31 Mart 2024’te Mahalli İdareler Genel Seçimleri yapıldı. Seçimlerde Belediye Başkanları, İl Genel Meclis Üyeleri, Belediye Meclis Üyeleri, Muhtarlar ve İhtiyar Heyeti üyeleri seçildi. Seçimlere 35 parti ve bağımsız adaylar katıldı. Resmi verilere göre 61.430.934 seçmenin 48.256.541’i sandık başına gitti. Bunun toplam seçmene oranı yüzde %78,55’ti. Sayım sonucu 46.046.499 geçerli oy tespit edildi. Resmi kaynaklar geçersiz oy sayısını 2.210.042 olarak verdi…
Seçimler yapıldı, sayım bitti. İktidarıyla muhalefetiyle, solcusuyla sağcısıyla hemen her politik kesim seçim üzerine konuşuyor, değerlendirmeler yapılıyor…
Biz de gündemdeki yerini koruyan seçim sonuçlarına ilişkin kimi notlarımızı okurlarımızla paylaşmak istiyoruz…
“Demokrasi şöleni” olarak 2024 yerel seçimleri
Başta Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere burjuva siyasetçiler, düzen partileri 31 Mart’ta yapılan yerel seçimleri “demokrasi şöleni” olarak adlandırdılar.
Ancak her seçimde olduğu gibi bu seçimlerde de hile, hurda, usulsüzlük, taşımalı seçmen, kavga, gürültü… eksik olmadı. Seçimler sırasında tüm Türkiye çapında yaşanan olaylarda yine kan döküldü: Urfa’da “muhtarlık” seçimleri nedeniyle çıkan kavgalarda toplam 24 kişi yaralandı. Diyarbakır Ağaçlıdere Mahallesi’nde oy verme işlemi sırasında çıkan kavgada sandık görevlisi 1 kişi öldü, 2’si ağır 12 kişi yaralandı. Siirt’te ise 1 kişi hayatını kaybetti, 4 kişi yaralandı. Mardin’de de kan aktı. Samsun Çarşamba ilçesinde çıkan oy verme kavgasında 1 kişi öldürüldü. Batman Beşiri ilçesi İkiköprü beldesinde çıkan kavgada 13 kişi yaralandı. İstanbul Arnavutköy ilçesinde çıkan kavgada birisi ağır olmak üzere 2 kişi, yine Burdur’un Çatağıl köyünde çıkan kavgada 3 kişi yaralandı.
Alın size “demokrasi şöleni” örnekleri!!!
“Demokrasi şöleni” olarak gösterilen seçimlerde ölümle ve yaralanmalarla sonuçlanan kavgalar dışında oy çalma/yakma ve bu yolla seçimin yenilenmesi kararı alınması, “gezginci seçmen” gibi “etkinlikler” de vardı:
Hilvan’da yaşananlar seçim sonuçlarını yok saymanın/seçim gaspının bir örneğini sundu…
31 Mart akşamı Hilvan-Gençlik Merkezi’nde bulunan 1119 ve 1120 No’lu sandıklara ait oy pusulaları, 50 kişilik bir grup tarafından yakıldı; yakma olayına ilişkin kamera kayıtları ortaya çıktı. Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nin (DEM Parti) 521 oy farkıyla kazanması sonrası AKP’liler sonuca itiraz ettiler. İlçe Seçim Kurulu, söz konusu pusula yakma görüntülerini gerekçe göstererek, seçimlerin yenilenmesine karar verdi. DEM Parti’nin İl Seçim Kurulu’na yaptığı itiraz ise reddedildi. DEM Parti, bunun üzerine Yüksek Seçim Kurulu’na (YSK) başvurdu. YSK itirazı reddederek, 2 Haziran’da seçimlerin yenilenmesi yönünde karar verdi. Böylelikle Hilvan’da DEM Parti tarafından açıkça kazanılan bir seçim “demokrasi şöleni”nde gasp edildi!!!
“Demokrasi şöleni”ninde “gezici seçmen etkinliği” de yapıldı! Bu etkinlik daha çok Kürt illerinde yapılan bir etkinlikti. Kürt illerinde seçmen olarak taşınan asker ve polisler birçok yerde toplu olarak oy kullandı. Asker ve polisler bazı noktalarda –yasak olmasına rağmen– üniformaları ile oy kullandılar. Normalde güvenlik güçlerinin seçimlerde farklı bölgelerde oy kullanma hakları var. Ancak bu hakkın seçim sonucuna etki edecek şekilde kullanılması, güvenlik güçlerinin toplu olarak sandıklara taşınması, oy kullanmalarının sağlanmasının esas amacı DEM Parti adaylarının kazanmasını engellemek içindi. Buna itirazlar dile getirilse de sonuç değişmedi! DEM Parti’nin kimi yerlerde seçimleri kazanması bu “gezici seçmenler” sayesinde engellendi.
Bu örnekler yerel seçimlerin “demokrasi şöleni” ile bir ilgisinin olmadığını ortaya koymaya yeter de artar bile!
Emekçilerin kendi önlerine konulan seçenekler arasında tercih yapmalarının “demokrasi şöleni” ile bir ilgisi yoktur. Burjuvazinin egemenliği şartlarında yapılan ister genel ister yerel seçimlerin demokrasi ile bir alakası yoktur.
Rantın “meşrulaştırılmasına” oy
Seçimler üzerine yaptığımız hemen her değerlendirmede seçimler konusunda çıkış noktalarımızı açıklıyor; diğer tespitlerimizin yanında, kapitalizmde seçimlerin –ister parlamento seçimleri olsun, ister yerel seçimler olsun–, gerçekte sömürü sisteminin sürdürülmesinin halkoyuna dayandırılarak “demokratik meşruiyet”inin sağlanması için yapıldığını söylüyoruz.
