[Avusturya’da yayınlanan devrimci, komünist gazete Proleter Devrim dergisi sayı 90’da yayınlanan, 12 Şubat İttifakı tarafından 10-11 Şubat 2024 tarihlerinde Viyana Eski AKH Üniversite Kampüsü’nde Şubat Ayaklanması’nın 90. Yıldönümü sempozyumunda “Dollfuβ Toplarının Uğultusunda” adlı katkının çevirisini Şubat Ayaklanmasının 91. yıldönümünde yayınlıyoruz.]
Konuşmamda Viyana’daki mücadelelere yoğunlaşacağım ve bir de bazı genel değerlendirmelere yer vereceğim.
Avusturya işçi hareketinin bugüne kadarki tüm tarihi için şu geçerlidir: 12-15 Şubat 1934 tarihleri arasındaki mücadeleler proletarya ile burjuvazi arasındaki en önemli sınıf çatışmasıydı. Avusturya’nın birçok bölgesinde burjuva devlet iktidarının askeri dayanaklarına karşı proleter birliklerin en şiddetli silahlı mücadelesiydi. Karşılaştırmak gerekirse, 1848 Viyana Ekim Ayaklanması sadece bu şehirle sınırlıydı. Ve 1943/44’ten itibaren Nazi faşizmine karşı verilen partizan mücadeleleri (anti-Alman) bir ulusal kurtuluş hareketinin güçlü özelliklerini taşıyordu ve Slovenya’daki Kaernten hariç, tek tek eylemlerle sınırlıydı.
Şubat 1934’teki çatışmalar ise açıkça proletarya ile burjuvazi arasındaki sınıf cephesi uğrunaydı.
Viyana’daki muharebelere, bunların seyrine ve değerlendirmesine geçmeden önce, kişisel deneyimime dayanarak birkaç not düşmek istiyorum. Ben Linz’de büyüdüm ve büyükbabam bir demiryolcu ve eski bir Schutzbund’cu idi.
Schutzbund: [Koruyucu Birlik] Avusturya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin (SDAP) kurduğu, sosyalistlerin faşist saldırılara karşı savunmak üzere “Savunma Birliği” olarak bilinen proleter silahlı bir güç.
Heimwehr: Katolik Hristiyan Sosyal Partisi tarafından kurulan “Anavatan Savunma Birliği” [–ÇN]
1950’lerde daha çocuk iken bile akrabalarımla yaptığım sohbetlerden Şubat 1934’ün önemli bir tarih olduğunu öğrenmiştim. Dollfuß, Schuschnigg ve “Hahnenschwanzler” [bu silahlı gücün mensupları şapkalarına horoz tüyü taktıklarından muhalifler onlara “Horuz kuyruklular/kıl kuyruklar” adını takmıştı –ÇN] benim çocuk gözümde tıpkı Hitler gibi “gerçekten kötü adamlardı.” Ne de olsa büyükbabam çatışmalardan sonra bir hafta boyunca hapsedilmişti; o sırada 7 yaşında olan annemin birçok hafta boyunca okula gitmesine izin verilmemişti çünkü ateist çocuklar derslerden alıkonmuşlardı.
1950’lerin sonlarında Linz’de yaşadığım ve dikkate değer bulduğum dört çocukluk deneyiminden kısaca bahsetmek istiyorum. Linz’in ana alışveriş caddesi Landstraße’deki Merkez Sineması’nın önünden geçerken annem sık sık şöyle derdi: “Burası eskiden SP [Sosyaldemokrat Parti –ÇN] merkezi olan Hotel Schiff’ti ve 12 Şubat’ta Heimwehr ve polis yeni bir silah araması yapmak istediğinde her şey orada başladı. Schutzbund buna tahammül edemedi ve Bernaschek (Yukarı Avusturya Schutzbund komutanı) ateş emri verdi. Bunun üzerine, Viyana elektrik işçileri elektriği kesti ve bu genel grev için bir işaretti – ama buna daha sonra uyulmadı; çünkü herkes zaten işçi katillerinin beraat ettirilmesinden ve toplantıların yasaklanmasından sonra çok hayal kırıklığına uğramıştı … ve SP liderliği daima sadece şunu söyledi: Sizi kışkırtmalarına izin vermeyin…”
Bir keresinde büyükbabamla villaların bulunduğu Freinberg’de yürüyüşe çıktık ve şöyle dedi: “Doktor, Schutzbund birliğimizin gizli silah zulasının bulunduğu bu villada yaşıyordu. Schutzbund liderimizle oraya gittiğimizde –Sika-Ernstl’i tanıyorsun zaten– hain bize silah ve mühimmatın nerede saklı olduğunu söylemeyi reddetti. Bu yüzden başlangıçta, başka bir birlikten birkaç tüfek ve çok az cephane alana kadar neredeyse silahsız olarak savaşa girdik.”
Bir başka seferinde, büyükbabam ile 1920’lerden beri polis teşkilatında çalışan ve elbette tüm akrabaları gibi koyu bir sosyal demokrat olan kayınbiraderi arasında hararetli bir tartışma yaşanmıştı. Tartışma sırasında kayınbiraderi, Şubat 34’teki operasyon sırasında “zaten tüm meslektaşlarım gibi sadece havaya ateş ettiğini” söyleyerek kendini savundu. Bunun üzerine büyükbabam öfke nöbeti geçirdi ve onu azarladı: “Ama sen bize karşı havaya ateş ediyordun, Hahnenschwanzler’e ve askerlere değil!”
Çocukluğumdan kısaca anlatmak istediğim dördüncü olay, ben belki dört yaşındayken, dedemlerin bahçesine yeni bir kiraz ağacı dikilmesiydi. Birden büyük bir kargaşa oldu: kazarken, içinde bir tüfek ve süngü bulunan büyük, çürümüş bir çuval ortaya çıkarmışlardı. Bu, büyükbabamın 34 Şubat’taki tüfeğiydi – geri çekilmeden sonra tüfeği kendi bahçesine gömmüştü, “bir dahaki sefere” demişti, “ama bir dahaki sefer hiç gelmedi…”
Bunlar Şubat 1934’te küçük bir çocukken yaşadığım dört deneyim:
– SP önderliği faşizme karşı mücadeleye ihanet etmiştir.
– Savaşan Schutzbund’cular elinde çok fazla gizli silah yoktu.
– Sosyal demokrat polis memurları işçilerin yanında yer almadı.
– Schutzbund’cular yenilgiden sonra kırılmadı ve savaşmak için bir sonraki fırsatı bekledi.
Viyana’daki savaşlara gelmeden önce birkaç not daha: Nazi faşizminin ve İkinci Dünya Savaşı’nın dehşetinden sonra, sınıf bilinçli bir tarihçi ya da siyasi bilince sahip bir kişi olarak, 1927’den 1934’e kadar Avusturya’daki olayların seyrine ve komşu ülkelerdeki, özellikle İtalya ve Almanya’daki, ama aynı zamanda Macaristan ve Hırvatistan’daki gelişmelere bakan biri, işçilerin önderleri tarafından bu kadar uzun süre sessiz bırakılmalarına neden izin verdiklerini neredeyse anlayamaz. Ancak işçi hareketi 1930’lı yıllarda o kadar güçlü ve özgüvenliydi ki –ve hepsinden önemlisi, sosyalizmin kaçınılmaz olarak ve yakında geleceğine dair tarihsel otomatizmden o kadar güçlü bir şekilde etkilenmişti ki!– o dönemde yalnızca çok az kişi Avusturya faşizminin ve Nazi faşizminin 13 yıl boyunca iktidarda kalabileceğini hesaba katıyordu.
1933 yılı faşist saldırının ve iktidarın ele geçirildiği yıl oldu. Büyük demiryolu işçileri grevi bastırıldı; parlamento zorla feshedildi; Hıristiyan Sosyal Parti de dâhil olmak üzere tüm Hıristiyan-muhafazakâr ve açıkça gerici partiler Anavatan Cephesi’nde birleştirildi; KPÖ [Avusturya Komünist Partisi –ÇN] ve Cumhuriyetçi Koruma Birliği yasaklandı; polis, “silah arama” bahanesiyle Konsum [Tüketim isimli sosyal demokratların yönetimindeki alışveriş mağazaları –ÇN]şubeleri, [yine SP’nin yan kuruluşlarından –ÇN] Kinderfreunde [Çocuk Dostları –ÇN]-yurtları ve tanınmış SP [Sosyal Demokrat Partisi –ÇN] fonksiyonerlerinin daireleri de dâhil olmak üzere SP binalarını defalarca bastı, zeminleri söktüler, duvarları deldi ve her şeyi alt üst ettiler.
