Son zamanlarda özellikle üniversiteli feminist ve LGBTİ + çevrelerinde “yeni feminist hareket”in ne olduğuna dair tartışmalar yürütülüyor.
Bu yazımızda bazı kavramlar temelinde ilgili tartışmalar hakkında bilgi vermek ve kendi görüşlerimizi ortaya koymak istiyoruz.
Teori ve tartışmaların çıkışı nerelere dayanıyor?
1968 hareketini izleyen yıllardaki feminizm hareketi daha sonraki yıllarda belirli bir ayrışma yaşadı. ABD’de “beyaz kadınların feminist hareketi”ne karşı siyah kadınların sesi yükseldi: Onlar, siyah kadınların ırkçılık ile cinsiyetçiliği (seksizmi) bir arada yaşadıklarını ve bunun beyaz kadınlar tarafından dikkate alınmadığını, beyaz kadınların da bu konuda ırkçılık yaptıklarını ileri sürüyorlardı. Bu elbette ki çok doğruydu ve siyah / ve renkli kadınların hak mücadelesinde kendi talepleriyle mücadele alanlarına çıktıkları anlamına geliyordu. Bu dönemde kendisine feminist diyen grup ve örgütlerin en ilerileri, patriyarkanın (erkek egemenliği) “ırkçı, cinsiyetçi ve sınıfsal” baskılarına karşı olmak şeklinde pozisyon belirliyorlardı.
ABD çıkışlı bu tartışma ve kadın hareketi içindeki ayrışma Avrupa’ya ve dünyanın diğer bölgelerine de yayıldı. Avrupa’da “göçmen kadınlar” kendilerinin uğradığı ayrımcılığı gündeme getirdiler. Herkesin kendi konumu nedeniyle bir başka kadının uğradığı ayrımcılığının parçası olabildiği ve kendilerinin “imtiyazlarını” sorgulaması gerektiği özde doğru tartışma konuları uç noktalara vardırılarak karşılıklı sonu gelmez suçlamalara, “kimin kimi nasıl tanımlayacağı” tartışmaları temelinde gruplaşmalara ve ayrı örgütlenmelere kadar götürüyordu. Hareketin durumu 90’lı yıllarda böyleydi. Bunun etkisi hâlâ devam ediyor şüphesiz.
Ülkelerimizde de feminizmin belirli ayrışımları farklı görüntülerde gündeme geldi
- “Cumhuriyet ve Atatürkçü çağdaşlık” bağlamında kadın-erkek eşitliğini savunan, düzenin savunucusu kadın hareketi
- Muhafazakâr kadın hareketi (din odaklı düzen savunucusu, AKP ve onun kuyruğundakilerin kadın hareketi)
- Kendini bunlardan ayıran ve “erkek egemen düzene karşı” olma noktasında birleşen, ulusal ve sınıfsal baskının varlığını en azından kabul eden çeşitli renkten feminist kadın hareketi ve LGBTİ + hareketi
- Kürt kadın hareketi (Feminist kadın hareketi ve LGBTİ + hareketi bu hareketle yer yer dayanışma içindedir)
- Sol örgütlerin “sınıfsal-cinsel-ulusal sömürüye karşı” olma pozisyonundaki (kadın) hareket(i)
Bu hareketlerden ilk ikisi doğrudan egemen sınıfların suyundaki kadın hareketleridir. Ve bunlar arasındaki çatışma sonuç itibariyle egemenlik savaşıdır, kadınların hak mücadelesi özellikle oy potansiyeli bağlamında bu hareketleri kuyruğuna takan erkek egemen partiler tarafından kullanılmaktadır. Bu hareketlerin kapitalizme, sınıfsal ve ulusal baskılara karşı bir duruşu eleştirisi yoktur. Var olan sistemin savunusu ve bunun içinde öncelikle de kendi sınıflarından kadınların ihtiyacı olduğu ve yorumladığı biçimde bir kadın hakları savunuculuğu yapmaktadırlar.