Kapitalist sistemde genel seçimler iktidarı ele geçirerek –diğer şeyler yanında– iktidarın nimetlerinden de yararlanma iken, yerel seçimler belediyeyi, muhtarlığı, belediye meclisini… yani “rant alanlarını” kazanma seçimleridir. 31 Mart’ta yapılan yerel seçimler de bu belirlemenin dışında değildir.
Temeli emek sömürüsü/hırsızlığı olan sistemde hırsızlık çeşitlilik gösterir. Siyasi alanın kullanılarak yapılan hırsızlığın çeşitli araçları, yol ve yöntemleri vardır. Yerel idareler üzerinden yapılan rantiyecilik de bu hırsızlığın en önemli araçlarından birisidir. Yerel yönetimi eline geçiren parti ya da kişilerin “arkadaş veya akraba kayırma”dan (Nepotizm) ihale yolsuzluğuna… rüşvetten kara para aklamaya… vb. vd. kadar birçok yöntemle kasalarını doldurdukları, yandaşlarını zengin ettikleri, şatafat içinde yaşadıkları… bu sistemin bilinen ve ama çoğunlukla göz yumulan gerçeklerindendir.
Dolayısıyla yerel seçimlerde verilen oylar çoğunlukla “rant alanlarının ele geçirilmesine” atılmaktadır. İstisnalar elbette vardır ve ama genel olarak kapitalist sistemde, özellikle Türkiye koşullarında yerel yönetimlerin ele geçirilmesinin anlamı budur. Bu gerçek toplum tarafından da şu ya da bu ölçüde bilinir, yer yer yöneticilerin hırsızlığı, adam kayırmacılığı, rüşvetçiliği… dile getirilir. Tüm bu yakınmalara, yereldeki yöneticilere duyulan öfkeye rağmen sandık başına gidilir ve “demokratik bir şekilde” ranta talip olan adaylar içinden birisi seçilir. Böyle bir tavrın sergilenmesinde ülkedeki siyasi iklim, cepheleşmeler, bölünmüşlük… perdeleme rolü oynar, çoğunlukla halka hizmet edecek yerel yönetici seçimi siyasi parti tercihlerinin gölgesinde kalır; sandığa giden seçmen dolaylı olarak rantiyeciliğe oy vererek onun meşrulaştırılmasına da onay verir.
Son yapılan 31 Mart Mahalli İdareler Seçiminde de yaşanan budur. Seçimlere katılım oranı olan yüzde %78,55’le seçmen sistemin “demokratik meşruiyetine”, bunun yanında rant alanlarının paylaşılmasına onay vermiştir.
Bu durumun köklü bir şekilde değiştirilmesi, halkın kendisine en iyi hizmeti sağlayabileceği kişileri/partileri seçmesi, hizmet gelmediğinde görevden alması… bu sistemde mümkün değildir. Elbette bu sistemde de gerçekten herhangi bir çıkar gözetmeksizin halka hizmet edecek yöneticilerin çıkması mümkündür. Ancak bunlar istisnadır, sistemin rant üzerine kurulmuş olduğu, yerel seçimlerin esasta rant mekanizmasını ele geçirme seçimleri olduğu gerçeğini değiştirmez.
Seçimlerin esas kazananı kapitalist sistemdir
AKP’nin büyük bir oy kaybıyla birçok ilde siyasi rakiplerine yenilmesi, merkez partisi olma ve AKP’ye alternatif olma adına siyasi arenada boy göstermeye çalışan kimi partilerin seçimlerde bir varlık gösterememesi ve burjuva partiler mezarlığına yuvarlanmaları, “boş tencerenin” + 16 milyon emeklinin oynadığı rol… vs. vb. elbette yerel seçim sonuçları değerlendirmesinde öne çıkan noktalardır. Ancak seçim sonuçlarına ilişkin notlarda üzerinde durulması gereken en önemli noktalardan birisi, seçimin esas kazananının sistem olduğu gerçeğidir.
31 Mart 2024 yerel seçimlerine giderken geniş emekçi kitleler ekonomik sıkıntılarla boğuşmaktaydı. Yüksek enflasyon, düşük ücretler, artan kiralar, gıda başta olmak üzere temel ihtiyaç maddelerine gelen yüksek zamlar… işçi ve emekçi kitlelerinin yaşam koşullarını derinden etkiliyordu. Ekonomik sıkıntılar yanında hak ihlalleri, devlet terörü, hukukun ayaklar altına alınması, siyasi iktidarın kendi anayasalarını bile elek hâline getirmeleri… kitlelerin mevcut iktidara, iktidar şahsında sisteme karşı öfke birikimine yol açmıştı.
Seçimlere bu koşullarda gidildi. Ve seçmenin %78,55’i sandık başına giderek oy kullandı. Yani yaklaşık her beş seçmenden dördü seçimlerle bir şeylerin değişebileceği, yerelde seçecekleri adaylardan iyi hizmet alabilecekleri, demokrasinin en azından yerel düzeyde uygulanabileceği, bu sistemde haksızlığın, hırsızlığın, rantın… ortadan kaldırılabileceği, halk için çalışılacağı… vb. vb. umudunu taşımaktadır; bu boş umut peşinde koşmaya ikna edilerek sandık başına gitmiştir.
31 Mart yerel seçimleri önceki seçimler gibi; işçilerin, emekçilerin her geçen gün daha da kötüleşen ekonomik koşullarda yükselen öfkesinin boşalmasına hizmet etmiş, seçimler öncesi kitlelerin düzene, sisteme, devlete yönelebilecek olası bir patlaması seçim düzeneği içinde eritilmiş, potansiyel tehlike en az seviyeye indirilmiştir. Bu anlamda 31 Mart yerel seçimlerinin en büyük kazananı kapitalist sistemdir.
