedir.
[8] Alman İT-Birliği BitCom’un şu formulasyonu gerçek bir küstahlıktır: Zaten bu değişikliğin teknoloji, üretkenlik, bilim ve iş organizasyonu üzerindeki geniş çaplı etkileri nedeniyle dördüncü endüstriyel devrimden söz edilebilir… Endüstri 4.0, ancak evrimsel olarak gerçekleşebilen geniş kapsamlı bir değişiklik yapmadır.” (“Vision Industrie 4.0” https://www.bitkom.org/Themen/Digitale-Transformation-Branchen/Industrie-40/Vision-Industrie-40-2.html), italik biz yazdık)
[9] “Aslında bu düşüncenin (Endüstri 4.0) çok eski olduğu, eskiden her zaman Computer Integrated Manufacturing’den söz edildiği söylenebilir; yani ticari olanı teknik sistemlerle entegre edilmiş bir enformasyon sistemine ağ vasıtasıyla bağlamaya çalışılıyor. Ama bu CIM-fikri, teknolojiler IT-yönünden daha henüz hazır bulunmadığından, en azından 20 yıl erkendi. Bu, o zamanlar eksik olan teknik gerçekleştirilebilirlik nedeniyle başarısızlığa uğradı.” (Thomas Feld, Scheer Group GmbH, Geleceğin üretim çalışması – Endüstri 4.0 (İş ekonomisi ve Organizasyonu için Fraunhofer Enstitüsü’nün Araştırması -IAO’da), www.produktionsarbeit.de, 2013)
[10] René Arnsburg, “İnsansız Makineler mi? Endüstri 4.0: Görünürde-Devrimler ve Kapitalizmin Krizi”, Manifest-Yayınevi, 2017 – konuyla ilgili okumaya gerçekten değer az sayıda kitaplardan biri.
[11] Çeşitli bunun için geliştirilmiş az veya çok eli, ayağı düzgün ipuçlarında, bunlar arasında MacKinsey’in “Endüstri Dijitalleştirme Endexi” (htts://www.mckinsey.de/digitalisierung-deutschland-verschenkt-500-milliarden-euro-potenzial) dijitalleşme derecesi “ölçülür” (veya daha ziyade “tahmin edilir”.
[12] Bu –karşılaştırmak için– bir yatırım oranında (GSYİH’da gayri safi yatırımların payı) %20,0.
[13] Örn., “çığır açısı” İsviçre robotlaştırma projelerinin tümü ya da neredeyse tümü ETH (İsviçre Teknik Yüksekokulu) Zürich’in projeleri veya ETH en azından onlara ekstra çalıştı.
[14] “Die Boston Consulting Group, Örn., 2005’den 2014’e kadarki dönemde Punto-Kaynak-Robotu için ortalama imalât giderlerinin 182.000’den 133.000 dolara düştüğünü hesapladı.” (Arnsburg, Age., s.32)
[15] “İdarenin dijitalleştirilmesi ve … vatandaşlarla ve şirketlerle daha fazla interaksiyon … için” ve “eğitimin, ekonominin ve güvenlik alanının dijitalleştirilmesi” “araştırma, teknoloji ve inovasyon için bir anlaşma ile birlikte tüm araştırma stratejisi”nin yanında (ve sermayeye sübvansiyonlar unutulmamalı) bu siyah-mavi hükûmet programındaki ilgili bölüm başlıklarıdır (s 75-83). Ne var ki bu hükûmet programı kendisinin boyutu ve hırsı ile Alman “Endüstri 4.0” kampanyasıyla karşılaştırılamaz.
[16] Meretz, “Care-Revolution ve Sanayi 4.0”, s. 27 vd., Janke/Leibiger: “20. yüzyılda dijital devrim &sosyal ilişkiler” VSA, 2017’de, Alm.