Diğer hareketler var olan faşist / diktatör /muhafazakâr /dinci-gerici erkek egemen düzene karşı olma, ulusal ve sınıfsal baskılara karşı olma, (burjuva) demokrasi talep etme bağlamında bir ortaklığa sahiptir. Sol hareket ile organik bağı olan kadın hareketinin önemli bir bölümü kadınların kurtuluş mücadelesinde devrimci pozisyonların savunucularıdır. Ne var ki, var olan ortak pozisyonlar açısından birlikte hareket etmesi gereken bu hareketlerin bir bölümü, esası grup çıkarlarından kaynaklı küçük burjuva erkek şovenisti, ulusalcı ve feminist pozisyonları ve tavırları nedeniyle çokça ayrışmakta ve bu bölünmeyle demokratik kadın hareketinin güçlenme zeminini zayıflatmaktadırlar. Biz bunda esas sorumluluğu küçük burjuva grupçuluk ve erkek şovenisti tavırlarını sorgulama gerekliliğini kavramayan sol/devrimci örgütlerde ve Kürt kadın hareketi bağlamında milliyetçi pozisyonlarda görüyoruz. Andaki durumda devrimci kadın hareketi ne yazık ki, özde cinsel –ulusal ve sınıfsal sömürüyü kabul eden feminist kadın gruplarını– hareketlerine yön verebilecek güçte ve pozisyonlarda değildir.
2000-2010 yıllarında, özellikle 8 Mart yürüyüşlerinde feministlerce “karma gruplar” olarak nitelendirilen ve 8 Mart yürüyüşlerinin kadın-erkek birlikte yapılması konusunda direten sol gruplar ile erkeklerin (şimdi hetero erkekler diyorlar) katılımını kesin reddeden feminist hareket arasında ciddi bir rekabet ve ayrışma olmuştur.
Biz bu bağlamda, her iki kesimin içerik ve yönelim yerine erkekler katılacak mı katılmayacak mı noktasına düğümlenmelerini ve bu şekilde 8 Mart yürüyüşlerinin ikiye-üçe vb. bölünmesini yanlış bulduk ve çok yönlü bir mücadele yürütmeye çalıştık. 8 Mart yürüyüşleri elbette ki kadınların ağırlıkta olduğu (ya da yerine göre salt kadınların katıldığı) yürüyüşler olmalıydı. İçinde bulunulan dönemde ve güçlerin durumunda sol/devrimci örgütlerin, (hetero) erkeklerin katılımı bağlamında diretmesi ve bunu eylem birliğinin sağlanmasının önüne geçirmesi yanlıştı/yanlıştır. Bizim önem verdiğimiz şey, erkek egemen düzen karşıtı, demokratik bir kadın hareketinin güçlendirilmesi için azami çabayı göstermektir. Bunun için yürüyüşlerde, eylemlerde vb. eylemde birlik-ajitasyon ve propagandada serbestlik ilkesinin yaşam bulması için mücadele etmektir. Feministlerin yer yer komünist ve devrimci propagandayı engelleme tavırlarına karşı ideolojik-siyasi mücadele şarttır. Bu mücadelede eylemde birlik ajitasyon-propaganda serbestlik noktasında diretilmelidir. Ancak günümüz şartlarında ve güçlerin mevzilenmesi koşullarında salt katılım vb. gibi gerekçelerle eylem birliklerinin gerçekleştirilememesi, ayrı ayrı yürüyüşlerin vb. gündeme getirilmesi bizce yanlıştır. Komünist ve devrimci örgütler tavırlarıyla, talepleriyle demokratik kadın hareketini ileri taşıma görevlerinin bilincinde hareket etmek zorundadırlar.
Aslında şu andaki durumda sol/devrimci hareketin çok küçük bir bölümü (örneğin: TKP, DHKP-C, Halkın Birliği, Barikat, Proleter Devrimci Duruş, Kaldıraç, Devrimci Hareket) ille de erkeklerin katıldığı 8 Mart yürüyüşünde diretiyor. Gelinen yerde sol kesimin çok önemli bir bölümü “erkeksiz 8 Mart yürüyüşleri”ne katılıyor ve örgütlenmesinde yer alıyor.
Şu andaki esas ayrışma, tam olarak keskinleşmemiş olsa da Kürt kadın hareketi ile radikal feministler arasında oluyor.
Aşağıda yeni feminizm tartışması bağlamında bazı kavramları ve teorileri özetlerken bunun bilincinde davranıyor ve feminist hareket/ler içindeki ideolojik-siyasi mücadeleyi doğru bir temelde yürütebilmek için önce onların neyi savunduğunu bilmemiz gerektiğinden yola çıkıyoruz. Bunların ideolojik-siyasi-teorik tartışma açısından önemli olduğunu, eylem birlikleri bağlamında ortak hareket etmemizin kesinlikle engeli vb. olmadığını çizelim. Eylem birlikleri bağlamında bizim siyasetimiz nettir: Eylemin genel yönelimine bakarız. Ve eylemde birlik, ajitasyon ve propagandada serbestlik ilkesi temelinde hareket ederiz.
“Küir nedir?”