2024 yerel seçimlerinde kazananlar
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) 31 Mart Mahalli İdareler Genel Seçiminin esas kazanan iki partisinden birisidir. 47 yıl sonra ilk defa yerel seçimlerden birinci parti olarak çıkan CHP, Genel Başkanı Özgür Özel’in deyimiyle “%25’lik cam tavanı kırdı”. CHP’nin seçimlerde aldığı oy oranı %37,74’tür. Kesin olmayan sonuçlara göre; CHP, 14 büyükşehir, 21 il, 337 ilçe, 48 belde olmak üzere toplamda 420 belediyeyi kazandı.
CHP’yi seçimlerden birinci parti çıkaran oyların bir bölümü “orta sağ” seçmenden, bir bölümü “AKP-MHP’ye kaybettirme” siyaseti izleyen ve bu siyasetin bir “gereği” olarak Batı da kimi şehirlerde “kent uzlaşısı” adı altında CHP’ye örtülü destek sunan DEM’den, yine DEM’le birlikte hareket eden ya da AKP ve RTE’nin kaybetmesi siyasetinin savunucusu “devrimci”-“sol” çevrelerden gelmiştir. CHP’nin seçim “zaferi” böyle bir zaferdir!
CHP’nin yerel seçimlerdeki “başarısı”, bu partinin çok iyi örgütlenmiş bir muhalefet olmasından, kitleleri alternatif bir program temelinde “ikna etmesinden” ya da kendisini seçmene güven verici alternatif bir parti olarak kabul ettirmesinden kaynaklanmıyor. Hayır, CHP’nin “başarısı”, kendi durumundan çok iktidardaki AKP ve ortağı MHP’nin ekonomi başta olmak üzere bir dizi noktada daha önce kendilerine oy veren seçmen nezdinde yaşadıkları güven kaybından da kaynaklanmaktadır. Bir başka deyişle esasta “kazanan” CHP değil, kaybeden AKP ve ortağı MHP’dir!
Seçim sonuçları ortaya çıktıktan sonra CHP yöneticileri yaptıkları açıklamalarla yeni bir “erken seçim” talebinde bulunmayacaklarını belirttiler. Görünen, bu partinin 2028 seçimlerine kadar AKP ve ortağı MHP’nin daha fazla yıpranmasını ve kitle desteğini daha fazla kaybetmelerini bekleyeceğidir. Seçim sonuçları CHP içinde Özgür Özel’in başkanlık koltuğunu sağlamlaştırdığı gibi, İstanbul’da büyük bir farkla İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni kazanan Ekrem İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığına aday olmasının önünü açmıştır.
Yeniden Refah Partisi (YRP), 31 Mart Yerel Seçimlerinden başarıyla çıkan bir diğer partidir. Millî Görüş geleneğini temsil etme iddiasında olan YRP, AKP’den umudunu kesen seçmenin yöneldiği esas parti oldu. YRP’nin başarısında da esasta AKP’nin başarısızlığı büyük rol oynadı. Özellikle AKP iktidarının İsrail’le ticari ilişkiler konusunu seçim propagandasında yoğunluklu kullanan YRP’nin bu seçim stratejisi başarılı oldu. YRP seçimlerde yüzde 6.19 oy oranıyla bir büyükşehir, bir il, 39 ilçe, 19 belde olmak üzere toplam 60 belediyeyi kazanmıştır. Bu başarısıyla YRP, Millî Görüş’ün devamı olduğu iddiasındaki Saadet Partisi’nin bu iddiasını da ortadan kaldırmıştır.
2024 yerel seçimlerinde kaybedenler
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP): 31 Mart yerel seçimlerinin esas kaybeden partilerinden birisidir. İktidar partisi olarak AKP’nin 31 Mart yerel seçimlerinde aldığı oy oranı yüzde 35,48’dir. 2019 yerel seçimlerine göre (AKP yüzde 44,33 oy almıştı) AKP, 2024 yerel seçimlerini yüzde 8,85’lik bir kayıpla bitirmişti. 2024 yerel seçimlerinde AKP resmi olmayan sonuçlara göre, 12 büyükşehir, 12 il, 356 ilçe, 125 belde olmak üzere toplam 505 belediyeyi kazandı.
2024 yerel seçim sonuçları AKP’nin 22 yıl sonra gerileme eğilimi içerisine girdiğini göstermektedir. Çokça söylenen “AKP’nin yenilmezlik miti” geçen yerel seçimlerde İstanbul’da kısmen yıkılmıştı; bu yerel seçimlerde bu durum netleşmiştir.
AKP’nin seçim yenilgisinin nedenleri üzerine bir dizi şey söylenebilir: İşçilerin, emekçilerin alım güçlerinin düşmesi, ücretlerin enflasyonla birlikte erimesi, 16 milyon emeklinin maaşlarına zam yapıl(a)maması, uygulamaya koyduğu “yeni” ekonomi politikası gereği her seçim öncesinde kitlelere sempatik görünebilmek için verdiği seçim rüşvetlerini verememesi, devletin Kürtlerin en temel haklarına yönelik saldırılarının, büyük şehirlerdeki Kürt seçmeninde tepkiye neden olması, İsrail-Filistin savaşı sürerken İsrail’le ticaretin devlet eliyle de sürdürülmesi… vb. kitlelerin seçimlerde tercihini belirleyen etkenler arasındadır. Bunlar içinde esas belirleyici neden, çok bilinen deyimle söylemek gerekirse, “boş tencere”dir.