[17] İnternet bir tür anarko-liberal “özgürlük” ve “demokrasi”yi mümkün kılıyor hayali karşısında, dijital branş gibi böylesine güçlü bir şekilde tekelleşmiş hiçbir ekonomik sektörün bulunmadığına dikkat çekmek gerekir. 2017’deki tüm arama sorularının %92,1’i dünya çapında Google’ın payına düştü. Facebook dünya çapında tüm sayfa/siteye girişlerin %75,5’i ile “sosyal ağlar” pazarını domine etti. İnternet reklamından dünya çapındaki gelirlerden %49,2’si Google ve Facebook’un; mobil/seyyar reklam pazarında hatta %57,7’si payına düştü. Deyim yerindeyse tekel kontrolü ve tekel diktesi altındaki “ademi merkezi ağlar” ve “kendi kendini belirleyici demokrasi. Kaynak: wikipedia
[18] Yeni parlamaktaki her şeyin, süper yeni de olmadığına dair birçok örneği Marcus Schwarzbach “Work around he clock? Industrie 4.0, die Zukunft der Arbeit und Gewerkschaften”. PapyRossa, 2016, s.15’de istemeden veriyor – O aslında ve özünde burjuvazinin “Industrie 4.0” gürültü patırtısına inanmasına karşın ve ayrıca rezilce sendikal-reform yanlısı bir sınıf uzlaşmacılığın kuyruğuna takılandır (reformist demek zaten çok fazla olurdu), ama aynı zamanda O, böylesi insanların çoğu kez ister istemez yaptığı gibi, işçi ve hizmetliler için beklenen sonuçları ehven-i şer bir şekilde yazdı, s.24, vd. “Industrie 4.0” için mükemmel örnekler Hans-Böckler-Vakfı’nın bir araştırmasından listelenmiştir. Bunlardan birçoğu çok bayağı şeylerdir; bazıları ise iki on yıllardan beri zaten kullanılmakta. Mesela örn., “sürücüsüz transport motorlu araçları” veya “üretim işçisinin doğrudan makinenin önünde durmak zorunda kalmaksızın makinelerin durumu hakkında tabletlerde video resimler” veya işletme içi “elektronik yol vasıtasıyla (tabletle) malzemelerin yeniden sipariş edilmesi” veya işçinin kaliteyi denetlemesi ve “transport robotuna dokunarak transportun devamını sağlaması” şeklinde görülen kaliteyi güvence altına alma vs. Veya Bosch’dan bir örnek: “Industrie 4.0 artık zaten fabrika işletmelerine ulaşmıştır: Mesela Homburg’daki Bosch’da lojistik dijital olarak ağlara bağlanmıştır. Burada imal edilen dizel-enjeksiyon sistemlerinin kapları sinyal yollayan RFID-chipleri ile donanmıştır. Bir çalışan bir parçayı raflardan alır almaz, o bir RFID-okuyucu aletinde otomatikman yeniden sipariş etmektedir. Çok zaman kaybettirici, hataya yatkın elle defter kaydına gerek kalmaz. Bu sinyal gerçek zamanda sistemler vasıtasıyla, pompaları üreten otomobil imalâtçısından Bosch’un tedarikçilerine kadar otomatikman çalışmaktadır.”
En son değinilen dikey değer yaratma zincirinin ağlarla bağlanması dışında asıl üretim sürecini aşan yeni bir şey yoktur (zahmetsizce işlevsellikle ilgili olarak tüm kötülüklerle birlikte).
[19] Avusturyalısını değil Alman çelik sanayiini alıyoruz, çünkü Avusturyalısı tek bir büyük holding voestalpine tarafından açık ara domine ediliyor ve bu nedenle kamuoyuna açık branş araştırmaları kötü görünüyor. Bu holding 10,3 milyar € ciro ile ikinci-veya üçüncüden on kez daha büyüktür.
[20] Avusturyalı voestalpine dijitalleşme sloganı altında tam da Almanların aynısını izlemekte, ne var ki o kadar belâgatli değil; bu bağlamda bu holdingin tekelci konumu nedeniyle Avusturya çelik endüstrisinin yatay bir ağlara bağlanışında doğal olarak ahım şahım bir çıkarı yoktur ve bu nedenle odak noktası kendi üretim süreçlerinin daha da otomatize oluşuna ve kendisinin “değer yaratma zinciri”nin dikey ağlara bağlanışına yöneliktir: Dijitalleşmeyle birlikte paralel yürüyen ve voestalpine-holdingi için belirli bir meydan okuyuş oluşturan şey şudur: Dijitalleşme süreci kendisini sürekli olarak değiştirmektedir. Bir yandan süreçler yeni teknolojiler ve verilerin [bilgisayarlarla –ÇN] işlenmesinin olanakları vasıtasıyla daima daha hızlı olmakta; diğer yandan ise bu dijitalleşme daima daha fazla düzeyde etkin olmaktadır. Tam da bütün süreç zincirinin istisnasız dijital resmini alma –‘maden ocağından imal edilmiş nihai ürüne kadar’– voestalpine-holdingi için merkezi öneme sahiptir. Burada, kesişme noktalarının en iyi biçiminin gerçekleştirilmesi ve ‘doğru’ verilerin ağlarla bağlanması, tek tek değer yaratma aşamalarının/kademelerinin sadece alt optimal şekilde iyileştirilmesi değil toplam optimuma ulaşılması ve süreçteki esnekliğin, etkinliliğin, verimliliğin ve kalitenin iyileştirilmesinin yükseltilişi, iş çevresi, performans arzı ve müşteri interaksiyonu gibi bir dizi ayar kolu vardır”,(“Herausforderung:Vernetzung der gesamten Wertschöpfungskette”, 31. 10. 2017 – https://www.voestalpine. com/blog/de/innovation/digitalisierung-chancen-und-herausforderungen-fuer-die-voestalpine)]
[21] Yüksek Fırın-Değiştirici-Güzergâhı demir filizinin yüksek fırında kok kömürü yardımıyla ham demire indirgenmesinden ve de ham demirin değiştirici içinde işleme tâbi tutularak ham çeliğe dönüştürülmesinden ibarettir.
