Amed’de 1-3 Kasım tarihlerinde, Amed Marksizm Okulu tarafından Mordem Sanat’ta “Enine boyuna sosyalizm, sosyalizmin dünü –bugünü- geleceği” şiarıyla Marksizm Günleri düzenlendi.
Yeni Dünya İçin Çağrı okurları olarak biz de Marksizm Günleri’ne katıldık.
İki konuda tartışmalara katıldık ve görüşlerimizi ifade ettik.
“Yerelleşme, tarım yüzyılı olan 21. Yüzyılda kooperatifler ve dayanışma ekonomileri üzerine” paneli
Yerelleşme ve tarım yüzyılı başlığı ile duyurusu yapılan programın dünyadaki somut gelişmelerle örtüşmediğini belirtmek isteriz. Buna alternatif olarak sunulmaya çalışılan dayanışma kooperatiflerinin de işçi sınıfı içinde esas örgütlenme önceliklerinin yok sayıldığı ya da tali görüldüğü sonucunu çıkarmak zor olmasa gerek. Öncelikle dünyadaki gelişmeler yerelleşmeyi değil, daha çok pazar ekonomisine dayalı genişleme biçiminde, pazarın büyütülmesi ve tedarik ağlarının karşılabileceği zorlukları ortadan kaldırma yönünde olan gelişmelerdir. Buna en iyi örnek batıda AB, Doğuda BRICS olarak görünür olması yerelleşmenin ekonomik ve politik sonuçlarının kapitalist gelişme ile uyumlu olamadığı anlamına gelir.
Öte yandan dünyada tarım yüzyılı safsataları birçok burjuva ekonomisti ve çeşitli çevre örgütleri tarafından çok sık dillendirildiği doğru. Oysa yine bu sözde tarım yüzyılı aldatmacası da kapitalist üretim tarzının dışında kalan ve aslı olamayacak olan yalanlardır. Kapitalizm yüksek kâr üzerine kurulu bir düzendir. Tarımda olduğu gibi yüksek maliyet ve düşük kâr ekonomisi kapitalist tekelleşmenin gelişmesine aykırıdır. Dünya tarım alanlarının %70 den fazlasının hala küçük üreticiler eliyle yürütülmesi bunun sadece istatiksel sonucu olarak gözetilebilir. Lenin’in emperyalizm adlı yapıtında da söylediğini tekrar açıklamakta fayda var.
“Kuşkusuz kapitalizm – diyor Lenin yoldaş-, bugün her yerde sanayiye göre çok geri kalmış olan tarımı geliştirebilseydi, baş döndürücü teknik ilerlemeye rağmen her yerde yarı aç ve yoksulluk içinde bir yaşam sürdüren halk kitlelerinin yaşam düzeyini yükseltebilseydi, o zaman bir sermaye fazlalığından söz edilemezdi…. fakat o zaman kapitalizm kapitalizm olmazdı.”
Kısacası kapitalizm koşullarında tarımın iyileştirilmesi mümkün olamayacak olan bir hayaldir. Ancak üretimin kâr yerine doğayı, insanı ve tüm canlıları gözeten bir sistem ile meta dolaşımının bir grup tekkelerin kontrolünden çıkarılıp bütün emekçilerin ihtiyaçlarının karşılanması temeline geçmesiyle, yani sosyalist dünyada tarımın olması gerektiği gibi, kapitalizme olduğunun tersine genel olarak üretimin tarımsal üretime endekslendiği sosyalist dünya sistemi ile mümkün olduğunu söylemek isteriz. Ve bugün tarım sorununu çevre sorunu ile birlikte almamız gerektiğini, kıtlık ve artan çölleşmenin kapitalizmin bir sonucu olduğunu da bu en geniş sorunun, öncelikli mücadele alanlarımızın başında geldiğini vurgulamak isteriz.
Buradan da anlaşılacağı üzere dünyanın sosyalizme ihtiyacı vardır. Ya kapitalizm içinde toptan çöküşe gideriz, ya da sosyalizmle doğayı ve bütün insanlığın geleceğini kurtarmış oluruz. Bunun için gerekli olanda işçi sınıfının partisinin yaratılması zorunluluk olarak durmaktadır. İşçi sınıfı ülkelerimizde olduğu gibi dünyada da doğru önderlikten yoksundur. Eğer bir an önce bir şeylerin değişmesini istiyorsak bunu yaratmalı ve örgütlenme biçimimizi işçilerin, emekçilerin politik çıkarlarını gözetecek şekilde şekillendirmeliyiz. Bunun dışındaki her türlü kooperatifleşme çabaları ve birliktelikler iyi niyetli ve fakat ikincil ve kapitalizmin yıkılmasına esas oluşturmayacak örgütlenmeler olarak kalır.
“Küresel olarak kapitalizmin derinleşen yapısal krizi, Avrupa ve Batıda yükselen yabancı düşmanlığı ırkçılık ve sosyalist alternatif” Yuvarlak masa tartışması.
