Son günlerde mültecilere ve göçmenlere yönelik ırkçı saldırılar ve tehditler, özellikle de “kadınların güvenliği” söylemini kullanarak milliyetçilik, ırkçılık pompalanmaya başlandı.
Burjuva muhalefeti, CHP, İP, Zafer Partisi vs. gibi faşist, ırkçı partiler, alenen göçmen karşıtlığını körükleyerek, günah keçisi olarak göçmenleri hedef gösteriyor, seçim vaadi olarak “bizi seçin, Suriyelileri gönderelim” propagandası yapıyorlar. Malesef toplumda bu söylemler karşılık buluyor ve toplumda tırmandırılan çok tehlikeli bir göçmen karşıtlığı var.
Sadece muhalefet değil, hükümet de “Suriyeli göçmenler misafirimizdir” dese de, her gün yüzlerce göçmen “yasa dışı kaldığı” gerekçesiyle sınır dışı ediliyor.
Peki soruyoruz; insanlar yerini yurdunu neden terk eder? Neden göç yollarına düşer? Neden kurulu düzenlerini, evlerini terk eder? Neden boğulma pahasına, kırık dökük deniz taşıtları ile aşmaya çalışır? Bu sorunun cevabı çok açıktır; insanların yerini yurdunu terk etmek zorunda kalmasının nedeni kapitalist sistemdir!
Hükümetin ve muhalefetin, mülteci ve göçmenlere yönelik ırkçı saldırıları ve şoven tehditlerine karşı, özellikle kadın bedeni üzerinden oynanan oyuna karşı çıkan, içerisinde Kadınlar Birlikte Güçlü Platformu’nun (KBG) yer aldığı, 700’ün üzerinde kadının ve 82 kadın örgütünün imzasıyla “Irkçılığın, ayrımcılığın, göçmen düşmanlığının ve körüklenen nefretin değil, göçmenlerin yanındayız” diyerek ortak bir açıklamayı aşağıda sizlerle paylaşıyoruz.
İmza kampanyası ile birlikte, önümüzdeki dönemde hem sosyal medya üzerinden hem de yerellerde ırkçılığa karşı eylemler, mitingler planlanmaktadır. Bunlara katılalım, saflarımızı sıklaştıralım: Irkçılığa, her türden ayrımcılığa ve faşizme karşı mücadelemizi büyütelim!
31 Mayıs 2022
Yeni Kadın Dünyası
Açıklama:
Kadın dayanışması sınır tanımaz!
Irkçılığın, ayrımcılığın, düşmanlığın, nefretin değil; göçmenlerin yanındayız!
GÖÇMENLERİN YANINDAYIZ, BİRLİKTE YAŞIYORUZ, YAN YANAYIZ!
Türkiye’de son birkaç haftadır göçmenlere yönelen ırkçı, cinsiyetçi saldırılar ve şoven tehditler hızla yükseliyor. Zamanı ve mekânı teyit edilmemiş sosyal medya paylaşımlarıyla, öncesi ve sonrası kopuk videolarla nefret körüklendikçe durum boyut değiştiriyor ve tekil suçlara dair iddialar göçmenleri topyekûn hedef göstermek için araçsallaştırılıyor. Bu tablo; hâlihazırda binbir türlü zorlukla boğuşan, iradeleri hiçe sayılan, siyasal iktidarın Avrupa Birliği ile yürüttüğü her müzakerede pazarlık unsuru haline getirilen mülteciler dâhil olmak üzere statüsü fark etmeksizin tüm göçmenlerin yaşamlarını içinden çıkılmaz bir ayrımcılık ve şiddet döngüsüne hapsediyor.
Bu karanlık iklimde; göçmen düşmanlığını, ırkçılığı, nefreti ilke edinerek palazlanan, kadın ve LGBTİ+ düşmanlığı tescillenmiş siyaset esnafları “kadınların güvenliğine dair kaygıları” öne sürerek ırkçılıklarına meşruiyet zemini yaratmaya çalışıyorlar. Göçmenlerin ve mültecilerin hedef gösterilmesi, toplumun her kesiminde mevcut sosyo-ekonomik sorunlar karşısında biriken öfkenin yanlış yere kanalize edilmesinin ve siyasal iktidarın sorumluluğunun kamufle edilmesinin yöntemlerinden biri olarak işlev görüyor.
Göç bir insan hakkıdır. Savaşın, yıkımın, emperyalist hayaller uğruna gerçekleştirilen katliamların, erkek şiddetinin, işsizliğin, ekonomik krizin asıl sorumluları gizlenirken, bu politikaların sonucunda içinde bırakıldıkları cendereden zorlukla kurtularak hayatta kalan göçmenler düşman haline getirilemez.