[22] Corex-Süreci, ham demirin koklaşmamış kömür ve demir filizi bazında imal edilmediği bir usuldür. Eritmeyi azaltma usulünün hedefi erime süreci, kömürün gazlaştırılması ve doğrudan azaltma vasıtasıyla sıvı demir elde edilmesidir. Bu süreç birbirinden ayrı agregatlarda iki aşamalı olarak gerçekleşmektedir. Önce demir filizi demir süngerine indirgenir; ikinci adımda nihai indirgeniş ve ham demire eriyiş gerçekleşir.
[23] Elektro Çelik Usulünde eritmek için gerekli ısı bir Elektrik Yayı vasıtasıyla üretilir.
[24] Olası her şeyin birbirine karıştırılmamasına bir diğer örnek Voest, Verbund ve Siemens’in Linz’de gelecekte planlanan bir “Hidrojen Fabrika”nın inşa edilmesidir. Burada hidrojen üretimi için gelecekte bir Hidrojen-Elektroliz-Tesisi için bir Deney ve Pilot Tesisi söz konusudur. Doğrudan İndirgeme Usulü vasıtasıyla çelik üretimi için hidrojene ihtiyaç vardır. Topraktan çıkarıldığı gibi demir filizinde demir oksijen ile bağlantılı olarak bulunmaktadır. Bu oksijen ayrıştırılmak zorundadır. Klasik Yüksek Fırın-Değiştirici-Güzergâhında kok kömürü eritme için gerekli sıcaklığı üretmeye hizmet eder – ve aynı zamanda onun yakılışı sırasında demir filizinden çıkan oksijeni kendisiyle birleştiren ve sonra karbon dioksit olarak çevreye ulaşan karbon monoksit meydana gelir. Buna karşın –dolaysız indirgeyişte– saf hidrojen sıvı demir filizine üfürülürse, o zaman o demir oksitten çıkan oksijen ile birlikte suyla birleşir. Hidrojen şimdiye kadar esas olarak doğal gazdan çıkarıldı (“doğal gaz-reformlaşması”), onun gelecekte deyim yerindeyse sudan kazanılması gerekiyor (su gücü vasıtasıyla kazanılmış elektrik aracılığıyla). Yaklaşık olarak 20 yıl içinde böyle türdeki bir tesis, eğer gerçekleşirse, gerçekten çalışmaya başlaması gerekiyor. Bu, sadece çevrenin tahrip edilmesi bakımından değil, teknolojik bakımdan devasa bir adım olurdu: Kok kömürü veya doğal gaz yerine elektriğin kullanılması ve bakiye ürün olarak korkunç miktarlardaki CO2 yerine artık sadece su. Böylesi bir Doğrudan İndirgeyiş İşleminde bununla aslında değişen bir şey yoktur. Elektrik hidrolik santrallardan kaynaklandığından, buradan üretilen hidrojene “yeşil hidrojen” etiketi yapıştırıldı ve bu projeye “H2Gelecek” ismi verilir. Bu bağlamda bugün elde bulunan teknik olanaklar açısından ana problem: akıl almaz derecede yüksek elektrik sarfiyatı. Voest şirketi bunun için bugünkü teknolojilerde hidrojen üretimi için Avusturya yıllık toplam sarfiyatı olan 75.040 GWh (2017)’in bir kez daha %50’sine gereksinim duyacaktır; bu ise 37.520 GWh tutardı – Tuna Hidrolik Santrallarının hepsi birlikte sadece 13.200 GWh (!) üretiyorlar. Yoğun bir devletsel sübvansiyon ve “elektrik fiyatlarının” radikal bir “yeniden şekillendirilmesi” kaçınılmaz olurdu ve bu konuda daha şimdiden ihtiyaten “uyarılıyor”. (“bizzat kendi kendini inşa edenler”) Bu bağlamda önemli: bununla belki de hidrojen üretimi “devrimcileştirilecek”, ama ne çelik- ne de elektrik üretimi.