24 Ocak 1934’ten itibaren Viyana Schutzbund’un tüm ilçe ve bölge liderleri, “Arbeiterzeitung”un (AZ) [Sosyaldemokratların İşçi Gazetesi –ÇN] yazı işleri ofisine yapılan bir baskın sırasında Schutzbund fonksiyonerlerinin tam bir listesinin saklandığı bir yerde bulunmasının ardından, Heimwehrführer ve Şansölye Yardımcısı Fey’in emriyle tutuklandı. Yine ocak ayında polis, özellikle büyük şirketlerdeki tanınmış işyeri temsilcilerini sistematik olarak tutuklamaya başladı – çoğunlukla “vatana ihanet” suçlamasıyla. 10 Şubat itibariyle Viyana’da yaklaşık 200 tutuklama yapılmıştı.
Aşağıdan gelen giderek daha güçlü baskıların artmasına rağmen SP liderliği 1933 Sonbaharında Parti Kongresi’nde kararlaştırılan dört maddede ısrar etti: Genel grev ancak 1. Partinin feshedilmesi, 2. Özgür sendikaların feshedilmesi, 3. Seçilmiş eyalet valisi yerine hükümet komiserinin atanması (Viyana, Burgenland, Karintiya’da SP), 4. Faşist bir anayasanın yürürlüğe konması durumunda çağrılacaktı. (12 Şubat’tan önceki son 6 ayda faşist hükümet bu 4 maddeye tam olarak bağlı kaldı, hiçbirini uygulamadı ve Şubat 1934’te her şeyi hızla uygulamak için her şeyi hazırladı – örneğin Anayasa Mahkemesi’nin feshedilmesi ve SP liderliğinin çok umut bağladığı Hıristiyan Sosyallerin sosyal-liberal kanadının siyasi olarak güçsüzleştirilmesi dâhil olmak üzere).
Şubat mücadeleleri sırasında Republikanischer Schutzbund hakkında birkaç açıklama daha. 1922/23 yıllarında, d(iğerlerinin) y(anında) Viyana’da ve Yukarı Avusturya, Aşağı Avusturya, Karintiya ve Steiermark’ın sanayi bölgelerinde gösteriler ve etkinlikler için işçi savunma ve koruma gruplarından oluşturuldu. 1920’lerin sonunda, büyük çoğunluğu Viyana’da olmak üzere Avusturya’nın tümünde yaklaşık 80.000 kayıtlı üyesi vardı. Bu sayı 31 Mart 1933’teki yasaktan sonra yaklaşık 20.000’i Viyana’da olmak üzere 35.000 civarına düşmüştür. Schutzbund, emirlerini il ve merkez yönetiminden alan (ya da sonra şubat ayında almayan!) bölge ve alan komutanlarıyla katı bir askeri hiyerarşi içinde örgütlenmişti. Schutzbund’a sadece SP’nin erkek üyeleri kabul ediliyordu, bu nedenle diğer işçilere, d(iğerlerinin) y(anında) KPÖ’ye de kapalı bir parti alt örgütüydü. Sınıf bilinçli işçiler, özellikle de Komünist Parti’den olanlar, mücadeleler sırasında silahları ancak Sosyal Demokrat yoldaşlarla dostane temaslar yoluyla elde edebiliyordu. Gizli cephanelikler okullarda, Konsum şubelerinde, (Schrebergärten) hobi bahçelerinde, özel villalarda vs. duvarlarla çevriliydi ve sadece komutanlar tarafından biliniyordu.
Hem sağdan hem de soldan yapılan birçok anlatımların aksine, Schutzbund askerî açıdan çok kötü bir donanıma sahipti. Gizlenen silahların büyük bir kısmı hiçbir zaman verilmedi, her yerde cephane sıkıntısı vardı ve düşman iyi teçhizatlıyken, Schutzbund’un sadece piyade silahları vardı. Demiryolu işçileri greve gitmediğinden, ordu ve Heimwehr her zaman yeterli ikmal malzemesine sahipti ve tüm askeri birlikleri demiryolu ile taşıyabiliyordu.
Askerî açıdan önemli olan, obüslerin Schutzbund mevzilerine karşı kullanılmasıydı; bu toplar uzun menzilde (yani aradaki binaların üzerinden de) hem doğrudan hem de dolaylı ateş için kullanılan toplardır.
1920’lerin sonunda, Schutzbund’un merkezi yönetimi içinde askeri taktik ve izole edilmiş, tamamen askeri bir yönelimi öngören sözde “Eiffler Planı” konusunda şiddetli iç tartışmalar yaşanırken, Theodor Körner (daha sonra Federal Cumhurbaşkanı oldu) yaklaşan savaşlara mümkün olduğunca çok sayıda işçinin katılmasını ve bir tür partizan mücadelesini savundu ve sonunda 1930’da protesto amacıyla Schutzbund-önderliğinden istifa etti. Körner, Eiffler’in Schutzbund’u depolitize etme ve tamamen askeri bir örgüte dönüştürme planlarını şiddetle eleştirdi. Buna karşılık, mahallelerdeki işçilerle ve aynı zamanda çeşitli kışlalardaki polis ve ordunun ilerici kesimleriyle yakın bağların kesinlikle gerekli olduğunu vurguladı. 7 Aralık 1931’de parti yönetimine yazdığı bir mektupta “Eiffler Planı”na yönelik eleştirilerini şöyle özetliyordu: “Ancak işçi sınıfının içindeki tüm uyuyan güçler serbest bırakılırsa ve gerici eylemler tamamen farklı, şaşırtıcı ve tam olarak anlaşılamayan bir şeyle karşı karşıya kalırsa, şiddetli çatışmalarda işçi sınıfının zaferine güvenilebilir.” [1] Ancak SP parti yönetim kuruluna ve Schutzbund yönetimine yaptığı tüm düzenli çağrılar ve yazılı öneriler hiç dikkate alınmadı.
Bununla birlikte, Schutzbund liderliği arasında, faşist saldırılara ve faşist bir hükümet biçiminin kurulmasına karşı bir savunma gücü olduğu büyük ölçüde tartışmasızdı. SDAP’[Sosyal demokrat İşçi Partisi –ÇN]nin 1918/19’dan bu yana izlediği siyasi çizgiyle tam bir uyum içinde olan Schutzbund, sosyalizm için mücadele eden bir işçi örgütü değildi. Görevi proletarya tarafından iktidarın ele geçirilmesi değildi. Dolayısıyla bir ayaklanma planı da yoktu. (Plan oyunları, örneğin Mussolini’nin Roma’ya yürüyüşüyle İtalya’da faşistlerin iktidarı ele geçirmesine dayanıyordu ve Heimwehr’in Viyana’ya olası bir yürüyüşünü engellemeyi amaçlıyordu).
Siyasi olarak, demokratik hakların savunulması, özünde burjuva parlamenter demokrasisinin korunması söz konusuydu. Bu, bir yandan 1932’den itibaren tekelci sermayenin mevcut çıkarlarının önünde duruyordu; ama aynı zamanda işçilerin giderek daha geniş kesimleri için artık gerçek bir perspektif değildi.
Schutzbund ve KPÖ’nün yasaklanması, parlamentonun feshedilmesi, işçi odasının yetkisizleştirilmesi, toplantı/gösteri yasağı vs. sonrasında egemenlerin aslında reformist SDAPDÖ’ [DÖ-Alman Avusturya’sı –ÇN]yü ezmek istemesinin nedeni, diğer Avrupa ülkelerinin aksine, 1933/34’te bile radikal ve devrimci işçilerin önemli bir bölümünün daha hâlâ Sosyal Demokratlar içinde kalmış olmasıydı. İşçi yurtlarında ve SP lokallerinde yapılan provokatif sözde “silah aramaları”, geriye sapan SP önderliğine değil, radikalleşmiş işçilere yönelikti. 1933’te Dollfuß diktatörlüğünün kurulmasından sonra bile SP yönetimi düzinelerce kez uzlaşmaya hazır olduğunu ilan etmişti. Örneğin 15 Mart 1933’te sosyal demokrat önderler, Dollfuß faşistlerinin iradesine karşı yeni bir parlamento oturumu toplamak için Büyük Almanyacılarla anlaşmıştı. Gün boyunca Avusturya’nın dört bir yanındaki Schutzbund birlikleri makineli tüfekler ve tüfeklerle savaşa hazır bir şekilde seferber oldu – ta ki polisin parlamento oturumunu şiddetle engellemesine rağmen SP’nin onları evlerine gönderdiği gece saat 2’ye kadar. Avusturya faşistleri tarafından anayasanın açıkça ihlal edildiği bir durumda, Cumhuriyetçi Koruma Birliği’nin müdahale etmesi SP liderliği tarafından bir kez daha engellendi.