Biz kadınlar, savaş politikalarının sonuçlarını en ağır şekilde; ölerek, sevdiklerimizin ölümüne tanıklık ederek, yersiz yurtsuz kalarak; göç yollarında, geri gönderme merkezlerinde, sınırlarda, kamplarda, tacize, tecavüze, erkek şiddetine maruz bırakılarak, yoksullaşarak; fabrikalarda, atölyelerde ve bakım işleri için evlerde ucuz güvencesiz işgücü haline getirilip sömürülerek yaşadık, yaşıyoruz. Mevcut koşullarda en temel haklara bile erişemeyen göçmen-mülteci kadın ve LGBTİ+’ler; kurumsallaşmış ırkçılık ve ayrımcılık nedeniyle maruz kaldıkları taciz, ayrımcılık, sömürü, tehdit, kötü muamele, fiziksel, cinsel, psikolojik, ekonomik ve tüm boyutlarıyla erkek şiddeti karşısında herhangi bir makama başvurmaktan ve şikâyetçi olmaktan büsbütün çekinir hale geliyor.
Her savaşın, yükseltilen her düşmanca söylemin ve her tür ırkçı kalkışmanın; yabancı düşmanlığını, kadın düşmanlığını, transfobiyi, homofobiyi, nefreti, erkek şiddetini ve hak gasplarını tırmandırdığını çok iyi biliyoruz. “Buralı” veya göçmen tüm kadınlar ve LGBTİ+’ler evlerde, sokaklarda, işyerlerinde, okullarda sıklıkla “en yakınımızdaki erkekler” tarafından; tacize, tecavüze ve tüm boyutlarıyla sistematik erkek şiddetine maruz bırakılıyoruz. Fail ise evlerde babalar, kocalar, kardeşler, sevgililer, partnerler; işyerlerinde patronlar, ustabaşılar ya da birlikte çalıştığımız erkekler; mahallede komşu erkekler oluyor, ortak noktaları çoğunlukla yakınımızda olmaları. Hayatlarımızı hedef alan erkek şiddeti, ortak bir kaynaktan, erkek egemenliğinden besleniyor.
Göçmenlere ilişkin olarak gündemdeki bazı tartışmalar “kadınların güvenliği” ekseninde yürütülürken sorunun kökeni görmezden geliniyor; her zaman olduğu gibi bugün de kadınlar ve LGBTİ+’ler için evleri, sokakları, toplu taşıma araçlarını ve tüm mekânları güvensiz hale getiren esas sorunlar ve mücadele ettiğimiz koşullar konuşulmuyor. Devletin cezasızlık politikasını uygulayan erkek yargı eliyle şiddet failleri aklanıp şiddete maruz bırakılanlar suçlanırken, aynı mahkemelerde hayatlarını savunan kadınlar üst sınırlardan en ağır cezalarla yargılanıyor. Boşanmalar zorlaştırılıp nafaka hakkına göz dikilirken kadınlar içinde yaşadıkları şiddet sarmalına mahkûm ediliyor. Çocuk istismarına evlilik koşuluyla af getirilerek failleri aklamak için meclise önergeler yağdırılıyor, çocuğun rıza yaşı tartışmaya açılarak istismarı yasalaştırmak için fırsat kollanıyor. LGBTİ+’ler hedef gösterilip nefret yükselirken eğitim, sağlık, barınma ve çalışma haklarına erişmeleri imkânsız hale getiriliyor. İstanbul Sözleşmesi’nden imza çekilerek kazanılmış haklarımız gasp ediliyor. Sınır dışı edilme riski olan göçmen-mülteci kadınlara ve LGBTİ+’lara statü sağlayıp geri göndermeme güvencesi sunan sözleşmenin yürürlükte olmadığı koşullarda hak ihlallerine karşı başvuru mekanizmalarına erişim imkânsız hale geliyor. Koruyucu-önleyici hiçbir tedbir alınmıyor, yasal düzenlemeler uygulanmıyor.
Göçmenleri taciz, tecavüz, istismar ve şiddet faili olarak işaretleyerek hedef gösteren ve yaşadıklarımızı göçmen ve mültecilerin yarattığı sorunlar olarak tarifleyen bu ikiyüzlülüğü teşhir ediyoruz. Zira söz konusu ikiyüzlülük, maruz bırakıldığımız sistematik erkek şiddetinin esas nedeni olan erkek egemen sistemi görmezden geliyor ve eşit, özgür, şiddetsiz bir yaşam mücadelemize karşı yürütülen saldırganlığın ayrılmaz bir halkasını oluşturuyor.
Irkçılığa, göçmen ve mülteci düşmanlığına, nefrete geçit vermeden; bedenlerimize, haklarımıza, hayatlarımıza sahip çıkarak hep birlikte özgür, eşit, şiddetsiz bir gelecek inşa etme umudumuzu talan etmeye yönelik bu saldırılara karşı göçmenlerin yanındayız, yan yanayız.
Biz varız! Buradayız. Birlikte yaşıyoruz, birlikte yaşamak istiyoruz.
Haziran 2022