Yemen’deki gelişmeler hakkında dergimizin 175. sayısında tavır takınmış ve savaşın genel görüntüsünü ve savaşta hangi güçlerin yer aldığını ortaya koymuştuk.
Gelişmelerin hızı yavaşlasa da savaş ve diplomatik pazarlıklar sürmektedir ve gelişmeler Yemen’e barışın gelmesinin –ateşkesin ilan edilmesi durumunda da- yakın zamanda mümkün olmadığına işaret etmektedir. Bu yazımızda 17 Nisan – 17 Haziran 2015 tarihleri arasında öne çıkan kimi gelişmelere değineceğiz.
BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon Yemen’deki çatışan taraflara ateşkes çağrısında bulundu. Çağrısında “Suudiler siyasi bir sürecin olması zorunluluğunu anladıkları hakkında, bana söz verdiler.” “Tüm Yemenlilere, iyi istekle bu sürece katılmaları çağrısını yapıyorum.” tavrını takındı. Bu tavır esasında Suudi Arabistan’ın müttefikleriyle yürüttüğü savaşın çözüm getiremeyeceğinin kabulüydü. Ban Ki Moon, BM’nin Yemen’deki durum hakkında aldığı kararlardan da, en azından lafta geri adım atmıştı. BM açıkça koltuğundan edilen ve Suudi Arabistan’a kaçan Hadi’yi meşru Başkan olarak değerlendirmekte ve en gecinde 14 Nisan 2015 tarihli kararıyla Husi’lere karşı ambargo uygulamaktadır.
BM’nin Yemen Özel Temsilcisi Jamal Benomar’ın 16 Nisan’da görevinden istifa etmesi üzerine Ban Ki Moon yeni birini, İsmail Ould Cheik Ahmed’i atadı. Ban Ki Moon’ın ateşkes çağrısı yaptığı dönemde İran Dışişleri Bakanı’nın Moon’a, Yemen’e yönelik saldırıların sona erdirilmesini, soruna askeri bir çözüm olmadığını ve Yemenliler arasında yürüyen bir ulusal diyaloğun sağlanmasını talep ettiği bir mektup gönderdiği haberi medyaya yansıdı. Soruna siyasi çözüm aranması gerektiği konusunda İran, BM Genel Sekreteri ile, en azından laf düzeyinde aynı tavrı takınma durumundaydı. İran’ın çatışan taraflar arasında arabuluculuk yapma önerisi ise Yemen’in devrilen hükümetinin Dışişleri Bakanı tarafından reddedildi. Suudi Arabistan önderliğindeki askeri ittifak ise herhangi bir ateşkes için önşart olarak, Husi’lerin ele geçirdiği yerlerden geri çekilmesi gerektiğini açıkladı.
21 Nisan’a gelindiğinde Suudi Arabistan hava saldırılarının sona erdiğini ilan etti. Ama aynı gün yeniden hava saldırılarını gerçekleştirdi. Pratikte saldırıların yoğunluğunu azaltmıştı ama saldırılara son verilmemişti. Bir gün bile sürmeyen bu “sona erdirme”nin perde arkasında ise, ABD’nin “çok fazla yan hasar” olduğu görüşünde olduğuydu. Bu açıklamayla birlikte saldırı harekatının adını da değiştirdiler: “Kararlılık Fırtınası” son bulmuş, yerine “Umudun Yeniden Tesisi” ya da “Umuda Dönüş” adını verdikleri ve siyasi çözümü de barındıran saldırı harekatı konmuştu. Bu adım esasında savaşın giderek kontrolden çıktığının ve hangi sonuçlara yol açacağının soru işareti olduğu görüldüğünden, savaşı kontrol altına alabilmenin de önlemiydi.
Savaş ittifakının generali, -Husi’leri geri püskürtmek ve Hadi’yi ve eski hükümeti yeniden iktidara getirmek amacıyla başlatılan- saldırıların “hedefine” ulaştığını, dört hafta içinde 2000 saldırının gerçekleştiğini, Suudi Arabistan ve komşularının güvenliği için her tehditi bertaraf ettiğini açıklıyordu. Oysa Husi’ler tüm bombardımanlara rağmen kontrol ettikleri hiçbir alandan çıkarılmamış, tersine kontrol altına aldıkları alanı genişletmişlerdir. Koltuğundan edilen Hadi ve hükümet mensupları da hala Yemen dışındadır (Suudi Arabistan’dalar). Bu yalana, yeni harekatın, yani saldırıların devam etmesinin, esasında isyancıların sivil halka saldırmasını engellemek ve ülkeyi yeniden inşa etmek için yapıldığı yalanı eklendi.
