1989’da Birleşmiş Milletler (BM) Kalkınma Programı’nın (UNDP) BM Genel Kurulu’na sunduğu önerinin kabul edilmesiyle birlikte, her yıl 11 Temmuz, “Dünya Nüfus Günü” olarak kutlanıyor. Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA), her yıl 11 Temmuz’da nüfus ile ilgili önemli konulara dikkati çekiyor. Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu’nun “2023 Dünya Nüfusunun Durumu Raporu”na göre, dünya nüfusu 8 milyarı geçmiş durumda. Rapora göre, dünyanın en kalabalık ülkesi, 1 milyar 428 milyon 600 binlik nüfusuyla Hindistan’dır. Hindistan’ı, 1 milyar 425 milyon 700 bin ile Çin ve 340 milyonluk nüfusuyla ABD takip ediyor.
Bir yandan yapılan çevre zirvelerinde, iklim değişikliğinin bir nedeninin nüfus artışı olduğuna vurgu yapılıyor; diğer yandan ise nüfusları yaşlanan ülkeler doğum oranını artırmak için önlemler alıyor. Ülkelerimizde ise RTE, her ailenin en az üç çocuk yapmasını istiyor! Avrupa ülkelerinde çocuk paraları artırılıyor, çok çocuk yapanlara devletler daha fazla ödeme yapıyor!
Kapitalist/emperyalist burjuvazi, açlığın ve yoksulluğun, doğanın talanının gerçek sorumluları, sorumluluğu bütün insanlığın, özelde de yoksul emekçi kadınların üstüne yıkıyor. Emperyalizmin ideolog ve propagandacıları, “Yoksulluğun temel nedeninin yoksulların aşırı üremesi, yoksul ülkelerdeki “aşırı nüfus” artışı olduğunu belirtiyorlar. Onlara göre, aşırı nüfusun azaltılması, nüfus artışının sıfırlanması, hatta sıfır altına düşürülmesidir! Bu hedefe varıldığında yoksulluk ortadan kalkacaktır! Yoksulluğu ortadan kaldırmak için yoksul nüfusun çoğalmasını engellemek gerekir! Emperyalist medyaların her gün her araçla kafalara kazımaya çalıştığı “nüfus planlaması” “çözüm”ünün anlamı budur.
Kapitalist/emperyalist burjuvazinin siyaseti “aşırı nüfus artışı” olgularının çarpıtılması üzerinde yükselmektedir. Aşırı nüfus artışının geri, emperyalizme bağımlı ülkelerden kaynaklanan bir sorun olduğu iddia edilirken, nüfus yoğunluğu değil, yıllık nüfus artış oranı temel alınmaktadır. Bunun nedeni gayet açıktır. Emperyalist ülkeler, kilometre kare başına düşen insan sayısı temel alındığında bu ülkeler nüfus yoğunluğu bakımından bağımlı ülkelere açık fark atmaktadır. Yıllık nüfus artış oranı temel alındığında ise Asya, Afrika, Latin Amerika’nın geri / bağımlı ülkeleri “nüfus patlaması”na yol açar görünmektedir.
Nüfusun kontrol edilmesi ile ilgili olarak bağımlı ülkelere, öncelikle de bunlar arasındaki en yoksullara şartlı krediler verilmekte, yardımlar aracılığıyla nüfus kontrol altına alınmaya çalışılmaktadır! Böylelikle, güya dünya kaynakları ve doğanın korunması amaçlanmaktadır! Bu bağlamda olgular ters-yüz edilmekte ve en büyük çevre düşmanları “çevre dostu” postuna bürünmektedir. Dünya çapında kaynakların tüketiminde en büyük paya sahip olan emperyalist ülkeler, bağımlı, yoksul ülkelerin “aşırı nüfus artışı”nın dünyayı batıracağını iddia etmektedirler! Böylece, doğanın talan edilmesinde ve iklim değişikliğinde sorumlulukları olanlar, kendi sorumluluklarını başkalarına yüklemektedir.
Yoksulluğun ve dünyanın kirlenmesinin çaresi olarak emperyalistlerin sundukları “nüfus planlaması”nın temel saldırı hedefi öncelikle geri / bağımlı ülkelerin emekçi kadınlarıdır. Bu ülkeler için geliştirilen “Aile planlaması programları” çerçevesinde yaygın uygulama gören gebelikten korunma tedbirleri nerdeyse tümüyle kadınlara yöneliktir. “Aşırı nüfus artışı”nın sorumlusu emperyalistlere göre geri / bağımlı ülkelerin yoksul emekçi kadınlarıdır. Hiçbir sahtekârlık, emperyalist propaganda ve ideolojik saldırı emperyalizmin ve emperyalist nüfus politikasının gerçek barbar yüzünün görülmesini engelleyemeyecektir.
Malthus ve Yeni Malthusçular
Emperyalist propagandacıların anlattığı bu masal aslında hiç de yeni değildir. Daha 1798 yılında, kapitalizmin Avrupa’nın bağrında hâkimiyetini yeni yeni kurmaya başladığı bir dönemde, zenginlikle birlikte yoksul nüfusun hızla artması karşısında Malthus adlı bir İngiliz papaz “Nüfus Artışının İlkeleri Üzerine Bir Deneme” başlıklı yazısında bu teoriyi kurmuştur.