Otto Bauer daha sonra bunun hakkında şunları yazmıştır: “Başarılı bir savaş için koşullar hiçbir zaman o günkü kadar elverişli olmamıştı. (…) Çatışmadan kaçındık. (…) Müzakereler yoluyla hâlâ barışçıl bir çözüme ulaşabileceğimize inanıyorduk.” (2) Sosyal demokrat yönetim son saniyeye kadar çatışmaların patlak vermesini önlemeye çalıştı. (3)
Linz’deki çatışmaların haberi 12 Şubat öğleden öncesinde Viyana’ya ulaştığında, Viyana’daki (ve Avusturya’nın diğer bölgelerindeki) işçiler greve hazırlandı. Kitlelerin baskısı altında sosyal demokratlar içindeki muhalefet grev sloganlarını yaymaya başladı. Viyana’daki elektrik ve gaz işletmeleri greve giden ilk işletmeler oldu. Simmering elektrik santrali öğlen saatlerinde elektriği kesince, birçok işyeri temsilcileri kendiliğinden grev ilan etti. Sendika yönetimi derhâl işe devam etme sloganını yayınlasa da grev devam etti ve yayıldı. 13 Şubat’ta, tek tek sendikaların başını çekenler yeniden işe devam sloganını yayınladılar. Ancak hareket çoktan kendi dinamiğini kazanmıştı ve sosyal demokratlar artık Schutzbund’cuları durduramıyordu. Bu arada silahlı çatışmalar Avusturya’nın çeşitli bölgelerine yayılmış ve pek çok yerde silahlı çatışmalar patlak vermişti.
15 Şubat’ta Prag’da yayınlanan “Sozialdemokrat” gazetesi, kaçan SP önderlerinden birinin (Bauer ya da Deutsch) anonim bir makalesini yayınladı. Yazıda şöyle deniyordu (alıntı): “İşçi sınıfının öfkesi, bir uzlaşmaya varmaya hazır olan parti yürütme komitesinin bekle ve gör tavrına karşı giderek daha fazla yöneldi. Parti üyelerinin giderek büyüyen bir kesimi, giderek daha şiddetli bir şekilde çarpışmaya başlamak talebinde bulundu. Bununla birlikte, parti yönetim kurulu … yerleşik çizgisine bağlı kaldı: parti genel grev sloganını yalnızca olağanüstü durumlarda vermeliydi. (…) Daha (11 Şubat) gibi geç bir tarihte, parti yönetim kurulu fonksiyonerleri, işçiler arasındaki heyecanlı ruh hâlini rapor eden yoldaşlara, onları kendi başlarına greve çıkmamaları konusunda uyarması anlamında talimat verdi. Ancak kitlelerin öfkesi öyle bir seviyeye ulaşmıştı ki, parti yönetim kurulunun bu uyarıları artık gerçekleşemezdi. (…) (11 Şubat) tarihinde Viyana’nın en sanayi bölgesi olan Floridsdorf’ta, Floridsdorf işçileri arasında özellikle saygı duyulan bir iş yeri temsilciliği başkanı olan yoldaş Stockhammer tutuklandı. Erken saatlerde (12 Şubat) Floridsdorf fabrikalarının işçileri bu tutuklamaya karşı bir protesto grevi çağrısında bulundular.” Çatışmalar henüz devam ederken SP yönetiminin açıklaması bu şekildeydi. (4)
Örneğin Bruck/Mur ve Steyr’in aksine, Viyana’da polis, Heimwehr ve ordunun saldırılarına karşı bir savunma mücadelesi verildi. O dönemde Viyana, Avusturya nüfusunun neredeyse üçte biri olan 2 milyondan fazla insana ev sahipliği yapıyordu ve bunların yaklaşık üçte ikisi Sosyal Demokratlara oy veriyordu. (O dönemde Graz’ın nüfusu 150 bin, Linz’in nüfusu 100 bin idi).
12 Şubat sabahı Viyana’nın önemli bölgeleri, bir gün önce –hatta genel grevden ve ilk silahlı çatışmalardan önce– burjuvazi proletaryaya karşı kesin darbeyi planladığı gibi hazırlamış olan polis birlikleri (ve bazı federal ordu birlikleri) tarafından işgal edildi. Çeşitli tahminlere göre, faşist hükümetin yanında şu güçler konuşlandırılmıştı: yaklaşık 17.000 Federal Ordu mensubu, 17.000 polis mensubu, 4.000 jandarma mensubu ve on binlerce Heimwehr askeri. Schutzbund Viyana’da yaklaşık 17-20.000 kişiyi harekete geçirebilmişti.
Şehir merkezi –yani Gürtel’in [kuşağın –ÇN] içerisindeki alan– askeri silahlı polis tarafından tel örgülerle kordon altına alınmış, makineli tüfekler yerleştirilmiş ve şehir merkezi bir askeri kampa dönüştürülmüştü.
Şubat çatışmalarının dört günü boyunca Viyana’da sadece birkaç (gerçek) savaş cephesi vardı ve ilk iki günde Gürtel’in dışındaki işçi mahallelerinin büyük bir kısmı fiilen Schutzbund’un askeri kontrolü altındaydı. Şehrin iç bölgeleri, yani Gürtel’in içindeki hükümet binaları, banka, telefon ve şirket merkezlerinin bulunduğu bölge asla saldırıya uğramadı.
Polisle ilk çatışmalar Simmering, Favoriten ve Ottakring’de, merkezi bir koordinasyon olmaksızın kendiliğinden, polise karşı bir savunma olarak başladı. Büyük şirketlerin tüm iş yeri temsilcileri, güvenli bir yere gitmedikleri ya da kendilerini zamanında güvence altına almadıkları veya savunmadıkları takdirde polis tarafından sistematik olarak tutuklanıyordu. Örneğin Simmering gaz fabrikasında. Eisteichstraße’de (Hyblerpark yakınında) işçi Franz Havlicek, kendisini tutuklamaya çalışan polis komiseri Josef Schiel’i vurdu. (5) Schutzbund daha sonra Landstraße’ye ilerledi ve St. Marx’ı işgal etti. İşçiler kendi semtlerinde barikatlar kurmaya başladılar.
Hükümet 12 Şubat öğleden sonra, uzun süredir hazırladığı bir dizi siyasi-askeri darbeleri gerçekleştirdi: Viyana Belediye Binası işgal edildi, Sosyal Demokrat Belediye Başkanı Seitz’in görevden alındığı ilan edildi, tutuklandı ve yerine Schmitz adında bir Avustro-faşist geçici olarak kent idareciliğine getirildi. SDAP parti yönetim kurulunun evi işgal edildi ve parti yönetim kurulunun tüm üyeleri tutuklandı ya da arandıkları ilan edildi. Saat 16:00’da SDAP’nin yasaklandığı ve sıkıyönetim [Standrecht: yargı kararı olmaksızın her yerde uyarıya uymayanı vurma emri –ÇN] ilan edildiği duyuruldu.
Bu arada genel grev, işçi semtlerinde silahlı mücadelelere dönüşmüştü bile.
12 Şubat’ta, çoğu sosyal demokrat olan en az 5000 işçinin toplandığı örneğin Karl-Marx-Hof gibi çok fazla ana eylem merkezi vardı. Ottakring’deki Sandleiten-Hof’ta ikinci bir merkez oluşturuldu; üçüncü bir merkez Favoriten’deki Laaerberg’deydi ve burada daha sonra 3000 silahlı işçi vardı. Margareten, Favoriten, Simmering, Meidling, Ottakring, Döbling/Heiligenstadt ve Floridsdorf gibi proleter semtlerde mücadeleler aşağı yukarı kendiliğinden ve koordinasyon ya da merkezi savaş yönetimi olmaksızın başladı.