Ekonomik zorluklar yaşayan ve ama daha önceki seçimlerde iktidarın yoğunluklu kullandığı din, “beka”, “terörizm”, “yerlilik-millilik”, “vatan-millet edebiyatı”… vb. argümanlarla manipüle ettiği yoksul kitleler, “Artık yeter, bunlara karnımız tok; ama bizim karnımız sıcak aşa aç, tenceremiz boş, bunun nedeni iktidardır!” demiş, daha önce AKP’ye oy veren seçmenin bir bölümü sandığa gitmeyerek, bir bölümü geçersiz oy kullanarak, bir bölümü de tepki olarak iktidardaki partiler dışında partilere yönelerek AKP’yi cezalandırmıştır!
Seçim yenilgisi sonrası AKP’li siyasetçiler tarafından, “seçim sonuçlarının analiz edileceği”, “eksik ya da hatalı yanların gelecek seçimlere kadar düzeltileceği”; “önlerinde yeni seçimlere kadar dört yıllık bir süre olduğu, partinin hatalarından ders çıkararak bir sonraki seçimlerde daha güçlü geleceği”… vb. yönlü değerlendirmeler yapılmıştır.
Bu yenilgiden sonra AKP bu yarasını sarabilir mi? 2028 seçimlerinden tekrar birinci parti olarak çıkabilir mi? Bunun olanakları vardır.
Seçim akşamı, sonuçların ortaya çıkması sonrası bir “balkon konuşması” yapan Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı RTE, “Maalesef yerel seçim imtihanından istediğimiz sonucu alamadık. Daha öncekiler gibi bu sınava da yoğun hazırlandık. (…) Netice böyle oldu, her olanda bir hayır vardır. (…) Biz de partimizin organlarında 31 Mart seçiminin sonuçlarını değerlendireceğiz, henüz kesinleşmemiş olmakla birlikte sonuçlar irtifa kaybı yaşadığımızı gösteriyor. Gerekli müdahalelerde bulunacağız. Genel ve yerel seçim maratonu tamamlandı. Seçim defterinin bugün kapanması bile kazançtır. Enflasyon başta olmak üzere ekonomideki başarılı sonuçları yılın ikinci yarısında görmeye başlayacağız. Başarılı operasyonlarla köşeye sıkışan bölücü terör örgütüne darbeyi buracağız. FETÖ ihanet şebekesinin son kalıntılarını da temizlemekte kararlıyız.”
AKP Genel Başkanının balkon konuşmasında öne çıkan noktalardan birisi “gerekli müdahalelerde bulunulacağı” vurgusudur. Yapılan hesap, anda uygulanan ekonomik programın “başarılı” olması, böylece uluslararası piyasalarda güvenin yeniden kazanılması, sermaye akışının tekrar sağlanması; seçime nispeten düşük bir enflasyonla gitmek, seçim öncesinde yoksulların ağızlarına çalınacak bir parmak balla onları yine AKP etrafında toparlayabilmek, seçim rüşvetleriyle parlamento seçimlerinden tekrar birinci parti olarak çıkmaktır. Ayrıca bu süreçte AKP, kendi ideolojik yaklaşımlarını yansıtabilecekleri bir anayasa hazırlama işini de sonuçlandırmaya çalışacaklardır.
Hesap bu. Az hasarla da olsa seçimlerin bitmiş olması iktidarı “
İktidar partisi olarak AKP’nin (ve ortağı MHP’nin) bir yandan ekonomik programı uygulayıp ekonomik yıkımın faturasını işçilere, emekçilere yüklemeye çalışırken; diğer yandan Kürt ulusal mücadelesine karşı uygulayageldiği saldırgan politikadan, sınır ötesi harekâtlardan vazgeçmeyeceği seçim sonu yapılan balkon konuşmasında Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı tarafından ifade edilmiştir. Yani iktidarın Kürt politikası değişmemiştir. Seçimlerden yenilgiyle çıkmış olsa da AKP’nin Kürt sorununda bölgesel düzeyde atacağı adımlara (Medya Savunma Alanları ve Rojava’nın işgali vs.) muhalefetten de geçmişte destek almıştı, bundan sonra da muhalefetin Kürt düşmanlığı temelinde iktidarla aynı safta olacağı, alınacak kararlara destek vereceği açıktır. Zaten bu alan Türkiye siyasetinde –hangi parti iktidarda olursa olsun– iktidardakiler için muhalefetin desteği açısından en konforlu alanlardan birisidir!
Kuruluşundan bugüne kadar kitle desteğini arkasına almış olan ve bunun rahatlığıyla hareket eden AKP’nin ve onun Genel Başkanının seçim sonuçlarından yola çıkarak elinin zayıfladığı doğru olarak ifade edilirken, diğer yandan “AKP’nin artık toparlanmasının zor olduğu”, “AKP’nin çöküşünün başladığı” vs. türünden görüşler ileri sürülüyor. Bu tür değerlendirmeler abartılı değerlendirmelerdir. AKP’nin bir dört yıl daha kullanabileceği iktidar gücü, devlet imkânları vardır. Yine politik arenada dağınık bir muhalefet, bu muhalefet içinde kendi önderliğindeki ittifaka katabileceği partiler, kullanabileceği güçler vardır. Şovenizm ve Kürt düşmanlığı temelinde –eskisi gibi rahat olmasa da yine de– hizaya dizebileceği, en az AKP kadar azgın Türk şovenisti bir muhalefet vardır… vb. vd. Bu anlamda seçimlerden kayıpla çıkan AKP’ye kefen biçmek için henüz erkendir.