Söz konusu yazıda bu papaz, ilke olarak nüfus artışının geometrik bir dizi, buna karşı yiyecek maddelerinin üretiminin artışının matematik bir dizi izlediği, bunun değişmez olduğu; bunun sonucunda eğer bilinçli olarak bu gidişe son verilmezse, açlık ölümlerinin kaçınılmaz olduğunu ortaya koymuştur. Onun “çözümü” de şöyledir: “Ya nüfus artışının (tabii yoksulların nüfus artışının! Çünkü esas çoğalan onlar –BN) bilinçli tedbirlerle engellenmesi (geç evlenme, çocuk yapmama vb.) ya da var olan nüfusun periyodik olarak yok edilmesi (savaş ve salgın hastalıklar yoluyla).” İşte modern çağda nüfus planlamasının mucidinin teorisi, planı, programı budur. Bu teori, plan ve program, yoksulluğun gerçek nedeninin üretim araçları üzerinde özel mülkiyet ve sömürü olduğu gerçeğini gizleme üzerine kuruludur. Sömürü düzenini sürdürmek için yoksulların çoğalmasını sınırlandırmak, yoksulların çoğalmasını ancak sömürü ihtiyacına göre “planlamak”, bu, lafta insan, gerçekte kapitalist sever papazın teorisinin özüdür. Emperyalist dönemin yeni Malthusçularının “nüfus planlaması” planlarının da özü aynıdır: Geri ülkelerdeki yoksulluğun esas nedeni olan emperyalist sömürüyü gözlerden gizlemek. Bu ülkelerde nüfusu emperyalist sömürünün gereklerine göre ayarlamak, planlamak! Gözlerden gizlenmek istenen gerçek şudur: Bugün emperyalist ülkelerdeki zenginliğin en önemli kaynaklarından biri, bu ülkelerin kendilerine bağımlı ülkelerden elde ettikleri emperyalist aşırı kârdır. Emperyalist ülkeler için bağımlı ülkeler korkunç derecede ucuz hammadde yatakları; korkunç derecede ucuz iş gücü kaynakları, her türlü emperyalist metalar için, bu arada sermaye ihracı için açık pazardır. Emperyalist ülkelerle, bağımlı geri ülkeler arasındaki ilişki tam anlamıyla talan eden/edilen; ırza geçen/ırzına geçilen ilişkisidir. Ve emperyalist ülkelerdeki andaki zenginliğin en önemli kaynaklarından biridir bu ilişki. Söz konusu ülkeler kendi doğal kaynaklarını, kendi ülke halkları için kullanabilseler; emperyalist devletlerle aradaki ilişkiler eşitler arasında bir ilişki olsa, bu ülkelerde yoksulluğun y’si kalmazdı! İşte nüfus planlaması üzerine, aşırı nüfus üzerine koparılan gürültülerin örtmeye çalıştığı çıplak gerçek budur.
Nedir gerçek anlamda “aşırı nüfus”? Herhâlde verili bir alanda yaşayan insan sayısının, o alana göre çok fazla olması “aşırı nüfus” olarak adlandırılabilir. Bu bağlamda da bilinmesi gereken gerçek şudur: Bugün emperyalist ülkeler, her şeyden önce de Batı Avrupa’daki emperyalist ülkeler ve Japonya dünyanın nüfus yoğunluğu en fazla olan ülkeleridir. Bu ülkelerde kilometrekare başına düşen insan sayısı, nüfus yoğunluğu en fazla olan bağımlı ülkelerden daha fazladır. Örneğin nüfus yoğunluğuna göre Almanya 53., Hindistan 33., Japonya 32. sıradadır. Almanya’da kilometrekareye düşen insan sayısı 232 iken, Hindistan’da kilometrekareye düşen insan 336’dır. Ve Hindistan geri ülkelerde nüfus yoğunluğu en büyük olanlardan biridir. Dünyanın nüfus bakımından birinci büyük ülkesidir. Bu ülke aynı zamanda doğal kaynakları bakımından Almanya’ya oranla daha zengin bir ülkedir de. Fakat buna rağmen Delhi, Kalkutta gibi büyük şehirlerin sokakları, hastaneleri açlıktan, bakımsızlıktan yoksulluktan ölen on binlerle, yüzbinlerle doludur! Bu durum ne kaderdir ne de sonsuzdur. Bu durumun yaratıcısı emperyalizmin talanıdır. Bu durumun nedeni, emperyalistlerin propagandacılarının bizi inandırmaya çalıştığının tersine, “aşırı nüfus” değildir. Çözümü de emperyalistlerin nüfus planlaması değildir.
Emperyalistlerin nüfus politikası kadın düşmanı ve ırkçıdır. Emperyalistlerin ileri sürdüğü bir temelde nüfus politikaları üzerine tartışılamaz. Görev, emperyalistlerin sahtekârlığını teşhir etmektir.
Mart 2024
(Bu yazı Yeni Dünya İçin Çağrı sayı 215’te yayınlandı.)