İlk iki gün, 12 ve 13 Şubat’ta, Viyana içinde faaliyet gösterenler her şeyden önce tepeden tırnağa kadar silahlı polislerdi (Liesing o zamanlar hâlâ bağımsız bir kent idi), Avusturya ordusu ve Heimwehr taburları ise Viyana çevresinde konuşlanmış ve şehre doğru ilerlemişti. Daha sonra, Floridsdorf’taki kuzeydoğu cephesi ve Laaerberg’deki güney cephesi olmak üzere iki ana cephe oluştu.
Ottakring’deki üçüncü cephe epeyi hızlı bir şekilde kırıldı, çünkü buradaki işçiler neredeyse sadece evlere saklanmışlardı, savunma pozisyonları dıştaki karakollar tarafından zar zor güvence altına alınmıştı ve bu nedenle askeri mevzileri en başından beri çok elverişsizdi. Ottakring’deki işçi yurdunun üç kez el değiştirmiş olması, Ottakring’li Schutzbund’cuların inanılmaz kahramanca mücadelesini göstermektedir. İşçi yurdu zaten tamamen bombardıman edilmişken, işçiler yıldırım saldırısıyla yurdu yeniden geri aldılar.
Ancak şimdi, şubat çatışmalarının tabiri caizse “normal bir işçi bölgesinde” nasıl geçtiğini göstermek için, askeri çatışmaların pek de merkezinde olmayan bir başka bölgedeki, yani Meidling’deki çatışmalardan kısaca bahsetmek istiyorum ve bunu her şeyden Meidling’in Margareten ve Favoriten ile sınır oluşturduğu üçgende savaşan yaklaşık 30 kişilik bir gruba komuta eden Meidlingli Schutzbund grup komutanı Lois Vallach’ın raporuna dayandırıyorum.
12 Şubat’ta her şeyden önce şu tek tek eylemler gerçekleştirilmişti (6):
“Philadelphiabrücke yönünde (Gürtel’den) ilerledik, ağır silahlı bir polis grubu, karabinalı yaklaşık 25 adam karşımıza çıktı.
Aynı anda ateş açtık ve aynı anda atılan birkaç el bombası patladı. Silahlanmamız güçlü polis grubuna karşı yetersiz kaldı ve bu nedenle ilk saldırıdan sonra geri çekilmek zorunda kaldık… Bu arada ‘Vorwärts’ Schutzbund’un Gaudenzdorfer Gürtel yakınlarındaki Arndtstraße’deki belediye evinde sıkışıp kaldığı ve bir polis devriyesi tarafından korunduğu haberini aldık. Hemen devriyeye saldırmaya ve Schutzbund’cuları kurtarmaya karar verdik. Saldırı iki taraftan başlatıldı. Devriye ateşe karşılık verdi, ancak bir evden ve sokaktan gelen saldırımızdan kaçmak zorunda kaldı. Bunun sonucunda 150-180 Schutzbund’cu kurtarıldı. Nereye gittikleri benim bilgim dışında.”
İşte bununla ilgili olarak polis raporundan bir kesit:
“XII. Viyana, Arndtstraße 36 adresindeki eski Schutzbund binasında zaten 250 kişi bulunuyordu… on güvenlik görevlisi tarafından kontrol altında tutuluyordu. Daha fazla böylesi güç görev yapmaya hazır değildi. Ancak daha sonra dışarıdan ateş açıldığı için bu güvenlik görevlileri geri çekilmek zorunda kaldı. Kısa bir süre sonra bu … lokal … yeniden işgal edildi. Daha önce orada bulunan Schutzbund’cular tarafından terk edilmişti.”
Şimdi de Lois Vallach’ın çatışma raporundan devam edelim:
“Bu sırada saat akşamın 20:00’siydi. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmurda, karanlık sokaklarda gücümüzü aradık. Sakinliğe benzer bir şey vardı.” En yakın nöbetçi kulübesine saldırıp saldırmamayı tartıştılar. Zırhları zayıf olduğu için çoğunluk buna karşı çıktı. “Tüm giysilerimiz ve ayakkabılarımız sırılsıklamdı ve bazılarımız çoktan yorulmuştu, birkaç saatliğine geri çekilmeye ve biraz dinlenmeye karar verdik. Küçük gruplar hâlinde güney demiryolu viyadüğünden Wienerberg’e doğru çekildik. Öğleden sonra geç saatlerde ilk saldırıyı başlattığımız 30 kişilik grubumuza savaş sırasında 25 kişi daha katıldı ve toplam sayımız 50’nin üzerine çıktı. Wienerberg’in bizzat kendisinde de yaklaşık 40 ila 50 kişilik bir grupla karşılaştık. Oradan devriyeler gönderdik. Evin bizzat kendisi muhafızlar tarafından korunuyordu. Saat 11 olmuştu ve diğer bölgelerden hâlâ haber yoktu, hatta bölgemizin muharebe bölümlerinden bile haber alamıyorduk. Diğer tüm savaşçılardan koparılmış ya da daha doğrusu izole edilmiştik, kendi başımıza kalmıştık.”
“Saat 23:00 ile 24:00 arasında Rosenhügel’den karabinalı 60 silahlı Schutzbund’cu geldi. Bu güçlü grup geldiğinde herkes (toplamda yaklaşık 160 ila 180 kişi) mükemmel bir ruh hâli içindeydi, her ne kadar birçoğu acıkmış olsa da. Gece yarısı ile sabah 1 arasında (13 Şubat’ta) cephane ve erzak getirmeleri için motorlu araçlarla gönüllü bir devriye gönderdik. Tüfekler de dâhil olmak üzere oldukça fazla mühimmatın yanı sıra biraz ekmek ve sosis getirdiler.”
“Gece yarısından sonra gardiyanlar hariç herkes dinlendi; bazıları çıplak beton ya da tahta kalaslar üzerinde, diğerleri ise çamaşırhanenin makine zemininde. (13 Şubat günü) sabah saat 4.00’ten sonra hepimiz yola çıktık. Saat 4,30 civarında küçük gruplar hâlinde Wienerbergerstraße’den aşağıya, (Meidling) mezarlığının yanına doğru yola koyulduk. İlk planımız en yakın nöbetçi odalarına saldırmaktı. Ancak gözcü olarak geri dönen devriyeler nizamiyelerin çok sıkı korunduğunu bildirdi. Artık saat sabahın 5.30’u olmuştu. Schutzbund’cular önceki günden beri hâlâ sırımsıklaktı.”
“Soğuk sokaklarda tartıştık, titredik ve donduk ama yine de elimizden geldiğince yoldaşları aydınlatmaya çalıştık.
Aynı zamanda, çoğu hâlâ mücadele etmeye istekli olan yoldaşların yalpalayarak ve tereddüt ederek dağılmamaları için bazı fonksiyonerleri enerjik bir şekilde ısrarla ikna etmeye çalıştık. Hızlıca bir saldırı planını tartıştık ve Reumannhof yönünde ilerleyerek hücum etmeye ve resmi kolluk kuvvetlerinin kaçmasını sağlamaya ve işçileri serbest bırakmaya karar verdik. İki büyük müfrezeye ayrıldık ve iki cepheden saldırdık. Güney demiryolu hattı boyunca ve Eichenstraße’de ilk otomobilleri sabah 6.00’da durdurduk…”
“Kamyonlar ve diğer araçlarla bir barikat kurduk. Oradan ilk Heimwehr’cilere ateş açtık. Diğer taraftan, kilise yönünde (Immaculataplatz’da), ikinci grup ilerledi. Her iki taraftan da ateş açtığımızda, Heimwehr üyeleri geri çekiliyor gibi görünüyordu.
Zaten yarım saattir karşılıklı ateş ediyorduk, düşmandan güçlü bir karşılık hissettik… Aynı zamanda, kimseyi göremeden kiliseden bize ateş ediliyordu. Bu yoğun ateşe rağmen barikatı bir tarafa bırakıp ilerlemeye devam ettik. Bu sırada akciğerinden vurulan ilk ağır yaralımız vardı.