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP): 31 Mart 2024 yerel seçimlerinin kaybeden partilerinden birisi de iktidar ortağı, Cumhur İttifakı bileşeni MHP’dir. Yerel seçimlerde MHP, %4,98 oy oranına ulaşarak 8 il, 122 ilçe, 54 belde, toplam 184 belediyeyi kazandı. MHP, bir önceki yerel seçimlerde 245 belediye kazanmıştı. Her ne kadar Genel Başkanı Devlet Bahçeli yaptığı bir seçim değerlendirmesinde; “MHP, %16,62’lik oy oranıyla Cumhur İttifakı’nın gücüne güç eklemiştir.” dese de MHP’nin seçimlerde aldığı oy oranı %4,98’dir. Cumhur İttifakı içinde olması nedeniyle net bir oy oranı vermenin güçlüğü bilindiğinde ancak geçen seçime göre bir kıyaslama yapılabilir. Öyle bir kıyaslamada da görünen MHP’nin geçen seçime göre 61 belediyeyi kaybettiğidir.
İyi Parti (İP): İyi Parti kaybedenler arasındadır. Yüzde 3.76’lık bir oy oranına ulaşmıştır. Bu 2019 seçimlerinde ulaştığı oy oranının (%7.45) yarısı kadardır. Bu partinin 31 Mart yerel seçimlerinde kazandığı belediye sayısının toplamı 29’dur. (1 il, 24 ilçe, 4 belde).
Seçimden yenilgiyle çıkan İP’te seçim sonrası istifalar başladı. İP Genel Başkanı Meral Akşener, “tüzüğün kendisine verdiği yetkiye dayanarak seçimli Olağanüstü Kongre kararı” aldı. Meral Akşener, Olağanüstü Kongre de Genel Başkanlığa aday olmayacağını açıkladı. Bu açıklama üzerine genel başkan adayları ortaya çıkmaya başladı. Faşist MHP lideri Devlet Bahçeli, İYİ Parti Olağanüstü Kongresin de genel başkanlığa adaylığını koymayacağını açıklayan Meral Akşener’e çağrı yaparak, “Sayın Meral Akşener Hanımefendi’nin ayrışmadan vazgeçerek partinin başında, onu destekleyen ve projelerine katkıda bulunan arkadaşlarının da etrafında olması gerektiğini düşünüyorum” dedi.
27 Nisan’da yapılacak kongrede İyi Parti yeni yönetimini belirleyecek, gelecek dönemde izleyeceği yolu şekillendirecektir. “Merkez sağın esas partisi olma iddiasıyla” yola çıkan bu partinin giderek dağılması, bir bölümünün MHP’ye katılması büyük olasılıktır. Parti olarak varlığını sürdürdüğü koşullarda da silik, mevcut Cumhur ya da Millet İttifakı’na eklemlenmeye açık bir parti olarak varlığını sürdürecektir.
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti): DEM Partisi, 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde 3 büyükşehir, 7 il, 65 ilçe, 7 beldede, toplam 82 belediyeyi kazandı. 2 milyon 625 bin 588 seçmenden oy aldı. Oy oranı %5,7. Üç büyükşehirde de öncelikli adaylar olarak kadınların öne çıkarılarak kadın belediye başkanlarının kazanma şansını sağlamış olmaları dikkate değerdir.
Bu partinin öncülü olan Halkların Demokratik Partisi (HDP), 2019 yerel seçimlerinde, 1 milyon 970 bin 370 oy ile 3 Büyükşehir, 5 il, 50 ilçe ve 12 beldede toplamda 70 belediye kazanmıştı. 2019 seçimlerinde HDP kimi Batı illerinde aday çıkarmamış ve Millet İttifakı’na eklemlenen bir seçim “taktiği” izlemişti.
İki seçim sonucu karşılaştırıldığında; oylarını ve kazanılan belediye sayısını artırdığı (70’ten 82’ye) görülmektedir.
Bu partinin öncülü HDP, 2019’da Millet İttifakı’nın kuyruğuna takıldı, 2024’te ise DEM “kent uzlaşısı” adı altında Batı da kimi yerlerde CHP ile işbirliğine gitti. Bu ittifak politikası ile 2019’da da 2024’te de, HDP/DEM Parti, alabilecekleri oyun gerçek potansiyellerinin altında bir oy oranına ulaştı. Her ne kadar seçim sonuçlarına göre rakamlarda bir artış söz konusu olsa da gerçek potansiyeli ile değerlendirildiğinde elde edilen artış gerçek bir kazanım değildir.
Gelecek Partisi (GP), Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA), Demokrat Parti (DP), Zafer Partisi (ZP), Saadet Partisi (SP)… Bu partiler büyük laflarla girdikleri yerel seçimlerden yok denecek kadar küçük oy oranlarıyla çıktılar. Bunların Türkiye siyaset sahnesinde ya silinecekleri ya da yaşasalar bile tabela partisi olarak yaşayacaklarını tespit etmek yanlış olmayacaktır. YRP’nin yerel seçimlerden başarıyla çıkması Millî Görüş geleneğinin adresini de bir anlamda belirlemiştir. Bu anlamda seçim sonuçları Saadet Partisi’nin “Millî Görüşün esas temsilcisi olma” iddiasının gerçek yaşamda bir karşılığı olmadığını ortaya koymuştur.