Bu arada yine BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon devreye girdi! Hızlı biçimde çatışmalara son verilmesini ve barış müzakereleri yürütülmesini talep etti! Buna paralel Husi’ler tutukladıkları Savunma Bakanı Mahmud al-Subaih’i, Hadi’nin bir kardeşini ve bir komutanı serbest bıraktılar. 22 Nisan’da ise Husi’ler BM’nin arabuluculuğundaki siyasi çözüm için yürütülecek görüşmelere, prensip olarak hazır olduklarını, bunun için önkoşulun hava saldırılarına son verilmesi olduğunu açıkladılar.
Bu açıklamanın yapıldığı dönemde eski Başkan Salih yine ortaya çıktı ve çatışan tarafları savaşa son vermeye ve diyaloğa çağırdı. Husi’leri desteklediği, onlarla hareket ettiği bilinen Salih’in pastadan pay kapma çabası içinde olduğu sonraki gelişmeler tarafından da onaylandı.
Diplomatik görüşmeler, pazarlıklar 12-17 Mayıs 2015 tarihleri arasında geçici bir ateşkesin ilan edilmesini beraberinde getirdi. Ateşkesin ilan edilmesi, kamuoyuna yardıma ihtiyacı olan milyonlarca insana acil ihtiyaçların ulaştırılması için gerçekleştiği açıklandı. Fakat yardım kurumları başta olmak üzere, BM Yemen Özel Temsilcisi’nin beş günlük ateşkesin çok kısa olduğu, bu kısa zamanda yardıma muhtaç olanlara ulaşmanın mümkün olmadığını ve bunun için ateşkes süresinin uzatılmasını talep etmelerine rağmen, ateşkes süresi sona erer ermez savaş uçakları Yemen’i yeniden bombalamaya başladı.
17 Mayıs’ta Suudi Arabistan’ın Başkenti Riyad’da konusu Yemen’deki durum olan üç günlük bir Konferans başladı. Yaklaşık 400 siyasetçinin katıldığı söylenen konferansa BM Yemen Özel Temsilcisi de katıldı. Temsilci ateşkesin sürekli kılınmasını talep etti. Katılımcılar arasında eski başkan Salih’in partisinin temsilcileri de yer aldı. Katılımcılar, Yemen’de iktidar kavgasının geleceği hakkında görüşmeler gerçekleştirdi. Nasıl bir sonuca varıldığı ise takip edebildiğimiz medyaya yansımadı.
20 Mayıs’ta BM çatışan tarafları Cenevre’de yapılması planlanan “Yemen Barış Görüşmeleri”ne çağırdı ve tarih olarak da 28 Mayıs verildi. Hadi’nin Husi’lere görüşmeler için BM’nin 14 Nisan’daki kararında yer alan “Hadi’nin otoritesinin kabul edilmesi ve Husi’lerin kontrollerine aldığı büyük şehirlerden geri çekilmesi”ni önkoşul olarak dayatması sonucu, 28 Mayıs’ta yapılması planlanan görüşmeler ertelendi. Perde arkasında yürüyen diplomatik pazarlıklar sonucunda önkoşulsuz görüşmeler taraflarca kabul edildi ve yeni tarih olarak 14 Haziran belirlendi.
14 Haziran’da görüşmeler Husi’lerin delegasyonunun gecikmesi nedeniyle (bu gecikmenin perde arkası farklı versiyonlarla medyaya yansıdı) gecikmeli olarak 15 Haziran’da başladı. BM Yemen Özel Temsilcisi “büyük beklentilere” karşı uyarıda bulundu ve öncelikli olanın, görüşmelerin devamı için bir temel sağlamanın ve yeni bir ateşkes üzerine tartışmanın sağlanması olduğunu açıkladı. Görüşmeler sürerken, medyaya, görüşmelere rağmen bombalamanın sürdüğü haberleri yansıyordu. Bu durumda savaş ve barış görüşmelerinin daha epey zaman alacağını tespit etmek gerçekçi bir değerlendirmedir.
DİĞER NOKTALAR…
Diplomatik temaslarda veya burjuvazinin temsilcilerinin medyaya yaptığı açıklamalarda ve evet sahibinin borazanları kalemşorların, Yemen’deki savaşın sona ermesi gerektiğinden bahsederken öne sürdükleri gerekçelerinin başında gelen şey, “Arap Yarımadasındaki El Kaide”nin (AQAP) savaştan yararlandığı ve giderek güçlendiği düşüncesiydi. El Kaide’nin “esas” düşman olarak görülüp gösterildiği yerde, böylesi bir gelişmenin engellenmesi gerektiğini savunmaları da normal sonuç olmaktadır. Böylesi bir durumda Husi’lerle pazarlık yapmak ve kurulabilecek “yeni” bir “ulusal birlik hükümeti”ne onları da dahil etmek, El Kaide’nin güçlenmesinden daha iyi bir seçenek olarak gündeme gelmektedir, gelmiştir.