Onu yaklaşık 30-40 metre kadar geriye sürükledik ve orada yoldaşları tarafından teslim alındı. Çatışma bir saatten fazla sürdü. Bazı cesur yoldaşlar Gürtel’in yakınına kadar ilerlediler, arkadan ateş altında ve iyi bir siperde bir Heimwehr yuvasına birkaç el bombası attılar. Yuva dağıldı ve ancak o zaman keskin gözlerimiz onlara erişebildi, bazıları yol kenarına düştü.” (…)
“Hemen ara sokaklara ve bağlantı yollarına bazı barikatlar kurduk. Fuchsenfeldhof’un ana girişine hemen bir makineli tüfek yerleştirdik. Diğer tüm kapılarda güçlü tüfek mevzileri vardı. Güney demiryolu hattında bir lokomotifin geçip gitmekte olduğunu gördük. İlk başta vagonda bir makineli tüfeğin yerleştirilmiş olduğunu fark etmedik. Lokomotif 5 dakika sonra geri çekildiğinde, lokomotifte silahlı bir mürettebat olduğunu fark ettik. Hemen makineli tüfeğimizi demiryolu köprüsü yönünde konumlandırdık. Birkaç dakika sonra lokomotif tekrar ilerledi ve makineli tüfeği harekete geçirdik.
Açtığımız ateşe lokomotiften hemen karşılık verildi- lokomotif 8 ila 10 dakika aralıklarla tekrar tekrar ilerledi ve üzerimize ateş açtı. Daha şimdiden ön kapının önünde yatan üç yeni yaralımız vardı. Yaralılar güvenli bir yere götürülür götürülmez, bir ordu ambulansı yan sokaktan içeri girdi. Bir barikat arabanın felaketi oldu, ancak barikatın önünde Schutzbund’cular yoktu, ancak ‘Am Fuchsenfeld’ adlı evin önünde siper arıyorlardı. Bazı silahsız işçiler ambulans için yolu açmak istedi. Aynı anda silahlı askerler ambulans aracından bu işçilere ateş etti. Araç bizim tarafımızdan saldırıya uğradı ve dört asker savaş alanında kaldı.
Hayatını kurtararak kaçan 5 askerden birini yakaladık. Araba devrildi ve 5 tüfeği aldık ve hemen dağıttık. Makineli tüfekli lokomotif hâlâ ilerliyordu ve evin yakınındaki mevziimize ateş ediyordu. ‘Am Fuchsenfeld’in karşısındaki evin zeminine birkaç adam yerleştirdik ve lokomotife yukarıdan ateş ettik. Zorlu bir çatışmanın ardından, saat 11.30 sularında lokomotif geri döndü ve bir daha görünmedi.
Schutzbund’culardan bazılarıyla konuştum ve muhtemel haberleri almak için savaş hattından çekildim. Birkaç saat dolaştıktan sonra hiçbir haber alamadan geri döndüm. Salı günü akşama doğru durumu anlayabildiğimiz kadarıyla, o savunma pozisyonunda kalmanın kesin ölüm ya da yakalanma anlamına geldiği bizim için zaten açıktı. Bu durum nedeniyle, düşmanın eline düşmek istemiyorsak, silahlı bir geri çekilme yapmaya karar vermek zorundaydık. Salı gecesi (13 Şubat) ‘Am Fuchsenfeld’ binasını terk ettik ve Wienerberg’e geri çekildik, oradan da sabah Rosenhügel’e gittik. Silahlar orada güvenli bir yere götürüldü.”
Lois Vallach’ın raporu hakkında bu kadar.
Viyana’nın proleter bölgelerini bir harita üzerinde hayal edersek, hükümet binalarının, şirket ve banka merkezlerinin bulunduğu iç bölgelerin etrafında bir halka oluşturduklarını görebiliriz. Birleştirilmiş bir plan ve merkezi komuta altında saldırgan bir yaklaşımla, tüm önemli hükümet binaları Schutzbund tarafından daha ilk günden fethedilebilir ve işgal edilebilirdi. Daha önce de belirtildiği gibi, o sırada şehir merkezinde neredeyse sadece polis birlikleri vardı ve bu birliklerin ilerleyen on binlerce silahlı, ilerleme hâlindeki Schutzbund üyesi karşısında çok az şansı olabilirdi. Dolayısıyla sadece belediye binası, SP genel merkezi vs. polis birlikleri tarafından savaşmadan işgal edilmekle kalmadı, aynı zamanda burjuva iktidarının diğer merkezleri de faşist gericilik tarafından savaşmadan ele geçirildi. Friedrich Engels 1895 gibi daha erken bir tarihte (“Fransa’da Sınıf Mücadeleleri”ne yazdığı güncellenmiş giriş yazısında), 1871 Paris Komünü’nden bu yana değişen mücadele koşulları nedeniyle savaşçıların (alıntı) “pasif barikat taktikleri yerine açık saldırıyı tercih etmeleri” zorunluluğuna işaret etmiştir. (7) Örneğin Lenin bunu 1906’da (“Moskova Ayaklanmasının Dersleri”nde) tekrar vurgulamıştır. (8)
Yani en önemli askeri hatalardan biri, merkezi bir komuta olmadan faaliyet göstermek zorunda kalan Schutzbund gruplarının neredeyse sadece büyük apartman bloklarına yerleşmeleri ve daha sonra faşist topçular tarafından vurularak güçsüz hâle gelmeleriydi. İyi bilinen ve defalarca analiz edilmiş bir örnek olan Karl-Marx-Hof’a daha detaylı bakmak istiyorum.
Schutzbund yönetiminin tamamen yanlış ve köhne savunma taktikleri bir yana bırakıldığında: Karl-Marx-Hof’un sadece savunulmasının planlanması bile, Schutzbund birliklerinin yukarıdaki tepede bulunan Hohe Warte’ yi [Rasathane –ÇN] ve Karl-Marx-Hof’un hemen yanındaki demiryolu setini derhâl askeri olarak işgal etmesini içermek zorundaydı. İşte tam da bu iki noktada Federal Ordu topçularını savunmacılara ve Cumhuriyetçi Koruma Birliği’nin makineli tüfek mevzilerine karşı harekete geçirdi ve onları saatlerce obüslerle bombaladı.
Ama bir kez daha somut askeri mücadelelere dönelim:
İşçi mahallelerindeki silahlı çatışmaların yarattığı durum, ilk iki gün boyunca faşist hükümet için son derece kritik olduğunu gösterdi. Bu hükümetin ilk gün Aşağı Avusturya’dan Viyana’ya sevk ettiği askeri güçler, belediyeye ait toplu konutlarda hükümetin hiç beklemediği düzeyde bir direnişle karşılaştı.
Hükümetin eylemleri, Schutzbund tarafından işgal edilen binalara yönelik saldırı girişimlerinde hemen sonuç vermedi. İşçi bölgelerinde konuşlanan askeri birlikler genellikle hiçbir şey elde edemeden geri çekilmek zorunda kaldı. Topçu birlikleri olmadan, iyi korunan belediye binalarına karşı çok az şey yapılabilirdi ve her şeyden önce, hükümetin kuvvetleri tüm çatışma bölgelerine aynı anda saldırmak için yeterli olmaktan uzaktı. Bu da Heimwehr birliklerinin, polisin ve askerlerin tek tek hedeflere yoğunlaşması ve savaşan Schutzbund’cularn geniş alanlarda serbestçe hareket etmesi anlamına geliyordu. Hem burjuva hem de devrimci askeri teorisyenler, silahlı işçilerin en büyük hatasının şehir merkezine eşgüdümlü, yoğunlaştırılmış bir saldırı düzenlememek olduğu konusunda büyük ölçüde hemfikirdir. Ancak, daha önce de belirtildiği gibi, Schutzbund’cuların defansif ve hain yönetimi ya da önderlik etme yoksunluğu nedeniyle bu mümkün olmamıştır.
Floridsdorf’taki kuzeydoğu cephesi (Kagran ve Stadlau’nun yanı sıra) askerî açıdan en güçlü cepheydi. Çekoslovakya sınırına kadar uzanan demiryolu hattının büyük bir bölümü de Schutzbund birlikleri tarafından işgal edilmişti. Reichsbrücke köprüsü üzerinden Floridsdorf’a giden önemli Tuna geçişi, Leopoldstadt’ın 2. bölgesindeki Lasallehof’tan sağlandı. Ancak Brigittenau (20. bölge) ve Fünfhaus-Rudolfsheim (15. bölge) gibi, Leopoldstadt’ın belirgin bir işçi sınıfı bölgesi olan Schutzbund, Sosyal Demokrat sabotajcıların ihaneti nedeniyle, en azından örgütlü gruplar hâlinde mücadeleye katılmadı.