Ve reformist “sol” partiler… 51 bin 303 oy, % 0.11 (TKP), 17 bin 406 oy, % 0.03 (TKH), 8 bin 654 oy, % 0.01 (HKP), 29 bin 985 oy, % 0.06 (EMEP), 22 bin 810 oy, % 0.04 (Sol Parti), 71 bin 108 oy, % 0.15 (TİP)… Bu sayılar çok “yüksek” siyaset izleyen, kendisini “sol”, “sosyalist”, “komünist”… niteleyen partilerin oy oranları… Kazanılan belediye sayısının toplamda ikiyi geçmediği (TİP: Hatay’ın Samandağ ilçesi; Sol Parti: Dersim’in Hozat ilçesi) bir seçimi geride bıraktı. Gerçekte ortadaki tablo “sol” adına ortaya çıkanların ibretlik tablosundan başka bir şey değil.
Bu partilerin bir bölümü yerelde, “alttan demokrasi”yi inşa etmeye çalışmak, “halkçı belediyecilik“ yapmak… adına seçimlere katıldılar. Gerçekte bu sistemde ne “halkçı belediyecilik” ne de alttan demokrasiyi” inşa etmek mümkündür. Bu, reformist “sol” grupların niyetlerinden, isteklerinden bağımsız; sistemsel bir sorundur. Sistem merkeziyetçiliğin hâkim olduğu; yerelin finansmanını esasta merkezin sağladığı, merkezin kuralları koyduğu, kendi çizdiği çerçevenin dışına çıkanları sistem dışına attığı bir sistem. Böyle bir sistemde “halkçı belediyecilik” yapacağını söyleyenler hayal satmakta, gerçeğin üzerini kapatmaya çalışmaktadırlar.
Komünistler ve seçimler
Komünistlerin seçimlere katılıp katılmaması taktik bir sorundur. Komünistler esas olarak kendi program ve propagandaları temelinde seçimlere katılır. Komünistlerin seçimlere katılımının esas amacı sistemi kökten değiştirmek için değil, sistemin mevzilerini işçilerin-köylülerin bir kürsüsü hâline getirmek içindir. Yerel seçimlerde de imkânın olduğu yerlerde, belediyeleri halk yığınlarının yararına kullanmak için çalışmak doğru olandır. Bu sistemde gerçekleşmesi mümkün olmayanları mümkünmüş gibi göstermek, halk yığınlarına yanlış bilinç vermektir. 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde, komünist temsilcilerin kendi program ve propagandaları temelinde seçimlere katılma imkânı yoktu. Komünistlerin katılma imkânlarının olmadığı şartlarda, dışımızdaki devrimci veya reformist sol ile ittifak yapma şartlarını aradık. İttifak için kıstasımız şu veya bu burjuva partisine eklemlenmeden bağımsız olarak seçimlere katılmaktı. Ancak dışımızdaki devrimci, reformist sol, AKP/MHP’ye kaybettirme adına ehven-i şer bir çizgi izlediler. Hâkim sınıfların bir kanadını diğerine tercih edenleri, faşizmin türleri, tonları arasında tercih yapanları desteklemedik. Devrimcilik, solculuk, “sosyalistlik”, “komünistlik” adına seçimlere katılmaya, objektif olarak hâkim sınıfların şu veya bu kanadının kuyruğuna takılmaya çağıranlar sosyalist/komünist değildir.
Acı reçete geliyor… Daha kötü günler geliyor
Ne olacak bu seçimler öncesi iktidar tarafından “görülmeyen” ve andaki duruma göre açlık sınırında yaşayan, bu nedenle seçimlerde iktidara karşı mesafeli olan emekliler başta olmak üzere işçilerin, emekçilerin durumu?
İşçilerin, emekçilerin (ve emeklilerin!) en büyük sorunu yüksek fiyat artışı, buna karşın ücretlerin enflasyon oranında artırılmıyor olması, dolayısıyla alım gücünün düşmesidir. İşte her yeni ayda yükselen enflasyon oranı:
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2024 Mart ayı Tüketici Fiyat Endeksi’ni Nisan başında açıkladı. Buna göre, TÜFE’deki değişim mart ayında bir önceki aya göre yüzde 3,16, bir önceki yılın aralık ayına göre yüzde 15,06, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 68,50 ve on iki aylık ortalamalara göre yüzde 57,50 olarak gerçekleşti.
Akademisyenlerin ve ekonomistlerin bağımsız biçimde oluşturduğu Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG), mart ayı enflasyon araştırmalarının sonucunu açıkladı. ENAG verilerine göre, TÜFE mart ayında yüzde 5,68 artmış, son 12 aylık artışı ise yüzde 124,63 olarak gerçekleşmişti. Burada verilen rakamlar arasındaki uçuruma, bunun nedenlerine değinmeyeceğiz. İster TÜİK’in verdiği rakamlar alınsın ister ENAG’ın verdiği rakamlar alınsın; ortada apaçık bir gerçeklik var: Enflasyon çok yüksek! Bunu işçiler, emekçiler pazara çıktıklarında ya da örneğin son Ramazan Bayramı nedeniyle yaptıkları alışverişlerde açıkça gördüler.