Gerçekten de AQAP savaş koşullarından yararlanmakta ve kimi yerleşim alanlarında kontrolü ele geçirmiş, geçirmektedir. Örneğin kıyı kenti olan Mukalla’yı ve Yemen’in en büyük vilayeti olarak gösterilen Hadramaut’un da büyük bölümünü ele geçirmiştir. Şu ya da bu askeri üssü ya da hava alanını da kontrolüne almış durumdadır. Husi’lerle ülkeden kaçmak zorunda kalan yönetim arasında olası bir uzlaşma gerçekleştiğinde, AQAP ile savaşın gündeme gelmesi, gözönüne alınması gereken bir olasılıktır.
Husi güçlerine karşı yürütülen savaşı geri planda destekleyen ve mümkün olduğunca savaşta yer almadığı görüntüsü vermeye çalışan ABD emperyalizmi, bir yandan bölgeye yeni savaş-uçak gemileri yollarken, aynı zamanda AQAP’ın önde gelenlerine karşı planlı, hedefli saldırılar gerçekleştirmektedir. Bu saldırılar esas olarak insansız hava araçları adı verilen savaş uçaklarıyla gerçekleştirilmektedir. Bu saldırılarla son aylarda AQAP’ın dört (4) üst düzey yöneticisini öldürdü. Bu yöneticilere saldırı sırasında kaç AQAP mensubunun öldürüldüğü ise belli değil. Medyaya yansıyan haberlere göre 22 Nisan’da yapılan saldırıda, Fransa’da “Charlie Hebdo” katliamından sorumlu tutulan Nasser Ben Ali al-Ansi öldürülmüştür. En “büyük başarı” olarak gösterdikleri cinayet ise, AQAP’ın başı ve El Kaide’nin “ikinci adamı” olarak tanınan Nasser al-Wuhayshi’nin, 12 Haziran’da gerçekleştirilen saldırıda öldürülmesiydi.
“İnsan Hakları Örgütü” (HRW) gibi örgütler Mayıs ayı başında Suudi Arabistan önderliğindeki savaş koalisyonunun Yemen’i bombalarken, 2008 yılından beri uluslararası düzeyde yasaklanmış olan “misket bombası” kullandığı konusunda Riyad’ı suçladılar. Bir haber olarak medyaya yansıması dışında konu fazla dikkat çekmedi. 116 devletin onaylamasıyla 2008 yılında yürürlüğe giren “misket bombası” kullanma yasağına, bugüne kadar onay vermeyen devletlerin içinde ABD, Suudi Arabistan ve Yemen gibi devletler var. Üreten ABD, kullanan Suudi Arabistan, etkilenen Yemen!
Savaşın kısa bilançosuna baktığımızda da karşımıza kabaca şöyle bir tablo çıkmaktadır. her şeyden önce bilince çıkarılması gereken olgu, medyaya yansıyan rakamların, verilerin tahmini rakam ve veriler olduğu; ve bunların da her seferinde değişik kaynaklarca farklı verildiğidir. BM’nin verdiği rakamlara göre savaşta yaşamını yitirenlerin sayısı 2300-2600 arasındadır. Yaralılar ise 8000-11000 civarındadır. Yerinden, evinden-barkından edilen, kaçış yollarına düşenlerin sayısı ise 300.000 ile 500.000 kadar verilmektedir. İnsani felaket ama bunlarla sınırlı değildir. Kimi verilere göre 16 Milyon, kimine göre de 20 Milyon insanın acil yardıma ihtiyacı vardır. Ülkenin kamu yaşamı ve sağlık sistemi neredeyse tümüyle çökmüş durumdadır. Milyonlarca insan, gıda, su, ilaç, yakıt vb. vb. zaruri ihtiyaçlarından yoksundur. Yakıt yokluğundan ne hastahane/ ilkyardım arabaları, ne de çöp kamyonları çalışabilmektedir. Buna bağlı olarak hastalara bakım mümkün değil, çöpler birikmekte ve sıcak havanın etkisiyle yeni hastalıklara yol açma tehlikesini gündeme getirmektedir.
Burada saydığımız ve saymadığımız birçok etken Yemen’de insanlara hayatı yaşanmaz kılmakta, savaşın ve çatışmaların sürdüğü ortamda, örneğin Aden’de ölülerin cesetleri kimi zaman günlerce caddelerde, sokaklarda, yerde kalmaktadır.
Sonuçta yaşanan barbarlığı yazmak bile insanı öfkelendiriyor, avazı çıktığı kadar bağırası geliyor insanın! Mesele ama öfkeyi bilince, bilinci sömürü sistemine, barbarlığa karşı mücadeleye ve örgütlenmeye dönüştürmektir! Kapitalist-emperyalist sistem varlığını sürdürdükçe, böylesi barbarlıkların yaşanması da var olacaktır. Barbarlığa son vermek isteyenlerin, bu sisteme karşı örgütlenip mücadele etmesi, olmazsa olmazlardandır. Çağrı’mız, sınıfsız, sömürüsüz Yeni Dünya İçin mücadeleyedir!