Çatışmaların sonuna doğru Floridsdorf, savaşmaya devam eden cesur Schutzbund grupları için de güçlü bir geri çekilme alanı oldu. Daha son birkaç gün içinde 6000 silahlı işçi Floridsdorf ve çevresine yürüdü. Ve bu cephe aslında hiçbir zaman askeri olarak yenilmedi, genel durum umutsuz hâle geldiğinde işçiler silahlı olarak geri döndü ve bir kısmı Çekoslovakya topraklarına çekildi. Diğer kısımlar geri çekilmeyi karşıladı ve Floridsdorf’ta ve Viyana’nın kuzeydoğu mahallesinde birkaç saat daha savaşmaya devam etti. Geri çekilmeyi güvence altına almak için Goethehof’un cesurca savunulması, Şubat 1934’te kadınların silahlı mücadelesinin hayatta kalan birkaç örneğinden biridir (St. Pölten’deki Maria Emhart ile birlikte).
Goethehof’ta cephanesi bitene kadar makineli tüfekle ateş eden tekstil işçisi Anni Haider’in raporu (“Tränen statt Gewehre”) [“Tüfekler yerine Gözyaşları –ÇN] aynı zamanda bir film hâline getirildi ve bugün bunu 19.30’da Alte Kapelle’de gösteriyoruz.
İkinci cephede, Laaerberg’deki güney cephesinde, bir kadın kolunda çatışmalara katılan ve daha sonra Sovyetler Birliği’ne göç eden Elsa Maier’in anlattıklarından bir bölüm okumak istiyorum. Çok daha iyi bilinen Anni Haider’in (ve St. Pölten’deki Maria Emhart’ın) yanı sıra, Elsa Maier’in “Laaerberg’deki kadınlar birliği” başlıklı raporu, Şubat 1934’te savaşan kadınların belgelenmiş az sayıdaki örneklerinden biridir.
(Florian Wenninger’in 2017 tarihli “1934 Şubat savaşlarında kadınlar” konulu kısa bir analizi de internette bulunabilir. (9))
Ama şimdi Laaerberg’deki kadın birliğine gelelim (10):
“Laaerberg’deki komünist hücre hiç de fena çalışmadı. Son zamanlarda, devrimci düşünen kitlelerin faşizme karşı kararlı ilerlemeler kaydetmesini engellemek isteyen Sosyal Demokrat önderlerin hain politikalarına karşı başarıyla mücadele ettik. Laaerberg’deki Sosyal Demokrat örgütlenmeye erişim sağlamayı başardık. Ankerbrot [Ekmek –ÇN] fabrikasında, sürekli temas hâlinde olduğumuz yasadışı bir fabrika hücresi kurduk.
Sosyal Demokrat Parti’nin birçok alt düzey görevlisi bizimle el ele çalıştı, bazıları gizlice hücrelerimize üye oldu ve blok gazetemizin yayınlanmasında ve ‘Rote Fahne’ [Kızıl Bayrak – KPÖ’nün merkezi yayın organı –ÇN] nin dağıtımında bize yardımcı oldu.
12 Şubat günü saat 11’de, Laaerberg hücresi sol görüşlü bir sosyal demokrat tarafından Linz’de mücadelenin başladığı konusunda bilgilendirildi. Hücremiz solcu sosyal demokratlarla birlikte kısa bir toplantı düzenledi.
Bu toplantıyı düzenlemek için yoldaşlarımızın evlerini dolaştık ve onlara şunları söyledik: ‘Yoldaşlar, polis şimdiden işçilere ateş açmaya başladı. İlk kurbanlar Linz’de düştü. Derhâl harekete geçmeliyiz! Toplantımızda biz komünistler proletarya diktatörlüğü için mücadelenin yükseltilmesini talep ettik. Hücremizin çağrısı, derhâl silahlanan 35 yoldaş tarafından yanıtlandı. Bu 35 komünist ve sempatizan iki gruba ayrıldı: biri Simmering’e giderek oradaki Schutzbund’cuları destekledi, diğeri ise Quellenhof’a gitti.
Çatışmaların patlak vermesinden itibaren kadınlarımız bir sağlık kolu oluşturdu. Savaşçılar acıkmıştı ve yiyecek istiyorlardı. Komünist kadınlar Schutzbund kadınlarına yaralıları taşımak, onlara ilk yardım sağlamak ve savaşçılara yemek vermek için ortak bir grup oluşturma talebiyle yaklaştı. Kadınlar bu öneriyi coşkuyla kabul etti. Sosyal demokrat kadın işçilerin yanı sıra çok sayıda komünist kadının temsil edildiği bir komite kuruldu. Komünist bir kadın komitenin başkanlığına seçildi. Savaşçıları desteklemek için hemen para toplamaya başladık.
Konsum derneğinin şube başkanına gittik ve onu Konsum derneğinin işçileri mücadelelerinde desteklemekle yükümlü olduğuna ikna etmeye çalıştık. Ancak bu gerekçeye pek açık değildi. Satış yapmak istiyordu ama mücadele etmek istemiyordu. Bunun üzerine onu Konsum derneğini boykot etmekle tehdit ettik. Ayrıca Konsum birliğine payımızı ödediğimiz için gıda maddesi hakkımız olduğunu da belirttik. ‘Gerekirse ihtiyacımız olanı zorla almaktan utanmayız’ dedik. Sonunda bize boyun eğmek zorunda kaldı. Ayrıca Laaerberg’deki tüccarlardan da bir yardım topladık. Para, yiyecek, sigara ve benzeri şeyler aldık. Eksik olan tek şey ekmekti. Bu sorunu da kısa sürede çözdük. Bir ekmek kamyonu yanımızdan geçerken tüm ekmeğe el koyduk.
Salı günü sabah saat 9.30’da karakollardaki yoldaşlara domuz yağı sandviçleri, sosis ve yumurta verildi. Öğle yemeğinde et, sebze ve çorba vardı. O kadar çok yiyecek topladık ki tutuklananların çocukları için koli dağıtabildik. Paranın bir kısmını tutuklulara aktarması için Kızıl Yardım örgütüne verdik. Kendimize Laaerberg’deki komünist hücrenin iaşe kolu adını vermiştik.
Quellenhof’un komutanı, Quellenhof’un tecrit edildiğini öğrenince teslim oldu. Bunu işçilerin iradesine karşı yaptı. Polis ve asker, askerden geri dönenlerin yaşadığı yerleşim yerine ateş açmaya başladı ve Schutzbund’cuların Quellenhof’tan çekilmesine neden oldu. Çocukları korumak için dairelerde barikatlar kurmaya başladık. Kadınlar yoğun ateş altında bir evden diğerine, bir sokaktan diğerine koşuyor, savaşçılara yiyecek getiriyor ve yaralıları doktora taşıyorlardı. Simmeringer’lerin arkasını korumak için kadınlar her türlü ev eşyasını kullanarak sokakta barikatlar kurdular.
Mücadele sırasında komünist hücremiz iki bildiri yayınladı. Bunlardan biri Laaerberg’deki Schutzbund’cular Simmering’deki Schutzbundcıların mücadelesini kolaylaştırmak için polis karakolunu işgal etmeye çağırıyordu. Diğer bildiride ise mücadelenin faşist hükümetin devrilmesine kadar genişletilmesi sloganı yer alıyordu.”
Elsa Maier’in raporundan özet bu kadar. Laaerberg’deki bu güney cephesi bile faşist askeriye tarafından tasfiye edilemedi; proleter savaşçılar sonunda şehrin dışına, güneye doğru çekildiler.
Şu ana kadar sadece Viyana’da binlerce Schutzbundcuların katıldığı askerî açıdan en önemli muharebelerden bahsettim, ancak şehir genelinde mermileri bitene kadar apartmanlardan ateş eden inanılmaz cesur işçilerle sayısız küçük muharebe yaşandı.