İşçiler, emekçiler açısından durum oldukça kötü… İşçilerin, emekçilerin; özellikle de asgari ücretle geçinmeye çalışanların ücretlerine temmuzda zam yapılmayacağını açıklayan hükümet sermayenin çıkarlarını savunan, işçi-emekçi düşmanı bir hükümet olduğunu bir kez daha ortaya koymuştu. Bu konuda Merkez Bankası’nın (MB) hükümete gönderdiği açık mektupta da açık tavır takınılmıştır. 5 Nisan 2024 tarihinde Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek nezdinde hükümete gönderilen açık mektupta, “enflasyon hedefine ulaşılamaması hâlinde Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) hedeften sapmanın nedenlerini ve alınması gereken önlemleri” sıralamıştı. Bunlar arasında işçileri, emekçileri direkt ilgilendiren “önlemler”den birisi şöyleydi:
“Dezenflasyon sürecinde para ve maliye politikalarının eş güdümü büyük önem arz etmekte olup öngörülebilirliğin artmasını sağlayan Orta Vadeli Program (OVP, 2024-2026) ile somutlaşmış olan kamu politikalarına dair varsayımlar TCMB’nin enflasyon tahminlerine yansıtılmıştır. Bu kapsamda, asgari ücretin yılda bir kez güncellenmesi, yönetilen/yönlendirilen fiyatlar ile ücret ve vergi ayarlamalarında OVP’de sunulan enflasyon tahminlerinin gözetilmesi ve para politikasındaki sıkı duruşun ihtiyatlı maliye politikası ile desteklenmesi, öngörülen dezenflasyon patikasının tesis edilmesi açısından kritik bir önem taşımaktadır.” (Merkez Bankası’nın Hükümete gönderdiği açık mektuptan, www.tcmb.gov.tr)
Mektupta ortaya konulan bir yandan “asgari ücretin yılda bir kez güncellenmesi” talebi ve “yönetilen/yönlendirilen fiyatlar ile ücret ve vergi ayarlamalarında Orta Vadeli Program’da sunulan enflasyon tahminlerinin gözetilmesi” zaten hükümetin de istediği, OVP’de açıkça ortaya koyduğu ve uyguladığı bir politikaydı. Yılın başında temmuzda asgari ücrete ek bir zam olmayacağının açıklanması bu politikanın bir parçasıydı.
Hükümet tarafından daha önce artırılması sözü verilen memur ve memur emeklileri enflasyon farkına ek olarak toplu sözleşme zammı alacaklar. Bu zam temmuz ayında verilecek. Yılın başında yapılan anlaşmaya göre memur maaşları ile memur emeklisinin aylıklarına 2024’ün ilk 6 ayında yüzde 15 zam yapılmış; ikinci 6 ayında ise yüzde 10 olmak üzere toplamda yüzde 25 bir artış planlanmıştı. Bu zam hükümet çevreleri tarafından “memurları ve memur emeklilerini enflasyondan koruma” olarak allanıp pullanarak, memurlara ve memur emeklilerine “iki kez zam yapıldı” denilerek sanki çok büyük bir şey verilmiş gibi yansıtılmaya çalışıldı, çalışılıyor. Oysa TÜİK rakamlarına göre bile yüzde 68,5 olan enflasyon karşısında toplamda yüzde 25’lik ücret artışı memur ve memur emeklilerini açlık sınırında yaşamaya devam ettirmekten başka bir şey değildi, değildir!!!
Seçimler yapıldı, hükümet seçim öncesinde gözle görünür bir “seçim rüşveti” ver(e)meden süreci yönetti. İsteselerdi, en azından çok kötü durumda olan, asgari ücrete göre oldukça düşük seviyeye gerileyen (en düşük emekli maaşı 7 bin 500 liradan 10 bin liraya çıkarıldı, bu emekli maaşlarının asgari ücretin yüzde 58’i seviyesinde kalması demekti!!!) emekli maaşlarında bir iyileştirme yapabilir, ya da en azından bir kereye mahsus olmak üzere seyyanen bir ücret verebilirlerdi. Bunu yapmadılar. Hem de “Emekli Yılı” ilan ettikleri yılda emeklileri açlık sınırı seviyesinin bile altında yaşamak zorunda bıraktılar!!!
Çünkü; “kaynak yok!!!”tu! Ekonominin başındaki Mehmet Şimşek’in emekli maaşlarına zam yapıl(a)mamasının gerekçesini “Yurtdışından yüzde 50’nin üzerinde bir faizle borç almak gerekiyordu!” dediği söyleniyordu… Şüphesiz bu söylenenlerin de bir ölçüde maaşların artırılmamasında etkisi vardı ve ama esas sorun iktidarın işçi, emekçi düşmanı olmasından kaynaklıydı. Kaynak istenseydi bulunabilirdi! Sermayenin çıkarlarının savunucusu iktidar partisi –ve ortakları–, söz konusu örneğin yandaş şirketlerin trilyonluk vergi borçlarının silinmesinden yine yandaş holdinglere devlet bankalarından yüz milyonlarca dolarlık kredi akıtılmasına… bir dizi “kıyak geçen” hükümet, emeklilerin maaşlarına yapılacak bir zam için “kaynak bulamamıştır”!
Andaki ekonomik durumun nedeni AKP’nin sermaye yanlısı, işçi-emekçi düşmanı politikalarıdır. Uzun bir süreden beridir Batılı emperyalist güçlerin AKP iktidarına olan güvenleri sarsılmıştı ve ama hâlihazırda alternatif olmadığı için kerhen yürütülen bir ilişki söz konusuydu. Bunun ekonomideki yansıması Batı sermayesinin Türkiye’ye girişindeki yavaşlama, uluslararası derecelendirme kuruluşlarının Türkiye’nin kredi notlarını düşürmesi, kredi bulmakta zorluklar… vd. olarak kendisini gösteriyordu. Bu gidişatı ortadan kaldırmak ya da en azından havayı yumuşatmak, Batı ile ilişkileri yeniden yoluna koymak ve güven tazelemek, sermaye akışını yeniden sağlayabilmek ve böylece her geçen gün daha da batan ekonomiye biraz olsun nefes aldırabilmek için AKP hükümetinin ekonomiyi teslim ettiği Mehmet Şimşek’in uygulamaya koyduğu “yeni” ekonomik planı hayata geçiriliyor.