“Küir” kavramı İngilizce “Queer”in Türkçeleştirilmiş şeklidir. Homoseksüel, transseksüel, biseksüel ve diğer “heteroseksüel”lik dışında kendini tanımlayan bireyler için kullanılmaktadır. Yani bunların hepsini kapsayan bir “üst kavram”dır. “Küir” tartışması toplumsal cinsiyetlerin salt heteroseksüel ve homoseksüel ayrımıyla açıklanamayacağı, birçok cinsel yönelimin olduğu ve bireylerin farklı cinsel yönelimlerini tanımlama hakkına sahip olduğundan yola çıkmaktadır. Bu teori aynı zamanda, “Lezbiyen Gay Biseksüel Transseksüel İnterseksüel” kavramlarının yeterli olmadığını; çünkü “kimliklerin sabit ve net olmayabileceğini” de savunmaktadırlar. “Kimlik siyaseti”nde hangi kavramların kullanılacağı üzerine yürütülen tartışmalarda kimileri LGBTİ’yi bir de + ekleyerek buna cevap vermeye, kimileri LGBTİ ve “Küir” kavramını kullanmaya, kimileri “Küir feminist”, “Küir Vegan” gibi kimlik tanımlamalarına yönelmektedir. (Bu bağlamda biz şimdilik, en fazla kullanılan, dolayısıyla daha yaygın anlaşılır olması açısından LGBTİ + tanımlamasını kullanıyoruz. Bu bağlamda bizim için önemli olan alt kimliklerin çeşitliliğini ve geçişkenliğini, döneme ve güncele göre farklı konuların ön plana çıkabileceğini kabul etmekle birlikte, insanın insan üzerindeki sömürüsü ve baskısına karşı siyaset geliştirebilmektir. Komünistler bunu nihai hedefleri olarak tanımlarlar. Ve insanın insan üzerindeki her türden baskı ve sömürüsünü yok etmenin yolunun “üretim araçları üzerindeki özel mülkiyete son verecek” bir toplum için mücadeleden geçtiğini savunurlar. Bu nihai amaç için mücadelede, insanın insan üzerindeki sömürüsüne karşı olan, buna son verilmesini isteyen, ama bunun yegâne yolunun sosyalizm ve komünizm için mücadeleden geçtiğini (henüz) kabul etmeyen, burjuva demokrasisinin sınırlarının genişletilmesi için mücadele noktasında duranları kazanma ve ikna etme görevimiz vardır. Bunları ya (reformist) burjuvazi peşine takacaktır ya da işçi sınıfı öncülüğünde gerçek çözüm için mücadeleye katılacaklardır.
“Kesişimsel feminizm” nedir?
Kesişimsel feminizm ya da İngilizce olarak “Intersectional feminism” bireylerin birçok ayrımcılığı yaşayabileceğini kabul etmektedir: Irkçılık, anti-semitizm, Seksizm (cinsiyetçilik), anti-feminizm, dini takibata uğrama, homofobi, transfobi, engelli olması nedeniyle, yaşlılık ve sınıfsal nedenle. Örneğin, bir kadın hem kadın olduğu için hem Kürt olduğu için hem feminist olduğu için hem emekçi olduğu için hem engelli olduğu için vb. vb. ayrımcılığa uğrayabilir. Ve bunların hepsi aynı anda da gerçekleşebilir. Buna işte ayrımcılığın kesişme noktaları deniyor. Bunların hepsini birden gözetmeyi hedeflediği iddiasıyla ortaya çıkan feminizme de “kesişimsel feminizm” deniyor. Ayrıca, “kesişimsel feminizm” yer yer “patriarki- ataerki” yerine “kiyararki” kavramını öne çıkarıyor.
(“Kiyerarki” Latince kökenli “kyrios” (efendi) kavramından üretilen “hükmeden”, “baskın olan” anlamında kullanılıyor. Toplumsal egemenlik ilişkilerinin salt “erkeklerin egemenliği”yle açıklanamayacağını, örneğin “beyaz bir kadının siyah bir erkek”e hükmedebileceğini, ya da özellikle vegan ve vejetaryenlerin öne sürdüğü “insanın, insan dışındaki hayvanlar üzerindeki hükmü”nü de anlatan bir kavram olduğu açısından önem veriliyor.)
“Kesişimsel feminizm” bu kavramla kapsayıcı olmayı hedefliyor. Feminist hareket/ler hangi baskı ve sömürü mekanizmasını öne çıkardıkları, ya da hangi konuya özel önem verdiklerine göre ayrı grup/grupçuklar olarak örgütleniyorlar. Aynı şekilde “Kuir” hareket de öyle… Ve bu hareketler ortak hareket edebilmek için kesişme noktalarını belirlemek gerektiğinin teorisini yapıyorlar.