1927’de Adalet Sarayı’ndaki polis katliamına tanık olan ve daha sonra Schutzbund’a katılan kunduracı kalfası Karl Münichreiter’in kaderi oldukça iyi bilinmektedir. Münichreiter, 12 Şubat’ta 6 adamıyla birlikte bir grup önderi olarak küçük bahçesinden ve yakındaki bir okuldan gizli silahları almış ve Hietzing-Unter St.Veit’teki Goldmarkplatz’da bulunan SP-Kinderfreundeheim’ı [çocuk dostları yurdu –ÇN] emniyete almışlardır. Polis geldiğinde bir saat süren bir çatışma yaşandı, ancak grup daha sonra geri çekilmek zorunda kaldı; çünkü evin ahşap duvarları koruma sağlamıyordu ve düşman mermileri kolayca içeri giriyordu. Münichreiter yaralı bir yoldaşının yardımına koşmaya çalıştığında birkaç kurşun isabet etti ve komaya girdi. Bilinci yerinde olmayan o polis tarafından kaçırıldı ve 14 Şubat’ta (Dr. Sauer adında) bir polis doktoru askeri mahkemenin idam kararını duyabilecek kadar bilincinin açık olması için ona iğne yaptı. Daha sonra bir sedye üzerinde darağacına taşındı ve asıldı. (11) Şubat savaşlarından sonra mahkûm edilen ve idam edilen dokuz kişiden biriydi. Viyana’da üç Schutzbund’cu daha darağacında idam edildi: Emil Swoboda, daha sonra hakkında bir şarkı bulunan ünlü Floridsdorf itfaiye komutanı Georg Weissel ve daha sonra bir demiryolu hattına yapılan bombalı saldırı nedeniyle Josef Gerl.
Bir dizi başka işçi de formalite icabı bir resmi mahkeme kararı dahi olmaksızın basitçe sıraya dizildi ve vuruldu – örneğin, Heimwehr tarafından Yukarı Avusturya’da Holzleithen’deki işçi evinin platformuna yerleştirilen ve vurulan altı sosyal demokratların yardım kuruluşu üyesi (Arbeiter-Samariter) ya da Heimwehr’in 450 esir Schutzbundcu ve işçiden oluşan bir kafileye makineli tüfeklerle ateş açması sonucu Floridsdorf’ta öldürülen on mahkûm.
Az sayıda olmayan işçi, polis komiserliklerinde, karakollarda ve hapishanelerde işkence gördü ve dövülerek öldürüldü. Schutzbund’un şehrin altındaki iletişim yolları olarak kullandığı Viyana kanallarında düzinelerce kişi boğuldu. Çünkü Heimwehr Binbaşısı Fey tüm Viyana kanal ağını sular altında bıraktırdı ve takip eden gün ve haftalarda Slovakya ve Macaristan’daki Tuna Nehri’nden, Viyana kanal ağından Şubat savaşçıları olduğu tespit edilebilen toplam 39 ceset çıkarıldı.
Toplam ölü sayısına ilişkin olarak onlarca yıl boyunca 1000 ila 2000 arasında rakamlar telaffuz edilmiştir. Ancak Winfried Garscha ancak 2011’de “kendi kurbanlarının aşırı abartıldığından” bahsetmiştir. (12) Son tahminler, hükümet rakamlarına göre 21’i kadın (14) olmak üzere 500 ila 600 arasında ölü olduğu yönündedir. (13)
DÖW’de (Avusturya Direnişi Dokümantasyon Merkezi) Şubat muharebelerinde hayatını kaybeden 356 kişinin isimlerini ve sınıflandırmalarını içeren bir liste bulunmaktadır ve bu liste muharebelerin analizi için belirli bir referans noktası sağlamaktadır. (15)
Buna göre ölülerden
Viyana’da %57
21 Y.A. [Yukarı Avusturya –ÇN]
17% Steiermark
5 A. A. [Aşağı Avusturya –ÇN]
25 Schutzbundcular (ve müttefik savaşçılar);
31 Faşist hükümet güçleri (polis, jandarma, ordu, Heimwehr) (hükümet güçleri toplu konutlara yapılan saldırılarda yarıdan fazlasını kaybetti).
32 İlgisi olmayanlar (uzmanlık alanı olmayanlar)
13 açıklığa kavuşmayanlar.
Ve Viyana’daki 151 sivil kurbanın tamamı bu nedenle hayatını kaybetti:
7 topçu ateşi
13 (Tüfek) atışıyla evde vurulanlar
57 Açık havada vurulanlar
23 diğer.
Komünist Parti hakkında birkaç söz. 12 Şubat’tan önce KPÖ, çoğu Viyana’da olmak üzere Avusturya genelinde 4.000’den bile az üyesi olan çok küçük bir partiydi. (SP ile karşılaştırıldığında, sayısal olarak neredeyse önemsizdi: Kasım 1930’daki son ulusal seçimlerde SDAP 1,5 milyon, KPÖ ise 21 bin oy almıştı, yani %41’e %0,6. İki yıl sonra, 1932’de Viyana’da yapılan belediye seçimlerinde SDAP %59 (683.000), KPÖ ise %1,9 (22.000) oy aldı. (16)
SDAP, sözde “Austromarxizm” ile –yani solcu, militan kutlama konuşmaları ve aynı zamanda işyerinde ve sendikada sürekli uzlaşmacılık ile ve politikada kokuşmuş tavizlerle– eskiden olduğu gibi şimdi de işçilerin çoğunluğunu kazanmayı başardı.
Ancak küçüklüğüne rağmen KPÖ, Şubat mücadelelerinden önce bile özellikle Viyana’daki sosyal demokrat tabanın radikalleşmesinde önemli bir rol oynadı. İşçi mücadelelerinin 15 Temmuz 1927’de bastırılmasından bu yana, giderek daha fazla sayıda sosyal demokrat KPÖ’nün argümanlarını ve önerilerini dinledi ve KPÖ bazı işyerlerinde etkisini arttırmayı başardı. Aynı zamanda, sosyal demokratlar KPÖ’ye karşı giderek daha vahşice önlemler aldılar – örneğin, KP’nin çifte üyeleri Schutzbund’dan atıldı ve kendi küçük savunma örgütlerini kurmak zorunda kaldılar. KPÖ’ye katılmak isteyen bireysel muhalif SJ [Sozialistische Jugend-Sosyalist Gençlik –ÇN] gruplarına sosyal demokratlar içinde kalmaları ve KP’yi oradan desteklemeleri tavsiye edildi.
KPÖ 1932’den itibaren, ama özellikle de burjuva parlamenter demokrasisinin kaldırılmasından ve 1933 Baharında yasaklanmasından bu yana, enerjisinin önemli bir bölümünü bir genel grev hazırlığına yoğunlaştırdı. Böylece, 10 Şubat 34’te, yani silahlı mücadelelerin başlamasından iki gün önce, “Rote Fahne”nin özel bir baskısı şu başlıkla yayınlandı: “Genel grev için dışarı! Ve metinde diğer şeylerin yanı sıra şöyle yazıyordu: “…Liesing, Atzgersdorf işletmeleri zaten grevde. Oradaki tüm sosyal demokrat işyeri temsilcileri tutuklandı. Innsbruck’ta işçi yurdu ve matbaa faşistler tarafından dövüldü… Sosyal Demokrat parti yönetim kurulu ve sendika liderleri ihanet ve teslimiyet politikalarını sürdürüyorlar. Wienzeile’deki Sosyal Demokrat Parti binasını, Meidling’deki Konsum Dernek yurdu’nu ve sendika binalarını işgal eden polis ve askere rağmen kıllarını bile kıpırdatmadılar… Faşizm sizi alaşağı etmeden siz onu alaşağı edin!” Aynı zamanda bir dizi somut talep de (17) komünistlerin 10., 12. ve 21. bölgelerdeki mücadele merkezlerinde bireysel yoldaşlar ve bütün gruplar olarak önemli bir rol oynadıklarını kanıtlayan çok sayıda olgu vardır. Laaerberg örneği bunlardan sadece bir tanesidir.