AKP iktidarı, kendi eliyle yarattığı ekonomik bataktan kurtulmak için uygulamaya koyduğu programın bir ayağında enflasyona rağmen “ekonomide büyüme” politikasından kısmen vazgeçilmesi ve daha dengeli ilerlenmesi var. 2015 yılından itibaren uygulanan “büyüme” siyaseti, enflasyonu artırma yanında gelir dağılımında makasın daha da açılmasını beraberinde getirmişti. Şimdi uygulamada olan programla daha düşük seviyede bir büyüme ve ama bununla enflasyonun biraz olsun dizginlenmesi hedeflenmektedir.
Programın diğer ayağında işçi ve emekçilerin, emeklilerin ücretlerinin enflasyonun gerisinde kalması, böylece iç talebin bastırılması, buna bağlı olarak geniş yığınların alım gücünün sınırlanması… vardır. Böyle bir planla enflasyonun aşağıya çekilmesi mümkündür. Ancak sermayenin iktidarının her planında olduğu gibi bu planında da sermaye esas yükü işçilere ve emekçilere yüklemeye çalışmaktadır. Bu programda işçilere, emekçilere biçilen rol alım güçlerinin daha da düşmesi, kazanılmış hakların gaspı, daha fazla yoksulluk, durgunlaşan ekonomide artacak iflaslar dolayısıyla yükselen işsizlik… olacaktır, olmaktadır. Bugün uygulanan ekonomik politika böyle bir politikadır.
Bu politika daha önce Kuzey Kürdistan-Türkiye işçilerine, emekçilerine yer yer “kemer sıkma politikası” olarak defalarca yaşatılan, resmi olarak adına konulmamış tanıdık bir IMF politikasıdır. Biz bu filmi daha önce 1990’larda 2001’de gördük, yaşadık. Şimdi tekrar işçilere, emekçilere benzerini yaşatmak istiyorlar…
Burada soru şudur: İşçiler, emekçiler bu politikayı ve sonuçlarını kabullenecek midir, yoksa bu saldırıya karşı direniş mi gösterecektir?!
İşçilerin, emekçilerin, ezilenlerin örgütlü mücadeleden başka yolu yok
Evet, seçimler bitti… Şimdi iktidardaki AKP ve ortakları açısından hedeflediklerini gerçekleştirmek için –eğer bir erken seçim gündeme gelmezse!!! Ki, bu küçük bir ihtimal olarak olsa da vardır!– dört yıllık bir süreleri var. Bu dört yıllık sürede öncelikle ekonomik temelli planlarını gerçekleştirmeye çalışacak, yukarıda da belirttiğimiz gibi işçilerin, emekçilerin yaşam koşullarının daha da kötüleşmesi, daha fazla yoksulluk, işsizlik… demek olan adımları atacaklardır.
İşçi sınıfına ve emekçilerin, kendileri açısından daha fazla yıkım getireceği açık olan, sermayenin ve onun iktidarının saldırılara karşı örgütlü mücadeleden başka şansları yoktur! İşçiler, emekçiler bu bilinçle hareket etmeli, sermayenin saldırılarına karşı “Sınıfa karşı sınıf!” şiarıyla karşı çıkmalı, sermayenin saldırılarını geri çevirmelidirler.
Anda ülkelerimiz işçi sınıfı örgütlülük konusunda zayıf dönemlerinden birisini yaşıyor. Sendikalardaki örgütlülük seviyesi oldukça düşük. Bu, işçi sınıfının sermaye sınıfının saldırılarını boşa çıkarmasında bir handikap oluşturuyor. Bu bilinçle sınıf içinde çalışan devrimci oluşumlar, sermayenin saldırıları karşısında asgari müştereklerde güç birlikleri yaratıp sermayenin saldırılarına karşı ortak bir mücadele zemininde buluşabilirler. Böylesi bir adım sınıfın mücadelesine ivme de kazandıracaktır.
İşçi sınıfının sermaye saldırılarına karşı durabilmesi, kazanımlarını koruması, yeni kazanımlar elde edebilmesi mücadelesinde eksikliği duyulan en önemli şey, sınıfla güçlü bağ kurmayı başarmış bir öncü gücün, sınıfın komünist partisinin eksikliğidir. Eksikliği duyulan adı “sol”, “komünist”, “sosyalist”… olan ve ama gerçekte reformist siyaset izleyen, sisteme eklenmiş partiler değil; ihtiyaç duyulan gerçek anlamda sınıfın çıkarlarını savunan ve sınıfın iktidarı hedefini merkeze koymuş, bunun için çalışan devrimci bir sınıf partisidir. Böyle bir partinin yaratılmasıdır görev…
İktidar partisinin Genel Başkanı’nın seçimlerden hemen sonra ilan ettiği Kürt ulusal hareketinin kazanımlarını ortadan kaldırmaya dönük saldırılarına karşı da çeşitli ulus ve milliyetlerden Kuzey Kürdistan-Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerinin Kürt ulusuna yönelik saldırılara karşı çıkma sorumluluğu vardır. Sadece askerî harekâtlar konusunda değil, seçimlerde kazanılan belediye başkanlıklarının kayyum atanması yoluyla gasp edilmesi gibi saldırılara karşı da durulmalıdır.
Kuzey Kürdistan-Türkiye sol hareketinde en büyük sorunlardan birisi hâkim sınıf siyasetinin Kürt ulusunun sol, sosyalizm, komünizm adına konuşan, kendisini öyle konumlandıran, lafa geldiğinde “halkların kardeşliği”nden dem vuran oluşumların egemen sınıfların Türk şovenizmine destek vermesi beklenemez, beklenmemelidir. Ezilen bir ulusun en temel haklarının savunucusu devrimciler, sosyalistler, komünistlerdir. Bu bilinçle hareket edilmeli, sosyal şovenizm sol içinden teşhir ve tecrit edilmelidir.
14 Nisan 2024