Dünya ekonomisinde öne çıkan en önemli sorun bir mali krizin yaşanmasıdır.
Dünya ekonomisi bir bütün olarak ele alındığında son yıllarda üst üste sıfıra yakın “büyüdüğünü”, yani büyümediğini görüyoruz. Bu durum bir resesyon/durgunluk demektir.
Ekonominin durgunlaşması büyük bir finansal kriz, tedarik zincirlerinin kopmasını beraberinde getiren bir dış ticaret şoku ya da büyük ölçekli bir doğal afet (örneğin bir salgın) gibi çeşitli olaylar tarafından tetiklenebilirdi. Nitekim Korona salgını döneminde başlayan dünya ekonomisinin kötüleşme durumu, Avrupa’nın orta yerinde başlayan Rusya-Ukrayna savaşı ve Ortadoğu’da sürekli tırmandırılan savaşlar ile bu krizler daha da derinleşti. Savaşların etkisiyle enerji ve gıda krizi gibi bir dizi şok yaşandı, tedarik zinciri koptu. Yüksek enflasyon, reel gelirlerde düşüşü, dolayısıyla yaşam maliyeti artışına sebep oldu, tüketim düştü.
Ekonomik durgunluk borçlanmayı da artırdı. Devletlerin yoksulluğa karşı mücadele için kullanacakları rezerv yok. Biz mali piyasalardaki gerilemenin de gerçek anlamda ekonominin çöküşü anlamına gelmediğini de biliyoruz. Fakat ekonomileri olumsuz yönde etkilediği doğrudur.
Dünyadaki mali göstergeler, büyük emperyalist güçler açısından krizden çıkışın bir yolu olarak savaşı öne çıkarıyor. Bu durum dünyada son yıllarda artan silahlanma gerçeğiyle birlikte değerlendirildiğinde durumun vahameti daha da belirgin hâle geliyor. Dünya adım adım yeni bir dünya savaşına doğru sürükleniyor.
Peki, dünyada sol, sosyalist güçlerin durumu?
Bu soruya yanıtımız ne yazık ki; “güçsüzlük, örgütsüzlük, dağınıklık” şeklindedir. Dünyada devam eden bir dizi emek hareketleri, ulusal direniş hareketleri devrimci önderlikten yoksun varlığını sürdürüyorlar. Kısaca; dünya çapında halklara, işçilere, emekçilere önderlik edecek devrimci önderlikler yok. Bu eksikliğin bir an evvel giderilmesi, devrimci, sosyalist, Bolşevik partilerin/örgütlerin kurulması, var olanların güçlendirilmesi yerine getirilmesi gereken en acil görevdir.
Dünya diğer taraftan yükselen mali krizlere ve şiddetlenen savaşlarla bağlı olarak ırkçılık ve yabancı düşmanlığı da devlet eliyle güçlendiriliyor. Yabancı düşmanlığı ile egemen sınıflar açısından, emekçi yığınları sınıf savaşımından saptırma amacına yönelik etkili bir araç olarak kullanılıyor. Kapitalizme özgü bunalımların ortaya çıkardığı ve emekçi yığınları derinden etkileyen sorunların nedeni göçmenler/sığınmacılarmış gibi gösterilmeye çalışılıyor. Sınıfsal çıkarları öz itibariyle aynı olan emekçiler birbirlerine düşürülmek isteniyor.
Biz sosyalistler sınıfsız ve sınırsız bir dünya inşa etmek istiyorsak, toplumları ülkelerine ya da ırklarına göre ayıramayız, sınırlar sadece kapitalistlerin ve burjuva devletlerin çıkarlarını korumak için vardır. Bu yüzden komünistler sınır tanımazlar ve bütün halkların serbest dolaşım haklarını savunurlar.
Burjuvazinin kategorilere böldüğü “Sığınmacı”, “mülteci”, “göçmen”, “kaçak göçmen” gibi kavramları değil sınıf kardeşliğini öne çıkarırız. Bu kavramlar ile yapılan tanımlamalarda üstü örtülüde olsa ırkçılığın gizlenmiş yönleri ile karşılaşırız. Biz biliyoruz ki dünya yüzeyinde bütün insanlar tarihsel şartlar altında hepimiz göçmendik, ya da zora dayalı göç ettirildik. Bu yüzden her soruna olduğu gibi buna da sınıfsal bakmak zorundayız.
Göç ve göçmen “sorunu” ile devam ettirilen yabancı düşmanlığı bitirilmesinin yolu dünya sosyalist sisteminin egemen hâle gelmesinden geçiyor. Emperyalist dünya sisteminin doğurduğu göç ve göçmenlik olgusu koşullarında ise umut yine sınıf bilinçli proletaryada, onun iktidarındadır.
3 Kasım 2024
Amed’den YDİ Çağrı okurları.