Meidling’de 14 ve 15 Şubat tarihlerinde Ratschkygasse’de bulunan ve aslında Azaleenhof olarak adlandırılan ‘Indianerhof’ ve ‘Am Fuchsenfeld’ toplu konutlarında yaşanan son çatışmalarla ilgili iki alıntı yaparak sona geleceğim:
“14 Şubat sabahı, Schutzbund üyeleri ile hükümet birlikleri arasında (‘Indianerhof’ta) şiddetli bir çatışma çıktı. Alarm Dairesi’nin bir bölüğüyle takviye edilen büyük bir polis birliği, Schutzbund üyelerinin direnişiyle karşılaştı… Yürütmenin bu eylemi, Schutzbund üyeleri belediye binasına beyaz bayrak çekmeden önce, Indianer-Hof’un güneyindeki Meidling (…) kışlasından, bir zırhlı araçtan ve bir Schutzkorps [Koruma Birliği –ÇN] alayından makineli tüfek ateşiyle desteklendi.”
“15 Şubat’ta Schutzbund’cular ‘Am Fuchsenfeld’ toplu konut alanında teslim olmak zorunda kaldı.” (18) (Alıntı sonu, Fiala, Die Februarkämpfe 1934 in Wien Meidling und Liesing, s. 73)
Askeri liderlik ve savaşan bir partinin siyasi rehberliği olmaksızın, işçiler burjuvazinin merkezileşmiş devlet gücü karşısında yenilmek zorundaydı. Kısacası, akabindeki aylarda, örneğin Georgi Dimitroff’un Nisan 1934 tarihli meşhur “Avusturyalı İşçilere” (19) mektubunda özetlendiği üzere, Şubat 1934 muharebelerinin dersleri bunlardır. 1934 yenilgisinin köklerinin, sol bir reformizmin devrimci perspektife üstün geldiği 1918-20 yıllarına dayandığı büyük ölçüde açıktır.
Peki, ya 90 yıl sonra bugün için dersler ne olacak? Bu tartışılması gereken bir soru; ben bununla ilgili 3 noktaya değinmek istiyorum:
1) Yaklaşık olarak 1900’lerden bu yana sosyal demokrasinin kapitalist sınıfa sürekli yaltaklanması, özellikle 1918’den itibaren kapitalizm yanlısı “uzlaşma” politikası, 1923’ten itibaren burjuvazinin saldırıları karşısında sürekli geri çekilme ve 1927’den itibaren burjuvazinin giderek daha açık bir şekilde faşizme doğru ilerlemesine rağmen karşı saldırı girişiminde bile bulunmadan yıllarca süren sürekli savunma mücadelesi durumu. Bütün bunlar inkâr edilemez bir şekilde işçi sınıfının siyasi demoralizasyonuna yol açmaktadır. Özellikle kararsız kesimler arasında sınıf bilincini ve mücadeleye hazır olmasını zayıflatmaktadır. Bu, sadece devrimci-demokratik mücadele için değil, bilakis sendikal mücadeleler için de geçerlidir. Ekonomik ya da siyasi sınıf mücadelesindeki küçük kısmi başarılar bile cesaret ve güven yaratır ve daha geniş kitleler daha ileri mücadelelere katılır.
2) Avusturya sosyal demokrasisindeki son derece belirgin vekâlet düşüncesi, işçilerin inisiyatifini felç etmektedir. 1934’ten önce, bir yanda parti tabanından tamamen kopmuş olan ve faşizme karşı mücadelede kitlelere önderlik etmek yerine Avustrofaşist hükümetle sözde siyasi “uzlaşmalar” yapan parti yürütme kurulu vardı. Diğer yanda ise, halkın arasında suda balık gibi hareket eden bir partizan ordusu yerine, konsepti gereği işçi kitleleri adına hareket eden Schutzbund vardı.
Bugün bile hem sendikal hem de siyasi mücadelelerde, ÖGB [Avusturya Sendikalar Birliği –ÇN] fonksiyonerlerinin ve SP önderlerinin kendilerini mücadelelerin ön saflarına atarak bunları mücadelelerin zirvesinden kıracak biçimdeki vekil davranışları bilinçli bir şekilde reddedilmelidir.
3) SPÖ, özellikle aktif, sınıf mücadelesi veren insanları, onlara her türlü teklifi sunarak kendine çekmeyi bugün bile başarmaktadır. (“Neden bize gelmiyorsunuz, fikirlerinizi hayata geçirme şansınız çok daha fazla, sizi destekleyecek imkânlarımız var vs.”) Bu şekilde sınıf bilinçli insanlar SP ve ÖGB aygıtına entegre ediliyor, kendilerine siyasi olarak ayar veriliyor ve kitaplıklarında bir Lenin bile bulundurabilen, siyasi olarak dişsiz fonksiyonerler hâline geliyorlar.
İlginiz için teşekkür ederim!
————————————————————————————
Kaynaklar:
Kurt Bauer: Februar und Juli 1934- neue Forschungsergebnisse; in: Dipplreiter/Prosl (Hg.): Österreich 1934. Wien 2015
Otto Bauer: Der Aufstand der österreichischen Arbeiter. Kommentiert und hg. Anzengruber u.a., Wien: ÖGB 2021.
Georgi Dimitroff: Avusturyalı işçilere mektup (1934): 12 Şubat 1934’ün Devrim Dersleri’nin içinde (aşağıya bakınız)
Türkçesi için Bkz.: Avusturya İşçi Hareketi Tarihi -IV, s. 63-79
Michael Dipplreiter /Christian Prosl (Hg.): Österreich 1934 – das Spiel mit dem Feuer. Versuch einer differenzierten Betrachtung, Klagenfurt/Celovec: Wieser 2015
Die Erfahrungen des bewaffneten Kampfes vom Februar 1934 studieren! Hg. MLPÖ, Wien 1985
Türkçesi için Bkz.: Avusturya İşçi Hareketi Tarihi -IV, s. 81-105
Josef Fiala: Die Februarkämpfe 1934 in Wien Meidling und Liesing. Ein Bürgerkrieg, der keiner war; Hamburg: disserta Vlg 2013
Winfried Garscha / Hans Hautmann: Februar 1934 in Österreich. Berlin: Dietz 1984
Winfried Garscha: KPÖ und 12 Februar 1934; in: AKG-Mitteilungen, 11.Jg./ Nr.1, März 2004 – https://www.klahrgesellschaft.at/Mitteilungen/AKG_1_04.pdf
Hans Hautmann: Über den 12. Februar 1934: in: AKG-Mitteilungen, 11.Jg./ No.1, März 2004 – https://www.klahrgesellschaft.at/Mitteilungen/AKG_1_04.pdf
Elsa Maier: Die Frauenkolonne am Laaerberg, in: Schutzbundkämpfer erzählen vom Februar 1934. Moskova: Verlagsgenossenschaft ausländischer Arbeiter in der UdSSR 1936, zit. in: PR14, März 2004, s. 36
Proletarische Revolution Nr. 6, 14, 36, 40, 56, 62, 74, 82; Wien 2001ff.
Arnold Reisberg: Februar 1934. Wien: Globus 1974
12 Februar 1934’ün Devrimci Dersleri; Hg. MLPÖ, Wien 1984
Türkçesi için Bkz.: Avusturya İşçi Hareketi Tarihi -IV, s. 11-63
Arthur Schmid: Österreich und blutigen Februartage 1934. Aarau: Druckereigenossenschaft Aarau 1934
Hans-Peter Weingand: KPÖ und Februar 1934. Graz: Clio 2020
Florian Wenninger: Frauen in den Februarkämpfen 1934. Das Ende einer Männerlegende. Wien: Renner Institut 2017- https://renner-institut.at/publication/frauen-in-den-februarkaempfen-1934-das-ende-einer-maennerlegende
Alexander Weiss (Hg.): Als der Aufstand losbrach… Wien: edition tarantel 2014
Franz West: Die österreichische Arbeiterbewegung und die Offensive des Faschismus – vom 15. Juli 1927 bis zum 12. Februar 1934; in: Geschichte der österreichischen Arbeiterbewegung, Wien: GE ve BfS 1978; s.47-60
Die Zerstörung der Demokratie- Österreich März 1933 bis Februar 1934; Hg. Bernhard Hachleitner u.a. Salzburg-Wien: Residenz-Vlg 2023
——————————————————————————–
(*) 12 Şubat İttifakı tarafından 10-11 Şubat 2024 tarihlerinde Viyana Eski AKH Üniversite Kampüsü’nde Şubat Ayaklanması’nın 90. Yıldönümü sempozyumunda “Dollfuβ Toplarının Uğultusunda” adlı katkı
Proleter Devrim dergisi, sayı 90, s. 39-49, Almancadan Türkçeye çevrilmiştir.