Denile bilinir ki, “çok iyi işte, çeşitlilik iyidir, birlikten güç doğar.” Bu elbette ki doğru. Fakat burada gerçek bir güç olabilmek için örgütlenmenin önünde engel olan bir tuzak var. Ve bu, burjuvazinin işine çok iyi geldiğinden, bu “kimlik siyaseti” denilen şeyi elinden geldiğince körüklüyor.
Avrupa’da bu siyasetin başını çekenler Yeşiller Partisi… Hak mücadelesi yürüten kesimler kimlik siyasetiyle amipler gibi bölünüyor: Feminist, Lezbiyen, Gay, Biseksüel, Transseksüel, Vejetaryen, Vegan, Küir-Vegan, göçmen, siyah-renkli, “Cis” (hetero) erkekler, pagender (erkek ya da kadın olarak etiketlenmek istemeyen kişiler), agender (cinsiyetsiz) vs. vs. Ve bu bölük-pörçük hareketleri kendi kuyruğuna takmaya çalışan burjuva partileri ellerini ovuşturuyor. Almanya’da Yeşiller Partisi ve Sol Parti burada başı çekiyor. Aynı diğer konularda olduğu gibi Yeşiller Partisi ideolojik-siyasi etkinliğini Almanya sınırları ötesine de taşımak için para kesesini de açıyor. Heinrich Böll Vakfı üzerinden başta Asya, Afrika ve Latin Amerika olmak üzere, dünyanın her yerinde özellikle üniversite gençliğine sempozyumlar, atölye çalışmaları vb. gibi çalışmalarında hem para yardımı yapıyor hem de Avrupa ve Amerika’dan sunucuların katılımını sağlayarak “yeni teorilerin” yaygınlaştırılmasını sağlıyor. Vakfın İstanbul bürosu bu konuda oldukça aktif. tr.boell.org web sayfalarına bir göz atmak yetiyor. (Almanya’da iktidar ortağı olan Yeşiller partisi, “Yeşil feminist bir dış politika” şiarıyla yola çıkmış durumda. Bunun yeşile, feminizme ve gökkuşağı renkleriyle makyajlanmış bir dış siyaset olduğunu hep birlikte göreceğiz.)
Ancak Avrupa’da salt Yeşiller ve sol partiler değil, sosyal-demokrat partiler de feminist ve LGBTİ + ların da oylarını avlamak için artık “kimlik siyaseti”ne önem vermeye başladılar. Türkiye’deki CHP burjuva anlamda dahi demokrat olamadığından ve erkek egemenliğinden de vazgeçemediğinden bu konulara pek yanaşamıyor!
Türkiye’de faşist, Türk şovenisti ve erkek egemenliğini sorgulayan ve “BİZ” siyasetiyle bütün “kimliklere” kapısını açan HDP, bu kesimleri etrafında toplamada başarılı olmuştur. En geçinden “Gezi”den bu yana diğer sol parti ve örgütler de “kimlik siyaseti” ve bunun etrafındaki tartışmalarla haşır-neşir olmak zorunda kalmışlardır. Ancak bu bağlamda da yer yer siyaseten bir uçtan bir diğer uca savrulmalarının söz konusu olduğunu izliyoruz. Şimdi de bir nevi “moda”ya uyma ve eleştirisiz bir “kimlik siyaseti” peşine takılma durumuyla karşı karşıyayız.
Komünist hareket ve Komünist Kadın Hareketi, “kimlik siyaseti” bağlamında, her türden cinsel, ulusal, dinsel vd. baskılara ve sömürüye karşı çıkar. Bireylerin cinsel yönelimleri ve yaşam biçimlerine ilişkin seçimlerinde özgürlüklerinin savunucusu olur. Bu bağlamda kıstas, bunun başka birinin sömürüsüne ve suiistimaline dayanmamasıdır. Komünistler, her türden baskı ve sömürünün, ayrımcılığın kaynağının (ortaya çıktığı tarihten bu yana) erkek egemenliğinin ve üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet üzerinde yükselen sömürü sistemi olduğundan yola çıkar. Bu nedenle bir yandan “kimlik”ler üzerinden ayrımcılığa karşı ve demokrasi için mücadelelerde bunların demokratik muhtevasını desteklerken, bütün kötülüklerin kaynağını kurutmak için mücadeleyi, sınıf mücadelesini merkeze koyar.
Erkek egemenliğinin ve her türden gericiliğin ve onlarla birlikte her türden ayrımcılığın ve baskıların öyle kolay sökülüp atılamayacağının bilincindeyiz. Bu mücadele, sosyalizm şartlarında da hız kesmeden sürdürülmek zorunda kalınacaktır.
25 Aralık 2021