[25] “Kapital”in orasında veya burasında “üretim tarzının sürekli olarak devrimcileşmesi” ve benzeri okunmakta; ama bununla üretim işlemler ve yöntemlerinin devinimleri kast edilmiştir. Örn., “Kapital” I, MEW 23, Alm., s.233’de “göreceli Artı-değer”in açıklanmasında emeğ(in) üretim koşullarındaki devrimden, yani üretim tarzı(nda) ve bundan dolayı emek sürecinde” söz edilmekte. Oysa bu ise tarihsel olarak mevcut olan üretici güçler bazında sınıfsal olarak belirlenmiş üretim ilişkilerinin adlandırılması ile ilgili olarak “üretim tarzı” tarihsel-materyalist kavramından daha farklıdır: “Varlıklarının toplumsal üretiminde, insanlar, aralarında, zorunlu, kendi iradelerine bağlı olmayan belirli ilişkiler kurarlar; bu üretim ilişkileri, onların maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme derecesine tekabül eder.“(Marx: Ekonomi Politiğin Eleştirisi Üzerine”, MEW 13, Alm., s.8) (Türkçesi: Marks Engels, Seçme Yazılar I, Karl Marks, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’ya Önsöz, s. 609, Sol Yayınları, Ankara, Aralık 1976)
[26] Piketty isimli birinin “21. Yüzyılda Sermaye” adlı, maskaralıktan coşku duyanlar camiasının zaten çoktan başka bir maskaralığa yüzünü çevirdiğinden, bugün, iki veya üç yıl sonra zaten yine neredeyse unutulmuş olacak, kitabının – al sana bir “yüzyıl kitabı” daha-, kapak metni böyleydi.
[27] Marksist anlamda mali sermaye para sermayesi değil, bilakis sanayi-ile para sermayesinin mali sermayeye kaynaştırılması/birleştirilmesi ve bir mali oligarşinin oluşmasıdır.
[28] Virtüel Siber ve Robot-dünyasının kulislerine bakıldığında proleter gerçeklik ve sınıf mücadelesi gün ışığına çıkıyor: “Bizler yeniden makine odasına inmek ve her gün gizli kaplı yerlerde bu mekanizmayı üreten ve ayakta tutan, Çin’de Foxconn’da ve diğer firmalarda bizim en yeni oyuncaklarımızı üreten yüz binlerle, Router, server ve cam elyaf kablolardan oluşan küresel ağları çalıştıran milyonlarca işçilerle, aşırı derecede müşkül durumda çalışmaktaki, Avrupa’daki sayıları daha şimdiden yarım milyonun üzerinde bulundukları gereken App-programcılarını, facebook için açlık ücretiyle gayri ahlaki kayıtları silen Filipinli temizlik güçlerini, yanmakta olan Agbogbloshie (Gana)’daki elektro hurda depolarındaki çöplerimizi atan çocuklar ve gençlere kadar, onlarla tartışmak ve onların direniş olanaklarını ve mücadelelerini ölçüp biçmek zorundayız.” İnternetin virtüel niteliği hakkında bu kadar. Devam ediyor: “Eğer Marx’ın fetiş eleştirisini ciddiye alacaksak, … …emeğin zaten daima toplumsal niteliğine, yani çok çeşitli ve kitlesel işbirliğine… dayanan üretici güçlerin ortak ve bilinçli yeniden kendine mal etmesi uğruna… (sınıf mücadelesinde)… Tersine (böylesi) mücadeleler, kadın ve erkek işçilerin üretim gücündeki iş bölümlü toplam bağlantısının kırılganlığı ve zedelenirliğini (not: bundan mücadele etmekteki işçinin üretici olarak gücü/erki kast ediliyor) aktararak emeğin teknoloji içine dâhil ve şeyleşmiş toplumsallığını kendisine sahiplenir… Bizi kendilerinin ‘big data’-fantezileriyle korku ve ürküntüye boğması gereken ‘dijital makine’nin hassaslığı ve kırılganlığı üzerine (arızalar ve hackerler) dikkat çekiyorlar. Bu makineler de sadece, onlar her gün milyonlarca işçiler tarafında çalıştırıldıklarından çalışıyorlar. Ve onlar onun (bu makinenin –ÇN)ne kadar hassas ve kırılgan olduğunu epeyi tam olarak biliyorlar. Kolektif mücadeleler için bunun içinde bulunan potansiyel bugün üst düzeyde sadece siber-krimilalite/suçlulukları ve teknik bozulma biçimlerinde görünüyor – ama onlar pekâlâ gelecekteki kolektif mücadelelerin habercileri olarak okunabilir.” (Christian Frings: Das Problem der Linken mit der Teknik. Ein Zwischenruf aus dem Maschinenraum”, PROKLA, s.186 (İnternetin Ekonomi Politiği”, s.91 vd, Alm., – her ne kadar her noktasında doğru olmayan, ama ilginç ve düşünmeye sevk eden bir katkı.)